THE TIMES GAZETESİ’NE GÖRE HATAY’IN ANAVATANA KATILMASI (1938-1939)
Akademi Tarih sayfasının bugünkü konuğu Sayın Hocamız Gazi Osman Paşa Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmet Türkmen
Doç. Dr. İsmet TÜRKMEN
Gazi Osman Paşa Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osmanlı
Devleti idaresinde nüfusunun büyük çoğunluğu Türk ve Müslüman olan Suriye
vilâyetine bağlı bulunan İskenderun ve Antakya bölgesi, 30 Ekim 1918 tarihli
Mondros Mütarekenamesi sonrasında Fransa idaresinin kontrolüne bırakılmıştır.
Fransa idaresi, Mondros Mütarekenamesi’nin 7. maddesine dayanarak öncelikle
Sancak ve havalisini, bu doğrultuda İskenderun ve Antakya sahalarını
denetimleri altına almıştır. Daha sonra da sırasıyla; Urfa, Antep, Adana ve
Mersin’de emperyalist gayelerle işgal gerçekleştirmişlerdir (Soysal, 1986,
s.79-80). Bu işgalin gerçekleşmesi öncesinde bölgedeki siyasî ve askerî
gelişmelere bakıldığında ise özellikle Fransa’nın tarihi emellerini hayata
geçirme gayreti içinde olduğu görülecektir. 18. yüzyıl başlarından itibaren
Fransa’nın hedeflediği bir coğrafî saha, Akdeniz ve İskenderun Limanı
bağlantısı ile büyük doğu ticaretinin merkezidir. Olağanüstü öneme haiz bu
kavşak noktası hem ticaret yolları, hem de Doğu Akdeniz sahasının bölgesel
güvenliği doğrultusunda jeo-stratejik açılardan fevkalade öneme haiz zengin
topraklardır (Yerasimos, 1994, s.175). 20. Yüzyılın başlarından itibaren Fransa
daha çok emperyalist gayelerle bölgede; özellikle eğitim, sağlık, din ve demir
yolu sahalarında yatırımlar gerçekleştirmek suretiyle nüfuzunu artırmaya
çalışmıştır (Karal, 1983, s.39).
GİRİŞ
Osmanlı
Devleti idaresinde nüfusunun büyük çoğunluğu Türk ve Müslüman olan Suriye
vilâyetine bağlı bulunan İskenderun ve Antakya bölgesi, 30 Ekim 1918 tarihli
Mondros Mütarekenamesi sonrasında Fransa idaresinin kontrolüne bırakılmıştır.
Fransa idaresi, Mondros Mütarekenamesi’nin 7. maddesine dayanarak öncelikle
Sancak ve havalisini, bu doğrultuda İskenderun ve Antakya sahalarını denetimleri
altına almıştır. Daha sonra da sırasıyla; Urfa, Antep, Adana ve Mersin’de
emperyalist gayelerle işgal gerçekleştirmişlerdir (Soysal, 1986, s.79-80). Bu
işgalin gerçekleşmesi öncesinde bölgedeki siyasî ve askerî gelişmelere
bakıldığında ise özellikle Fransa’nın tarihi emellerini hayata geçirme gayreti
içinde olduğu görülecektir. 18. yüzyıl başlarından itibaren Fransa’nın
hedeflediği bir coğrafî saha, Akdeniz ve İskenderun Limanı bağlantısı ile büyük
doğu ticaretinin merkezidir. Olağanüstü öneme haiz bu kavşak noktası hem
ticaret yolları, hem de Doğu Akdeniz sahasının bölgesel güvenliği doğrultusunda
jeo-stratejik açılardan fevkalade öneme haiz zengin topraklardır (Yerasimos,
1994, s.175). 20. Yüzyılın başlarından itibaren Fransa daha çok emperyalist
gayelerle bölgede; özellikle eğitim, sağlık, din ve demir yolu sahalarında
yatırımlar gerçekleştirmek suretiyle nüfuzunu artırmaya çalışmıştır (Karal,
1983, s.39).
Birinci
Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da bloklaşma sürecinin tamamlanmak üzere olduğu
dönemde Uzak Doğu’da tam bir birlik halinde olan emperyalist güçler,
Ortadoğu’da, bu uyumu yeterince gerçekleştirememiştir (Dallot, 1966, 22).
Laurance Evans ise, Ortadoğu üzerindeki emperyalist güçlerin tutumunu şu
şekilde özetlemektedir: “Ortadoğu ülkeleri Avrupa’da yürütülen uluslar arası
politikanın satranç piyonlarıdır. Avrupalı devletlerin yarar, doymazlık ve
birbirlerinden çekinme alanları olan bu ülkeler, ABD çıkarlarını doğrudan
doğruya ilgilendirmemekte olduğundan, Amerikan politikasınca benimsenmemişti.”
(Evans, 2004, s. 12-13). Bu doğrultuda; Osmanlı Devleti’nin neredeyse tamamına
hâkim olduğu Orta Doğu sahası özelinde İngiltere ile Fransa hükûmetleri Birinci
Dünya Harbi sırasında gizli paylaşım planları doğrultusunda, fikir birliğine
vardıkları ve imza altına aldıkları Sykes-Picot Antlaşması ile bir paylaşım
gerçekleştirmişlerdir. Bahsi geçen gizli paylaşım doğrultusunda; başta Suriye
sahası olmak üzere Lübnan, Çukurova dolayları ve nihayet Sancak bölgesi
Fransa’nın etki sahalarına dâhil olunmuştur (Kurat, 1986, s.19- 20; Sökmen,
1978). Paylaşıma rağmen Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden sonra Mondros
Mütarekesi’nin imzalanması sırasında Sancak, Türk güçlerinin kontrolündedir.
Mütarekenamenin 16. maddesinde yer alan, Hicaz, Yemen, Asir, Suriye ve Irak’ta
yer tüm garnizonların, “…en yakın müttefik komutanına teslim olmaları ve tüm
birliklerin Kilikya’dan çekilmesi” hususu üzerinde önemle durulmuştur. Ayrıca
mütareke metninde yer verilen Mezopotamya, Kilikya gibi coğrafî tanımlamaların
belirsizliğinden de fayda sağlama peşinde koşan İtilaf Devletleri, işaret
edilen bölgenin sınırını devamlı kuzeye kaydırmak suretiyle işgal sürecini
başlatmışlardır (Türk İstiklal Harbi, 1999, s. 47-80; Tansel, 1991).
