Karabağ’daki Hocalı Soykırımının Tarihi Arka Planı
Prof.Dr. İsmail ÖZÇELİK
İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi
Azerbaycan’da Kür ve Aras
ırmakları ile Gökçe Göl arasında bulunan ve tarihte “Arran”[1]
diye anılan topraklar içindeki dağlık bölgeye “Karabağ” denilmekte ve burada
XVIII. yüzyılda kurulan Türk hanlığı da aynı isimle anılmaktadır. Evliya
Çelebi, ünlü Seyahatnamesinde burası için “Küçük Azerbaycan” tabirini
kullanmıştır. Bilindiği gibi isimler bir yerin tarihi ve geçmiş hakkında önemli
ipuçları verirler.[2]
“Karabağ” isminin bölgedeki yüksek vadilerden ve koyu renkli verimli topraktan
geldiği veya “Kara” ile “Bağ” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıktığı
iddia edilmektedir. Bundan başka bu ismin Türkçe bir kökten geldiği de açıkça
görülmektedir. Bu yörede “Karadağlı, Karakoyunlu, Karademirçilü, Karapirimlü,
Karaserkârlü, Karadolak, Karabulak, Karalar, Karadonlu, Karapapaklu, Karahanlu,
Karacalu, Karabeylü, Karabayramlu, Karavelilü, Karaçınar” gibi boy ve yer
adlarının çokluğu dikkat çekmektedir. Burası Türk tarihi bakımından tarihte
genellikle bir askeri garnizon yani karargâhı olmuştur. Örneğin Gürcistan
seferinden dönen Selçuklu Sultanı Alparslan burasını 1064 yılında kışlak olarak
kullanmıştır.[3] Sultan
Melik Şah ise bu bölgeyi 1086 yılında baştanbaşa iskân etmiştir. [4]
Ebu’l-gâzi Bahadır Han’a göre Karabağ, Oğuz Han’ın üçüncü oğlu olan Yılduz’un
büyük oğlu Afşar’ın torunlarından Cevanşir Kabilesinin Sarıcalu Sülalesine ait
olmuştur. Bu sülale Hülagü Han zamanında Anadolu’ya gelmiş, Timur Anadolu
seferi sonrasında bunları Karabağ’a nakledilmiştir. Cevanşir Kabilesinin
Sarıcalu sülâlesinin Karabağ’daki köklerinin İslâmlıktan önceki devirlere kadar
gittiği bilinmektedir.[5]
İlhanlıların yazlık payitahtı
Karabağ’daydı.[6] Bu
devirde Moğollarla beraber Karabağ’a gelen ve Müslüman olmayan Göktanrı
inancındaki Şamanî Türkler ’in bölgeye yerleşmeye başlamasından sonra, buraya
daha önce gelip yerleşmiş ve İslam dinini kabul etmiş olan Türkler, yöreye yeni
gelen soydaşlarını Müslümanlaştırmaya çalışmışlardır. Karabağ, Timurlular
döneminde de Türkleşmeye devam etmiştir.[7]
Timur, Anadolu seferinden dönerken Karaman, Çukurova ve Suriye’den getirdiği
50. 000 Türkmen ailesinin önemli bir kısmını Karabağ’a yerleştirmiş, burada
bazı imar faaliyetlerine girişmiştir. Timur’un kışlak olarak kullandığı
Karabağ, Akkoyunlular tarafından da aynı amaçla kullanılmıştır.[8]
Safevîlerin ilk dönemlerinde Karabağ’da Türk unsurunun daha da güçlendiği
görülmektedir. Kanuni Devrinde Karabağ ve havalisi Veziriazam Kara Ahmet Paşa
tarafından[9]
Ancak Karabağ’ın Osmanlı hâkimiyetine kalıcı olarak girmesi III. Murad dönemine
rastlar. (1574- 1595). Şirvan ve Bakü’yü ele geçiren Osmanlı kuvvetleri Ferhat
ve Cafer Paşaların idaresi altında Karabağ’ı da almışlardır.[10]
(1590) III. Ahmet zamanında (1703-1730), 1720’den sonra, Rusya’nın Hazar Denizi
kıyılarını işgal ederek Azerbaycan’a doğru ilerlemesine karşılık, Osmanlı
Devleti’nin de harekete geçmesi üzerine iki devlet arasında imzalanan İstanbul
Antlaşması sonucunda 1724 yılında Karabağ, Osmanlılar ’da kalmıştır.[11]
Klasik Osmanlı çağında Osmanlılara bağlı olarak Batı Kafkasya bölgesinde dört
meliklik vardı. Bunlar, devlete vergi veren ve yarı bağımsız Dadyan, Güril,
Açıkbaş ve Abaza Meliklikleridir.[12]
Osmanlı idaresi bu meliklikleri bölgedeki Çıldır Beylerbeyliği vasıtasıyla
kontrol altında tutmaktaydı. Çıldır Beylerbeyliği, ocaklık suretiyle, yani aynı
aileye mensup olan Beylerbeyi tarafından idare edilen hudut eyaletlerinden
biriydi. Çıldır Beylerbeyi, bu meliklikleri murakabe altında bulundurur ve aynı
zamanda bunların Kafkas ve İran ile olan münasebetleri hakkında Osmanlı
Devleti’ni haberdar ederdi.[13]
Çıldır ve Erzurum Beylerbeyliği yakınçağlarda hanlıklarla Osmanlı Devleti
arasındaki ilişki ve kontrolü sağlamışlardır.
alınmıştır. Kara Ahmet Paşa, Diyarbakır’dan hareketle Erzurum ve
Kars üzerinden giderek, Nahcivan, Revan ve Karabağ’ı zapt etmiştir.Karabağ Hanlığının Kuruluşu, Penah Ali Han Dönemi ve İran İle
Olan Mücadelesi
Karabağ Hanlığının kurucusu Penah
Ali Bey’dir. Ali Bey, Karabağ’da göçebe hayat süren Cevanşir Türkmenlerinden
olup, Sarıcalı oymağındandır. Başlangıçta Nadir Şah’ın hizmetinde yer almış ve
kendisine önemli görevler verilmiştir. Ancak, kendisi gibi İran sarayında görev
alan kardeşinin, Nadir Şah’ın emriyle idam edilmesi üzerine, Karabağ’a kaçmış
ve İran’a karşı bağımsızlık mücadelesine başlamıştır. İşte Karabağ Hanlığının
kurulması Penah Ali Bey’in bu dönemdeki faaliyetlerinin neticesine
rastlamaktadır.[14] İran
Osmanlı rekabetinin hanlıklar üzerinde etkin olma mücadelesinin devam ettiği
bir sırada, İran Azerbaycan’daki hanlıkları tazyik ederken, Osmanlı devleti de
buradaki hanlıkları yanına çekiyor ve onlara ”yurtluk” ve “ocaklık” vererek, kendisine
bağlamaya çalışıyordu.[15]
Örneğin 1731 yılında Gence Muhafızı İbrahim Paşa ve Revan Bölgesi Seraskeri
olan Vezir Ali Paşa birlikte İran’a karşı hareket ederek, Osmanlı Devleti’ne
hizmet etmelerine karşılık kendilerine “yurtluk” ve “ocaklık” verilerek, taltif
edilmiş ve onlarla işbirliği yapılmıştır.
Bu yıllarda, İran hükümdarı Nadir
Şah, (1736-1747) Karabağ’da meskûn olan ve İran’a boyun eğmeyen Cevanşir
aşiretini Horasan Eyaleti’nin Serhas bölgesine sürmüştür. Fakat daha sonraları,
aşiretin reisi Penah Ali Bey, bir şekilde firar ederek, Karabağ dağlarına
çekilmiş ve İran’a karşı mücadele etmeye başlamıştır. Nadir Şah’ın
öldürülmesinden sonra, Penah Ali Bey’in oğlu İbrahim Halil, Cevanşir aşiretini
Horasan’dan Karabağ’a getirmeye muvaffak olmuştur. Cevanşir aşireti, Penah Ali
Bey etrafında toplanarak, O’nun bağımsız bir hanlık kurmasında önemli bir rol
oynamıştır.[16] Bu
gelişmelerin ardından 1750 yılında “Penah Han” adıyla Karabağ Hanlığı tahtına
oturan Penah Ali Han,[17]
komşusu olan rakip hanlar ve İran’dan gelebilecek muhtemel taarruzlara karşı
kendisini korumak ve savunmak amacıyla, müstahkem bir kale inşasını uygun
görmüştür. Bu cümleden olmak üzere 1757 yılında Şuşa Kalesi’ni inşa
ettirmiştir.[18] Ele
geçirilmesi bir hayli güç olan Şuşa Kalesi, İran saldırılarına karşı başarılı
bir şekilde kullanılmıştır. Penah Ali Han’ın ismine izafeten bu kaleye
“Penahabad” adı da verilmiştir. Zaman içinde burası Karabağ Hanlığının merkezi
olmuştur.[19] Daha
sonra Penah Ali Han, kendi adına sikke kestirmiştir. Şuşa ve Han’ın adından
ötürü bu sikkelere “Penahabadî” adı verilmiştir.[20]
Bu durum, hanlığının bağımsızlığı ve Penah Ali Han’ın hükümdarlığının bir
sembolü olmuştur. Nitekim bir rivayete göre de, Nuha Hanı (Şeki Hanı) Hacı
Çelebi’nin Karabağ’ı ele geçirmek iddiası üzerine Penah Ali, kendi hısım
akrabalarından ve Kürtlerden müteşekkil büyük bir kuvvetle Nuha yada Şeki Hanı
Hacı Çelebi Han üzerine yürümüş ve onu mağlup etmiştir. Nuha Hanı Hacı Çelebi
Han, Mağlup olduktan sonra KürNehri’nin öteki yakasına çekilmek zorunda
kaldığında şunları söylemiştir: “Penah Ali, kendisini han ilan etmişti, ben ise
mağlubiyetimle onun hanlığını tasdik etmiş oldum.” Yine Hacı Çelebi Han’a isnat
edilen bu rivayetin bir başka versiyonu da şu şekildedir: “Penah Ali bu zamana
kadar sikkesiz bir gümüştü, biz geldik ona altın sikke verdik ve döndük.”[21]
İran hükümdarı Nadir Şah’ın ölümünden sonra, onun komutanlarından ve Afşar
Türklerinden olan Urmiyeli Feth Ali Han Afşar, devlet kurmak iddiasıyla İran’ın
Urmiye şehrinde başkaldırarak Azerbaycan’ı fethetmek istemiştir. Bu amacını
tahakkuk ettirmek için Urmiyeli Feth Ali Han Afşar, güçlü konumda olan Penah
Ali Han’a elçiler ve değerli hediyeler göndererek, onu kendisine itaate ve
ittifak yapmaya davet etmiştir. Ancak Penah Ali Han, böyle bir komutana itaat
etmeyi, gururuna yedirememiş ve bu teklifi kendisi için utanç verici kabul
ederek, elçilerin getirdiği bu talebi ret edip onları geri göndermiştir. Bu
olay üzerine Feth Ali Han Azerbaycan, Urmiye ve diğer vilayetlerden büyük bir
ordu toplayıp, Karabağ’ı ele geçirmek ve Penah Ali Han’ı ortadan kaldırmak
amacıyla Şuşa Kalesi’ni kuşatmıştır. Ancak bu girişimi olumlu sonuçlanmamıştır.
Bu nedenle Feth Ali Han, başarı elde edemeyince, ordusunun mağlup olması ve
ayrıca kış mevsiminin yaklaşması üzerine Penah Ali Han’a barış teklif etmek
zorunda kalmıştır. Penah Ali Han’a elçi göndererek şu teklifte bulunmuştur:
“Eğer Penah Ali Han ordumdan aldığı esirleri geri verirse, benimle ittifak ve
dostluk kurarsa, kızımı onun büyük oğlu İbrahim Halil Ağa’ya vereceğim.
Böylelikle de biz, ebedî akraba ve dost olacağız. Bir şartla ki, İbrahim Halil
Ağa’yı benim yanıma göndersin. O, düğün töreni yapıldıktan, şirin içilip,
kurban kesildikten ve 2-3 gün burada kaldıktan sonra geri dönsün.” Penah Ali Han,
Feth Ali Han’ın bu teklifine ve barış isteğine inanarak ve kazandığı zaferin
verdiği güven hissiyle oğlu İbrahim Halil’i bazı kethüdalarla birlikte Feth Ali
Han’ın karargâhına göndermiştir. Ancak İbrahim Halil, bu hilekâr ve siyasî oyun
sonucu Feth Ali Han tarafından esir edilmiştir.
