Osmanlı'da Saray Teşkilatı |
EMRE
GÖKCEK Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Öğrencisi OSMANLI SARAY TEŞKİLATIOsmanlı
Beyliği kurulduğu zaman bunun ilk merkezi Bursa olmuştu, Orhan Bey ilk eseri
olan medrese ve imaretini İznik’te ve camisini Bursa’da yaptırmıştı. Edirne 1.Murad zamanı alındıktan sonra
başkent olmuş eski saray inşa edilmiş tabii bu yapı Fatih zamanında yeni saray
inşa ettirilecektir. Fatih İstanbul’u aldıktan rivayete göre şehrin tam
ortasına eski saray yaptırmış iki sene sonra da Yeni saray İstanbul’un en güzel
yerinde olup hem Marmara’ya ve hem de Boğaz’a nezareti olan bir mahallede
yapılmıştır. Bu saraya Topkapı sarayı ismi verilmiştir bunun sebebi deniz
tarafında bulunan bir kapının adının Topkapı olmasıdır[1]. Beylerbeyi semtinde olan
Birinci Ahmet tarafından sevilen İstavruz sarayı vardır. Topkapı sarayının
biraz özelliklerine değinelim malum Sultan Abdülmecid zamanına kadar bu saray
kullanılacak. Sarayın
kapladığı alan
yaklaşık
700.000
metrekaredir. Bu alanın
yine
yaklaşık
80.000
metrekaresini binalar kaplamaktadır[2]. Fatih yeni
kurduğu sarayın etrafını çeviren sur duvarını (Sur-ı Sultani) yapımına 1478
yılında başlamıştır[3]. Haliç ile Marmara kıyılarında
eski Bizans surlarına bağlanan bu duvar, kara tarafında burçlar ile
güçlendirilmiştir. Bu geniş saha yaklaşık 700 bin metre karedir. Topkapı'nın birinci
avlusuna "Bab-ı
Hümayun /
Emperyal Kapı"
denen
kapıdan
girilir.
Lale Devri'nin sembol eserlerinden III. Ahmet Çeşmesi'nin yanı
başında bulunan
bu kapı,
diğer kapılara nazaran biraz daha sadedir. Babü's selam
(gişelerin bulunduğu kapı), devletin yönetildiği bölüme açılır. Buradan içeriye
atla sadece padişah geçebilir. Üçüncü
kapı olan; Babü's saade'den de saray kısmına geçilir. Harem burada bulunur.
Topkapı'nın Harem'i padişahın evidir. Harem sadece harem değildir, o da bu
dünyanın bir parçasıdır; her şeyden evvel bir okuldur. Topkapı'nın 19. asra
ait ilk evi Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Mecidiye Kasrı’dır.
Topkapı Sarayı; Bab-ı Hümayun, Babü's selam ve Babü's
saade adlı
üç
ana kapı,
dört
avlu,
Harem,
Has bahçe (Gülhane) ve bahçelerden oluşur. Üç tarafı denizle
çevrili olan sarayı
1400
metre uzunluğunda
"Sur-ı Sultani" denilen yüksek ihata duvarları çevreler. BİRİNCİ
AVLU (ALAY MEYDANI) Bu
kapıdan itibaren saray alanı başlar. Bununla beraber bu kapıdan girmek o kadar
zor değildir. Sarayda işleri olanlar, ziyaret edeceği yakınları bulunanlar,
buraya bir iki soruşturma ve ısmarlamayla gayet rahat girerler, içeride çalışan
yakınlarıyla görüş eder veya sarayın ilgili bürolarıyla olan işlerini görmek
için toplaşırlardı. Birinci avlunun en ilginç köşelerinden biri de Cellat
Çeşmesi'dir. Babü's Selam’dan girmeden evvel sağ tarafta bu yapıyı görüyoruz. BABÜS-SELAM
VE İKİNCİ AVLU Babü's
selam adeta devlete gösterilen saygının kapısıdır. "Orta kapı" da
denilen bu iki kuleli kapı, Topkapı'nın sembolü olmuştur. İmparatorluğun
ihtişamını gösteren bu kapı, ilk defa Fatih zamanında inşa edildi. Kapının
üzerindeki iki kule Kanuni devrine aittir. İkinci avlu Osmanlı
İmparatorluğu'nun kamusal hayatının zirvesiyle karşılaşırız. Kamusal
görkeminin bütünüyle gözümüze, yüzümüze çarptığı bir yerdir. Bu avlunun sağ tarafında imparatorluk mutfakları diyeceğimiz Matbah-ı
amire bulunurdu. Matbah-ı amire ‘de günde elli ila altmış çeşit yemek
çıkarılır. Hiç şüphesiz ki Divan-ı Hümayı1n muhteşem kulesiyle ortadadır. Bu
kule önceleri ahşaptır. Bir yangından sonra tekrar restore edilir ve 19.
