AHİLİK VE SİYASET
Doç. Dr. Kayhan ATİK
Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ahilik teşkilâtı,
XIII. yüzyılda Anadolu Selçukluları devrinde kurulmuş olup dönemin en önemli
ekonomik, sosyal, siyasî olaylarından biri olan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
kuruluşunda rol oynayan Türk medeniyetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ahiliğin
menşei hakkında iki ayrı görüş vardır. Bunlardan birisi, Ahiliğin Arap-İran
kökenli Fütüvvet kurumundan geldiği görüşü, diğeri ise, Ahiliğin Fütüvvet
teşkilâtından tamamen ayrı, Türklere ait bir kurum olduğu tezidir.
Ahliği, Fütüvvet
teşkilâtının, Anadolu'daki tezahürü olarak nitelendiren araştırmacılara göre;
"feta” Arapça bir kelimedir, cömert, yiğit, delikanlı anlamına gelir.
Fütüvvet ise mastardır, cömertlik, yiğitlik, kahramanlık. Manasındadır.
Cahiliye döneminde, Arap toplumunda, toplumun ve çevrenin takdirini kazanmak
için cömertçe davranışlarda bulunulurdu. Buradaki gaye, şahsi menfaat
sağlamadır. Daha sonraları, İslamiyet' in ortaya koyduğu cömertlik ve şecaat
anlayışı ile cahiliye çağı, Fütüvvet ruhu kaynaşmış, ilk Müslümanlardaki
mücadele azmi ve cihad ruhunun doğmasına vesile olmuştur. Ayrıca yine,
H.III/M.IX. asır başlarından itibaren İslam dünyasında ortaya çıkan Tasavvufi
hareket de, yeni bir dinî anlayış ve yaşayış getirirken, Fütüvvet
anlayışındaki, silahla savaşmak, düşmanı kahretmek yerine, son derece dürüst,
cömert, yardım sever, hoşgörü sahibi bir tipin çıkmasına zemin hazırlamıştır.
(Gölpınarlı 1952: 74-80; Taeschner 1972: 203-235; Taeschner 1955: 1-32;
Kocatürk 1986: 14-30.
Bilindiği üzere
Emeviler zamanında, Irak çok kanlı olaylara sahne olmuştu. Hz. Ali ve Muaviye
savaşı, Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi, Hz. Hüseyin'in intikamını' almak için
girişilen savaşlar gibi. Arap olmayan Mevâlî halk ise, Emevilere karşı isyan
ettiler. Çoğu kez bu isyan kanlı bir şekilde bastırıldı. Sonunda Ebu Müslim
Horasanî başkanlığında, Emevilere karşı başlatılan hareket ve nihayet Abbasiler
tarafından Emeviler'in iktidarına son verilmiştir. Daha sonra Abbasiler kin ve
nefret dolu intikam duyguları ile Emevilere karşı katliam hareketlerine
girişmişlerdir. İslam dünyasında meydana gelen bu sosyal ve siyasî hadiseler,
Fütüvvet anlayışının doğmasının en büyük etkenleri olmuştur. (Bayram
1991:12-29.)
Ahiliğin menşei ile ilgili ikinci görüş ise, Ahiliğin tamamen Türklere ait
bir kurum olduğu tezidir. Bu görüşü benimseyen araştırmacılar şu görüşleri
ileri sürmektedirler: Ahi kelimesi Arapça bir kelimedir ve kardeşim anlama
gelir. Bu görüşe göre kelime Arapça ahi kelimesinden değil; Türkçe eli açık,
cömert, yiğit anlamına gelen "akı” kelimesinden gelmektedir. Ahiliğin
tamamen Türklere ait bir kurum olduğunu savunanlar, Ç 'akı”
sözcüğünün Divân-ı Lugâti't-Türk'de aynı anlamda kullanıldığını belirterek,
tezlerini kuvvetlendirmişlerdir. Ayrıca bu görüşte olan araştırmacılar,
Fütüvvetçiliğin yüzyıllarca bu adla devam edip gelirken ve Anadolu'da bu isimle
anılırken, Türklerin meskûn olduğu yerde "Fütüvvet" adını bırakarak
"ahi” şeklinde başka bir Arapça kelime ile anılmaya başlamasının garip
olduğunu da ileri sürmektedirler. (Çağatay 1989:43-46; Kocatürk 1986: 14-30.)
Anadolu'da Ahiliğin
ortaya çıkması ise şöyle gelişmiştir. Bilindiği gibi, Türkler XI. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Anadolu'ya yayılmaya başlamışlar, özellikle 1071
yılında Bizanslılarla yapılan Malazgirt Meydan Savaşı'nı kazandıktan sonra,
tamamen Anadolu'nun içlerine girmişlerdi. Büyük çoğunluğu göçebe olan Selçuklu
Türkleri yavaş yavaş köylere, kasaba ve şehirlere yerleşmişlerdi. Fakat
şehirlerde sanat ve ticaret uzun yıllar Türk ve Müslüman olmayan yerli halkın
elinde idi. Bu durum böyle devam ederken Moğollar, Türkler için tehlikeli bir
unsur olmaya başlamış; Buhara, Semerkant ve Taşkent gibi Türk şehirlerini yerle
bir ederek, halkı kılıçtan geçirmişlerdi. Bu insan kırımından kaçanların bir
kısmı İran'da kalırken, büyük bir kısmı ise Anadolu'ya girdi. Anadolu'ya
gelenlerin ekseriyeti, Harezm bölgesinin şehir ve kasabalarının esnaf ve
sanatkârlarıydı. Bu doğudan gelen sanatkâr ve tüccar Türklerin, yerli tüccar ve
sanatkârlar karşısında ayakta kalabilmeleri ve onlarla yarışabilmeleri ancak
aralarında bir örgüt kurarak, dayanışma sağlamaları ile mümkün olabilirdi.
(Şeker 2002: 278-280; Çağatay 1989: 46-49; Ecer 1986; 153-155; Kocatürk 1986:
14-40; Atik 2003: 179-191.)
Ahiliğin Türklere ait
bir kurum olduğunu savunan araştırmacılar, Anadolu'da Ahiliğin Moğol saldırısı
sebebiyle Anadolu'ya Türk göçlerinin başlamasından hemen sonra kurulması ve
daha önce, Fütüvvetin yaygın olduğu İslam dünyasında böyle bir kurumun veya
benzerinin bulunmayışından dolayı, Ahiliğin Türklere ait bir teşkilât olduğu
kanaatindedirler. Bize göre de Ahilik Fütüvvet kurumundan etkilenen ve onun
devamı olarak Anadolu'da değişik bir şekilde tezahür etmiş bir teşkilattır. Ahi
kelimesi ister Arapça, isterse Türkçe kökenli olsun, kelimenin bütün anlamları
bu teşkilâtın temel misyonuna oldukça uygun düşmektedir. Ahi teşkilâtı. Hem
kardeşlik derecesinde birbirine bağlı hem de cömert, yiğit, yardımsever bir
özellik taşımıştır.