Bu sırada, İran ve Irak
topraklarında devlet kurmuş olan Kerim Han Zend, müstakil hale gelmiş ve Feth
Ali Han ile mücadeleye başlamıştır. Akrabalarından birini (muhtemelen kardeşi)
serdar tayin ederek Feth Ali ile muharebeye görevlendirmiş ve ordusunu
Azerbaycan’a göndermiştir. İsfahan taraflarında yapılan savaşı Feth Ali Han
kazanmış ve Iran’da bir kısım yerleri alarak geri dönmüştür. Bu olaydan sonra
Kerim Han Zend, intikam almak isteğiyle Karabağ Hanı Penah Ali Han’a ittifak
teklifinde bulunmuş, Penah Ali de hilekâr düşmanı olan Feth Ali’yi ortadan
kaldırmak için bu teklifi kabul etmiştir. İki müttefik Urmiye vilayetine doğru
sefere çıkmışlardır. Müttefikler ordusu başarılı bir savaş sonucunda Feth Ali
Han ve kuvvetlerini mağlup etmiştir. Kerim Han Zend, Feth Ali’ye ait Urmiye
Kalesi’ni ele geçirmiş ve orada daha önce hile ile esir alınmış olan İbrahim
Halil’i kurtararak ona at, kılıç, hilat vermiş ve kendisine ayrıca Karabağ
Hanlığı hâkimiyeti fermanını sunmuştur. Ardından da onu törenle babasının
yanına Karabağ’a yollamıştır. İbrahim Halil’in Karabağ’a gelmesinden sonra,
yöre ve civar vilayetlerin halkı da ona itaat etmiştir. Bu gelişmeler üzerine
Penah Ali Han, hanlığı oğluna bırakarak, Kerim Han Zend’in payitahtı Şiraz’a
gitmiş ve kısa bir süre sonra da ölmüştür.[22]
Böylece Karabağ Hanlığı tahtına İbrahim Halil Han oturmuştur.
Karabağ Hanı İbrahim Halil Han’ın Rus Yayılmacılığı ve İran Baskılarına Karşı Osmanlı Devleti İle İlişkileri
İbrahim Halil Han, cesur ve
ihtiyatlı bir hükümdardı. İlmi, sanatı ve edebiyatı seven ve himaye eden bir
kişiliğe sahipti. Han olunca sarayına devrinin âlim, şair ve sanatkârlarını
toplamaya çalışmıştır. Azerbaycan Edebiyatının önde gelen isimlerinden biri
olan şair Molla Penah Vakıf’ı vezirliğe getirmiştir. Azerbaycan’ın Sünni
Türklerle meskûn Kazak eyaletinden olan Molla Penah Vakıf, İran’a kültür ve
siyaset alanlarında karşı koymuştur. Karabağ Hanlığının tek başına kendini
müdafaa edemeyeceğini düşünen bu ileri görüşlü vezir, komşu Türk hanlıklarıyla
ittifaklar kurmayı başardığı gibi, Osmanlı Devleti’ne de bir elçi göndermiş ve
ilişkilerini sağlamlaştırmak istemiştir. Bütün butedbirler o yıllarda Karabağ
Hanlığınım İran’a boyun eğmeyeceğinin işareti sayılmalıdır.[23]
1775 yılına gelindiğinde Dağıstan
Hanları ile Osmanlı Devleti’nin dikkatini çeken husus, Tiflis’teki Gürcistan
Hanı Irakli Han’ın Rusya ile olan yakınlaşmasıdır. Her iki taraf da bu
yakınlaşmayı istememekte ve Gürcistan Hanı Irakli Han’ı Rusya’dan bir şekilde
uzak tutmaya çalışmışlardır.[24]
Nitekim 1776 yılında Çıldır Beylerbeyine yazılan bir arzuhalde, Sarı Mustafa
Paşa Kalesi’nin, Gürcistan Hanı Irakli Han’ın Ruslara tabiiyeti sonucunda Rus
askerlerinin kuşatması altında olduğu ve civar köylerin yakılıp yıkıldığından
bahsedilmektedir. Yine aynı belgede, Muhammed Hasan Han’ın yardıma gelmesi
üzerine Rusların geri çekildiği, yardım edilirse, Rusların bir şey yapamayacağı
ve Müslümanların el ele verip birbirlerine yardım etmeleri gerektiği
kayıtlıdır.[25]
Karabağ Hanı İbrahim Halil Han’ın
yıllarca Derbent Hanı Feth Ali Han ve Şirvan ve Şeki Hanı Hüseyin Han ile
aralarında şiddetli anlaşmazlık ve husumet söz konusuydu. Hatta İbrahim Han bu
sırada Şeki Hanı olan Hüseyin Hanın oğlunu bir şekilde ele geçirip hapis etmiş
ve bunanla da yetinmeyerek, Karadağ ve Bakü Hanlarını da esir almıştır. Bu
gelişmeler üzerine Feth Ali Han, Hüseyin Han ile birlikte asker toplayarak
Karabağ Hanı İbrahim Han’ın üzerine gelmek üzere harekete geçmişlerdir. Ancak
çıkan anlaşmazlık üzerine Hüseyin Han amcası tarafından öldürülünce, İbrahim
Halil han bu tertipten kurtulmuştur. Kendine güveni artan İbrahim Han hedeflerini
büyüterek Tebriz’i dahi ele geçirebileceğini düşünmeye başlamıştır. İbrahim
Halil Han bu arzusunu gerçekleştirmek için Tebriz’e kayın biraderi Nazar Ali
Hanı çok sayıdaaskerle göndererek saldırmış, ahali kalede mahsur kalmıştır.
Ancak Tebriz Hanı Necefkulu Han da bu saldırıdan kaçarak Hoy Hanı Ahmet Han’a
sığınmak zorunda kalmıştır.[26]
Tebriz Hanı Necefkulu ve Hoy Hanı
Ahmet Han arabuluculuk yapması için Gürcü Tiflis Hanı Öke Han’a başvurmuşlar ve
Öke Han bunun üzerini hatırlı bir adamını Karabağ Hanı İbrahim Han’a
göndermiştir.[27] Bu
gelişmelerden sonra Osmanlı Padişahı I. Abdülhamid’in bir Hattı Hümayunu Çıldır
Valisi Vezir Süleyman Paşa’ya göndererek izlenecek yol hakkında direktifler
verdiği görülmektedir.[28]
İbrahim Halil Han’ın saltanatı,
Rusya’nın toparlanıp Kafkasya’ya doğru yayılmaya başladığı ve İran’da da taht
kavgalarının şiddetlendiği bir zamana rastlamaktadır. İbrahim Halil Han, 1783
yılında ilk iş olarak Gürcistan’ı ilhak eden Rusya’nın tahrikiyle başta Arran
Katagikos’u olmak üzere, Karabağ’ın Ermeni beyleri tarafından çıkarılan bir
isyanı bastırmıştır.(1783)Ardından aynı yıl Ruslarla birlikte hareket eden
Tiflis Hanı Azerbaycan hanlarının işbirliği sayesinde yenilgiye uğratılmıştır.
Karabağ Hanı İbrahim Halil Han ile diğer Azerbaycan hanlarına Osmanlı Devleti’nce
gönderilen hediye ve emr-i şerif dolayısıyla memnuniyet duymuş ve Osmanlı
Devleti’ne sadakatlerini bildirmişlerdir. Ardından yaşanan gelişmeler
sonucunda, Tiflis Hanı Rus askerleriyle birlikte Dağıstan ve Azerbaycan’daki
hanlıklara karşı yürüttüğü savaşlar sırasında Rus generalinin öldüğü ve hanın
da askerleriyle çekildiği Çıldır Beylerbeyi Süleyman Paşa’dan alınan bir
tahrirattan anlaşılmaktadır. Çıldır Beylerbeyi Süleyman Paşa’dan alınan yazı
üzerine Padişah, Hanların Osmanlı Devleti’ne dostluk ve bağlılıklarını isteyen
bir hatt-ı hümayun hazırlatmıştır.[29]
Ancak bundan birkaç yıl sonra
durum değişecektir. Nitekim 1790 yılındaki bir hatt-ı hümayunda, davet olunduğu
bütün seferlerde Osmanlı ordusu yanında Dağıstan askeriyle birlikte Tiflis Hanı
ve Ruslara karşı başarılı mücadelelerde bulunan Şuşa ve Karabağ Hanı İbrahim
Han’ın, Osmanlı Devleti’nin kendisine asker gönderememesinden dolayı bölgede
gerekli etkinliğinin kurulamadığı ve bazı hanların Ruslara tabi olduğu
anlaşılmaktadır. Ruslara karşı savaşmak isteyen İbrahim Halil Han, Osmanlı
Devleti’nden yardım talebinde bulunmuştur. Kendisine yardım edilmezse durumun
Osmanlı Devleti aleyhine gelişeceği ifade edilmiştir. Bununla beraber Rusya ile
ittifak kuran Tiflis’teki Gürcistan Hanı İrakli Han da Osmanlı Devleti ile dost
olmak istemiştir.[30]
Bu arada İran’da bir kısım
hanlıkları kendine bağlayan Esterâbâd Hanı Ağa Muhammed Han’a tabi olmayan
Revan, Şuşa, Gence, Tiflis, Dağıstan ve Şirvan hanlıkları aralarında ittifak
kurulmuştur. Muhammed Han da bu ittifakı yıkmak için, müttefik hanlara karşı
saldırı hazırlığı yapmıştır. Mezkûr Han’ın Revan’a saldırması durumunda Kars,
Bayezid, Erzurum, Van ve civarının büyük zarar göreceği ve halkın böyle bir
saldırı karşısında göçe mecbur kalırsa, önceden olduğu gibi Osmanlı sınırları
içinde himaye olunması hususunda Halil İbrahim Han, Osmanlı payitahtına
başvurmuştur. Bu minval üzere, Padişah I. Abdülhamid döneminde Revan’ın Osmanlı
mülkü olduğunu hatırlatan Revan Hanı Muhammed Han da Osmanlı Devleti’nden
yardım istemiş ve Karabağ, Gürcistan vesaire Azerbaycan memleketlerinden
gelecek mültecilerin kabulü için gerekli önlemlerin alınması ricasında
bulunmuştur.
Tahran’dan hareketinden itibaren
Ağa Muhammed Han’ın[31]
durumundan haber almak için gönderilen casusların verdiği malumata göre, Şuşa
ve Karabağ civarındaki köyler tahrip edilmiştir. Ağa Muhammed Han, daha sonra
Tiflis’e hücum etmiştir. Gürcistan Tiflis Hanı karşı koyamayıp kaçmış ve nereye
gittiği bilinememiştir. Osmanlı Devleti, hudut halkına zarar vermemesi için
uygun bir görevlinin hediyelerle mahalline gönderilerek durumunun tahkik
edilmesinin faydalı olacağını düşünüp bu yönde girişimde bulunmuştur.[32]
Ancak sonraki gelişmelerden anlaşılıyor ki, Gürcistan Tiflis Hanı İrakli Han,
Şuşa ve Karabağ Hanı İbrahim Halil ile birlikte bir ittifak kurmuştur. Nitekim
bu iki han büyük bir kuvvetle Gence’ye hücum etmişlerdir. Mevcut yazışma ve
kayıtlardan anlaşıldığına göre, Osmanlı Devleti’nin yine bölgede ve hanlıkları
kendisine bağlamada bu yıllarda pek başarılı olamadığı ve elçiliklerle hediye
göndermek suretiyle pasif bazı girişimlerle ilişkilerin geçiştirildiği
anlaşılmaktadır.