yüzyılda da mimar aile Balyanlar bugünkü görünümünü verir. Kasr-ı Adl yahut
Adalet Kulesi'nin alt katında Divan-ı Hümayı1n toplanır. Buradan hareme ’de gidilmektedir. BABÜ’S
SAADE Saadet
Kapısı denilen bu yer padişahın hususi ikametgahının başlangıcıydı. Topkapı
Sarayı'nda ihtişamın kapısıdır. Bab-ı Hümayun ve Babü's selam gibi iç içe iki
kapılıdır. Birinci kapı ile ikinci kapı arasında koğuş ve dairelere açılan
kapılar vardır. Kapının sağ tarafında uzanan mekân Babü's saade Ağası Dairesi,
soldaki ise Ak Ağalar Koğuşu'dur. ENDERUN
AVLUSU 3.AVLU Avlu,
daha çok koğuşların bulunduğu bir mekandır ve alanı yaklaşık dokuz dönüm
kadardır. Enderun avlusu, bir kale içinde iç kale gibidir. Avlunun başında Arz Odası bulunmaktadır. Yapının
hemen arkasına düşen yerde III. Ahmed Kütüphanesi, avlunun sağ yanında Enderun
Mektebi, Meşkhane, Seferli Koğuşu, Fatih dönemine ait bir köşk ve Sultan IL
Selim dönemine ait bir hamam kalıntısı; avlunun sol yanında ise Silahdar Hazinesi, Kilerli koğuşu, Mukaddes Emanetler ‘in saklandığı dört
kubbeli Hırka-i Saadet Dairesi, Enderun Ağalar Camii, Ak Ağalar Koğuşu ve
Kuşhane bulunmaktadır. DÖNDÜRCÜ
AVLU (KÖŞKLER BAHÇEŞİ) İlk
zamanlar sadece bahçe olan bu avlu, zaman içinde yapılan köşklerden dolayı
Köşkler Bahçesi adını almıştır. Dördüncü Avlu büyük bir duvarla koruma altına
alınmıştır. Bu bölüm iki ana kısımdan müteşekkildir. Bunlar Sofa-i Hümayun ve
Lale Bahçesi'dir. Harem Sultan
Orhan Gazi'nin Bizans imparatorunun kızı Halofera (Nilüfer) ile evlenmesinden
beri hanedana devamlı yabancı gelin geldiği bilinir. Osmanlı Sarayı'nda ve
kapıkulu ocaklarında devşirme erkek çocuk ve kızlar Türk dili ve İslam
kültürüne göre yetiştirilirdi. Ukraynalı Roksolana, Hürrem oldu ve birkaç yıl
içinde şiir yazacak kadar güzel Türkçe öğrendi.