A-Selçuklu Dönemi
Ahilik teşkilâtı belki
başlangıçta Anadolu'da ekonomik sebeplerden dolayı ortaya çıkmıştır. Fakat
sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, siyasî ve dinî-ahlakî fonksiyonları
da olan ve Türk milletinin hayatını tanzim ederek asırlarca varlığını devam
ettiren bir kurum olmuştur. Fütüvvet anlayışı, H.III./M.IX. yüzyıldan sonra
artık teşkilatlanmaya başladığını ve üyelerine de dendiğini
belirtmiştik. Her ne kadar Fütüvvet Teşkilâtının Anadolu'ya Türk göçlerinin
başlamasından hemen sonra kurulduğu kanaati yaygınsa da; Türkler Büyük
Selçuklular zamanında Ayyarlarda tanışmışlardı. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul
Bey Nişabur'a gittiğinde, Ayyârların kuvvetleri çoğalmış ve buradaki zararları
artmıştı. Dolayısıyla bunlar yağma ediyor, adam öldürüyor, istediklerini
yapıyorlardı ve kimse de bunlara mani olamıyordu. Tuğrul Bey şehre girince
Ayyârlar ondan korkmuşlar, bu fenalıklarından uzaklaşmışlar ve halk da rahat
bir nefes alınıştı. (Bündari 1943: LXI; Çağatay 1952: 51-68).
Anadolu Selçuklu Devleti'nde
Ahilerin muhtemelen siyasî bir olayda ilk defa önemli bir rol oynadıklarına şu
hadise ile tanık oluyoruz. Bilindiği üzere II. Kılıç Arslan'ın ölümünden sonra
veliahdı olan en küçük oğlu Gıyâseddin Keyhüsrev tahta geçti. (1 192-1196).
Kardeşi Tokat Meliki Rükneddin Süleyman Şah ise tahtı ele geçirmeyi istiyordu.
Konya üzerine yürüyerek, dört ay muhasara etti, Neticede şehrin ileri gelenleri
Süleyman Şah'a elçi göndererek muhasaradan vazgeçerse sefer masrafının üç
taksitle ödeneceğini belirttiler. Eğer ülkeyi almakta kararlı ise, Sultan'a,
çocuklarına, taraftarlarına ve hazinesine dokunmayacağını ve Sultanın istediği
yere gitmekte serbest olduğu hususunda güvence ve yeminnâme (ahidnâme)
vermesini istediler. Süleyman şah şehri almakta kararlı olduğunu bildirdi. İki
taraf arasında imzalanan antlaşmadan sonra Gıyâseddin Keyhüsrev şehri terk
etti.
İşte bu hadisede
ahiler büyük rol oynamışlardır. Rükneddin Süleyman Şah'ın muhasarası dört ay
sürünce, Konya ahileri ve fityan reisleri bir araya gelmişler, ''daha önce
anlaştığımız gibi Sultan Gıyaseddin'in namusuna halel getirmeyelim. Hayatta
oldukça yeminin, sözün, ahdin ve dürüstlüğün şartlarını yerine getirelim. Melik
Rükneddin'deki sultanlık sevdası, şeytanın baştan çıkarmasından başka bir şey
değildir. Bu Konya şehrinde bir tek canlı kalsa bile onların burayı zorla ele geçirmeleri ve
istila etmeleri mümkün değildir" dediler. Ayrıca Rükneddin Süleyman Şah,
Konya ileri gelenlerinin yukarıdaki teklifini kabul edince; emirlerin,
büyüklerin, ahilerin ve devlet görevlilerinin şahitliğinde yeminlerle dolu bir
ahidname yazdı. (İbn. Bibi 1996: I, 52-53).
Bu hadisede Ahiler
Gıyaseddin Keyhüsrevin tarafında olmuşlar ve Konya'yı teslim etmemek
üzere sonuna kadar çalışmaya kendi aralarında söz vermişlerdir. Muhasara süresi
uzayınca yiyecek sıkıntısı çekilmiş, bu durumda Gıyaseddin Keyhüsrev halkın
sıkıntı ve eziyet çekmesini istememiş ve anlaşmayı kabul etmiştir. Ahidnamenin
devlet adamları, büyükler ve Ahilerin huzurunda olması Ahilerin siyasî
olaylardaki ağırlıkları bakımından önemlidir. Anadolu Selçuklu Devletinde
Ahilerin muhtemelen siyasî bir olayda ilk defa önemli bir rol oynadıklarına bu
hadise ile tanık oluyoruz. Tabii ki o gün iki şehzade arasındaki savaşın
bitirilmesinde ve aralarında antlaşmanın yapılmasında önemli rol oynamışlar,
muhtemelen daha kötü olayların ortaya çıkmasını önlemişlerdir. Anadolu'da
Ahiliğin başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz fütüvvet hareketi, Anadolu
Selçuklu Sultanı L Gıyaseddin Keyhüsrev'in ikinci saltanatı (1205-1211)
zamanında Abbasi Halifesi Nâsır Lidînillah ile olan münasebetleri ile
başlamıştır. I. Gıyâseddin tahta geçer geçmez hocası şeyh Mecdüddin İshak'i,
Abbasi Halifesi ‘ne cülusunu bildirmek için göndermiştir. Mecdüddin İshak
Anadolu'ya dönerken birçok ilim adamı ve şeyhi de yanında getirmiştir. Bunlar,
Muhyiddin-i Arabî, Şeyh Evhadüddin Kirmani, Şeyh Nasruddin Malmıud (Ahi Evran)
gibi kişilerdir. (Bayram 1991; 27-30). Bu ilim ve fikir adamları Anadolu
Selçuklu Sultanları tarafından himaye ve destek görmüştür. Böylece Anadolu'da
fütüvvet teşkilâtı yerleşmiş ve gelişmiştir. Halife Nâsır Lidinillah, Anadolu
Selçuklu sultanına defalarca şalvar ve şed (kuşak)göndermiştir. İzzeddin
Keykavus (1211-1220) ve Alâeddin Keykubat (1220-1237) tahta geçtiklerinde
Halifeye cüluslarını bildirerek hediyeler göndermişler, Halife de Alâeddin
Keykubat'a şalvar ve şed göndermiştir. Şalvar ve şed getiren Selahaddin
Sühreverdi'yi Malatya'dan itibaren, Konya'ya kadar karşılama törenleri 1949-1950:
74-80; Turan 1996: 254,318; Çağatay 1990: 11-15; Taeschner 1972: 22-235;
Anadolu 1991: 10-14). ı. İzzeddin Keykavus zamanında (1211-1220) Kayseri'deki
yönetici kesimle, Ahiler ve Türkmenler arasında bir çekişme olmuştur. I.
Alâeddin Keykubat tahta geçince Kayseri'ye giderek bu problemi ortadan
kaldırmış ve Ahileri himaye etmeye başlamıştır. (İbn. Bibi, 1996; 249; Bayram
1991: 83). Dolayısıyla Ahilik Anadolu'da devlet himayesinde ve rahatça
yayılmaya başlamıştır.