Mütareke
sonrası Sancak‘ın durumu Mustafa Kemal Paşa’nın merkeze alınarak Harbiye
Nezareti uhdesine çekilmesi ve payitahta dönmesi üzerine işler iyiden iyiye
kötüye gitmiştir. Bu bölgedeki direniş kırılmış ve bölgedeki İngiliz-Fransız
işgalleri karşılık görmeksizin kolay bir şekilde gerçekleşmiştir. İtilaf
Devletleri, 9 Kasım 1918 tarihinden itibaren İskenderun Limanı başta olmak
üzere sırasıyla; Hatay, Urfa, Antep, Maraş ve Çukurova’yı müttefik güçlerin
denetimleri altına girmiştir. İşgallerle birlikte İngiliz askerleri
aralarındaki antlaşma gereği, şehri Fransızlara bırakarak çekilmişlerdir.
Çekilme hareketi tamamlandıktan sonra merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek
Komiserliği 27 Kasım 1918 tarihinde, bir kararname yayımlamıştır. Yayımlanan
kararname uyarınca; Antakya, İskenderun, Harim (Reyhaniye) ve Belen’i de içine
alan sahada “İskenderun Sancağı (Sancak)” şeklinde tanımlanacak olan idari bir
birim de oluşturulmuştur. Bu bağlamda Sancak’ın da askerî vesayet altında bir
vali kontrolüne bırakılarak yönetilmesi kararlaştırmıştır (Melek, 1999).
Fransa
yönetimince tamamen işgal edilmiş olan bölge, Milletler Cemiyeti Yasası’nın 22.
maddesi uyarınca 28 Haziran 1919 tarihinde kurulan “Mandat”[1] sistemine dayandırılmıştır. Müttefik
Devletler Yüksek Konseyi de, San Remo’da 25 Nisan 1920 tarihinde Suriye ve bu
süreçte bu sahanın bir parçası olmak üzere atfedilen Lübnan’ı “A türü” (Mandat
yönetimi) dâhilinde Fransa idaresine bırakmıştır (Soysal, 1985). Özellikle o
günlerde bölge özelinde işgal kuvvetleri ve bu kuvvetler içinde yer alan
Ermenilerin baskı ve zulümlerini arttırmalarına da yol açmıştır. Bu türden
kalkışmalara karşı sığınacak bir merci bulamayan bölge Türklerinin çoğu, birer
silah temin ederek mevcut direniş kuvvetlerine katılmışlardır. Bu sırada Ermeni
çetelerine ve onların destekçileri Fransız askeri birliklerine yönelik
mücadelelerinde büyük başarılar ortaya koyan bu milis güçler, Mustafa Kemal
Paşa liderliğinde Anadolu’da başlatılmış olan direnişi desteklemek gayesiyle
Kuva-yı Millîye’ye katılmışlardır. Millî Mücadele Dönemi’nde Sancak ve
havalisindeki Türk ve Arap millî direnişçileri ile iş birliğine yönelen Mustafa
Kemal Paşa, Fransa’yı bu süreçte etkin mücadelesi sayesinde geçici mahiyette
bir barış yapmaya da zorlayabilmiştir (Soysal, 1983). Bu bağlamda 28 Ocak 1920
tarihinde ilan edilen Misâk-ı Millî’ye göre de bölge Türkiye’nin millî
sınırları içindedir (Sökmen, 1978, s.34).
1-TÜRKİYE’NİN TEŞEBBÜSLERİ
Zamanlama
konusunda Montrö Boğazlar Konferansı’nın sona ermesini beklemiş olan Mustafa
Kemal Atatürk, bu sırada Fransa ile ilişkilerde herhangi bir gerginlik yaşanmasına
da müsaade etmemiştir (Satloff, 1986). Bu doğrultuda Türk hükûmeti, Fransız
mandası olan Suriye ile olan münasebetlerinde iyi niyetini göstermek ve Türk
vatandaşlarının Suriye’de kalan emlâkini korumak, iki ülke vatandaşlarının
emlâklerinin karşılıklı olarak geri verilmesini sağlamak amacıyla 23 Ocak 1935
tarihinde bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi çıkarmıştır. Bu kararname 26 Ocak
1935 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir
(BCA, FK: 080.88.01. YN: 02. 51. 7. 8). Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin
imzalandığı gün ise Mustafa Kemal Atatürk, Afet İnan’a yönelerek şu ifadelere
yer vermesi fevkalade mühimdir: “Şimdi Antakya, İskenderun yani Sancak
meselemiz var” (Afetinan, 1977, s.135). Esasında Türkiye, Millî Mücadele’nin
başından beri bu meseleyle yakından ilgilenmekte ancak kesin çözüme ulaşabilmek
için siyasî zeminin uygun bir durumda olmasını beklemektedir.
İkinci
Dünya Savaşı’nın iyiden iyiye hissedildiği birkaç yıl öncesinde Fransa, 9 Eylül
1936 tarihinde Suriye’ye, aynı yıl içinde 1936 Kasım ayında da Lübnan’a
bağımsızlık verme yönünde bir antlaşma yapmıştır. Bu gelişmeler doğrudan Suriye
sınırları içinde yer alan Sancak meselesinin yoğunluk kazanmasına da etki
etmiştir. Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Cemiyet-i Akvam (Milletler
Cemiyeti)’ın 26 Eylül 1936 tarihli toplantısında, Sancak meselesinin çözümü
için Fransa’ya ikili görüşme teklif etmiştir. Fakat Fransa Hükûmeti, mandater
devlet sıfatıyla, Suriye üzerindeki bütün hak ve yetkilerini yeni Suriye
yönetimine devrettiğini paylaşmıştır. Bu sebeple Fransa ile Türkiye arasında bu
konuda yapılacak görüşmelere de Suriye Hükûmeti’nin de katılması gerektiğini
bildirmiştir (Franco-Syrian Treaty. (1936, 7 Eylül). The Times, 11).