Aslında Revan Hanlığı ve diğer
bazı hanlıklar 1795 yılında Osmanlı toprağıydı. Sultan I. Abdülhamid devrinde
Revan'ın Devlet-i Aliye mülkünden olduğu ve İran tarafından gelen saldırılara
karşı yardım talebinde bulunan Revan Hanı Muhammed Han’ın yazılı isteğinden
anlaşılmaktadır. Burası ile beraber Karabağ, Gürcistan vesaire Azerbaycan memleketlerinin
muhafazasına yardım edilmesi ve hatta buralardan gelecek mültecilerin kabul
edilmesi için gerekli tedbirlerin alınması çeşitli yazışmalarla istenmiştir.[33]
Karabağ Hanı İbrahim Halil Han’da
bu yıllarda Osmanlı Devleti ile koordineli çalışmış ve Hanlıklar ile İran ve
Rusya arasındaki ilişkiler neticesinde kendi aralarındaki münasebetleri Osmanlı
Devleti ile yaptığı yazışmalarla gerekli tedbirler konusunda bilgilendirmeler
yapmıştır. Mesela 9 Mayıs 1795 tarihinde gönderdiği bir yazıda Halil İbrahim
Han, İran'da birçok hanlıkları kendine bağlayan İran Şahı Ağa Muhammed Han'ın
elde edemediği Revan, Şuşa, Gence, Tiflis, Dağistan ve Şirvan hanlarıyla
Şemhal'in aralarında ittifak oluşturduklarını bildirmiştir. Bu yazıda Ağa
Muhammed Han'ın mezkûr müttefik hanlarasaldırı hazırlığı yaptığı ve Revan'a
saldırması hâlinde ona sınır olan Kars, Bayezid, Erzurum, Van ve civarının
büyük zarar göreceği ve halkın böyle bir saldırı karşısında göçe mecbur
olacağını hatırlatmıştır. Buraların önceden olduğu gibi Osmanlı sınırları
içinde himâye olunması ve Devlet-i Aliye’nin haklarında ne yönde irade
buyurursa gereğinin aynen tatbik olunacağını söylemiştir.[34]
İran’ın Hanlıklar üzerindeki bu
baskı ve tazyikleri sürerken, kuzeyden de 1796 yılından itibaren Rus baskı ve
yayılmacılığı başlamıştır. Nitekim Azerbaycan’a Ruslar tarafından bölgeye asker
sevki ve hanlıklara ait bu sahaların işgal edilmesine Türk Hanlıkları buna
tepki göstermişlerdir. Bu bağlamda Bakü, Şirvan, Derbent ve diğer Türk
hanlıkları birlikte hareket ederek Rus kuvvetlerini yenilgiye uğratıp, onları
geri çekilmeye mecbur bırakmışlardır.[35]
Bu sırada Azerbaycan bölgesinde
ve Kafkasya’da zaten öteden beri etkili olan İran, bölge üzerindeki etkisini
sürdürmeye devam etmiştir. İzlediği politikalarıyla İran’a boyun eğmek
istemeyen Karabağ Hanlığına karşı İran harekete geçmiştir. Rusya’nın himayesini
kabulünden dolayı Gürcistan’ı cezalandırmak için sefere çıkan Ağa Muhammed Han
Kaçar, 85.000 kişilik ordusuyla Karabağ’dan geçmiş, ancak burada Karabağ
Hanlığı tarafından şiddetli bir mukavemetle karşılaşmıştır. Bu nedenle muhasara
ettiği Karabağ Hanlığının merkezi olan Şuşa kalesini alamadan geri çekilmek
zorunda kalmıştır. Ağa Muhammed Han’ın emriyle Nahcivan Hanı olan Kelp Ali Han
da Karabağ’daki bir kısım köyleri yağmalamıştır.[36]
1796 yılında yaşanan bu olaylar Azerbaycan edebiyatına da yansımıştır.[37]
Karabağ Hanlığı’nın merkezi olan
Şuşa şehrine daha sonra girmeyi başaran Ağa Muhammed Han Kaçar, buradaki şehir
halkını katletmiştir. Bu esnada, Muhammed Han’ın Şuşa’yı ilk kuşatmasında,
şehrin teslimi için yazmış olduğu davet metnindeki beyte aynı tarzda cevap
veren şair ve Karabağ Hanlığı veziri Molla Penah Vakıf, esir alınmış ve ölüme
mahkûm edilmiştir. Fakat Muhammed Han’ın 18 Nisan 1797 gecesi üç hizmetkârı
tarafından öldürülmesi sonucunda Karabağ Hanlığı veziri Molla Penah Vakıf bu
mahkûmiyet ve cezadan kurtulmuştur. Vezir Vakıf, bu olayı dostu olan şair
Vedâdî’ye manzum olarak hikâye etmiştir.
İran’da şahlık iddiasında bulunan
Ağa Muhammed Han 1797 yılında Karabağ Hanlığı’na ikinci bir sefer
düzenlemiştir. Bu sefer sırasında Karabağ Hanlığı siyasi bakımdan çok uygun
olmayan şartlar
içinde bulunuyordu. Zira müttefiki olan bazı Türk hanlıkları,
İran hâkimiyetine girmek zorunda kalmış ve İran ordusunun üst üste yaptığı
hücumlara uzun süre direnen İbrahim Halil Han, Osmanlı Devleti’nden de hiçbir
yardım alamamıştı. İbrahim Halil Han, açlık ve kıtlık dolayısıyla halkın
direncinin azalmaya başladığını görünce, Ağa Muhammed Han’ın baskıları
neticesinde Şuşa Kalesi’ni terk etmiş ve Kafkasya dağlarının eteğindeki Ilısu
Hanlığı’na çekilmiştir.
Bu gelişmeler sonucunda, Karabağ
Hanı İbrahim Halil Han, kızını İran’da şahlık iddiasında bulunan Ağa Muhammed
Han’ın birader zadesi Baba Han Serdarına vermiştir. Bu arada Gürcü Tiflis Hanı
İraklı Han’ın hastalığı münasebetiyle yerine oğlu Gorgi geçmiş, ancak bu
gelişme diğer kardeşler arasında bir dizi anlaşmazlık ve huzursuzluğa sebep
olmuştur. Bu sırada Tiflis Hanlığının Osmanlı Devleti’ne tabi olma temayülleri
de zuhur etmiş, ancak Gürcistan hanları ve prensleri Rusya’ya bağlı olmakla
birlikte zaman zaman iç anlaşmazlıklar sebebiyle Osmanlı Devleti’ne
meyletmişlerdir.[38]
Osmanlı devlet adamları onların
bu isteklerinin geçici olduğuna ve samimi olmadıklarına inandıklarından bu
taleplerine fazla ehemmiyet vermemişlerdir.[39]
Hanlıkların birbirleriyle, İran ve Rusya ile mücadelelerinde İbrahim Halil Han
her zaman Osmanlı Devleti’nin yanında yer almış ve Osmanlı payitahtına bağlı
kalmıştır. Öyle ki, bulunduğu bölgede Osmanlı’nın bir memuru gibi vazife
görmüştür. Onun bu tutumu Osmanlı yazışmalarında hep takdirle anılmıştır.[40]
Karabağ Hanlığının Rus İdaresine Bağlanması
Çarlık Rusya’sı XIX. asrın
başlarından itibaren bütün Kafkasya’da kararlı bir yayılma ve baskı politikası
izlemiştir. Bu bağlamda Rusya, bölgede bulunan hanlıkları kendi tarafına çekmek
ve himayesi altına almak için çeşitli teşebbüslerde bulunmuştur. İlk önce
1801’de Gürcistan’ı ele geçiren Ruslar, buradan doğuya ve güneye doğru
Azerbaycan’ın esas hanlıklarına karşı askeri kuvvetler sevk etmişlerdir. Ruslar
Trans Kafkasya’daki hanlıkların fethi için oluşturdukları çok sayıdaki askeri
birliğin başına başkomutan sıfatıyla Prens Sisianov’u getirmişlerdir. Sisianov,
işe 1803 yılında Gence Hanlığını işgalle başlamış ve 2 Ocak 1804 tarihinde bu
hanlığın merkezi olan Gence şehrini ele geçirmiştir. Ardından Prens Sisianov
Gence Hanlığının adını değiştirerek, buraya Rus Çariçesi Elizabeth’in onuruna,
“Elizabethol” adını vermiştir.[41]
Rusların Kafkaslardaki bu
ilerleyişi Osmanlı Devleti ile İran Şahlığını endişeye sevk etmiştir. Diğer
taraftan Rusların Kafkasların güneyine doğru inmeleri, İngiltere ve Fransa’nın
da hoşuna gitmemiştir. İngiltere ve Fransa Rusların Güney Kafkasya’dan atılması
için Osmanlı Devleti ve İran’ı Ruslara karşı tahrik etmeye başladılar. Bu
tahriklere karşı İran şahlığı geri adım atmamıştır. Tam aksine Şah Rusya’yı
Kafkasların kuzeyine atmak maksadıyla 1804’te Ruslara savaş ilan etmiştir.
Rusİran savaşında şahlığın Karabağ topraklarını istila edeceğinden endişelen
Karabağ Hanı İbrahim Halil Han, bu sırada prens Sisianov’a müracaat ederek,
kendisinden yardım istemiştir. Bunun karşılığında da Rusya’ya sadık kalacağını
bildirmiştir. Rus Generali Sisianov ise Rusya’nın hâkimiyetini kabul etmesi
durumunda onu Han gibi tanıyacağını vaat etmiştir.
İbrahim Halil Han, kendisini ikna
etmeye dönük vatlara ve baskılara rağmen mütereddit kalmıştır. Eğer Rusya’dan
yardım istemezse İran Şahlığı tarafından Karabağ Hanlık topraklarının ele
geçirilmesi gerçekleşecekti, İbrahim Halil Han, bu zor durumda Rusları daha
ehven-i şer görmüş ve böylece sonunda Ruslara yakın bir siyaset izlemeye
başlamıştır.
Bu sırada, İran Şahı Karabağ’a
kuvvet gönderdiyse de İbrahim Halil Han, bu askeri kuvveti mağlup etmiştir.
Hanın İran ordusunu yenmesiyle şahın bütün dikkatini üzerine çekeceği ihtimal
ve endişesinden hareketle çeşitli arayışlara girişti. Bu esnada siyasî bir yalnızlık
içinde kaldığını gören İbrahim Halil Han, başka çıkış yolu bulamadığından Rus
Generali Sisianov ile görüşmelere yeniden başlamıştır. 14 Mayıs 1805 tarihinde
İbrahim Halil Han ile Sisianov arasında Karabağ Hanlığı’nın Rusya’nın
hâkimiyetini kabul etmesi yolunda bir anlaşma imzalanmıştır.[42]
Bu gelişmelerden sonra Karabağ
topraklarına Ruslar tarafından bilinçli ve planlı bir şekilde Ermeni göçü
hızlandırılmış, Türkler azınlık durumuna düşürülerek Karabağ’daki bugünkü
problemlerin hazırlanmasına zemin hazırlanmıştır.[43]
İbrahim Halil Han’ın öldürülmesi
üzerine Karabağ Hanlığında yerine Mehdi Kulu Han geçmiştir. 1813 yılında
imzalanan Gülistan anlaşmasından sonra, İran’ın Karabağ üzerindeki haklarından
tamamen feragat ettiğini iddia eden Rusya, Karabağ topraklarına temelli olarak
yerleşmeye başlamıştır.[44]
İran, 1826 yılında Rusya ile yapmış olduğu Gülistan anlaşmasını bozmuştur. İran
Sefir sıfatıyla İran’da bulunan Rus Prens Menşikov’u geri göndermiş ve Rus
devletine ait topraklara sokulmuştur. Bu arada Abbas Mirza komutasındaki İran
ordusu, Şuşa Kalesi’ni kuşatmıştır. Rus kumandanı General Reutta askerinin
azlığına ve mühimmatının olmamasına rağmen İran askerlerine karşı başarılı bir
mukavemet göstermiş ve onları Şuşa’ya sokmamıştır.[45]
Rus İran mücadelesi, 1828 yılında
İran ile Rusya arasında yapılan Türkmençay Anlaşması’yla son ermiştir.
Azerbaycan toprakları Kuzey ve Güney Azerbaycan’ı bölen bir sınır ile çizilmiş
ve iki ülke arasında paylaştırılmıştır.[46]
İran’ın mağlubiyeti ve 1828 tarihli Türkmençay Anlaşması’yla sonuçlanan bu harp
esnasında Karabağ beylerinin Şuşa’yı muhasarası olumlu bir sonuç vermemiştir.