Halife, Harzemşahlarla
yaptığı mücadele de Anadolu Selçuklu sultanlarından destek görmüş; Halifeye
karşı yapılan bazı ayaklanmaların bastırılmasında l. Alâeddin Keykubat
tarafından Bağdat'a bir ordu gönderilmiştir. (Gölpınarlı 1949-1950:74-80;
Bayram 1991: 29; Anadolu 1991:1 1). Fütüvvet' Teşkilâtı ile münasebetler
neticesinde Anadolu'da Ahilik Teşkilâtı yavaş yavaş gelişmeye ve kökleşmeye
başlamıştır. Ahi Evran 1205 yılında Anadolu'ya geldikten bir müddet sonra
hocası Evhadüddin ile Kayseri'ye yerleşmiş ve ilk olarak burada Ahi Teşkilâtını
kurmuştu. Bu hususta devletin himaye ve desteği ile sanatkârlar için bir sanayi
sitesi de kurulmuştur. (Bayram 1991: 81-83). 1227 yılında Sultan I.Alâeddin
Keykubat muhtemelen Ahi Evren'i Konya'ya davet etmiş, O da burada hem sanatını
icra etmiş hem de medresede hocalık yapmıştır. Sultan Alâeddin’den çok büyük
destek gören Ahi Evren onun adına bazı eserler de kaleme almıştır. (Bayram
1991:81-84). Ayrıca Alâeddin Keykubad'ın tahta geçiş törenlerinde de önemli
roller oynamıştır. ( ibn. Bibi 1996: 232).
II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde (1237-1245)
Abbasi halifeliği ile siyasî ilişkiler bozulmuş; fakat bu durum Emir Celaleddin
Karatay döneminde tekrar düzelmiştir. (Bayraım1991: 29; Anadolu 1991: I l
) Ahilerin en büyük hamisi olan Sultan I. Alâeddin Keykubat'ın ölümünden
sonra, II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve veziri Sadedin Köpek, Ahi ve Türkmenlere
cephe almaya başladılar. Daha sonra, II. Gıyaseddin Keyhüsrev, kendisine
suikast düzenleyen vezirini de öldürdükten sonra; Ahi ve Türkmenleri de
saltanatına karşı oldukları gerekçesiyle cezalandırmaya başladı. Ahi Evren ve
birçok ahi tutuklandı. Baba İlyas da tutuklanarak ve bazı müritleri öldürüldü.
İşte bu olaylar Ahi ve Türkmenlerin devlete karşı ayaklanmalarına sebep oldu.
Bu sırada Moğol ordusu Anadolu'ya girdi; Selçuklu ordusu Kösedağ'da Moğollara
karşı ağır bir yenilgiye uğradı (1243). İlerleyen Moğol ordusu Kayseri'ye
gelince karşısında ahileri buldu. Ahiler on beş gün şehri müdafaa ettiler. Bir
Ermeni mühtedinin ihanetiyle Moğollar şehre girdiler. Birçok Ahi'yi
öldürdüler
ve onlara
ait ev ve işyerlerini yakıp yıkarak yağmaladılar. Binlerce Ahi ve Bacıyı
(Ahilik Teşkilâtının kadın üyeleri) esir aldılar. Bu olaylardan sonra merkezi
Kayseri olan Ahi ve Bacı teşkilâtı dağılmaya başladı. II. Gıyaseddin'in
ölümünden sonra Celaleddin Karatay tutuklu bulunan Ahi ve Türkmen ileri
gelenlerini serbest bırakmıştır. Sultan II. İzzeddin Keykâvus Denizli'ye giden
Ahi Evren'i Konya'ya getirmesi için Sadreddin Konevi'yi görevlendirdiği
şeklinde bazı rivayetler de vardır. (Bayram 1991: 80-85; Turan 1993: 438-443).
Anadolu Selçuklu
Devleti'nde, sultana veya vezire karşı isyan etmek isteyen devlet adamları da
ahilerin gücünden faydalanmak istemişlerdir. Ebubekir Pervane Konya ahi
liderleriyle gizlice toplanarak birçok vaatlerle onları Şemseddin İsfahani'ye
karşı isyana teşvik etmiştir. buna karşı ahiler; "Şemseddin İsfahani'nin,
Gıyâseddin Keyhüsrev'in vasiyeti ile bütün din ve devlet işlerini eline almış
ve memleketin sahibi olarak her şey onun kefaletine emanet edilmiştir. Biz
aranızda cereyan eden mücadeleye karışamaz ve sultana isyan edip küfranı
nimette bulunamayız” demişlerdir. Ahiler isyan. Etmediği gibi, devlet erkânı
tarafından Ebubekir Pervane'ye karşı tedbir alması için Konya subaşılığına
tayin edilen Şemsettin Yavtaş Bey'i şehrin dışında karşılamışlardır. Ahiler ve
şehrin ileri gelenleri muhaliflerin kaçmamaları• için Konya yollarında
muhafızlık ve gözcülük yapmışlardır. (İbn. Bibi 1996: II, 98-99; Turan 1993:
460-462). Böylece Ahiler kendilerine karşı devletten veya Moğollardan gelen herhangi
bir tecavüze karşı gereken mücadeleyi yapıyorlar, devlet adamları arasındaki
çekişmelere ve kavgalara müdahale etmiyorlardı. Bu tutumlarıyla kendilerinin ve
devletin geleceğini düşünüyorlardı. II. İzzeddin Keykâvus (1254) tek başına
iktidarı ele alınca Moğollar kardeşleriyle mücadeleye başladı. Ahiler Moğollara
karşı mücadele eden II. İzzeddin Keykavus tarafını tutuyorlardı. II.
İzzeddin'in veziri Kadı İzzeddin Muhammet Moğolları Anadolu'dan tamamen atmaya
kararlıydı ve onlara karşı savaş hazırlığı için Kayseri'ye gitmişti (1255).
Kadı vezir buna başta Ahi Evren olmak üzere diğer şehrin ileri
gelenleriyle Moğollara karşı yapacağı mücadelede Ahilerin yardımını istemiştir.
(Bayram 1991: 87-88)
IV. Rükneddin Kılıçarslan 1260 yılında iktidarı ele geçirince
kendisine bağlı emirleri belirli makamlara getirdi. Çevre vilayetlere çeşitli
tayinler yaptı. Kırşehir valiliğine de Nureddin Caca tayin edildi. Türkmenler
ve Ahiler Ankara, Aksaray, Çankırı, Kastamonu, Kırşehir'de bu yeni
tayinlere ve yönetime karşı ayaklandılar. Bu ayaklanmanın en şiddetlisinin
Kırşehir'de olduğu ve Ahi Evren tarafından organize edildiği ileri
sürülmektedir. Burada İsyancıların Nureddin Caca'yı bir süre şehre
sokmadıkları, fakat şehir zapt edildikten sonra da isyancıların tamamının kılıçtan
geçirildiği zannedilmektedir. (Bayram 1991; 103-104) Tabii olarak bu hadiseden
sonra şehirlerde barınamayan Ahiler, mümkün mertebe uçlara ve ücra yerlere
gitmeye başladılar. Bunların bir kısmının da Ankara ya gittikleri tahmin
edilmektedir. Dolayısıyla yerlerinden yurtlarından edilen Ahilerin Moğollara
karşı mücadeleleri daha da hızlanmıştır.