Anlaşılacağı
üzere; bu sırada Suriye, Fransa’nın himayesi dahilinde olduğundan, bu
toprakların da kaderi Fransa’nın inisiyatifine bağlıydı. Bu sırada Lübnan’da
bulunan Fransız Yüksek Komiserinin kararları da Suriye probleminin de üzerinde
idi. Avrupa bunalımları karşısında bölgede ilişkilerini yeniden düzenlemek
isteyen Fransız hükûmeti ile uzun görüşmeler yapılmıştır ve 9 Eylül 1936’da
Suriye-Fransa arasında bir bağımsızlık antlaşması imzalanmıştır (Future Of
Alexandretta. (1936, 5 Aralık). The Times, 11). Fransa’nın, bu antlaşmaya
dayanarak Suriye’ye, kasım ayında da Lübnan’a bağımsızlık vermesi, Suriye
sınırları içinde yer alan Sancak meselesinin tekrar gündeme gelmesine yol
açmıştır. 9 Eylül 1936 tarihli Türkiye ve Fransa arasında yapılan antlaşma ile
Suriye‘ye bağımsızlık verilirken özel statüye tabi olan İskenderun Sancağının
durumu göz ardı edilmiş, antlaşmanın 3. maddesine göre, “Fransa, Sancak
üzerindeki haklarının tamamını” yeni Suriye hükûmetine bırakmıştır (Akalın,
Atatürk’ten Hatay Dersi, (2004, 16 Nisan). Cumhuriyet). Bunun anlamı Sancak bölgesinin
ileride Suriye’ye kalması ve bölgedeki Türk halkının Suriye içinde azınlık
durumuna düşmesi demek oluyordu. Bu durum Ankara İtilafnamesi’ni de geçersiz
kılmıştır. Bunun neticesinde bölgede etnik, dinsel ve dilsel farklılıklar
üzerinden güçlerin tacizi şiddetlenmiştir. Satloff’a göre, bölgede “…bazıları
için dil her şeyden önemlidir; diğerleri için din.”( Satloff, 1986, s.154-155)
Fransa’nın,
Suriye’den çekilirken Sancak’la ilgili bütün yetkilerini Suriye’ye devretmesi
Türkiye’yi harekete geçirmiştir. Esasında işaret edilen meseleler 1936 ve 1939
yılları arasında Türk-Fransız ilişkilerinde gerginlik yaratmıştır
(Gönlübol-Sar, 1967). Bu süreçte Türkiye esasında önüne çıkan fırsattan da
yararlanmasını bilmiştir. Buna göre, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vermesi
Türkiye’yi harekete geçirmiştir. İskenderun Sancağı üzerindeki yükümlülüklerini
yeni Suriye hükûmetine devretmesi Lozan sonrasındaki en önemli fırsat olmak
üzere değerlendirilmiştir. Esas itibariyle Türkiye, Hatay meselesinin halli
hususunda toprak talebi gibi kuşku yaratabilecek herhangi bir yaklaşım takip
etmemiştir. Türk diplomasi yapıcıları Suriye’ye tanındığı gibi Sancak bölgesi
için de bağımsızlık talep etmek suretiyle işe başlamıştır. Bu süreçte
kesinlikle Suriye’ye cephe almaktan özenle kaçınılmıştır da. Gerek iç gerekse
dış kamuoyunda Suriye’nin bağımsızlığı hararetle desteklenmeye çalışılmıştır.
Bu durum karşısında Türk hükûmeti, Fransa’nın Sancak üzerindeki yetkilerini,
Suriye’ye devretmesini kabul etmediğinden, konuyu Milletler Cemiyeti
Konseyi’nin Eylül ayında Cenevre’deki toplantısında gündeme getirmiş, müspet
bir sonuç alınmayınca da 9 Ekim 1936 tarihinde Fransa hükûmetine resmî bir nota
verilmiştir. Bu notada Türkiye, İskenderun‘a bağımsızlık tanımasını Fransa
yönetiminden istemiştir (Turkish Claim For Full Independence. (1936, 5 Aralık).
The Times, 13). Bu notada özetle şu hususlara değinilmiştir:
· Hatay meselesinin çözümü resmî olarak
ortaya atılmış,
· Fransa yönetiminin Suriye ve Lübnan’a
yönelik karar verdiği bağımsızlığın, nüfusunun büyük çoğunluğunu Türklerin
oluşturduğu Sancak‘a da tanınması istenmiş,
· Bu taleplerin Fransa ve Türkiye
arasında 1921 ve 1926 yılında yapılan anlaşmaların doğal bir sonucu olduğu da
belirtilmiştir.
Türkiye
ile Fransa arasında bu mesele bu mesele ile ilgili verilen notalar, Kasım ve
Aralık ayında da devam etmiştir. Türkiye’nin bu notasına, Fransız Dışişleri
Bakanı Delbos, 10 Kasım 1936’da cevap vererek;
· Milletler Cemiyeti 24 Temmuz 1922’de
kabul edilen Manda Yasası doğrultusunda, Fransa'nın mandater bir idari yönetim
olmak üzere, Suriye ve Lübnan’ı bağımsızlığa götürmekle görevlendirilmiştir,
· Suriye'nin toprak bütünlüğüne destek
olunarak bölünmesine izin verilmediği,
· Manda Yasası’na aykırı olarak ve 1921
Ankara Anlaşmasının çerçevesini aşarak, Sancak’a bağımsızlık verilemeyeceği,
yalnızca özel yönetim rejiminin korunacağı ve geliştirilebileceği
belirtilmiştir.
Dikkat
edilirse verilen bu cevap Türk tarafının sunduğu tekliflerin reddi
anlamındadır. Fransa bu notaya henüz cevap vermeden Mustafa Kemal Atatürk, 1
Kasım 1936’da TBMM‘nin açılışında yaptığı konuşmada özetle şu ifadelere yer
vermiştir: “…Milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, hakiki
sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde
ciddiyetle ve katiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa büyük önem
verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini
bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar
ve tabii görürler…” Bu satırlar Türkiye’nin en üst perdeden konuya verdiği
önemi kamuoyu nezdinde açıkça göstermiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,
Cilt 1, 1981, s.392). Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözleri Fransız elçisi
tarafından bir “ültimatom”, Tayfur Sökmen tarafından ise “Sancak‘ın Ana vatana
ilhakı” hususundaki kararlığının ilk açık ifadesi olarak yorumlanmıştır (Tüzün,
1989). Aynı konuşmada Mustafa Kemal Atatürk, Sancak‘ın sahibinin Türkler
olduğunu ısrarla vurgularken Fransa ile Türkler arasındaki bu meselenin çözüme
kavuşturulması gerektiğini belirterek diplomatik yolları açık tutmayı ihmal
etmemiştir (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 5, Cilt 13, s.4-7).