Bu başarısından sonra, Kuzey Azerbaycan’a temelli olarak yerleşen Rusya, bir
müddet hanlığın eski idari teşkilatını muhafaza etmişse de, az zaman sonra,
bütün memleketi yeni bir idari taksimata tabi tutmuştur. Şuşa, Cevanşir,
Cebrail ve Zengenzur kazalarına ayrılan Karabağ, bir aralık Gence, Şirvan,
Şeki, Talış, Bakü, Küba ve Derbent Hanlıklarıyla birlikte kurulması düşünülen
Müslüman Vilayeti içine alınmak istenmişse de 1868 yılına kadar Bakü Vilayeti
dâhilinde bulunmuştur. Bu tarihte Gence Vilayeti teşekkül etmiş ve Karabağ bu
vilayetin içinde yer almıştır.[47]
Bu gelişmelerden yıllar sonra,
Çarlık Rusya’sında meydana gelen 1905 ihtilali[48]
esnasında Ermeniler ile Azeri Türkleri arasında ilk ciddi ve kanlı çatışmalar
başlamıştır. 1905-1907 yılları arasında devrim hareketi başladığında Çarlık,
Güney Kafkasya’daki devrim taraftarları hareketi önlemek için Kafkasya’da
karışıklığın devamını sağlamak maksadıyla Ermenilerin Türklere olan
saldırılarını teşvik etmiştir. 6 Şubat 1905’te Bakü’de başlayan katliam daha
sonra Erivan, Nahçivan ve Şuşa şehirlerine sıçramıştır. 1905 yılı faciasının
başlangıcı Bakü’de Şubat ayında yaşanan olaylar olmuştur.
Bakü’de Şubat ayındaki bu
hadiselerde Ermeniler büyük güçlerle Azeri Türklerine karşı hücuma geçtiler.
Ancak Azeri Türkleri tarafından mukavemetle karşılaşınca evlere, bahçelere
gizlenerek sokaklardan geçen sivil insanların üzerine ateş açtılar. Özellikle
Ermeni saldırganlar Krasilnikov, Mayilov, Korsakov’un evlerinden ve Madrid
Oteli’nden sokaklara silahlarla saldırdılar. Zamanın güçlü devletleri bu
katliamı önlemek için hiçbir şey yapmadılar. Çatışma ve buna bağlı yangınlar 10
Şubat’a kadar devam etti. 6-10 Şubat olayları neticesinde 1000 civarında Azeri
ve Ermeni ölmüştür. Bu hadiselerde mağlup olan Ermeni Taşnak silahlı güçleri
hırslarını Bakü yöneticisi Nakaşidze’ye yönelttiler ve kendisi 11 Mayıs’ta
Ermeni Taşnakların saldırıları sonucunda öldürüldü.[49]
Bakü olaylarından sonra, bütün
Güney Kafkasya’da Ermeni ve Azeriler arasındaki ilişkiler gerginleşti. Mayıs’ın
başında Ermeniler Nahcivan kazasında birçok Azeri Türkü’nü öldürmüş ve pek
çoğunu da yaralamışlardır. 26 Kasım’a kadar taraflar arasında zaman zaman
ateşkes ilan edilmiş, ancak 26 Kasım gecesi Rus Kazakları Ermeni güçlerle
birleşerek saldırıya başlamışlardır. Müslümanların pazar yerini yakıp
dağıtmışlar ve şehirde yaşayan Müslümanlar şehrin yöneticisi General Paskeçiç’e
Kazakları şikâyet etseler de o hiçbir önlem almamış ve şehri gizlice terk
etmiştir.
Cevanşir kazasında da çok kanlı olaylar
yaşanmıştır. 3 Ekim 1905’te Ermeniler, Sırhavend Köyü’ne baskın yapmışlar ve
insanlar ormanda saklanmak için kaçmış fakat yolda Hamazasp’ın liderlik ettiği
400 kişilik Ermeni süvarileri tarafından bunlar da öldürülmüşlerdir.[50]
1905 yılının karışık
noktalarından biri de Şuşa olmuştur. Burada 16- 20 Ağustos tarihlerinde kanlı
çatışmalar yaşanmıştır. Rus Kazakları ve Rus piyade birliği, Ermeni
gönüllüleriyle birlikte Azeri Türklerin evlerine baskınlar yapmışlardır. Ancak
Azerilerin savunması karşısında Rus Kazakları karargâhlarına, Ermenilerin bir
kısmını evlerine bir kısmını da yerleşim birimlerinin dışına çıkarmayı başarmışlardır.
Rus Generali Galaşaçanov, Azeri Türklerine gelerek barış için aracı olmuştur.[51]
Rusların bu yayılmacılığı ve
gelişmeler sonucunda Türkistan ve Kafkasya’yı ele geçirmesi, İngiltere’de
endişe uyandırmıştır. Bu durum Rusların Hindistan ve İran üzerinde emelleri
olduğunu açığa çıkarmıştır. Ancak gelişen Alman yayılmacılığı, Rusya ile
İngiltere’yi birbirine yaklaştırmıştır. 1907 yılında imzalanan İngiliz-Rus
anlaşmasına göre, İran coğrafyası nüfuz bölgelerine ayrılmıştır. Buna göre
İran’ın kuzey kısmı Rus nüfuz sahası, yani Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan,
orta kısmı tarafsız, güney kısmı da İngiliz bölgesi olarak paylaşılmıştır.[52]
İngiliz-Rus anlaşması Azerbaycan ve İran’ın kuzey bölgesinde Rus
yayılmacılığını hızlandırmıştır.
Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Karabağ
1907 İngiliz-Rus antlaşması,
Azerbaycan ve İran’ın kuzey kesiminde Rus Yayılmacılığını hızlandırmıştır. Aynı
yıl İran’da başlayan milli uyanış hareketi Rusları telaşlandırmıştır. Rus
çıkarlarının korunması bahanesiyle Ruslar Tahran’a asker göndermiş, İran milli
meclisi topa tutularak Rus yanlısı yeni bir rejim kurulması sağlanmıştır. 1909
yılında İran’da vuku bulan devrim sonucunda İran şahı Rusya’ya sığınmıştır.
1911 yılında Şah Rus himayesinde ülkesine geri dönmüştür. İran böylece adeta
Rusya’nın hakimiyeti altına girmiştir. İlerleyen yıllarda Rusya Grandük
Nikola’yı Kafkasya Genel Valisi tayin ederek Güney Azerbaycan’ı işgal etmiştir.
(1916) Ancak Türk ordusu daha önce Tebriz’i ele geçirmiştir.
Rus işgal ve taarruz hareketi bir
taraftan da Erzurum istikametinde gelişmiş ve Ruslar buradan da ileri giderek
Muş ve Bitlis’i işgal etmişlerdir. Ruslar ayrıca Trabzon ve Erzincan’ı da ele
geçirmişlerdir. Ruslar bir taraftan da İran’da ilerleyerek Isfahan’ı ele
geçirmişleredir. Bu gelişmelerden cesaret alan Ermeniler, Kafkasya ve Doğu
Anadolu’da bir dizi isyanlar ve Müslümanlara karşı geniş bir katliam hareketine
girişmişlerdir.
Geniş bir yelpazede başlayan
Ermeni isyanları karşısında ne yapacağını bilemeyen Osmanlı Devleti, tedbir
alma yoluna gitti ve cephelerde durumu sabitlemek ve güvenliği sağlamak amacıyla
Van, Bitlis, Erzurum ve cepheye yakın başka şehirlerden Ermenileri Suriye ve
Mezopotamya bölgense tehcir ettirdi. Bu olay Ermenilerce “soykırım” olarak
dünya kamuoyuna anlatılmaya başlandı. Ancak Ermenilerin Türkiye topraklarında
bir Ermeni Devleti hurma hayalleri gerçekleşmedi. Bu nedenle de Ermeniler,
Rusya’daki Şubat devrimi ve Ekim ihtilali neticesinde Kafkasya’daki otorite
boşluğunda da istifade ederek, faaliyetlerinin ağırlığını bu bölge üzerinde
yoğunlaştırdılar.[53]
Ermeni milliyetçileri kendi stratejik maksatlarını Ermeni Devleti için Güney
Kafkasya’da arazi temini yönünde gördüler. Ermenilerin çoğunun silahlanması,
Rus ordusuyla paralel ya da onun içinde bulunan Ermeni lejyonlarının
kurulmasıyla Ermeniler Azerbaycan Türklerine karşı üstün duruma geçtiler. Bu
sırada Kafkas savaşının askeri şartlarında Rusya’ya karşı Türkiye’nin bulunduğu
durum, Azerbaycan Türklerinin teşkilatlanması veya askeri kuruluşlar
oluşturması oldukça zordu 1917 yılında meydana gelen Rus İhtilali sonrasında
Kafkasya’da millî istiklal hareketleri başladı. Aynı dönemde Ermeniler, Karabağ
üzerinde hak iddia etmeye başladılar. Bu yüzden bozulan asayişi, 1918’de
Osmanlı orduları tesis etmeye muvaffak oldu. Yaşanan Bolşevik-Taşnak ittifakı
kendi hâkimiyetini yalnız Bakü ve çevresine yayabildi. 1918 yılının Şubat’ında
Güney Kafkasya’da Rusya meclisine seçilmiş olan milletvekilleri Tiflis’te Trans
Kafkasya Birliğini oluşturup Güney Kafkasya Federatif Cumhuriyeti’nin kurulduğunu
ilan etmişlerdi. Trans Kafkasya Hükümeti Rusya ile Almanya ve müttefikler
arasında 5 Mart 1918’de yapılan Brest-Litowsk Antlaşmasını tanımadığını
bildirip anlaşma şartlarında Türkiye’ye geçmesi gereken Kars, Batum ve
Ardahan’ı diğer işgal altındaki Türk topraklarını da boşaltmaktan imtina
ettiğinden Trabzon’da ve daha sonra Batum’da barış görüşmeleri yapıldı. Trans
Kafkasya temsilciler heyetine dâhil olan Ermeni ve Gürcü temsilciler muhtelif
yollarla görüşmeleri uzatarak işgal altındaki Türk topraklarından çekilmekten
imtina ediyorlardı. Bunun neticesinde Osmanlı ordusu askerî harekâta yeniden
başlamak zorunda kaldı ve Sarıkamış, Kars ve Batum şehirlerini işgalden
kurtardı.
Düzenli Osmanlı askeri
birliklerinin önünden kaçan Ermeniler yol boyunca geçtikleri yerlerdeki Türk
ahaliyi de katletmeye başladı. Çok kısa bir zaman zarfında Kars vilayetine
bağlı 82 Müslüman köyü yakıldı. Ahalisinin bir kısmı öldürüldü, kalanı ise
bitap haldeydi. Ermenilerle birlikte Kars’ı terk eden İngilizler şöyle yazmaktadır:
“Türk ordusu karşısında geri çekilen Ermeni kaçaklar etraftaki Müslüman
köylerini yeryüzünden silerek her şeyi ateşe verdiler, insanları kılıçtan
geçirdiler. Tasavvur edilemez işkenceler yaptılar. ‘Galip’ Ermeni ordusu
kaçarken, askeri ganimetleri, yani kundaktaki çocukları ve geçtikleri yolların
kenarlarında çıplak soydurdukları Müslüman kadınlarını süngülerinin ucuna
takıyorlardı. Bu cehennem azabından aklını kaybetmiş kadın ve çocukların
yürekler parçalayan iniltilerini kocaların ümitsiz naralarını dinlemek için
insanın kalbi taş olmalıdır. 82 köyden ibaret bir sancak bu tasvir edilen
felakete duçar olmuştur.”
Erivan bölgesine yerleşen Ermeni
askeri birlikleri istikbaldeki müstakil Ermenistan için arazi temin etmek
amacıyla Azerbaycan Türklerini toplu katliamlarla yok ettiler. 80.000 civarında
Azerbaycan Türk’ü anayurtlarını terk etmek zorunda kaldı.
Ağustos’un sonunda
Türk-Azerbaycan ordusu cephenin Lökbatan bölgesinde hücuma geçtikleri zaman
İngilizler karşılarına geçmek için hareket ettiler, ancak başarısız oldular.