Harem; Arapçada yasak ve gizli anlamındadır. Mahrem bundan türer; çoğumuzun avami bir yanlış olarak düşündüğü "selamlık" karşıtı
"haremlik" sözü de bu anlamda doğrudur. Harem'de yetişen kızların bir kısmı sarayın
Enderun kısmında yetişen genç devlet adamlarıyla evlendirilirler. Hatta
padişahın kız kardeşleri ile kızları da münasip devlet adamlarıyla
evlendirilmişti. Kızlar önce Türkçe, ardından Kur'an ve okuma yazma
öğrenirlerdi. Musiki, raks, ince sanatlar vb. konularda dersler alırlardı. Mutlaka saray protokolü, etiketi ve adabı öğrenirlerdi. Venedikli Bafo (Nurbanu veya Safiye Sultan),
Hürrem Sultan, Kösem Sultan siyasi entrikalarla birlikte anılan isimlerdi.
Hatice Turhan ve gelini Gülnuş Emetullah ise politikadan uzak durmuştur.
SARAY’DA
MERASİM VE USULLERİ Bu
konuyu sarayda olan görevlileri anlatmadan önce vermek istedim. Padişahların
cülusları merasimle yapılır ve hiç vakit geçirilmeden yeni padişaha hemen o gün
biat edilir. Padişah tahta otururken Divan üyeleri alkışlarlar, padişahların
kılıç alayları vardır. Bayram namazı sonrası bayram tebriki en son bayram alayı
olur. Elçi kabulleri Avlunun sağ tarafına yeniçeriler, sol tarafına sipahiler
mutantan bir düzenle dizilirler ve gösterişli duruşları ile gelen elçilik heyetini
kendilerine hayran bırakırlardı. Revaklara halılar ve diğer değerli kumaşlar
asılır, saraydaki aslanlar ve kaplanlar dolaştırılırdı. Yapılan uygulamalar bir
güç gösterisiydi. Dosta güven veren, düşmanı ürküten bir devletin varlığı
gösterilmeye çalışılırdı. Baklava Alayı Baklava Alayı, Topkapı'da ramazan
hayatının güzel bir misalidir. Padişahın askerlerine ramazan ikramıdır.
Baklavalar, Matbah-ı amire ‘de hazırlanırdı. Yeniçeri, sipahi, topçu ve cebeci
gibi kapıkulu askerinin her on neferine bir tepsi hesabıyla hazırlanan baklava
sinileri futalarına (örtülere) sarılmış olarak Matbah- ı amire önüne dizilirdi. YENİSARAY
İÇOĞLANLARI Büyük
ve küçük odalar, doğancı koğuşu, seferli odası, kiler odası, hazine odası, has
oda bunlara tek tek bakacağız. Babüssadeden içeri girilince sağ tarafta büyük
oda ve sol tarafta has oda ile kuşhane arasında küçük oda bulunuyordu. Bunların
yaşları küçüktür din dersleri ve Kur’an-ı Kerim’le beraber Türkçe, Arapça,
Fars-çayı öğrendikten sonra spor hareketlerinden bulunurlar. Bu iki odanın
efradı dolama denilen sako veya cübbeyi giydikleri için kendilerine dolamalı
denirlidir. Doğancı Koğuşu kırk kişilik bir cemaat olup bunlar da kaftanlı
denilen Enderunluların beşinci kısmı itibar edilmiştir. Avcı Sultan Mehmed
bunları kaldırmış olduğundan daha sonraki teşkilat kitaplarında müstakil bir
oda halinde gelmiştir. Seferli Koğuşu bu koğuş Dördüncü Murad Revan seferine
giderken büyük odadan bir kısım içoğlanı almak suretiyle ihdas etmiştir.
Sonradan sanat mektebi haline getirilerek musikişinaslar, hanendeler,
kemankeşler, pehlivanlar, berberler, hamamcılar, tellaklar yetiştirilmiştir.