Bu
sırada Fransa’nın meseleyi adet olunduğu üzere Milletler Cemiyeti’ne taşıma
önerisi Türk idaresi tarafından olumlu karşılanmıştır. 19 Kasım 1936’da
Başbakan İsmet İnönü, Türkiye’nin bu meseledeki kararlılığını Fransız
Büyükelçisi Ponsot’a anlatmıştır. 5 Aralık 1936’da da Mustafa Kemal Atatürk,
Ponsot’la görüşerek bu meseledeki kararlılığını ve düşüncelerini belirtmiştir.[1] Mustafa Kemal Atatürk,
herhangi bir şekilde toprak talebi ve sınır değişikliği istemediklerini, bu
mesele ile ilgili üçüncü bir tarafın görüşmeye katılmamasını ayrıca bunun bir
onur meselesi olduğunu ifade etmiştir (Şimşir, 1981)
Fransa meseleyi, Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götürmeyi teklif etmiş ve
bu hususta ısrarcı olması sebebiyle de Türkiye bunu kabul etmiştir (Turkey And
The Sanjak Of Alexandretta, (1936, 9 Aralık). The Times, 13). Türk Hükûmeti, 10
Aralık 1936 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi’ne bir nota sunarak meselenin
ve alınacak tedbirlerin konseyin olağanüstü bir toplantısında görüşülmesini
istemiştir. Milletler Cemiyeti meseleyi, 14 Aralık 1936’da görüşmeye başlamış,
İsveç temsilcisi Sandler, Sancak Meselesi için raportör tayin edilmiştir
(Franco-Turkish Dispute, (1936, 10 Aralık). The Times, 13.). Sandler, 16 Aralık
1936’da Milletler Cemiyeti Meclisi’ne meselenin çözümü ile ilgili bir rapor
sunmuştur. Milletler Cemiyeti’nin 14-16 Aralık 1936 tarihli toplantısı
sonucunda ve Sandler’in raporu üzerine, Sancak meselesi için üç kişilik
gözlemci grubunun Sancak’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır (Alexandretta
Dispute. (1936. 15 Aralık). The Times, 15-17). Hollanda, Norveç ve İsveç
devletlerine mensup üç kişilik gözlemci grubu, 22 Aralık 1936’da oluşturulmuş,
1937 yılının Ocak ayı başında da görevlerine başlamak üzere bölgeye
gitmişlerdir. Bu arada bölgedeki Türk halkı ile Fransız polisleri arasındaki
çatışmalar ve çarpışmalar da yoğunlaşarak devam etmiştir.
1937
yılında kararlaştırılmış olan yeni yapı, bu meselesinin tüm boyutuyla
çözümleyememiş, birtakım sorunların yaşanmasına da adeta kapı aralamıştır. 3
Haziran 1937’de Suriye parlamentosu bu antlaşmayı bir bildiri ile protesto
etmiş, Sancak’ın Suriye topraklarının bir parçası olduğunu açıklamıştır. Ayrıca
Fransızlara karşı gösteri ve protesto hadiseleri de olmuştur. Fransız yönetimi
Sancak ve havalisindeki Arap unsurları ve diğer azınlıkları aleyhte sorunlar
yaşatma yoluna sevk etmiştir.
Hatay
meselesine destek vermek isteyen Mustafa Kemal Atatürk hastalığının giderek
şiddetini arttırmasına ve doktorların uyarılarına rağmen icra edilen törenler
sonrasında 19 Mayıs 1938 tarihinde güneye doğru bir geziye çıkmıştır. Bir süre
Mersin’de kalarak burada orduya muhteşem geçit törenleri düzenletmiştir.
Hatay’da durumun normale dönmesi üzerine (İngiliz ve Fransız elçilerinin
seçimler konusunda Türkiye’nin isteklerinin kabul edildiğini kendisine
bildirmeleri üzerine) Adana‘ya geçmiş ve bir süre burada kaldıktan sonra
Ankara‘ya dönmüştür (Belge, Hatay İşi Bitecek Dedi ve İş Bitti, (1966, 21
Nisan). Milliyet)
Bu sırada The Times
muhabirinin 23 Mayıs 1938 tarihli değerlendirmesine göre bahsi geçen Sancak
valisi ve memurları bölgede Türkiye’ye yönelik elverişsiz bir ortam yaratmaya
çalışmışlardır(French Propaganda In Alexandretta. (1938, 23 Mayıs). The Times,
16). Bölgede Türkler ve Araplar arasında yaşanan gerilim neticesinde ölüm
olayları gerçekleşmiştir. The Times’ın 2 Haziran 1938 tarihli haberine göre,
yaşanan gerilim sırasında yedi kişi hayatını kaybetmiştir (News in Brief.
(1938, 2 Haziran). The Times, 13). Bu gelişmeler sonrasında Başbakan Celal
Bayar, Hatay’dan gelen bir heyeti kabul etmiş ve şikâyetlerini dinlemiştir.
Meseleye ilişkin Başbakan Celal Bayar özetle şu hususlara değinmiştir:
“Türkiye, 18 ay önce doğrudan bir eylemde bulunmama kararı almıştı. Bu kararın
taraflarca bir zayıflık olarak algılanmadığını ümit etmekteyiz. Tüm anlaşmalar,
alınan kararlar, uzmanların raporlarının, bir gerçekliği ortaya koymaktadır.