Karamanoğulları, Siyavuş (Cimri) hadisesinde 1277 yılında
Konya'ya hâkim olunca Konya yakınlarında Filobad Köşkünden Alâeddin
(Gıyâseddin) Siyavuş'u şehre getirdiler. Karamanoğlu Mehmet Bey onun önünde
eğilip biat etmiştir. Selçuklu hanedanına bağlı Konya'nın ileri gelenleri, Ahi
Ahmed Şah, bağlılarıyda birlikte Siyavuş'a biat etmişlerdir. Fakat daha sonra
gerçek Sultan'ın Konya'ya hareket ettiği anlaşıldı. Konya'da bulunan Selçuklu
baş kadısı Siraceddin Mahmud Urmevi şehir halkına bir fetva çıkararak onları
Karamanlılara karşı savaşa teşvik etmiş ve ahiler de bu fetvaya uyarak bu sefer
de Karamanlılara karşı şehri müdafaa etmişlerdir. (İbn. Bibi 1996: II, 205, 209,
213; Turan 1993: 564-567). Osman Turan bu konuyla ilgili ahilerin davasını da
şöyle yorumlamıştır: "Şehirlerde esnaf ve tüccarın iktisadî, İctimaî ve
dinî esaslara göre kurduğu bu sağlam teşkilâtın ahlaki ve ticarî nizamdan başka
siyasî buhran ve hükümetin zayıfladığı zamanlarda da asayişi ve siyasî nizamı
kendi mensupları ile tesiste askerî bir kuvvet yerine vazife görmüşlerdir'
'(Turan 1993: Konya ahilerinin lideri Ahi Ahmed Şah emrinde birkaç bin
asker bulunan zengin bir kişi idi. Moğol şehzadesi Geyhatu'nun Konya'ya
gelişinde onu hediyelerle karşılamıştır. Moğol kumandanı iki üç bin kişi ile
Konya'yı ziyaret etmiş ve Ahi Ahmed —Şah'ı da kendisine "Baba” yapmıştır.
(Turan 1993:)
II. Gıyâseddin Mesud Sultan Mesud Anadolu Selçuklu
tahtına çıkınca, Keyhüsrev'in annesi devletin, onun iki oğlu ile Mesud arasında
paylaşılmasını istedi. Bunu gerçekleştirmek için de Karaman oğlu Güneri Bey'e
beylerbeyliği, Eşref oğlu Halil Bey'e de saltanat naipliği vererek onları
Konya'ya davet etti. Sahip Ata bu durumu görünce valide sultanı yatıştırmaya
çalışmış fakat iki taraf arasında başlayan çatışmada ölenler olmuştu.
Ahi Ahmed- Şah ve Konya Kadısı araya girerek çatışmayı yatıştırdılar
(Turan 1993: 589). Yine Anadolu Selçuklu Devleti'nde Ahilerin siyasî etkileri ile ilgili
bir başka hadise de şöyle gerçekleşmiştir. Kayseri'den uclara kadar olan batı
vilayetlerinin idaresini elinde tutan Fahreddin Kazvini'nin, bölgesinde baskı,
zulüm ve asayişsizlik olduğundan bahsedilir. Buna karşılık Vezir Fahreddin ise
yalnız bırakıldığından dolayı ınuvaffak olamadığını belirtmiştir. Sultan bunun
üzerine, onun arzusuna göre Konya Ahiler'ini silahlandırarak kendisini şehir
önünde karşılamalarını emretti. Bu sefer de Fahreddin çok kalabalıktan şikâyet
etmiştir. Ahi Ahmed Şah ise Ahiler'in geliş sebeplerini, yeni vergiler altında
ezilmeleri olarak ifade etmiştir. Ahiler bu durumu ve şikâyetlerini Sultana da
bildirmek için yola koyulmuşlardır (Turan 1993: 593-594). Bu hadisede
Ahiler, Sultanın emrinde silahlanarak Fahreddin Kazvini'ye karşı
direnişlerini ve yeni vergiler altında ezildiklerini de Sultana bildirmekten hiç çekinmemişlerdir. Geyhatu 1290 yılında Anadolu'dan ayrılarak Moğol Hanlığına geçince, bu
fırsattan ve Selçukluların zayıf durumundan istifade eden Karamanlılar,
Selçuklulara karşı taarruza geçtiler. Karamanlılar Konya'yı kuşatınca, onlarla
şehir ahileri ve gençler sur kapısından dışarı çıkarak savaştılar. Fakat kayıp
verince tekrar: surdan içeri girdiler. (Turan 1993: 604). Sultan Mesud
Kayseri'ye gidince Payitahtta ciddi bir kuvvet kalmamış, bu olayda da yine
şehri ahiler savunmuşlardır.
Anadolu Selçuklu Devleti'nde Ahilerin siyasî hayattaki roller ile ilgili
Ahi Ahmed in davranışları çok önemlidir. Ahi Ahmed Şah Konya Ahiler ‘inin
lideri ve önemli bir şahsiyetti. Buhranlı yıllarda kendine bağlı birkaç bin
askeri ile şehri savunmuş, asayişi sağlamıştır. Gazan Han'ın elçisi Konya'da
zülüm yapınca Ahi- Ahmed-şah onu şehirden sürmüştür. Ayrıca Ahmed Şah'ın
1292'de Geylıatu'yu Konya'yı yağma etmekten caydırdığı da ileri sürülmektedir.
Ahi Ahmed'in ölümüne bütün Konya yas tutmuş ve cenazesine 15.000 kişi
katılmıştır. Onun ölümünden sonra Konya tamamen sahipsiz kalmıştır. (Turan
1993: 619; Cahen 1994: 328). Selçuklular döneminde Ahilerin Seyfi koluna mensup
olanlar şehirlerin güvenlik kuvveti olarak çalışmışlar,bazı merkezlerin
düşmana karşı savunmasında ve korunmasında da ordunun yanında yer alınışlardır.
(Anadolu 1991: 52).
Anadolu Selçukluları Devletini Moğolların istilasından sonra,
çok nüfuzlu bir teşkilât olan "Fütüvvet ehli” nin (Ahiler) devletin
asayişini korumak hususunda önemli himmetleri olmuştur. Ahiler başlarındaki ahi
reisleriyle birlikte, iç karışıklıkların önlenmesinde ve uçlardaki
ayaklanmaların bastırılmasında önemli görevler üstlenmişlerdir. (Akdağ 1979:
II/ 273). Anadolu Selçuklu
Devleti Moğol tahakkümüne girdiği için siyasî düzensizlikler başlamış ve şehir'
hayatında da önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu değişiklikler
şunlardır: Batı Anadolu ve Rumeli gibi zengin topraklar alınınca oralardaki
şehirleri Türkleştirmek için başlatılan göçler Anadolu şehirlerini sarsmıştır.
Moğol askerleri veya onlara karşı gelen Türkmenler tarafından yapılan devamlı
baskınlar, âsî valiler, Türk beyleri veya Moğollar arasında şehirlerin devamlı
el değiştirmesi huzursuzluk meydana getirmiş ve birkaç yüzyılda kurulan
iktisadî düzen de yıkılmaya başlamıştır. Bu kargaşa ve kaos dönemlerinde her
ahi esnaf teşkilâtı kendi şehrinin asayiş ve düzenini sağlamayı düşünmüş,
"ahi babayı” ya da bir ahiyi şehre vali seçmek bir usul haline geliniştir.
Böylece ahi şehirlerinin anarşi ortamında daha az zarar görmesini
sağlamışlardır. (Akdağ 1979: II/ 34-35).
Ankara'da bir ahi
hükumetinin kurulması da aynı sebeplerden dolayıdır. Aslında Konya, Kayseri,
Sivas ve başka yerlerde de durumun aynı olduğu belirtilmektedir. (Akdağ 1979:
II/ 34; Hodgson 1995: II/ 135-142; Tabakoğlu, 2003: 157). Anadolu Selçuklu
idaresi zayıflayınca, Anadolu'nun büyük kentlerinde Ahiler bulundukları
şehirleri, etraftaki kasaba ve köylerin asayiş ve düzenini sağlayarak; durum
düzelinceye kadar idareyi ellerinde tutarak geçici bir hükümet kurmuşlardı.