Ahaliden mağlubiyeti gizlemeye çalışan İngilizler şehrin sokaklarında marşlar
çaldırdılar. Geceleyin İngilizler müttefiklerinden gizlice gemilere binip 14
Eylül günü Enzeli’ye ulaştılar. 14 Eylül’de Türk-Azeri ordusu Bakü’ye girdi.
Azerbaycan’a karşı olan Ermeni
tecavüzü 1918 yılının ortalarından itibaren genişlemiştir. Bu sırada ilan
edilmemiş üstü kapalı bir savaşın bütün unsurları yaşanmıştır. Bu esnada
Zenzegur, Karabağ, Erivan bölgelerinin bütün kazaları ve bu arazilerde komşu
olan topraklarda Ermenilerin bulunduğu yerler Ermenilerce istikbaldeki
Ermenistan’ın toprakları olarak düşünülmekteydi.
Dokuzuncu Kolordu Komutanı Rüştü
Paşa Birinci Kafkasya İrtibat Komutanlığına 20 Haziran 1918 tarihli raporunda,
Erivan’ın 10 km. Doğusundaki Ağıca Kala köyünden Şorbulak yoluyla Erivan’a göç
eden Müslümanların 17-18 Haziran 1918 tarihlerinde Şorbulak ve Tohmak köyü
arasında Ermeniler tarafından tamamıyla yok edildiğini bildiriyordu.
Dokuzuncu Ordu Komutanı Yakup Şevki
Paşa, Başkomutanlığa gönderdiği 27 Aralık 1918 tarihli telgrafında, Yanun adlı
Ermeni’nin yönetiminde 1.200 kişilik bir kuvvetin 5 Aralık 1918 tarihinden
itibaren Nahcivan civarındaki Müslümanlara zulmetmeye başlayarak Nahcivan’ın 40
km. Kuzeybatısındaki Almalı bölgesinde 688 ve bu köyün 12 km. Kuzeybatısında
Ağuş adlı mevkide 516 kişiyi katlettikleri, genç kadınları ayırdıktan sonra 200
kişiyi bir yerde toplayarak yaktıklarını bildirmişti.
1918 yılının Haziran-Temmuz
aylarında Ermeni milislerin önde gelenlerinden Andranik, silahlı birlikleriyle
Nahcivan’ı ele geçirdi ve oradan Zenzegur ve Karabağ’a doğru saldırıya geçti.
Andranik, Ermeni hükümetinin 4 Temmuz 1918 tarihinde Batum’da Türkiye ile
yaptığı anlaşmayı “ihanet” olarak adlandırdı. Ermenistan’ın Taşnak hükümetiyle
alakasını kestiğini ve Türklerle silahlı mücadeleye devam edeceğini ilan etti.
Ancak Andranik Türkiye ile açıkça savaşa girmeye cesaret edemedi. Bütün savaş
kabiliyetini silahsız, müdafaasız Azerbaycan köylerini yakıp yıkmak ve ahalisini
katletmeye yöneltti. Andranik yaptığı beyanatlarda Zenzegur, Karabağ ve Gence
Bölgesinin Dağlık Karabağ’dan kuzeyde olan kısımlarının payitahtı Şuşa olmakla
birlikte “Küçük Ermenistan”ı ilan etmişti. İstikbaldeki Küçük Ermenistan’ın
topraklarında olan Azerbaycanlı ahali aralıksız teröre maruz kalmıştı.
Cevanşir, Şuşa, Cebrayil ve
Zengezur kazalarında Azerbaycanlı ahali Ermeni milliyetçilerinin
hareketlerinden çok zararlar görüyordu. Ermeniler 1918 yılının ilkbaharında ve
yazında Terter Havzası çaylarının karşısını keserek mecrasını değiştirmiş,
Müslüman ahaliyi sudan mahrum bırakmıştır. Yine 1918 yılının ilkbaharı ve
sonbaharı içinde Zengezur kazasında 105 Azeri köyü dağıtılmış yakılmış ve
mahvedilmişti. Hesaplara göre bu zaman zarfında 3.257 erkek, 2.276 kadın ve
2.196 çocuk öldürülmüştü. Bunun yanında 1.060 erkek 794 kadın ve 485 çocuk
yaralanmıştı. Toplam 10.086 insan öldürülüp yaralanmıştır. 50.000 Azeri hayatta
kalabilmek için Zengezur’u terk etmek mecburiyetinde bırakılmıştı. Erivan
bölgesinde Müslüman ahali acımasız teröre maruz kalmıştır. Bir daha
belirtmeliyiz ki, Azeriler yeni kurulmuş Ermenistan Cumhuriyeti nüfusunun
önemli bir kısmını oluşturuyorlardı.
Mondros Mütarekesini esas alarak
Osmanlı Askeri birliklerinin Azerbaycan’dan çıkmasıyla Ermeni birlikleri
yeniden faal duruma geçtiler. Ermeni birliklerinin tecavüzünü önlemek için 1918
yılının Kasım ayında Nahcivan bölgesinde Aras Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.
Onun arazisi Nahcivan, Şarur Dereleyez ve Ordubad kazalarını ve Serdarabad,
Uluhanlı, Verdibasar, Kemerli, Mehri gibi şehirleri ihtiva etmişti. Merkezi ise
Nahcivan şehriydi. Bu devlet 1919 yılının Mart’ına kadar varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı orduları Mondros
Mütarekesi gereği bölgeden çekilince, galip devletler namına İngilizler Azerbaycan’ı
işgal etmiştir. İngiliz Kuvvetler Komutanlığı coğrafya, iktisat, tarih ve
kültür bakımından aynılığını ve nüfusunun çoğunluğu itibariyle Türk oluşunu
nazara alarak, 28 Ocak 1919 tarihli bir tebliğ ile Karabağ’ı Azerbaycan
arazisine dâhil etmiştir. Millî Azerbaycan Cumhuriyeti (1918-1920) burasını bir
vilayet haline getirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı bittikten
sonra Kafkasya ve Azerbaycan’da yerini sağlamlaştırmaya çalışan İngilizler
kendi amaçlarına ulaşmak için Ermenilerden de istifade etmeye başladılar. Kendi
açılarından Lord Curzon’un “...Elahazret hükümetinin başlıca amacı Ermenilerin
azat edilmesidir” fikrinden hayat bulan Ermeniler de İngilizlerin siyasetinden
faydalanmaya çalışıyorlardı.
1919 yılının Şubat’ında Nahcivan
bölgesine az sayıda İngiliz askeri getirildi. Aynı zamanda Ermenistan’ın komşu
bölümleri ZengezurNahcivan- Karabağ bölgelerine tecavüzünü daha da genişletti.
İngilizler Nahcivan bölgesini geçici olarak tarafsız bölge ilan ederek burada
kendi askeri yönetimlerinin kurulduğunu ilan ettiler.
Karabağ ve Zengezur’a dair iki
başlı ve birbirine ters siyaset yürüten İngilizler Azerbaycan’ın bu bölgelere
hukuklarını resmen tanısalar da bölgelerde hâkimiyet aslında Azerbaycan’a değil
Ermeni milli şurasına vermiş, hatta Ermeniler’in Karabağ ve Zengezur’da
kuvvetlenmesine mâni olan bir şahıs gibi Hüsrev Bey’i vazifesinden
uzaklaştırmaya niyet etmişlerdir.
İngilizlerin Kafkasya’yı
tahliyesinden sonra Ermenistan’ın sık sık yaptığı silahlı saldırılarına
Azerbaycan hükümeti karşı koymak zorunda kalmıştır. 28 Nisan 1920 tarihinde
Azerbaycan’da Sovyet yönetim ilan edildi. Karabağ ve şu anda Ermenistan
sınırları dâhilinde bulunan Zengezur, ilan edilen Azerbaycan Sosyalist
Cumhuriyeti’nin topraklarıydı. Fakat tarih boyunca amaçlarına ulaşmak için hep
Ruslarla iş birliği yapan Ermeniler, Azerbaycan’da Rus yanlısı yönetim
kurulmasını bir fırsat olarak gördüler ve Karabağ’a ilişkin iddialarını daha
yüksek sesle dile getirmeye başladılar. İlk başlarda daha Ermenistan, Sovyet
Rusya ile birleşmediği için Sovyet yönetimi bu tür meselelerde biraz Azerbaycan
yanlısı tutum takınarak Ermenistan’a baskı yapmaya çalışıyordu. Bu arada eğer
Ermenistan’da Sovyet yönetimi kurulursa bunun karşılığında Karabağ ve
Zengezur’la ilgili olarak bir takım vaatler de veriliyordu. Bunun en önemli
örneklerinden birisi Lenin’in “Doğu’nun Lenin’i” diye nitelendirdiği bağımsız
Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin millî yöneticileri tarafından her zaman
ihanetle suçlanan ve sonraları Moskova’da zehirlenerek öldürülen dönemin
Azerbaycan Sovyet yönetiminin başı Neriman Nerimanov tarafından Ermenistan
komünistlerine gönderilen bir telgraftı. 1 Aralık 1920 tarihinde gönderilen bu
telgrafta Ermenistan’da Sovyet yönetimi kurulması karşılığında Azerbaycan’ın
Nahcivan, Zengezur ve Karabağ’ı ona verilebileceği ifade ediliyordu.
Tartışmalar devam ederken
Azerbaycan’da Rusça yayımlanan “Komünist” gazetesinin 2 Aralık 1920 tarihli
sayısında Nerimanov adına bir bildiri yayımlandı. Bildiride arazi meseleleri
yüzünden iki komşu halkın kanının akmaması gerektiği ve Karabağ emekçilerinin
kendi kaderlerini belirleme hakkının bulunduğu ifade ediliyordu. Ermenistan’da
Sovyet yönetiminin kurulması dengeleri biraz değiştirdi. Ermenistan Sovyet
yönetiminin liderleri Karabağ’a ilişkin iddialarını Moskova’ya ilettiler ve
Komünist Partisi Kafkas bürosunda dile getirdiler. Bu iddialar üzerine önce 27
Haziran 1921’de Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi toplanarak
Ermenilerin iddialarını reddettiler ve Karabağ’ın Azerbaycan’dan
koparılamayacağını ifade ettiler. 4 Temmuz 1921’de toplanan Kafkas Bürosu
(Kafkas Cumhuriyetlerindeki Komünist Partilerinden oluşuyordu ve 7 üyesinden
sadece bir tanesi Azerbaycanlı idi) Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi
konusunda görüş bildirdi. Tüm değerlendirmeler yapıldıktan sonra Orconikidze ve
Nazaredyan’ın önerisiyle “Müslümanlar ve Ermeniler arasında millî sulhun
gerekliliği, Yukarı ve Aşağı Karabağ’ın iktisadî alakasının zaruriliğine, onun
Azerbaycan’la olan daimi bağlantısı gibi hususlardan hareketle Dağlık Karabağ’ın
Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde kalmasına, bölge
dâhilinde bulunan Şuşa şehrinin idarî merkez olmak üzere bölgeye geniş bir
özerklik verilmesine” karar verildi. Böylece, Azerbaycan’ın bir üyeyle temsil
olunduğu toplantıda Ermenilerin de onayıyla Karabağ’ın Azerbaycan’dan
koparılamayacağı karara bağlanmış oldu. Kirov, Moskova tarafından Azerbaycan
yönetiminin başı olarak atandı. Yapılan görüşmeler sonucunda 7 Temmuz 1923’te
Azerbaycan Merkezî Yürütme Komitesi Dağlık Karabağ Özerk Bölgesinin
oluşturulması kararını aldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
Rusya arasında imzalanan 1921 Moskova Anlaşması ile, Zengezur Ermenistan’a
ilhak edilmek şartıyla Karabağ ve Nahcivan Azerbaycan’a iade edilmiştir.
1923’te, merkezi Şuşa civarındaki Hankendi olmak üzere, Karabağ’ın dağlık
kısmından ibaret olan kısmında, Azerbaycan idaresinde muhtar bir Ermeni
vilayeti teşkil olunmuştur.
Coğrafya, iktisat, idare ve
kültür bakımından Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçası olan ve Dağlık Karabağ
adını taşıyan bu muhtar vilayet, asıl Karabağ arazisinin dörtte birinden de az
olan 4.200 km2 bir saha üzerinde 150.000 (1933) nüfusu ihtiva etmekteydi.