Hatay’ın, Suriye’nin nominal (itibari) egemenliği altında olmasına rağmen,
Türkler etkin bir şekilde yönetime dahil edilmelidir. Bunun için çağdaş dünyada
pek çok emsal var: Tunus, Bosna-Hersek, Mısır, Doğu Rumeli, Girit vb. Bu
gerçekliğin taraflarca derhal kabullenilmesi yerinde olacaktır.” (Turkish
Interests In Alexandretta, (1938, 6Haziran). The Times, 9). Hükûmet meselenin ehemmiyetine binaen ilerleyen
dönemde Hatay’ın Anavatan’a katılması yönünde Antakya’da Fransız yönetimi ile
gerçekleştirilen görüşmelerde Türk Askeri Heyeti’nin başkanlığına Orgeneral
Asım Gündüz atanmıştır (Maintaining Order In Alexandretta. (1938, 13 Haziran).
The Times, 13).
Bu
arada Milletler Cemiyeti’nin görevlendirdiği komisyon tarafından seçim sistemi
Sancak’taki Türkler aleyhine sonuçlar verecek mahiyettedir. Tabiatıyla Türk
Hükûmeti de bunu protesto etmiştir. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti konuyu
görüşerek Ocak 1938’de seçim sistemini Türkiye’nin istediği şekilde
değiştirmiştir. Avrupa’daki siyasî değişmeler Almanya ve Avusturya‘nın tutumu,
bu sırada Avrupa’nın içinde bulunduğu gerilimlı saatlerin artması ve İkinci
Dünya Savaşı’nın eşiğine gelinmesi meseleyi başka bir boyuta da taşımıştır.
Fransa’nın mevcut durumu aleyhine okuması neticesinde Hatay meselesinde
üzerinde yoğunlaşan gerilimi çözümleyebilmek için Türkiye’ye karşı daha yumuşak
bir politika takip etmiştir. Bu durum Türkiye ile ilişkilerini kısa sürede
düzeltmek ihtiyacı hissetmesine sebep olmuştur (Turkish Relations With France.
(1938, 30 Mayıs). The Times, 14).
Türkiye
ve Fransa arasında 3 Haziran 1938’de icra edilen askerî içerikli bir antlaşma
doğrultusunda Sancak statüsünün muhafazası öngörülürken, mutabakat uyarında
Türk ve Fransız idareleri Sancak’a 2500’er kişiden oluşan kuvvetleri gönderme
kararı almışlardır. Bu askerî antlaşmanın imzalanmasının ardından taraflar
arasında 4 Temmuz 1938 tarihli dostluk antlaşması imzalanmıştır. Bu sağlanan
iyi ilişkilerin sağladığı en önemli yarar Sancak meselesinin çözümünde önemli
ilerlemeleri hızla gerçekleşmesine de işarettir. Türk ve Fransız askerî
mümessilleri arasında gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde 3 Temmuz 1938
tarihinde sancağın mülkî ve siyasî bütünlüğünün ortaklaşa korunması yönünde bir
askerî antlaşma da yapılmıştır. Bölgede sivil ve askeri işlerden sorumlu
Fransız Yüksek Komiseri Comte Martel, bu sırada sıkıyönetim ilan etmiştir
(Martial Law Declared In Alexandretta, (1938, 4 Haziran). The Times, 12). Bu
hassasiyete ilişkin The Times gazetesinde, Hatay’daki topluluklar arasında
yaşanan gerginliğin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Öncelikle Türk-Arap
rekabetinin, bu bölge nüfusunun iki önemli dil varlığını oluşturmakla birlikte,
bu toplumlar arasında yaşanan gerginliğin önüne geçilmesi düşünülmektedir
(Satloff, 1986; News in Brief. (1938, 15 Haziran). The Times, 13). Bahsi geçen
anlaşma sonrasında taraflar arasında yapılan yeni görüşmeler, 4 Temmuz 1938’de
Dostluk Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır (BCA, FK.030.18.01,
YN.02.84.61.3). Gerek Hatay ile ilgili ve gerekse 1939 Türk-Fransız-İngiliz
ittifak görüşmeleri ve gelişen olaylar sebebiyle bu antlaşma taraflar
tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmemiş ve Türkiye açısından bağlayıcı
olmamıştır.
4
Temmuz antlaşmasının imzalanmasından sonra bu ayın sonlarına doğru Hatay‘da
yapılacak seçimler hakkında çalışmalara yeniden başlanmış ve bu işlemler 1
Ağustos’ta tamamlanmıştır. Tescil edilen seçmenlerin sayısı; Türk cemaati
35.847, Alevi cemaati 11.319, Ortodoks cemaati 2.098, diğer cemaatler ise 395
kişi idi. Buna göre mebus adedi Türk cemaatinden 22, Alevi cemaatinden 9,
Ermeni cemaatinden 5, Arap cemaatinden 2, Rum cemaatinden 2 olarak tespit
edilip ilan edilmiştir. Mebuslar cemaat ve kaza itibarıyla Antakya’ya 14 Türk,
7 Alevi, 2 Ermeni, 1 Rum Ortodoks, 2 Arap; İskenderun’a 3 Türk, 2 Alevi, 1
Ermeni, 1 Rum Ortodoks; Kırıkhan’a 5 Türk, 2 Ermeni olmak üzere dağıtılmıştır.
Sürenin bitiminde her cemaatten aday olanların sayısının seçilecek milletvekili
sayısına denk olduğu görülmüş ve seçim yapılmadan adayların milletvekillikleri
onaylanmıştır.
Böylece
Ağustos 1938’de yapılan seçimler sonrasında, bölgedeki Türk toplumu, Meclis’te
40 milletvekilliğinden 22’sini doldurmuştur. Sancak’taki nüfus ve
milletvekilliği dağılımı şu şekildedir: Türk nüfus 35.847, milletvekili sayısı
22, Alevi nüfus 11.319, milletvekili sayısı 9, Ermeni nüfus 5504, milletvekili
sayısı 5, Arap nüfus 1845, milletvekili sayısı 2, Rum-Ortodoks nüfus 2098,
milletvekili sayısı 2 (Akşin, 1966, s. 307.). 2 Eylül 1938’de toplanan Sancak
Meclisi milletvekilleri, yeminlerini Türkçe yapmışlar, Milletler Cemiyeti’nin
yaptığı anayasayı da kabul etmişlerdir. Devletin adını da Sancak yerine Hatay
olarak değiştirmişlerdir. Aynı gün Hatay Meclisi Mustafa Kemal Atatürk
tarafından aday gösterilen Tayfur Sökmen‘i Hatay Devleti Cumhurbaşkanlığına
seçmiştir. Cumhurbaşkanlığına seçilen Tayfur Sökmen, Mustafa Kemal Atatürk’e
aynı gün Hatay Devleti’nin ilk cumhurbaşkanı sıfatı ile özetle; Hatay
reisliğine seçildiğini ve bu vazifeyi ifaya başladığını bu süreçte Mustafa
Kemal Atatürk‘e olan bağlılık hislerini ifade eden satırları kaleme almıştır.