Konya ahileri de aynı şekilde geçici bir hükümet kurmuşlar ve hükümet
başkanlığına da Şeyh Muhlis adında bir ahi liderini getirmişlerdi. (Akdağ 1979:
11/23). Ayrıca Ankara da ki Ahilerin de idareyi ele geçirdikleri bilinmektedir.
(1300’lerin başlarından ortalarına kadar).
Ülkedeki işsiz ve serseriler, şehirlerdeki siyasî düzenin
karışıklığından, Türk ümerasının veya Moğolların kendi aralarında yahut
birbirlerine karşı mücadelelerinden faydalanmışlardır. Siyasî durum o kadar
kötü idi ki şehirlerde daimî bir vali veya bey olmuyordu. Bu durumda şehri ele
geçiren asi vali veya siyasî teşekkül şehri davası için para kaynağı olarak
düşünüyordu, İşe yine bu durumlarda da Ahi teşkilâtları kendi şehirlerini I ve
çevrelerinin emniyetini koruyorlardı. "Her şehir sanki ahi bir valinin
idaresinde muhtar bir site olmuştu” (Akdağ 1979: I/ 1 19). Anadolu Selçukluları
yıkıldıktan sonra ülke dört bölgeye ayrılmış buralarda birçok küçük hükümetler
ortaya çıkmasına rağmen hiç birisinde siyasî istikrar olmamıştır. Otoriter bir
hükümet de kuruluncaya kadar, şehirler, Ahiler ve esnaf birliklerine dayanarak
hiç olmazsa belediye ve idare bakımından kendilerine yetmeye çalışmışlardır.
Hatta İbn. Batuta Anadolu'da Ahiler ‘in polis kuvvetleri halinde teşkil
ettikleri gençleri çevrenin eşkıyasına karşı kullandıklarını ve valinin de
Ahiler ‘den olduğunu yazmıştır(Akdağ 1979: 1/1 19-120). Fuat Köprülü K'XIII.
Asrın ikinci nısfından XIV. Asra kadar Anadolu'da bir takım büyük devlet
ricalinin, kadıların müderrislerin, muhtelif tarikatlara mensup şeyhlerin,
büyük tacirlerin Fütüvvet teşkilâtına dâhil olduklarını görüyoruz ki bu
teşkilâtın içtimai kıymetinin yükseldiğine alâmettir” diye İfade eder. (Köprülü
1988: 91).
B-Osmanlı Dönemi
Ahiler
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve yeniçeri askerî teşkilâtının ortaya
çıkmasında büyük rol oynamıştır. Âşık Paşazade, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu
sırasında önemli rol oynayan dört zümreden birisinin de Ahiyan-ı Rum (Anadolu)
Teşkilâtı olduğunu yazmaktadır. Osman Bey'in kayın babası Şeyh Edebali, Osman
Bey'in birçok silah arkadaşları, Orhan Bey’in kardeşi Alâeddin Paşa'nın bu
teşkilâtın üyesi oldukları ileri sürülür. İlk Osmanlı hükümdarları Osmanlı
Devleti'ni kurmak için, bu teşkilâttan siyasî, askerî anlamda istifade
etmişlerdir. ' ilk askerî teşkilât olan yaya teşkilâtında Ahilerin
üniformalarını taklit etmişler, I. Murad devrindeki Yeniçeri teşkilâtında da bu
yeni askerler için ahilerin serpuşlarını muhafaza etmişlerdi.” (Köprülü 1985:
13; Aşıkpaşaoğlu 1949: 237-238).
Ertuğrul
Beyin gaza arkadaşlarından Gazi Abdurrahman, Akça-Koca, Konur-Alp, Turgut —Alp,
Hasan-Alp, Saltuk —Alp, Aygud Alp, Ak Timur, Kara Mürsel, Kara Tekin Samsa
Çavuş, Şeyh Mahmut gibi bir çok beylerin Osman ve bir kısmının da Orhan Bey
döneminde Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda hizmet ettikleri rivayet edilir. Bu
beylerin genellikle ahi teşkilâtına mensup kişiler olduğu belirtilmektedir.
(Danişmend 1971: I, 2). Osmanlı Devleti'nin temelleri atılırken, Anadolu'da
ahilik ve Babâî'lik adlı iki önemli tarikat vardı. Ahi liderlerinden Eskişehir
civarında tekkesi bulunan Şeyh Edebali o bölgenin en itibarlı büyüklerindendi.
Osman Bey Şeyh Edebalinin Kızı Malhan Hatunu almış ve bu şekilde Ahilerin
nüfuzundan istifade etmiştir. Ayrıca Şeyh Mahmut Gazi, Ahi Şemseddin ve Oğlu
Ahi Hasan,
daha sonra Osmanlılarda
kadı, kazasker ve vezir olan Çandarlı Kara Halil de Ahi idi. Bu kişiler Osmanlı
Beyfiği'nin kuruluş ve gelişmesinde önemli hizmetleri olmuştur. (Uzunçarşı
1988: 1/105-106; Aşikpaşa oğlu 1949:95; Barkan 19491950: 536-537). Ahilerin
nüfuzundan istifade eden Osman Gazinin ölümünden sonra ahilerin kararıyla
Beyliğin idaresi Orhan Bey’e geçti. (1324-1362).
Osman Bey ölünce, Orhan Bey Kardeşi Alâeddin Paşa ile bir
araya geldiler. Ahi Hasan'ın tekkesinde toplandılar. İstişare sonucunda Orhan
Bey'in "Bey” seçilmesine karar verildi. (Aşık Paşaoğlu 1949: 115 Orhan
Bey, Şed kuşanarak ahi olmuş, kendisi de başkalarına şed kuşatmış, yani ahiliğe
sokmuştur. Orhan Bey ahi unvanlarından "ihtiyârüddin” unvanını
kullanıyordu (Anadolu 1991: 57). 1326'da önemli bir kuvvetle Bursa üzerine
yürüyen Orhan Bey tecrübeli kumandanları Köse Mihal, Turgut Alp, Şeyh Mahmut ve
Ahi Hasan ile görüşerek bu şehrin güneyindeki' Bursa'nın anahtarı olan Atranos
(Orhaneli) Kalesi'ni alıp yıktıktan sonra, Bursa önüne gelerek Pınarbaşı
mevkiinde karargâhını kurmuş ve kaleyi kuşatmıştı. (Uzunçarşılı 1995: 1/1 18).
Osman Gazi'nin
arkasında kayın pederi Ahi liderlerinden Şeyh Edebali'nin akrabası ve ahilerden
olan, medrese tahsili görmüş Kara Halil, Orhan Gazi zamanında Bilecik kadısı
olmuş, daha sonra İznik kadısı ve Bursa kadısı olmuştur. (Uzunçarşılı 1988: I/
496-555) Orhan Gazi'nin ölümünden sonra yerine devlet işlerinde nüfuzları olan
ahilerin kararıyla büyük oğlu Murad Bey geçti. (1361-1389). Daha babası
zamanında Süleyman Paşa tarafından 1354'te fethedilmiş olan Ankara üzerine
sefer düzenlendi. Çünkü Orhan Bey’in ölümünden sonra Ankara'da büyük nüfuzları
olan âhiler Karamanoğullarının teşviki ile Osmanlı kuvvetlerini Ankara'dan
çıkararak burasını idareleri altına almışlardı. Sultan Murad Ankara üzerine
yürüyünce karşı koyamayacaklarını anlayan ahiler Sultan Murad'ı karşılayarak
Ankara'yı teslim ettiler (1362).