Çamaşırların yıkandığı koğuştur. Kiler koğuşu Fatih Sultan Mehmet zamanında
ihdas edilmiştir. Padişah has ’odada yemek yediği zaman, padişahın önüne yemeği
koyup kapağını açan, sahan değiştiren bu koğuşun amiri kilerci başı tır. Sarayın
reçel ve şerbetlerini ihzar ettirmek de bunu vazifesi cümlesindendi. Peşkir
başı, hünkarın nefsi için gelen emeği ve bunun altında olan mum başı, padişahin
suyunu saklarlardı. Peşkir şağirdi, padişah yemek yedikten sonra altın sini ile
kaşıkları ve sofrayı yıkardı. Turşucu, turşu ve yoğurtları yemişçi de padişaha
mahsus yemişleri saklardı. Hazine koğuşu Fatih Sultan Mehmed zamanında ihdas
edilmişti. Hazine Koğuşu Fatih Sultan Mehmed zamanında ihdas edilmiştir.
Bunların en büyük amirleri, Serhazin-i Enderun denilen hazinedar başı ve hazine
kethüdası idi. Enderun hazinesi (taşra Enderun ve iç en Enderun hazinelerini)
muhafazaya memur idiler. Hazinedar başı seferde ve hazerde padişahtan
ayrılmazdı, padişahtan önce cuman namazına gider. Has Oda Fatih Sultan Mehmed
yaptırmış ve buranın hizmetine otuz iki içoğlanı koymuştu. Hırka-i saadet
dairesini Yavuz Sultan Selim yaptırmıştır. HAS ODANIN BÜYÜK
AĞALARI Enderun’un
birinci ve en mühim odası olan Hane-i hassa veyahut has Oda’nın baş amirine
has’odabaşı denilirdi. Odabaş ılığın en yüksek olduğu zamanlarda, silahdar ağa
bunun maiyyeti idi. Silahdar Ağa Yıldırım Bayezid zamanında ihdas edilmiştir.
Merasim ve alaylarda at üzerinde padişahın kılıcını sağ omuzunda tutarak taşır
ve başında zülüf ve kırmızı kadifeli üsküfle hükümdarın sağ gerisinde yürürdü.
Kılıç, tüfenk, ok, yay, zırh gibi eşyaları silahdar ağa muhafaza ederdi.
Çuhadar ağa Çelebi Mehmet zamanında ihdas edildiği rivayet edilen çuhadarlık,
saraydaki mühim memuriyetlerdendi. Padişahın bayramda camiye gidişlerinde ve
merasimde çuhadarın ahaliye gümüş para serptiğini beyan ediyor. Hükümdarın
giysilerini taşır, yağmurluğunu da tutar. Rikabdar Padişahın çizmelerine bakar
ve ayakkabılarını giydirdi. Tülbend gulamı padişahın sarıklarını ve giydiği
çamaşırı muhafaza etmek olup icabında bunları giydirirdi. Ak
Ağalar Yenisarayın başnazırı ve zabıtçısı ve Babüssaadenin amiri idi. Darüssaade ağalığı da ilave olarak bu kapıağasının üzerinde idi. DİVAN-I
HÜMAYUN Divan-ı Hümayun, Farsça bir tabirdir. ‘’Divan’’ kelimesi ise
Sami asıllı bir deyim olup bir defteri ve dildeki dönüşümle bir büroyu ifade
eder.
‘’Padişah divanı’’ veya ‘’imparatorluk kurulu’’ da denebilir. Nedir bu kurum?
Divan-ı Hümayun, devletin başlangıcından beri Osmanlı hükümdarlarının
başkanlığında toplanan bir kuruldu. Hükümdar nerede ise divan orada kurulurdu.
Daha sonra Kubbealtı’nda yapılmaya başlandı. Divan-ı Hümayun, belirli işlere bakan
bir meclis ve bakanlık demektir. Savaşa ve barışa karar verilir. Tabii bu
kararları tasdik edecek kişi padişahtır. Müftü de kararı berkitecek fetvayı
verir. Fatih Sultan Mehmet devrinden itibaren
padişahların, Divan-ı Hümayun’a başkanlık etmedikleri görülür. Bu dönemden
itibaren padişahlar, toplantı salonu üzerinde, ayrılan bir hücrede oturarak
müzakereleri takip etmeye başlamışlardır.(Kasr-ı Adl) Pek nadiren sesle, daha
çok asayla vurarak toplantıyı dağıttıkları vakidir. Toplantı dağıldıktan sonra
vezir-i azam ve ilgili kurul üyeleri öbür kapıyı, Babüssade’yi geçerek arz
odasına girerler. Padişah, hepsini dinler ve müzakerelerin özetini alır.