Mustafa Kemal Atatürk ise çektiği cevaben şu ifadelere yer vermiştir:
“ Hatay Cumhurreisi Tayfur
Sökmen, Hatay Millet Meclisi tarafından Hatay Reisliğine seçildiğinizi bildiren
telgrafınızı memnuniyetle aldım. Bu kıymetli diyarın en yüksek makam ve
vazifesini ihraz ve deruhte etmiş olmanızdan dolayı sizi tebrik ederken
inkişafını daima alaka ve muhabbetle takip edeceğim. Hatay’daki faaliyetinizde
muvaffakiyetinizi ve Hatay’ın yeni idare altında pek çok saadet ve refahlar
görmesini yürekten temenni ederim.”.
(Sökmen, Atatürk Hatay’ı Nasıl Aldı. (1967, 10 Kasım). Dünya).
Bununla
birlikte bu süreçte dikkat çeken önemli bir ayrıntı ise Hatay Devleti döneminde
de, Milletler Cemiyeti Mandalar Kanunu ve Milletler Cemiyeti Konseyi kararı
uyarınca Fransız Delege Kolonel Collet, Milletler Cemiyeti’nin 1922’de mandater
tayin ettiği Fransa’nın temsilcisi olarak Antakya’da görevini sürdürmüş
olmasıdır. Bu maksatla Antakya kışlasında sembolik bir Fransız askerî birliği
de tesis edilmiştir. Gerek delegenin gerekse askerî birliğin yönetim üzerinde
herhangi bir etkisi ve fonksiyonu da yoktur olmamıştır.
2- TÜRKİYE’YE KATILMASI
Kayıtlarda
“İskenderun Sancağı” olarak yer alan devletin adı, 2 Eylül 1938 tarihinden
sonra, “Hatay” şeklinde düzenlenmiş, yeni devletin idare şekli Cumhuriyet,
merkezi Antakya’dır. Bu doğrultuda, Hatay Bayrağı Kanunu da çıkarılmış, kısa
süre sonra hükûmet oluşturabilmiştir[3] . Dr. Abdurrahman Melek
Başbakanlığa atanmış ve Abdülgani Türkmen de Meclis Başkanı seçilmiştir. Hatay
Devleti Hükûmeti beş bakandan oluşmuş ve Hatay Milleti Meclisi 6 Eylül 1938
tarihli oturumunda güvenoyunu alabilmiştir. Dr. Abdurrahman Melek Başvekil
olmak üzere; Dâhiliye, Hariciye ve Müdafaa Vekilliği görevlerini yürütecektir.
Kabinenin Adliye Vekiliği’ni Cemil Yurtman, Maliye Vekilliği görevini Cemal
Bakı, Nafia ve Ziraat vekilliklerini Kemal Alpar ve son olarak Maarif ve Sıhhat
Vekiliği görevini A. Faik Türkmen yürütecektir (The New Order In Syria. (1938,
10 Ekim). The Times, 15).
Burada
dikkat çeken önemli bir ayrıntı da 7 Eylül 1938 tarihinde gerçekleşmiştir. Türk
İstiklâl Marşı, Hatay Devleti’nin de millî marşı olacaktır. Hatay Meclisi,
dönemin hassasiyetini de göz önünde tutmuş, hükûmetine geçici kanun hükmünde
kararnameler çıkarıp uygulama yetkisi de vermiştir. Bu sayede derhal hükûmet
icraatlarına da başlamıştır. Mevcut konjonktürün Türkiye lehine ilerlemesi Türk
diplomatlar tarafından hassasiyetle takip edilmekle beraber çıkarılan bir yasa
ile Türkiye Cumhuriyeti yasalarının tümü Hatay Devleti’nin yasaları olarak
kabul edilmiştir. Bo yönde kanunlar arasında uygulanabileceklerin belirlenmesi
için hükûmete de yetki verilmiştir (The New Order In Syria. (1938, 10 Ekim).
The Times, 15). Devlet yönetiminde cemaatlere ve etnik unsurlara uygulanan
eşitlik sayesinde cemaatler arasındaki husumet ve ayrılıklar giderek
azalmıştır.
Bu
sırada saldırgan politikalarını iyiden iyiye göstermeye başlayan Almanya’nın
öncelikle Çekoslovakya’yı işgal etmesi ve ortağı İtalya’nın Arnavutluk’u
topraklarına katması Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’nın çanlarının çalındığının
emareleridir. Bu türden saldırgan eylemler sonrasında gerçekleşecek olan
eylemleri haber veren ve savaşı başlatacak olan adımlar olarak mütalaa edilen
gelişmelerdi. Bu gelişmeler Fransa’nın Türkiye’nin Hatay konusundaki isteklerini
kabul etmesini zorunlu hâle getirmiştir. Hatay probleminin halledilmesinin
ardından Türk-Fransız münasebetlerinin derhal gelişme göstermesi yaşananlar
ışığında rahatlıkla kavranabilir. Zira 23 Haziran 1939 tarihli antlaşma,
karşılıklı yardımı öngördüğü gibi, Hatay’ın Türkiye’ye katılma talebinin
Fransızlar tarafından kabul edilmesine yol açmıştır (Düstur, 3. Tertip, Cilt
20, s.1530). Bu antlaşmada taraflar açısından da önem arz eden önemli bir
ayrıntı da maddelerinin gizli maddesi olmaması ve geleceğe yönelik hiçbir hüküm
içermemesidir. Buna göre Fransa’nın belki de kabul etmekte zorlandığı fakat
şartlar gereği derhal kabullendiği husus, işgalle ele geçirdiği ve Milletler
Cemiyeti kararıyla mandater tayin edildiği Hatay’ı kayıtsız şartsız Türkiye’ye
devretmesidir. Ayrıca anlaşma şartları gereği; Türk hükûmeti; Fransız
uyruklulara ait olan Suriye ve Lübnan Bankası, Reji İdaresi, Elektrik Şirketi,
İskenderun Liman Şirketi, Telefon Şebekesi gibi kuruluşları bedelini nakden
ödeyerek satın almıştır. Bu sayede, Hatay’ın Türk idaresine ilhakının önünde
herhangi bir engel de kalmamıştır.