Ankara’nın müstakil bir hükümet olup olmadığı da tartışmalıdır. Belki de
daha önce belirttiğimiz gibi kargaşa ve anarşi dönemlerinde büyük
şehirlerimizdeki düzeni muhafaza etmek üzere Ahilerin işbaşına gelmeleri
şeklinde düşünebiliriz. (Uzunçarşılı 1988: I/ 160-161; Akdağ 1979: I/ 1 19;
Köprülü 1988: 92; Hodgson 1995: II, 468).
Şeyh Edebali'den sonra
Ahi tarikatı liderliğinin kime geçtiği bilinmemekle birlikte I. Murad'a geçtiği
anlaşılmaktadır. I. Murad'ın da Gelibolu'daki liderliği Ahi reislerinden Ahi Musa'ya
verdiğini 767 Receb / 1388 Mart 14 tarihli icazetnâme ve vakıfnâmeden
anlıyoruz: "Ahilerimden kuşandığını kuşağı Ahi Musa'ya kendü elümle kuşadup
Magalkara'da (Malkara'da) ahi diktim ve Ahi Musa veya evlatlarından kimesneyi
ihtiyar idüp ya akrabalarından veya güğeygülerinden ahilik icazetin virüp
bizden sonra yerümüze ahi sen ol diyeler ki bunlar fevt olduktan sonra şer'ile
sabit ve zahir olâ...” (Uzunçarşılı 1988: I/ 531). Ahi teşkilâtı
liderliğinin I. Murad'a geçtiği ve O'nun da liderliği Ahi Musa'ya verdiğine
göre, Ahiliğin Osmanlı Devletinde çok önemli bir fonksiyona ve öneme sahip
olduğunu görüyoruz. En üst kademede, sultanlar seviyesinde değere sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Çelebi Mehmet (1413-1421) Rumeli'de Musa Çelebi ile
mücadele ederken, Anadolu'da Osmanlı kuvvetleri olmayınca bunu fırsat bilen
Karamanoğlu Osmanlı topraklarına taarruz etınişti. Önce Germiyanoğlu
topraklarını işgal etmiş, ertesi yıl Bursa'ya gelmiş, şehri muhasaı•a ve yağma
etmişti. Karamanoğlu Bursa kalesini almak için çok çalışmış ise de kale
muhafızı Hacı İvaz Paşa burasını otuz bir gün şiddetle müdafaa etmişti. Çelebi
Mehmed'in Amasya'dan beri beraberinde bulunan Tokatlı Ahi Bayezidoğlu, Hacı İvaz
Paşa, Butsa kalesini otuz iki gün müdafaa etmiş ve hatta yaralandığı halde
ehemmiyet vermeyerek müdafaada sebat göstermiştir. ( Uzunçarşılı 1988:
1/349-350). ) Önemli Ahi liderleri, devletin iç karışıklıklarında ve taht
kavgalarında önemli fonksiyonlar icrâ etmişler, birer devlet adamı ve komutan
gibi bizzat bütün olaylarda müdahil olmuşlardır. Çelebi Mehmed'in
oğullarından henüz on üç yaşında bulunan Hamideli Sancak Bey'i
Mustafa, biraderinin cülusu üzerine öldürülmekten korkup Karamanoğlu'nun yanına
sığınmıştı. Muhasaradan kurtulmak isteyen imparatorda Mustafa Çelebi'nin lalası
Şarapdar İlyas'a mektuplar yazdı. Çokça altın ve para göndererek asker
toplamasını istedi. Aynı zamanda Mustafa'yı İstanbul'a getirtti. Mustafa,
topladığı kuvvetlerle Bursa üzerine yürüdü. Bursa halkı şehri ve kaleyi
Mustafa'ya vermek istemediler. Ona memleketin nüfuzlu şahsiyetlerinden Ahi
Yakup ile Ahi Hoşkadem'i elçi olarak gönderdiler, para ve hediyeler vermek
suretiyle bu işi önlemek istediler (Uzunçarşılı: 1988: I/ 391). Ahiler yine
burada da memleketin sulhu ve selameti için aracı olmuşlardır. Buda bize
Ahilerin ne kadar nüfuzlu şahsiyetler olduğunu gösteriyor.
Bilinen önemli kaynaklarımız olan
Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Gelibolu 'lu Âli'nin "Künhü' l- Ahbar”ında,
Münecciın Başı Ahmed'in "Camiu'dDüver'inde, "Şakâyık-ı Numaniyye” de
özellikle Osınan Bey, Orhan Bey, I, Murad, r. Bayezid, r. Mehmed, TT. Murad ve
Fatih dönemlerinin âlimleri ve devlet adamları arasında birçok. Ahi olduğu
belirtilir. Ah ilerin Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve Anadolu beyliklerinin
bazılarının saygı ve sevgi göstermekte kendilerine önem verildiği gibi devlet
yönetimi ve askerî komutanlıklarda görev almışlardır. Ahiler ‘in
Karamanoğulları ile olduğu gibi, Sivas hâkimi Kadı Burhaneddin ile de yakın
ilgileri vardı. Kadı Burhaneddin (1344-1398), Ahi İsa, Ahi Nevruz, Ahi Alişah,
Ahi Muhammed, Ahi Nasruddin gibi nüfuzlu ahilerle daha hükümdar olmadan önce
iyi ilişkiler kurmuştu. Ahi İsa ile dost olup, kendisi, Sivas hâkimi olduktan
sonra (1381) Ahi İsa'yı Amasya hâkimi Hacı Şadgeldi'ye elçi göndermiş, daha
sonra Kayseri'ye saldırdığında askerlerinin bir kısmına komutan atamış, Ahi
Nevruz'la önce dost iken, sonraları araları açılmıştı. Kadı Burhaneddin,
Zile'de yaptırdığı medrese ile bu şehrin yönetimini Ahi Alişah'a vermişti.
(Anadolu 1991: 58-59). XIII. yüzyıldan itibaren Selçuklular, Beylikler ve
Osmanlılar döneminde Sultanönü Sancağı'nda Ahi zaviyeleri kurulmuş ve devlet
adamları tarafından onaylanarak yeni vakıflar ilave edilmiştir. XVI. yüzyılda
düzenlenen tahrir defterlerinde çok sayıda ahi ve tarikat zaviyeleri ile
şeyhlerinin vakıf ve mülklerinin kayıtları bulunmaktadır. Bunların dışında
ahilere vakıf yapılmış vakıf toprakları da çoktur. Bu vakıflar bazı vergilerden
muaftı ve bu toprakları bazen Sultan hayır işleri yapanlara sadaka olarak
veriyordu. Osman Bey ve Orhan Bey savaşa katılan ahilere bu hizmetleri
karşılığında toprak vakfediyordu. (Doğru, 1991: 55-57). Görüldüğü üzere
Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Sultanları ve devlet adamları Ahiliğin yerleşmesi
ve gelişmesi için her türlü maddî ve manevî desteği vermiştir. Genel olarak
Ahilik Osmanlı Devleti'nin merkezi otoritesinin güçlü olduğu dönemlerde,
devlete siyasî ve askerî yönden yardımları olmuştur. Ahiler Osmanlı'nın kuruluş
yıllarında devletin yükünü hafifletmişlerdir. Merkezi idare kuvvetlenince,
siyasî fonksiyonlarını hiçbir mukavemet göstermeden bırakmışlardır. Turan,
1994: 11, 1 21; Ekinci, 1989: 48). Osmanlı döneminde
Ahilerin asıl fonksiyonlarının iktisadî olduğu, siyasî fonksiyonlarının zayıf
veya olmadığını ortaya koyuyor.