Nitekim Fatih Sultan Mehmet, ‘’Kanunumdur’’ veya ‘’Emrim olmuştur’’ ifadelerini
kullanarak sunulan kararları onaylamıştır. Genellikle baş vezirin yahut vezir-i
azamın padişaha yazılı olarak verdiği arz tezkiresi diye bilinen evrakın adı,
15-19 asırlarda telhistir. Divan-ı Hümayun gerçek anlamda imparatorluğun
yönetildiği merkezi bir kuruldur. Aynı zamanda 15. Ve 16. asırlarda dünyanın
yönetildiği yerdir. Divan-ı Hümayun Üyeleri Tabii ilk önce vezir-i azam ve sonra sırayla birinci,
ikinci, üçüncü ve dördüncü vezirler gelir. Anadolu ve Rumeli Kazaskeri
Efendiler de Divan-ı Hümayun’un en önemli üyelerindendir. Şeyhülislam ise üye
değildir. Müftü hiçbir zaman Divan-ı Hümayun’da bulunmamıştır. Vezirlerden
sonra gelen üye tabii ki Yeniçeri Ağası’dır. Ağa burada general demektir.
Ardından bir mareşal olarak, 19. Asırda Bahriye nazırı olan Kaptan-ı Derya
gelir. Asıl önemlisi Nişancı kurulda üyedir. Bütün Osmanlı İmparatorluğu’nun
tapu kadastro amiridir. Bütün tımarlıların, zeamet sahiplerinin kayıtları
Nişancı’da tutulur. Reis-ülküttab gibi, dışişlerinde uzmanlaşan kalabalık bir
kâtip ordusunun, yani Divan-ı Hümayun tercümanlarının reisi durumundaki memur
ona bağlıdır. Nişancı ayrıca gelen giden evrak kaleminin de başındadır. En
önemli görevi tabii ki İmparatorluğun tapu kadastro nazırı olmasıdır. Tabii
bunları kontrol etmek, icabında boşalan tımarların akıbetini izlemek, bazı
tımarlıları gerektiği halde azletmek de tamamı ile bu önemli göreve bağlıdır.
Nişancıların arasında Kanuni zamanının ünlü nişancısı Celalzade Mustafa gibi
hem tarihte hem edebiyatta üstatlığa erişenler de vardır. Divan-ı Hümayun’un en
önemli iki unsurunun Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri olduğunu söyledik. Bu iki
memur zamanla bir hiyerşiye bağlı kadıların tayin-terfilerinin olağan olarak
tekrar azledilmesi yani görevden çağrılıp beklemesi, tekrar bir üst rütbeye
yükselmesi gibi çok önemli bir mekanizmanın başındadırlar. Anadolu ve Rumeli
Beylerbeyi payesini taşıyan beylerbeyi vezirler ise Divan-ı Hümayun’ un en
başından beri üyeleri idi. Hiç şüphesiz Kaptan Paşa gibi servet sahibi, deniz
işlerinden anlaması şart olmayan ama bir donanmayı teçhiz edecek marifetteki
birinin de Divan’da bulunması gerekiyordu. Nihayet müşavir durumundaki
vezirlerden sonra Yeniçeri Ağası, askerin başı olarak buradaydı. Divan-ı Hümayun üyeleri sabah namazını genellikle
Ayasofya’da kılar ardından divanda toplanırlardı. Divan-ı Hümayun,
imparatorluğun bütün mesellerini tartışırdı. Yabancı devletlerle olan ilişkiler
buradan yürütülürdü. Harp kararı için padişaha tavsiye bulunmak Divan’ın
işidir. Divan, Cuma günleri de toplanırdı ve en yoğun çalışma günüydü. Bunun
yanında Divan-ı Hümayun temyiz davalarına bakar, halkın müracaatlarını
dinlerdi. Divan’ın üç ayda toplaması da ayrı bir törene bağlıydı. O gün Divan-ı
Hümayun toplandığında Babüsselam’dan içeri Babüssaade önüne gelen yani kinci
avluya toplanan yeniçeri ortalarının zabitleri ve temsilcileri hassaten bir
gülbank çekerlerdi. O anda askere çorba ikram edilirdi. Çorba içilirse maaşlar
yani ulufe dağıtılmaya başlanırdı. İçilmezse isyan alametiydi. Divan-ı
Hümayun’nun yanında ise sarayın kalemleri yer alırdı. Divan-ı Hümayun’un ikinci
mercii ise Babüssade’nin hemen girişinde sonra yer alan arz odasıdır. Vezirler
burada belirli zamanlarda padişaha layihalar sunar, sadrazam ise telhis sunardı.