Rusların Ermeniler lehinde izlediği politikanın bir uzantısı olarak bu nüfusun
%65-70’i Ermeni’ydi.
Muhtar Ermeni sahasını dört bir
yandan saran ve nüfusları %100 Türk olarak gösterilen Ağdam, Cebrail ve Laçin
kazaları ile civar bölgeler, o dönem Bakü’ye bağlı yeni bir taksimata tabi
tutulmuştur. Araplardan evvel ve Arap hâkimiyeti sırasında Müslüman şarkın
Bağdat’tan sonra en büyük şehri sayılan Berda, 20. yüzyılda küçük kasaba
halinde bir nahiye merkezi olmuştur. Aynı devirlerde iktisadî ve medenî bir
merkez olan Beylakan’ın Cebrail kazası dâhilinde olduğu sanılmaktadır. Yine,
Karabağ’ın bir zamanlar 60-70.000 nüfuslu, önemli bir yeri ve hanlığa merkezlik
yapmış olan şehri Şuşa, 5-6.000 nüfuslu bir şehir haline getirilerek Ermeni
sahasına dâhil edilmiştir.[54]
1828 yılında İran ile Rusya
arasında imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Kuzey Azerbaycan ve Karabağ,
Rusya’nın yönetimine dâhil olmuştur. Bu tarihte Karabağ nüfusunun 200.000
olduğu ve bunun %95’ini de Türklerin teşkil ettiği bilinmektedir. Rusya,
Azerbaycan ve Karabağ’da nüfus yoğunluğunun Türkler lehinde olmasından
rahatsızlık duymuş ve muhtelif yerlerden getirdiği Ermenileri bölgeye
yerleştirmiştir. Bununla birlikte, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı tebaası
olan, savaş esnasında Rusları destekleyen ve Türkleri arkadan vuran Ermeniler
de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Anadolu topraklarını terk etmiş,
Ruslar bunların büyük bir kısmını Karabağ’a yerleştirmiştir. Ruslar ve
Ermeniler bu tarihten itibaren Karabağ’a,
“Dağlık Karabağ” (Nogarno
Karabagh) adını vermişlerdir. Bundan sonra da Rusların da desteğiyle Karabağ’da
meskûn Türklere karşı tedhiş faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bu sahadaki
Türkler de Azerbaycan ve değişik yerlere göç etmek zorunda kalmışlardır.
Böylelikle Karabağ’da nüfus Ermeniler lehine değişmiştir.
Olayların tırmandığı 1980’li
yıların ortalarına gelinceye kadar, Ermeniler çeşitli yollarla ve çeşitli
düzeylerde Karabağ bölgesinin Azerbaycan’dan alınarak kendilerine verilmesi
gerektiğini ifade etmişlerdir.
1980 Sonrası Karabağ Olayları
1980'li yılların birinci
yarısında bölgeden olan Ermeni asıllı yazarlar, yazılarının sonunda adres
olarak "Ermenistan'ın Karabağ bölgesi" notunu düşmeye başladılar.
1985 yılında SSCB yönetimin başına M. Gorbaçov'un geçmesiyle birlikte, yeni bir
dönem-"perestrokya (yeniden yapılanma) ve glastnost (açıklık) dönemi-
başladı. Bir yandan dışarıdaki Ermeni lobisinin, diğer yandan da SSCB içindeki
Ermeni aydınların Gorbaçov'la geliştirdiği ilişki, onları Azerbaycan'ın Karabağ
bölgesini alabilmeleri konusunda umutlandırıyordu. İlerleyen dönemlerde ister
Gorbaçov'un ekonomi danışmanı Aganbekyan'ın Paris'te yaptığı konuşma, isterse
de Ermenistan'da ve Moskova'daki Ermeni faaliyetleri, Karabağ bölgesini bir an
önce Azerbaycan'dan koparmaya yönelikti. Bu arada, bölgede yaşayan Ermenilerde
artık daha aktif bir pozisyona gelmişlerdi.
20 Şubat'ta Dağlık Karabağ Özerk
Bölgesi Bölge Sovyeti (140 üyesinden 110'u Ermeni idi) Azerbaycan ve Ermenistan
Yüksek Sovyetlerine hitaben, Azerbaycan'dan ayrılarak Ermenistan'la birleşme
istediğini belirten müracaatı kabul etti. 21Şubat'ta toplanan Sovyetler Birliği
Komünist Partisi Merkez Komitesi Ermenilerin isteklerinin gerçekleşmeyeceği
kararını aldı. Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi içinde yer alan
Askeran rayonunda iki Azerbaycanlı gencin öldürülmesi, Ermenistan gazetelerinde
güya Gorbaçov'un Karabağ'ı onlara vereceği sözünü vermesi iddialarının
yayınlaması ve Ermenistan'da (Zengezur, Göyce ve başka bölgelerden) yaşayan yüz
binin üzerinde Azerbaycan Türkünün katliamlara maruz kalması ve göçe zorlanması
(sürecin sonunda toplam 160 bin Azerbaycan Türkü Ermenistan'ı terk etmek
zorunda kalmıştı), bu göçe zorlananların da genellikle Bakü ve Sumgayıt'a
yerleşmesi sonucu özellikle, bu iki kentte Ermenilere karşı saldırılar
düzenlendi. Sumgayıt'taki saldırılarda 6'sı Azerbaycanlı, 26'sı Ermeni olmak
üzere 32 kişi öldü.
12 Temmuz 1988'de Dağlık Karabağ
Özerk Bölgesi Yerel Meclisi, Azerbaycan'dan ayrılma kararı aldı. Ertesi gün
toplanan Azerbaycan Yüksek Sovyeti Başkanlık Divanı yerel meclisin kararını
geçersiz ilan etti. Gelişmeler üzerine 18 Temmuz'da toplanan SSCB Yüksek
Sovyeti Başkanlık Divanı, her iki cumhuriyetin kararlarını değerlendirdi ve
karar aldı. Değerlendirmeler sırasında konuşma yapan M. Gorbaçov, Karabağ'ın
sorunlarının varlığını kabul ettiklerini, fakat bu sorunların Azerbaycan'ın
toprak bütünlüğüne dokunulmadan çözüleceğini ifade etti. 20 Temmuz 1988 tarihli
"Kommunist" (Bakü) gazetesinde yayınlanan kararda, Azerbaycan ve
Ermenistan'ın sınırlarının ve anayasayla belirlenen toprak bütünlüğünün
değiştirilmesinin mümkün olmadığı, bu kararın SSCB Anayasasının 78.maddesine
(herhangi bir Sovyet Cumhuriyetinin sınırı, onun rızası olmadan değiştirilemez)
dayandığı ifade ediliyordu.
7 Aralık 1988'de Ermenistan'da
olan deprem, olayları kısa bir süre için durdurdu. 12 Ocak 1989'da, Sovyetler
Birliği Yüksek Sovyeti Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi'nin yönetimini geçici bir
süre için Azerbaycan'dan alarak Moskova'ya bağlı Özel Yönetim Komitesi'ne
verdi. Gorbaçov'un danışmanlarından olan A. Volski komitenin başına getirildi
ve 5.400 kişilik İçişleri Bakanlığı Birliği ona bağlanarak gölgeye gönderildi.
1989 yılı boyunca çatışmalar küçük çaplıda olsa ara vermeden devam etti.
28 Kasım 1989'da Sovyetler
Birliği Yüksek Sovyeti Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi yönetiminin yeniden
Azerbaycan'a bırakılmasına, fakat güvenlik güçlerinin orada kalmaya devam
etmesine, Karabağ'da ki Ermenilerin haklarının korunması için gerekli yasal
düzenlemelerin yapılması şartıyla karar verildi. Karar, Karabağ'ın Azerbaycan
toprağı olduğunu bir daha onayladığı için Ermenilerce, Karabağ konusunda
Azerbaycan'a bazı dikteler ettiği için de Azerbaycan tarafından eleştirildi.
Ermenistan daha da ileri giderek 1 Aralık 1989'da Karabağ'ı kendisine
birleştirme kararı aldı. Bunun üzerine 7 Aralık 1989'da Azerbaycan Yüksek
Sovyeti, Ermenistan Parlamentosu'nun aldığı Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi ilhak
kararını kınadı ve Karabağ'ı yönetmek üzere Egemenlik Yasasına (23 Eylül
1989'da kabul edilen bu yasada Karabağ üzerinde Azerbaycan'ın egemenliği de
ayrıca vurgulanmıştır) dayanarak başkanlığını Azerbaycan Komünist Partisi
ikinci sekreteri V. Polyaniçko'nun yaptığı "Teşkilat Komitesini"
kurdu.
2 Ocak 1990'da Dağlık Karabağ
Özerk Bölgesi'nin Merkezi Hankendi'nde Azerbaycan Türklerini taşıyan otobüs
konvoyu Ermenilerin saldırısına uğradı. Güvenlik güçleri saldırıyı önledi ve
olaylar sırasında 1 kişi öldü, 3 kişide yaralandı. 9 Ocak'ta Ermenistan
Parlamentosu'nun 1990 bütçesini onaylarken ekonomik plan kapsamında Karabağ'ı
da dahil etmesi olayları çığırından çıkardı. Azerbaycan'da hem Moskova
yönetimine hem de Azerbaycan yönetimine karşı protesto gösterileri arttı.
12 Ocak'ta Ermenilerin Karabağ'da
ki iki Türk yerleşim birimine saldırmaları sonucu, 12 kişi öldü, 22 kişi rehin
alındı. 13 Ocak'ta, bir Ermeni Bakü'de iki Azerbaycanlıya baltayla saldırdı.
Saldırıya uğrayanlardan birisi öldü, diğeri ağır yaralandı. Bu haberin o sıra
gerçekleşmekte olan büyük bir mitinge ulaşması üzerine karşı saldırı düzenlendi
ve bu saldırı sırasında büyük çoğunluğu Ermeni olmak üzere 34 kişi hayatını
kaybetti. Olayların daha da trajik boyut kazanmasını neden gösteren Moskova
yönetimi, Bakü'de ve Azerbaycan'ın birçok başka bölgesinde (Dağlık Karabağ
Özerk Bölgesi dahil) olağanüstü hâl uygulaması başlattı. 19 Ocak 1990 tarihinde
akşam saatlerinde olağanüstü hâl ilan edilirken, aynı saatlerde Kızılordu
Birlikleri havadan, karadan ve denizden Azerbaycan'a çıkartma yaptı. Amacı daha
çok Azerbaycan'da ki bağımsızlık yanlılarını ezmek olan çıkartma sonucunda, 367
Türkün öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı tespit edilmiştir. Bu savaş, SSCB'de
komünizmin çöküşünü hızlandırmış; Azerbaycan Türklerinin tam bağımsız bir
devlet olmalarını sağlamıştır.
1991 yılında, SSCB'nin
dağılmasına müteakip meydana gelen otorite boşluğu Ermenilerin bu arzularını
sınır çatışmalarına dönüştürmüştür. Orta çaplı çatışmalar, iki tarafın sürekli
birbirini suçlaması ve merkezi yönetimin gerekli önlemleri almaması yine devam
ediyordu. 1991 Mart'ı ortalarında Gorbaçov, "Tass" ajansına yaptığı açıklamada
bölgedeki çatışmalardan duyduğu rahatsızlığı ve "Karabağ'ın Azerbaycan'ın
ayrılmaz bir parçası" olduğunu ifade etti. Bu açıklamadan sonra basın
toplantısı düzenleyen Ermenistan Başbakanı Vazgenmanukyan, o güne kadar
izledikleri politikanın aksine Karabağ'ın üzerinde bir hak iddia etmediklerini,
sadece oradaki yerli Ermenilerin mücadelesini desteklediklerini beyan etti.