28
Haziran 1939 tarihinde Hatay Hükûmeti’nin bakanlıkları lağvedilmiş ve mevcut
bakanların görevleri sona ermiştir. Bununla birlikte Hatay Millet Meclisi
Başkanlığı, Meclisi de derhal olağanüstü toplantı gerçekleştirmek üzere
çağırmıştır. Meclis, 29 Haziran 1939 günü saat 16:00’da toplanmıştır. Bu
toplantı sırasında, “Türk camiasının ayrılmaz bir parçası olan Hatay’ın ana
vatana kavuştuğunun bir kararla tespitini” isteyen 39 imzalı önergeye ilişkin
görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler neticesinde, bahsi geçen önerge ve
Abdulgani Türkmen’in “Hatay Millet Meclisinin dağılmasına” ilişkin kanun
teklifi kabul edilmiştir. Bu gelişmeler Hatay Devleti’nin kendi arzu ve iradesi
ile kendi varlığına son vererek Türkiye’ye katıldığının işaretidir. Bundan
sonra, Antakya Kışlası’nda sembolik mahiyette yer verilen Fransız birlikleri 23
Temmuz 1939 tarihine kadar Hatay’dan ayrılma kararı almıştır. Ayrıca Hatay
uyruklu olanlara Türkiye veya Suriye uyruğunu seçmeleri için süre tanınmıştır.
Bu esnada Suriye uyruğunu seçenler göç etmişlerdir. Bu sürecin sağlıklı bir
şekilde gerçekleştirilmesi yönünde Suriye ve Türkiye temsilcilerinden oluşan
bir heyet günümüz sınır hatlarını belirlemiştir. Dörtyol ve Hassa nahiyeleri
Hatay’a bağlanmıştır. Böylelikle, Hatay Valiliği’ne Şükrü Sökmensüer atanarak
ana vatana katılma işlemleri tamamlanmıştır.
SONUÇ
Türkiye
ile Fransa arasındaki ilişkilerin farklı bir boyuta taşınması süreci esasında
Hatay’ın bağımsız bir devlet olmasından sonra hızla gelişmiştir. İki devlet
arasında 23 Haziran 1939 tarihinde Suriye ile Türkiye arasındaki meseleleri
kesin olarak halleden bir antlaşma imzalanmıştır. Aynı tarihte Paris’te
karşılıklı yardım bildirisi imzalanmış ve bu bildiride Hatay Devleti’nin kesin
sınırları, Hatay halkının statüsü ile ilgili hükümlere yer verilmiştir.
İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında 19 Ekim 1939 tarihinde iş birliğini
öngören karşılıklı yardım antlaşması imzalanmıştır. Hatay meselesinin Türkiye
lehine çözümlenmesinde, Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Osmanlı
Devleti’nin travmalı son dönemlerine şahit olmuş Türk devlet adamlarının
diplomasi alanında kazanmış oldukları önemli bir başarıdır. Hatay’ın Anavatana
ilhakı sürecinde Mustafa Kemal Atatürk, The Times da yer yer işaret olunduğu
üzere diplomasinin tüm inceliklerini ustaca kullanmıştır. Lider, Hatay’ın
bağımsızlığından söz ettiği dönemlerde özellikle Türkiye’ye bağlanması gereğini
ileri sürmekten de kaçınmıştır. Fransa’nın ve Milletler Cemiyeti’nin tepkisini
çekmemek için böyle bir tavır sergileyen Mustafa Kemal Atatürk, Hatay’ın
bağımsız olunca Türkiye ile sürekli münasebet içinde olacağını, ana vatana
bağlanmak isteyeceğini bilmekteydi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde
Türk diplomasisinin lider kadrosu Türkiye’nin barışçı ve hukuka saygılı
görünümünü bozmadan bu meseleyi kademeli bir şekilde halletmiştir.
Kaynakça
Franco-Syrian
Treaty. (1936, 7 Eylül). The Times , 11. Future Of Alexandretta. (1936, 5
Aralık). The Times, 11. Turkish Claim For Full Independence. (1936, 5 Aralık).
The Times, 13. Turkey And The Sanjak Of Alexandretta. (1936, 9 Aralık), The
Times, 13. Franco-Turkish Dispute. (1936, 10 Aralık). The Times, 13.
Alexandretta Dispute. (1936, 15 Aralık). The Times, 15. The League And Danzig.
(1937, 26 Ocak). The Times, s. 13. Turkish Relations With France. (1938, 30
Mayıs). The Times, s. 14. News in Brief. (1938, 2 Haziran). The Times, s. 13.
Martial Law Declared In Alexandretta. (1938, 4 Haziran). The Times, s. 12. Turkish
Interests In Alexandretta. (1938, 6 Haziran). The Times, s. 9. Maintaining
Order In Alexandretta. (1938, 13 Haziran). The Times, s. 13. News in Brief.
(1938, 15 Haziran). The Times, s. 13. Akalın, Cüneyt. (2004, 16 Nisan),
Atatürk‘ten Hatay Dersi, Cumhuriyet. Akşin, Apdülahat, Atatürk’ün Dış Politika
İlkeleri ve Diplomasi, Cilt 2, İstanbul. Armaoğlu, Fahir. (2010), 20. Yüzyıl
Siyasî Tarihi 1914-1995, 17. bsk., İstanbul. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,
Cilt -I-II-III, TİTE Yay., Ankara 1981. BCA, Fon Kodu: 030. 18. 01., Yer Nu:
02. 84. 61. 3. BCA, Fon kodu: 080 .88. 01., Yer Nu: 02. 51. 7. 8. Belge, Murat.