Osmanlı döneminde Ahiliğin sosyal yönü ise, "Yönetenler”
zümresinin ortaya çıkışını büyük ölçüde devletin ilk dönemlerindeki fetihçi
hareketlerin belirlediğini görüyoruz. Fatihler, yani gaziler, ahiler, dervişler
ve aşiret ileri gelenleri üst sosyal tabakayı oluşturuyorlardı. Fethedilen
topraklarda ikta sistemi içinde bunlar dağıtılıyor, onların mülkü sayılıyordu.
Fatihlere, daha sonra timarlı sipahilere bırakılan pay toprak gelirlerinden
devlete düşen kısımdır. Miri mülkiyet kavramını bunu ifade etmektedir. Bu
toprakların gerçek sahibi, İslam'ın savaş yoluyla fetih geleneğine bağlı olarak
devlettir.” diye ifade edilmiştir(Tabakoğlu, 2003: 143). Ahiler Osmanlı
Devleti'nde üst sosyal tabakayı teşkil ediyordu. Bu da onların ne kadar
önemli bir teşkilât olduğunu gösteriyor. Ayrıca böyle bir üst sosyal tabakaya
ulaşması da herhalde siyasî gücünün neticesi ile ilgili olsa gerekir.
İbn Batuta, Kayseri'de Ahi Emir Ali zaviyesinin önemini
anlatırken Ahiler ‘in siyasî durumlarını da anlatır: "Bu ülke törelerine
göre bir mahalde sultan bulunmadığı takdirde, oranın hâkimi Ahi olup, hükümdar
gibi o beldeyi yönetirdi."' (İbn Batuta, 1333: 326; Köprülü, 1966:
180-185). "Bursa Ahilerinden olan Ahi Kadem'le Ahi Yakub da Düzmece
Mustafa Vakasında Bursa şehrini münasip bir şekilde, onun hücumuna uğramaktan
kurtarmışlardı. Herhalde bu vakalar, devlet teşkilâtının henüz pek ibtidai
olduğu o devirde ahi teşkilâtının kısmen o vazifeyi ifâ ettiğini gösteriyor”
(Köprülü, 1996: 83). . "II. Murad zamanında da Kadem Ahi ve Ahi Yakub,
ileri bir mevki sahibiydiler. Sultan Yıldırım Bayezid zamanında da Ankara
ahileri aynı nüfuza sahiptiler.” (Gölpınarlı, 1949-1950:
sİ). "Esnafın sefer sırasında orduda görev alması kanundur.
Kapıkulu efradı ile İstanbul'da kurulan askerî ve mirî imalathanelerde;
dikimevi, saraçhane, haymehane gibi ordunun ihtiyacı olan malzemeyi hazırlayan
ehl-i hiref veya erbâb-ı hiref, seferin gerektirdiği ölçüde bulunmazsa, Divân-ı
Hümâyûn kararı ile serbest esnaf takımı da sefere gitmek zorunda kalırdı ki,
bunlara "orducu takımı” adı verilirdi. Osmanlı tarihinde ilk defa 1389'da,
I. Kosova Savaşı'nda katıldıkları görülen esnafın o tarihte ordudaki mevcutları
10.000 olup, bunlara "pazarcı” deniliyordu. Sefer boyunca askerîn (bozadan,
mumcudan, eskiciye) kadar zaruri ihtiyaçlarına cevap vermek üzere İstanbul,
Bursa ve Edirne esnaflarının bir kısmı orducu olarak sefere katılırlardı”. Bu
kolonizatör Türk dervişlerinin köylerde kurdukları zaviyeler Anadolu ve batıya
doğru fetihler ve göçler oldukça bunlar da ilerlemiş ve çoğalmıştır.
"Fatih Sultan Mehmed, III. Selim ve Kanuni Süleyman devirlerinde
yaptırılmış olan genel nüfus ve arazi tahrir defterlerinde resmi bir belge
olarak korunmuş bulunmaları, değerlerini büsbütün arttırmaktadır. Herhangi bir
seyyahın tesadüfen naklettiği üst gözlemlerden veya halk arasında nakledilen
söylentileri toplaması suretiyle elde edilen bilgilerden farklı olarak bu
defterlerde tahrir eminleri, bir devlet memuru sıfatıyla bizzat yerinde
yaptıkları tetkiklerde bu dervişleri isimleriyle kaydetmişler ve bilhassa
zaviyelerin eşyasını tarlaların, değirmen bahçe gibi gayrimenkulleri ayrı ayrı
sayıp dökmek, mevkiin önemi ile zaviyenin ifa etmekte olduğu vazifeler ve bu
vazifelere karşı faydalanılan imtiyaz ve muafiyetleri ayrı ayrı bildirmek
suretiyle günümüze ulaşan çok değerli bilgileri toplamışlardır.” (Anadolu,
1991: 87-88). Tabi olarak bu kayıtlar tahrir defterlerine geçtiğine göre, bu
teşkilâtın faaliyetleri devletin çok önem verdiği ve kayda değer
faaliyetlerdir. 'Kanuni Sultan Süleyman'ın Zigetvar Seferi'ne çıkarken
Anadolu Beylerbeyi'ne gönderdiği emirle "orducu esnafı” nı beraberinde
getirmesini istemesi, ahiliğin askerî teşkilatçılığının önemini ortaya
koymaktadır. Esnaflık ve sanatkârlık, Osmanlı İmparatorluğu'nda hükümdarı dahi
içine alan bir kuruluş olmuştur.
Osman Gazi'den
itibaren, Sultan Vahideddin'e kadar bütün hanedan mensupları bir hirfete
bağlanmışlar, bunların birçoğu bir sanatı hakkı ile uğraşmış, hünerli birer
usta olmuşlardır. Ahiliği Seyfi kolundan Ankaralı Seymenlerin ve Ankara
esnafının, Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'e ve milli harekete bağlılık ve
yardımları bu temele dayanıyordu” (Anadolu, 1991: 89).
SONUÇ
Netice olarak Ahilik
teşkilâtı, XII. yüzyıldan başlayarak, XX. Yüzyıla kadar Anadolu Selçuklu ve
Osmanlı devletinde siyasî, sosyal, iktisadi ve dinî ahlakî fonksiyonu olan
önemli bir kurumumuzdur. Ahilik, diğer
fonksiyonlarının yanında siyasî hayatta da önemli bir yere sahip olmuştur. Her
zaman devletin yanında olmuşlar, devlete her yönüyle yardımcı olmuşlardır. Yeri
geldiği zaman idareci, yeri geldiği zaman asker olarak devlete hizmet
etmişlerdir. Düzenin bozulduğu anarşi ortamlarında, toplumun huzuru için
gereken tedbirler alınmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nde I. Gıyaseddin
Keyhüsrev (1 192- 1196), İzzeddin Keykavus (1211- 1220), Alâeddin Keykubat
(1220- 1237) Abbasi halifesinin gönderdiği Fütüvvet şalvarı ve kuşağını
giyerek, Ahiliğe girmişlerdir. Bu sultanlar Ahileri ve Ahi liderlerini himaye
etmişlerdir.