Ağustos ayı ortalarında
Gorbaçov'a karşı düzenlenen darbenin başarısız olması ve bunun sonucunda Sovyet
Cumhuriyetleri'nin bağımsızlaşmasının hızlanması, Karabağ Sorununa yeni bir
boyut kazandırdı. 30 Ağustos 1991'de Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti. Bunun
ardınca Karabağ Ermenileri toplanarak, "Artsak Ermeni Cumhuriyeti"ni
ilan ettiler. Azerbaycan Parlamentosu karara, Azerbaycan Anayasasına (aynı
zamanda SSCB Anayasasına) aykırı olduğu için tepki gösterdi. 20 Eylül 1991'de
Ağustos Moskova Olaylarının muzafferi Yertsin yanına, öteden beri bu olaylarla
yakından ilgilenen Nazarbayev'ide alarak 20 Eylül 1991'de geç saatlerde Bakü'ye
geldi. Ertesi gün Gence kentine giden liderler, burada yeterli güvenlik
önlemleri alındıktan sonra Karabağ'ın merkezi Hankendi'ne geçtiler. Son durak
ise, Erivan oldu. Yertesin ve Nazarbayev, bir barış sürecini başlatmaya
çalıştılar ve her iki tarafla yaptıkları görüşmelerde bunun şartlarını yaklaşık
olarak belirlediler. Uzlaşma üzerine, 23 Eylül 1991'de Rusya'nın güneyindeki
Jeleznovodsk kentinde barış görüşmelerine başlandı. 24 Eylül 1991'de Yeltsin ve
Nazarbayev'in garantörlüğünde iki ülke anlaşmaya vardı. Buna göre, ateşkes
sağlanacak, Ermenistan Karabağ'ın Azerbaycan'a ait olduğunu kabul edecek,
bölgeye kendini yönetmesi için bir takım olanaklar sağlanacaktı.
Görüşmelerin ikinci ayağı iki
taraf yetkilerince, sınırdaki İcevan rayonuna bağlı bir köyde gerçekleştirildi.
Görüşme sonrası yayınlanan bildiri de "Cinayet ve İntikama dayanan kısır
döngünün durdurulmasının zorunlu oldu" bildirildi. Fakat, bu arada
karşılıklı saldırılara da ara verilmiyordu. Azerbaycan tarafı ateşkese
uyulmadığını göstermek üzere Rusya ve Kazakistan'dan bölgeye gözlemcilerde
getirdi. 20 Kasım 1991'de çok önemli bir olay gerçekleşti. Azerbaycan
hükümetinin üyelerini, adalet ve güvenlik yetkililerini, iki Rus generalini,
Kazak ve Rus gözlemcileri, gazetecileri taşıyan helikopter Ermeniler tarafından
düşürüldü. Bu olay, Azerbaycan tarafını bir takım kararlara itti. Ermenistan'a
giden demiryolu kapatıldı, ayrıca Azerbaycan Yüksek Sovyeti 26 Kasım 1991
tarihli toplantısında Dağlık Karabağ Özerk Bölgesinin statüsünü ortadan
kaldırdı ve onu oluşturan rayonları direkt Bakü'ye bağladı.
1992 yılının şubat ayında Avrupa
Parlamentosu Strazburg'da toplanarak Karabağ'a gözlemci gönderme kararı aldı.
20 Şubat 1992'de Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın girişimi ile üç ülke
(Azerbaycan, Rusya ve Ermenistan) Moskova'da bir araya geldiler ve yaptıkları
görüşme sonrasında düzenledikleri basın toplantısında çatışmalara bir an önce
son verilmesi ve yerleşim bölgeleri üzerinde ki ablukanın kaldırılması
hususunda bir karara vardıklarını açıkladılar.
25-26 Şubat 1992'de Ermeni
güçlerinin bölgedeki yerleşim birimi Hocalı'ya düzenledikleri saldırı bir
katliama dönüştü. Tarih, 25/26 Şubat 1992.Yer Hocalı.dır. Dağlık Karabağ’ın
güzel bir kasabası…Sovyetler Birliği'nin yıkılışından sonra, Rusya’dan kopan
halklar, kendi bağımsızlıklarını yeniden elde ediyorlar. Ermenistan ve
Azerbaycan da bağımsızlıklarına yeniden kavuşmuşlar…Ancak Karabağ?
Azerbaycan’dan koparılıp alınan bir bölgedir. Rusya ile iş birliğine girmekten
çekinmeyen Ermeniler tarafından yutulmaya karar verilmiş. Ermeniler hiçbir
değer, kural; vicdani yükümlülük tanımadan, her türlü katliamı yaparak; bu
kadim Türk topraklarını yutmak için harekete geçmişlerdi. Soğuk bir Şubat gecesi…
Bölge Ermeni askerleri tarafından sarılmış. İnsanlar evlerinde; soğuk ölümün o
kadar kendilerine yaklaştığından habersizdirler. Sonra yavaş yavaş; Hocalı’ya
askeri hareket başlıyor… Ermeniler, planlarını çoktan kurmuşlardır. Asker
görünümlü Ermeni çeteler, önlerine gelen hedeflere ateş etmekten geri
kalmıyorlar. Neye uğradığını şaşıran sivil halk, kendini sokaklara atarak,
ölümden kaçmaya çalışıyorlar. Ancak nereye? Ve nasıl? Bir tek kaçış yolu var:
Oda doğu yönü… Ve halk panik içinde. Yaşlı, çoluk çocuk; yollara dökülerek;
yakındaki Ağdam Kasabası’na ulaşmak için kaçışıyorlar… Yukarılara çıkıp; kırsal
bir alana geldiklerinde; içinde pek çok eski Asala militanlarının da bulunduğu
Ermeniler tarafından kuşatılıyorlar. Silahlar patlıyor. Sekiz yüze yakın
günahsız insan acımasızca öldürülüyor. Bu öylesine bir utançtır ki; sonradan
haber ajansları görüntüleri dünya kamuoyuna servis ettiklerinde, insanlık
utancından yüzünü kapatıyor. Örneğin küçük bebekler; karınları parçalanarak
öldürülmüşler… Silahsız yaşlı, genç erkeklerin kafatasları parçalanırcasına;
kafa derileri yüzülmüş… Kadınların mahrem yerleri kesilip; hayâsız görüntüler
ortaya konulmuş, göbekleri üzerinde ateşler yakılmış… Gençlerin gözleri
oyulmuş; kemik parçaları orta yerde…
Saldırıda 600'den fazla sivil
öldürüldü. Bunlardan 63'ü çocuk, 106'sı kadın, 70'i yaşlı idi. Ayrıca 487 kişi
Ermenilerce rehin olarak götürüldü, 1275 kişi yaralandı, 150 kişiyle ilgili
olarak ise hiçbir şekilde bilgi edinilemedi. Azerbaycan resmi olarak,
Hankendi'ndeki 366. Rus Alayının saldırıya katıldığını açıkladı. Ermenilerin ve
Rusların ortaklaşa gerçekleştirdikleri bu katliam, kendi halkını korumak için
yeterli önlem almayan Azerbaycan Cumhurbaşkanı A. Mütellibov'un iktidarının
sonunu da hazırladı. Mart ayı boyunca karşılıklı saldırılar devam ederken, 24
Mart 1992'de Helsinki'de toplanmakta olan AGİK Dışişleri Bakanları Konseyi,
Karabağ'da ki durumu değerlendirdi ve sonuç bildirisinin 3.- 11. maddelerinde
sorunun çözümü için Beyaz Rusya'nın Minsk kentinde konferans çağrılmasının
kararlaştırıldığını açıkladı.
9. maddede konferansın
katılımcıları olarak Azerbaycan, Almanya, ABD, Ermenistan, Beyaz Rusya, İsveç,
İtalya, Fransa, Türkiye, Çek ve Slovakya Federal Cumhuriyeti (toplam 11 devlet)
belirlendi. Minsk Konferansı için koordinatörlük görevi İtalya'ya verildi ve
konferansa başkanlık etmek üzere İtalyan temsilcisi Mario Rafaelli atandı.
Konferans temmuz ayında Minsk'te yapılacaktı. AGİK'in bu girişimi BM'den de
destek gördü. BM Güvenlik Kurulu, 26 Mart tarihli toplantısında, soruna direkt
müdahale etmeme ve AGİK'in girişimini destekleme kararı aldı 1 Nisan'da Roma'da
konferansa katılacak ülkelerin temsilcilerinin katılımı ile Rafaelli
başkanlığında toplantı yapıldı. Aynı günlerde AGİK gözlemci heyeti de Bakü'yü
ziyaret etti. Nisan sonuna doğru İran'ın arabuluculuk girişimleri de arttı ve 7
Mayıs 1992'de, Tahran'da Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanları sorunun
çözümü ile ilgili antlaşma imzaladılar. Fakat hemen ertesi gün Ermeniler
bölgedeki en stratejik noktayı, Şuşa kentini işgal ettiler. Üzerinden 10 gün
geçmeden bu defa da Dağlık Karabağ'ı Ermenistan'a bağlayan Laçin rayonunu işgal
ettiler. Olaylar aynı günlerde barış görüşmeleri için bölgeye gelen AGİK
heyetinin gözleri önünde cereyan ediyordu. Bu arada Azerbaycan'da yönetime
gelen yeni iktidar Karabağ'da dahil olmak üzere bütünlüğü konusunda hiç taviz
vermeyeceğini ilk başta açıkladı ve ilk sınavını da 21 Mayıs 1992 tarihinde
Helsinki'de gerçekleşen AGİK Kıdemli Memurlar Komitesi toplantısında verdi. Bu
toplantıda Ermenistan'ın son saldırıları da değerlendirildi. ABD temsilcinin
önerdiği, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü vurgulan ve bölgedeki tüm yabancı
askeri güçlerin çekilmesini öngören tasarı için, Ermenistan dışındaki 51
ülkenin temsilcisi lehte oy kullandı. Aynı tarihte Ermenistan Rusya ile 7. Rus
Askeri Üssünün cumhuriyette kalması konusunda antlaşma imzaladı. Buna bir de
Ermenistan'ın BDT üyesi olmasını ve 15 Mayıs'ta imzalanan BDT Ortak Güvenlik
Paktı Antlaşmasına Azerbaycan'ın katılmadığını göz önünde bulundurursak, Rusya'nın
desteğini alma bakımından Ermenistan'ın önemli bir avantaj elde ettiğini
söyleyebiliriz. Bundan cesaret alan Ermenilerin büyük çaplı bir harekât
planladıkları duyumları alınmaya başladı. Bunun üzerine Azerbaycan 12
Haziran'da karşı saldırı başlattı.
Bu gelişmeler sonrasında
Ermenistan temsilcilerinin barış görüşmelerine Karabağ Ermenilerinin resmi
sıfatla katılmalarını istemesi ve aksi takdirde toplantılara katılmayacağını
söylemesi üzerine 29 Haziran- 7 Temmuz arasında yapılacak olan Roma görüşmelerinden
istenilen sonuç elde edilemedi. Ermenilerin görüşmeleri engelleyici tutumu
katılımcılar tarafından tepkiyle karşılandı.
26 Ağustos 1992'de Kazakistan
Devlet Başkası Nazarbayev ateşkes ilan edilmesi için girişimde bulundu. 27
Ağustos'ta ise Minsk Grubu başkanı Mario Rafaelli sırasıyla Azerbaycan'ı ve
Ermenistan'ı ziyaret ederek ateşkes yapılması ve Minsk Konferansı için
görüşmelere başlanması çağrısını yaptı. İlk sonuçlar Azerbaycan, Ermenistan ve
Kazakistan dışişleri bakanları arasında 27 Ağustos 1922'de Alma-Ata
Beyannamesinin imzalanmasıyla elde edildi. Bu beyannamede öngörüldüğü üzere, 1
Eylül 1992'den itibaren ateşkes sağlandı. 3 Eylül 1922'de taraflar Minsk
Grubu'nun da çağrılarına uyarak bu belgeyi imzalamak için sınırdaki İcevan
rayonunda protokol imzaladılar. 12-15 Eylül 1992 tarihlerinde üç taraflı
çalışma grubu faaliyete geçti. Fakat, bu defa da Ermenistan Alma-Ata
Beyannamesini reddetti ve Kazakistan'ın ikna çabaları sonuçsuz kaldı.
1993 yılının hemen başında 3
Ocak'ta Kremlin'de bir araya gelen ABD Başkanı George Bush ile Rusya Devlet
Başkanı Boris Yeltsin, Dağlık Karabağ'a ilişkin olarak imzaladıkları
beyannamede Dağlık Karabağ'da ve Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki
çatışmalardan rahatsızlıklarını ifade ediyor ve sorunun AGİK'in temel ilkeleri
çerçevesinde çözümlenmesini gerektiğini vurguluyorlardı. Bunun karşılığında ise
çatışmanın her iki tarafı yine sorunun çözümlenmemesinin nedeni olarak diğerini
gösteriyordu.