(1966, 21 Nisan), Hatay İşi Bitecek Dedi ve İş Bitti, Milliyet. Çelik, Edip F.,
(1975), Milletler Arası Hukuk, C.I, İstanbul. Dallot, Louis. (1966), Siyasî
Tarih, Tan Matbaası, İstanbul. Düstur, 3 Tertip, Cilt: 7, 18, 20. Erkin,
Feridun Cemal. (1987), Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar, Yorumlar, Cilt 1, Ankara.
Evans, Laurance. (2004), Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası
(1914-1924), (Çev. T. Alaya, N. Uğurlu, Ö Uğurlu), 2. bsk., İstanbul. Gönlübol,
Mehmet-Kürkçüoğlu, Ömer. (Mart 1985), “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına
Genel Bir Bakış”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 1, Sayı 2. Gönlübol,
Mehmet-Sar, Cem. (1987), “Atatürk‘ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler”,
Atatürk Yolu, (der. Turhan Feyzioğlu), 2.Baskı, Ankara. Hatipoğlu, Süleyman.
(2002), Hatay’ın Türkiye’ye Katılması, Türkler, 16, ss.685-689. İnan, Afet.
(1977), Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ankara. Karal, Enver Ziya. (1983),
Osmanlı Tarihi, Cilt V, Ankara. Kurat, Yuluğ Tekin. (1986), Osmanlı
İmparatorluğunun Paylaşılması, Ankara. Kürkçüoğlu, Ömer. (1978), Türk-İngiliz
İlişkileri, 1919-1926, Ankara. Melek, Abdurrahman. (1966), Hatay Nasıl
Kurtuldu?, Ankara. Melek, Abdurrahman. (1999), .Hatay Nasıl Kurtuldu?,
İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Yay. Pehlivanlı, Hamit–Sarınay. (2001), Yusuf
–Yıldırım, Hüsamettin, Türk Dış Politikasında Hatay, 1918-1939, Ankara: ASAM
Yay. Sarınay, Yusuf, Atatürk‘ün Hatay Politikası I, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.XII, S. 34. Sarınay, Yusuf, Atatürk‘ün Hatay Politikası II, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, C.XII, S. 34. Satloff, Robert B., (Apr., 1986),
Prelude to Conflict: Communal Interdependence in the Sanjak of Alexandretta
1920-1936, Middle Eastern Studies, Vol. 22, No. 2, ss. 147-180. Siliöz, Remzi.
(1937), Hatay İli ve Millî Mücadele Yılları, Bursa. Soysal, İsmail. (1983),
1939 Türk-İngiliz-Fransız İttifakı, Belleten, Cilt XLVI, ss.367-414. Soysal,
İsmail. (1986), Hatay Sorunu ve Türk-Fransız Siyasal İlişkileri 1936-1939,
Belleten, Cilt XLIX, Ankara, ss. 79-110. Soysal, İsmail. (1983), Tarihçeleri ve
Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, Cilt 1,
(1920-1945), Ankara: TTK. Yay. Sökmen, Tayfur. (1967, 10 Kasım). Atatürk Hatay‘ı
Nasıl Aldı, Dünya. Şimşir, Bilâl. (1981), Atatürk‘ün Yabancı Devlet Adamları
ile Görüşmeleri, Belleten (Atatürk Özel Sayısı). Tansel, Selahattin. (1991),
Modros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt 1, İstanbul: MEB.Yay. TBMM Zabıt Ceridesi,
Devre I, Cilt 14.; Devre II, Cilt 1.; Devre II, Cilt 26.; Devre VI, Cilt 13.
Tunçay, Mete. (1976), “Hatay Sorunu ve TBMM”, Türk Parlamentoculuğunun İlk
Yüzyılı (1876- 1976), Ankara. Türk İstiklal Harbi, Mondros Mütarekesi ve
Tatbikatı I, (1999), Ankara: Genelkurmay Basımevi,. Tüzün, Süleyman. (1989),
İki Büyük Savaş Arası Dönemde Hatay Tarihi (1918-1939), Hacettepe Üniversitesi,
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Ankara. Yavuzcan, Cengiz. (1967), Türkiye İle Yabancı Devletler Arasında Hukukî
ve Cezaî Sahalarda Yapılan Anlaşmalar, 1920- 1967, Ankara. Yerasimos, Stefanos.
(1994), Millîyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, (çev. Şirin
Tekeli), İstanbul. Yeşilbursa, Emine Güntepe-Babaoğlu, Resul. (Bahar 2016),
Atatürk-İnönü Ayrılığı ve Dersim Olayları, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap
Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 58, ss. 39-75.
[1] Hatay ismi ilk defa Atatürk‘ün isteğiyle 1936 yılında Türk siyasî çevrelerinde kullanılmaya başlanmıştır. Aynı yıl yayınlanan İsmail Müştak Mayakon’un makalesinde Hatay adı açıkça ifade edilmiştir. Mete Tunçay yazının Atatürk tarafından dikte edildiğini ifade etmektedir. (Tunçay, 1976).
[2] Devletler hukukunda manda genel manada, yönetiminde bulunan ülke halkının çeşitli yönlerden ilerlemesine çalışmak anlamına gelmekle birlikte, halkı kendi kendini yönetebilir bir hale getirmek şeklinde de tanımlana gelmektedir (Çelik, 1975, s.383-384). “Himaye” ise, sözlük manasıyla koruma, korunma anlamına gelmektedir (Osmanlıca-Türkçe Sözlük, s.142). Türk Hukuku Lügatı’na göre ise, himaye statüsü belli bir anlaşma çerçevesinde gerçekleşiyor, Mahmi denilen himayeci devlet himaye edilen devletin iç ve dış güvenliğini korumaktadır. Bir bakıma himaye eden devlet tarafından egemenliği garanti altına alınıyor (Türk Hukuk Lügatı, 1944, s.128).
[3] Hatay
Devleti’nin bayrağı; Atatürk‘ün çizdiği kırmızı üzerine beyaz ay-yıldız ve
yıldızın içinde ise tekrar kırmızı bir yıldız şeklinde tasarlanmıştı. Hatay
Devleti’nin Millî marşı da Türk İstiklal Marşı olarak tespit edilmiştir.
(Sarınay, C.XII, S. 34, s. 91).
Hocama desteği için teşekkür ederiz
YanıtlaSil