Anadolu Selçuklu Devleti,
Moğol tahakkümüne girince siyasî düzensizlikler başlamış ve şehir hayatında da
önemli değişiklikler meydana gelmiştir: İşte bu düzensizlik ve kargaşa
dönemlerinde şehrin idaresini bir ahi lideri eline alınıştır. Bu sayede ahiler
hem kendi şehirlerini hem de çevrelerinin emniyet ve asayişini korumuşlardır.
Siyasî istikrar olmayınca şehirler ahiliğe ve esnaf birliklerine dayanarak hiç
olmazsa belediye ve idare bakımından kendilerine yetmeye çalışmışlardır. Zaman
zaman polis teşkilâtı gibi çevrenin asayişini de korumuşlardır. Ahiler
Selçuklular döneminde bazı istisnalar hariç devamlı hükümdarın izlediği
siyaseti izlemişler ve onun yanında olmuşlardır.
Osmanlı Devleti'nin
kuruluşunda da büyük hizmetleri olmuştur. Osmanlı Beyliği'nin ilk yöneticileri
Osman Bey (1299-1326) Orhan Bey (1326-1361), I. Murad (1361-1389) Ahi
teşkilâtının birer: üyeleriydi. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve gelişmesinde
her zaman birinci planda olmuşlar, savaşta ve barışta Ahiler önemli
fonksiyonlar icra etmiştir. Osmanlı Devleti'nin merkezi otoritesi yeterince
güçlendiği zaman, Ahi teşkilâtının desteğine gerek kalmamış, teşkilâtın siyasî
fonksiyonu geri planda kalmıştır.
Anadolu'daki Ahilik
yukarıda kastettiğimiz dört fonksiyon üzerine kurulmuştur. Asıl fonksiyonu ise
tabiatıyla iktisadî fonksiyonudur. Anadolu. Selçuklu ve Osmanlı Devleti'nde
merkezi otorite. Zayıfladığı zaman, Ahilik teşkilâtının siyasî fonksiyonu
ortaya çıkmış; merkezi otorite kuvvetlenince Ahiliğin siyasî fonksiyonu ortadan
kalkmıştır. Ahilik teşkilâtı, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde
asırlarca çok önemli hizmetler veren önemli bir kurumumuzdur.
KAYNAKLAR
AKDAĞ, Mustafa,
Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, İstanbul, 1995, İstanbul, 1979, 1-11.
ANADOL, Cemal, Türk-
İslam Medeniyetinde Ahilik Kültürü ve Fütüvvetnameler, Ankara, 1991.
ÂŞIKPAŞAOĞLU Ahmed
Âşıkî, Tevârih-i Âl-i Osman, Düzenleyen: Çiftçioğlu N. Atsız,
ATİK, Kayhan, Ahilik
ve Eğitim, Bilim Yolu, Kırıkkale 2003.
BABİNGERF. KÖPRÜLÜ
-Fuat, Anadolu'da İslamiyet, İstanbul, 1996.
BARKAN, Ömer Lütfi,
"Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Sürgünler”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, İstanbul, ı ı . Cilt, Ekim 1949-
Temmuz 1950, No. 1-4.
BAYRAM, Mikail, Ahi
Evren ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, Konya, 1991.
BAYRAM, Mikail,
Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin Doğuşuna Etkisi,
Türkler, Ankara, 2002, s. 258-263.
BÜNDARİ, Zübdetü'n
Nursa ve Nühbetü'l Usra, (Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi), (çev;
Kıvameddin Burs[an), İstanbul, 1943.
CAHEN, Claude,
Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler, (Çev. Yıldız Moran), İstanbul, 1994.
ÇAĞATAY, Neşet, Bir
Türk Kurumu Olan Ahilik, TTK Yay, Ankara, 1981.
ÇAĞATAY, Neşet,
Fütüvvet — Ahi Müessesesinin Menşe'i Meselesi, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
c. l, İstanbul, 1952.
ÇAĞATAY, Neşet,
Fütüvvetçilikle Ahiliğin Ayrıntıları, Belleten, XL/ 159 (1976), Ankara, 1976.
ÇİFTÇİOĞLU N. ATSIZ,
Osmanlı Tarihleri, 1, İstanbul, 1949.
DANİŞMEND, İsmail
Hami, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.ı, İstanbul, 1971.
DOĞRU, Halime, XVI.
Yüzyılda Sultanönü Sancak’ında Ahiler ve Ahi Zaviyeleri, Ankara, 1991.
ECER, A. Vehbi,
Anadolu'da Ahi Evran Zamanında Kültür Hayatı, Türk Kültürü ve Ahilik, XXI.
Ahilik Bayramı Sempozyumu Tebliğleri, 13-15 Eylül, İstanbul, 1986.
GÖLPINARLI, Abdülbaki,
İslam ve Türk İllerinde Fütüvvet teşkilâtı ve Kaynakları, İ.Ü. İktisat
Fakültesi Mecmuası, İstanbul, I I . Cilt, Ekim 1949- Temmuz 1950, No. 1-4.
GÜLLÜLÜ, Sabahattin,
"Fütüvvet ve Ahi Ahlakı Konusunda Bazı Düşünceler", Türk Kültürü ve
Ahilik Türk Kültürü ve Ahilik, XXI. Ahilik Bayramı Sempozyumu Tebliğleri, 13-15
Eylül, İst. 1986.
İBN BATUTA,
Seyahat-nâme, (tre; M. şerif), İstanbul, 1333.
İBN BİBİ, El
Evâmir_ü'l Ala'iye fi'l- Umuri'l Ala'iye (Selçukname), c. 1-11, (Çev; Mürsel
Öztürk), Ankara, 1996.
İBN ESİR, Özaydın,
El-Kamilfi'l-Tarih; (Çev. Abdülkerim), İstanbul, 1987.
KOCATÜRK, Sadettin,
"Fütüvvet ve Ahilik”, Türk Kültürü ve Ahilik, (XXI. Ahilik Bayramı
Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Eylül 1985 Kırşehir. Ahilik Araştırma ve Kültür
Vakfı Yayını, İstanbul, 1986.
Köprülü, Fuad, Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu, Ankara, 1988.
KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1966.
RUBEN W. , Kırşehir'in
Dikkatimizi çeken Sanat Abideleri, Çev.A.Itil, Belleten, Ank. 1947, XI,
Sayı:44.
SOYKUT, Refik, Orta
Yol Ahilik, Ankara, 1971.
TABAKOĞLU, Ahmet, Türk
iktisat Tarihi, İstanbul, 2003.
TAESCHNER, Franz,
İslam'da Fütüvvet Teşkilâtının Doğuşu Meselesi ve Tarihi Ana Çizgileri (Çev,
Semahat Yüksel), Belleten, c. XXXVI, No: 142, Nisan 1972, Ankara, 1972.
TURAN, Osman,
Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul, 1996. TURAN, Osman,
Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1993.
TURAN, Osman, Türk
Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. 11, İstanbul, 1994.
UZUNÇARŞILI, İsmail
Hakkı, Osmanlı Tarihi,' Ankara, 1988,11.
çok özel bir makale
YanıtlaSil