KUBBEALTI
(DİVANHANE) İkinci
Avlunun
yanındaki
Kubbealtı adeta
imparatorluğun
cihanşümul karakterini
temsil eder. Bir dönem dünyanın yönetildiği bu mütevazı mekân ilk
olarak II.Mehmet döneminde ahşap olarak yapılmış daha sonra ı6. yüzyılda Kanuni tarafından yeniden
yaptırılmıştır. Üç kubbeden ibaret olan yapı, ı665 Saray
Yangını neticesinde çok ciddi hasar görmüş; Sultan IV.
Mehmet tarafından
neredeyse
yeniden imar
edilmiştir. Kubbealtı, geniş saçakları, zarif parmaklıkları ile Lale
Devri'nden mimari izler taşır. Derin kubbesi ve geniş pencereleri ile sağlanan
aydınlık ortamla divan üyelerine ferah bir çalışma ortamı sunar. Kubbe ·ve
kemer süslemelerinde Kanuni devri klasik süslemesi esasla görülür. Kubbe göbeği
ise 17. yüzyılın klasik süslemelerini havidir. Divit Odası, Kubbealtı'nın
sadrazarnlara mahsus kısımlarındandır. Divan'da görevli kâtiplerin başında
reisülküttap bulunur, ileride yetki ve görevleri aşırı derecede yükselecek olan
reisülküttaba ait ikinci kubbe ile üçüncü kubbe arasında oluşturulmuş bölme
vardır. Buraya "reisülküttap tahtası" adı verilir ki reisülküttaba
bağlı divan kâtipleri burada oturmaktadır. Üçüncü kubbenin altı ise Maliye
Defterhanesi olup divanda tutulan defterdarlıkla ilgili kayıtların saklandığı
bölümdü. Bu bölüm toplantı sonunda sadrazamda bulunan padişah mührüyle
mühürlenirdi. Kubbealtı'nın avluya bakan dış taraflarını geniş bir revak kuşatır. Yeşil
porfir ve beyaz mermer, on bir sütun üzerindeki kemerlere dayanan bu revak,
ahşap tavanıdır ve enfes kalem işleri ile tezyin edilmiştir. KAYNAKÇA Ahmet
Mumcu, Divan-ı Hümayun, Phoenix Yayınevi, İstanbul, 2007 Halil
İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2005 İlber
Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları İstanbul 2006 Murat
Aydemir, Osmanlı’da Devlet Teşkilatı, Ezr Yayıncılık, İstanbul, 2017 [1] İSMAİL
HAKKI UZUNÇARŞILI, OSMANLI DEVLETİNİN SARAY TEŞKİLATI, TTK 2014 S.9 [2] İLBER
ORTAYLI, OSMANLI SARAYINDA HAYAT, HAZİNE YAYINLARI 2008 S.28 [3] SEMAVİ
EYİCE TOPKAPI SARAYI, EPOCH YAYINLARI,1985 S.7 |
Çok güzel bir anlatım olmuş. Teşekkürler Emre Gökçek.
YanıtlaSil