20 Şubat 1993'te Roma'da
Azerbaycan, ABD, Ermenistan, Rusya temsilcileri ve Minsk Konferansı Başkanı
Rafaelli'nin katıldığı Roma Görüşmeleri devam etti. Müzakereler devam ettiği
sırada 27 Mart 1993'te Ermenistan, Azerbaycan'la Dağlık Karabağ bölgesini
bağlayan koridorlardan biri olan Kelbecer rayonuna yönelik saldırı başlattı.
Saldırılar birkaç gün sürdü. Azerbaycan Cumhurbaşkanı 6 Nisan 1993'te, 3 Nisan
1993'te itibaren rayonun tamamen Ermeni güçleri tarafından işgal edildiği resmi
olarak açıklandı. Saldırı da rayon nüfusunun bir kısmı öldürüldü, kalanlarsa
mülteci durumuna düştü. Azerbaycan taraf bu işgal sırasında Ermenistan
tarafının Rus askeri birliklerinden destek gördüğünü iddia etti. 6 Nisan
1993'te ABD'de Ermeni saldırısı kınadı. Bu arada Azerbaycan tarafı AGİK barış
görüşmelerinden çekildiğini de açıkladı. 8 Nisan'da AT'na üye ülkeler de
"Azerbaycan topraklarından çekilmesi" ve çatışmaların durdurulması
konusunda "Dağlık Karabağ'da nüfuzunu kullanması için" Ermenistan
hükümetine müracaat ettiler. Olayla ilgili açıklama yapan Ermenistan Savunma
Bakanı Vazgen Manuktan Kelbecer'in işgaline Ermenistan ordusunun hiç
katılmadığını, olayın Karabağ Ermenilerince gerçekleştirildiğini iddia etti.
6 Nisan 1993'te Güvenlik Konseyi
dönem başkanı Marker, Güvenlik Konseyi'nin Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki
durumun kötüleşmesinden, Kelbecer'in işgalinden bölgedeki barışı tehdit eden
hareketlerden duyduğu rahatsızlığı; sınırların değişmezliği ve toprak bütünlüğü
ilkeleri çerçevesinde AGİK'in barış girişimlerini desteklediğini açıkladı.
Ayrıca BM Genel sekreterinden konuyla ilgili Güvenlik Konseyi'ne raporlar
sunmasını istedi. 14 Nisan 1993'te Genel Sekreter tarafından sunulan raporda,
Karabağ'daki çatışmalara ve özellikle Kelbecer'in işgaline Ermenistan'ın taraf
olarak katılıpkatılmadığının tam olarak belirlenmediğini; fakat saldırılarda
tank, ağır çaplı silahlar ve uçakların kullanılmasının, olayda yerel Ermeniler
dışında güçlerinde bulunduğunu belirtmiştir.
23 Nisan 1993'te Rusya Devlet
Başkanı Yeltsin BM Güvenlik Konseyi'nde, sorunla ilgili olarak arabuluculuk
yapacaklarını ifade ediyordu. Arkasından hem Ermenistan, hem Azerbaycan
yetkilileriyle, hem de Karabağ bölgesi temsilcileriyle görüşmeler yapıldı. Bunu
28-29 Nisan 1993 tarihlerinde Prag'da gerçekleştirilen AGİK toplantısı izledi.
Azerbaycan'ın Kelbecer'i boşaltması yönünde adım atmasının şart olduğu
vurgulandı. Ermenistan'ın bunu reddetmesiyle görüşmelerden sonuç alınamadı.
3 Mayıs 1993'te Rusya Devler
Başkanı Yeltsin'in insiyatifiyle Rusya, Türkiye ve ABD, AGİK süreci
çerçevesinde bir barış girişimi başlattıklarını açıkladılar. Rusya'yı Ermeni
yanlısı olarak gören Azerbaycan, durumu dengelemek için eşit güve sahip ülke
olarak ABD'nin sürece katılmasını istemişti. Tarafların, 14 Mayıs 1993'e kadar
Ermeni güçlerinin Kelbecer'i boşaltmasını, 17 Mayıs 1993'ten itibaren de AGİK
çerçevesinde barış görüşmelerinin devam ettirilmesini öngören teklifleri
Azerbaycan tarafından kabul görse de, Ermenistan buna yanaşmadı. Böylece barış
görüşmeleri sürecini tıkadılar. Bunun yanında Azerbaycan'daki karışıklıklar ve
iktidar boşluğu barış görüşmelerini tıkamakla kalmadı, Ermenilerin yeni
saldırılarını da beraberinde getirdi. Daha çok iç karışıklıklarla uğraşmak
zorunda kalan Azerbaycan, Ermeni saldırıları karşısında fazla tutunamadı. 1993
sonuna kadar Ermeni işgalleri sonucunda Akdere, Ağdam, Cebrayıl, Fizuli,
Gubatlı'nın, Ekim ayında Horadiz, Zengilan'ın ve Karabağ'ın işgaliyle
Karabağ'ın Türkiye'ye en yakın şehri olan Laçin'i fiilen Azerbaycan
kontrolünden çıkararak Ermenilerin eline geçti. Yıl sonuna kadar çatışmalar
zayıflayarak devam etti. 8 Mayıs 1994'te Moskova'da imzalanan "Bişkek
Protokolü" ile Ermenistan ve Azerbaycan arasında ateşkes imzalanmıştır.
Bütün bu yapılanlar, bölgenin sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik öneminden
kaynaklanmaktadır. Zira maşa bir Ermenistan devleti ile Kafkasya'ya hâkim olmak
isteyen Rusya için Karabağ önemli bir mevkie sahip olmuştur. Karabağ'a sahip
olanın Kafkasya'ya sahip olmak anlamına geldiğini bilen Ruslar, devamlı bölgeye
hâkim olmak istemiştir. Denilebilir ki Ermeniler bölgeye yönelik emellerinin
arkasında da bu gerçekler gizlidir.
Sonuç
XVIII. ve XIX. yüzyılda Kafkasya,
bölgede etkin olmak isteyen güçlerin mücadele alanı olmuştur. Bu bölge
özellikle Osmanlı Devleti, İran ve Rusya bakımından stratejik önemini
korumuştur. Bu sırada bölgede çeşitli bağımsız, yarı bağımsız ve bağımlı feodal
Hanlıkların varlığı ortaya çıkmıştır. Her hanlık kendi şehri ve çevresinde
etkili olduğu siyasi bir yapı oluşturup, birbirleriyle zaman zaman mücadele
ederek ve çeşitli ittifaklara girişerek varlıklarını sürdürmüşledir. Karabağ
toprakları daha Selçuklu döneminden başlayarak kadim bir Türk yerleşme sahası
olmuştur. Karabağ Hanlığı kurulmadan evvel, çevresiyle birlikte XVI. yüzyılda
Osmanlı Devleti’nin etkisi altına girmeye başlamış ve III. Ahmet zamanında çevre
kale ve şehirlerle Karabağ, Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır.
İdari bakımdan Azerbaycan’daki
diğer hanlıklar gibi, Çıldır ve Erzurum Beylerbeyliği’ne bağlı olarak Osmanlı
Devleti'yle bağlantısını sürdüren Karabağ, Osmanlı Devleti’nin bölgede etkinliğinin
zayıflaması üzerine, İran ve Rusya arasında mücadele alanı olmaya başlamıştır.
Bundan sonra bütün Kafkasya gibi Karabağ’da İki devletin Kafkasya ve Azerbaycan
üzerinde şekillenen politikalardan etkilenmiştir. 1757 yılında bağımsızlığını
İran’dan kazanan Penah Ali Han, Karabağ Hanlığını kurmuş ve uzun bir süre
Hanlık, bağımsız olarak varlığını sürdürmüştür.
Karabağ Hanı olan gerek Penah Ali
Han gerekse İbrahim Halil Han, Osmanlı Devleti’ne yakın politikalar izlemiş ve
Osmanlı Devleti ile sürekli ilişki içinde olmak bir tarafa, devletin memurları
gibi işbirliği içinde olmuşlardır. Ancak Osmanlı Devleti’nin gerileme ve
zafiyet dönemlerine rastlayan yıllarda Karabağ Hanlığı ve diğer hanlıklara
Osmanlı Devleti tarafından istenilen ölçüde gerekli destek verilememiştir.
Bu gelişmeler 1805 yılında
Karabağ Hanı İbrahim Halil Han, Ruslara tabi olmayı kabul etmek zorunda
kalmasından sonra Rus yönetiminin bölgedeki etkinliğinin artmasıyla başlamış,
süreç devam ederek, 1813 tarihinde imzalanan Gülistan Antlaşması[55]
ve ardından imzalanan 1828 Türkmençay Antlaşması ile Azerbaycan toprakları,
İran ve Rusya arasında paylaşılmıştır. Karabağ’ın kaderi de buna göre
şekillenmiştir. Kuzey Azerbaycan, Rusya’nın etki alanı içine girmiş, Güney
Azerbaycan da İran’a bırakılmıştır. Bunun soncunda Karabağ Hanlığı ve diğer
hanlıklar ortadan kaldırılarak bir kısmının Ruslara, bir kısmının da İran’a
bağlanması neticesinde Azerbaycan coğrafyasında uzun yıllar ve hatta günümüze
kadar sürecek Rus ve İran etkinliğinin oluşmasına zemin hazırlanmıştır.
Bu şekilde hanlıkların ortadan
kalkması ve Azerbaycan topraklarının Rusya ile İran arasında bölüşülmesinden
sonra, 1828 Türkmençay Anlaşması sonucu Kafkasya’da, gerek İran ve gerekse
Rusya arazisinde yaşayan halklar için istedikleri yere göç etme hakkı tanınmıştır.
Rusya, İran tarafında yaşayan Ermenileri göçe teşvik etmek amacıyla bunlardan
30 yıl süreyle vergi almama kararı almış ve kendilerini vergiden muaf
tutmuştur. Rus idaresi, İran’dan göç eden Ermenilerinki bunlar 70.000
civarındaydı- büyük bir kısmını başta Karabağ olmak üzere Erivan ve Nahcivan’a
yerleştirmiştir. Böylece anılan yerlerde Ermeni nüfusu yoğunluk kazanmıştır. Bu
sırada Karabağ nüfusunun bir kısmının Ermenilerden ibaret olması nedeniyle
Azeri Türkleri ile Ermeniler arasında sert tartışmalar yaşanmış ve anlaşmazlıklar
baş göstermiştir.[56]
Neticede, bir taraftan Revan,
diğer taraftan Karabağ havalisine Rusya ve İran’daki Ermenilerin göç
ettirilmesi, bunlara vergi muafiyetleri tanınarak buralara yerleştirilmeleri
ile bu coğrafyada günümüze kadar devam edecek özellikle Karabağ üzerindeki
AzeriErmeni anlaşmazlığının tohumları atılmış ve bir çatışma zemini
hazırlanmıştır.
Ermenileri çeşitli siyasî
yollarla Revan ve havalisine yerleştiren Ruslar, Osmanlı Devleti’nin içinde
bulunduğu durumdan da faydalanarak, rahat hareket etme imkânı bulmuştur.
Nitekim Rus Çarı Nikola, Ermenilerin yerleştirildiği bu sahada Erivan ve
Nahcivan Hanlıkları topraklarını da içine alan bir Ermeni bölgesi
oluşturmuştur. Rusya, böylece merkezi Erivan olan Ermenistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nin temellerini atmıştır. Karabağ ve Azerbaycan toprakları üzerinde
zorla yaratılan bu Ermeni iskân bölgesiyle hem Azerbaycan ikiye bölünmüş hem de
Rusya Osmanlı Devleti’ne karşı bir Ermeni tampon bölgesi oluşturmuştur.[57]
Bugün Ermenistan’ın hak iddia
ettiği Karabağ’daki topraklara Ermenilerin XIX. yüzyılda yerleştirildikleri
açıkça görülmektedir. Bu durum Türkistan ve Kafkaslarda uygulanan geleneksel
Rus iskân siyasetimin bir sonucudur. Böylelikle, Anadolu’nun “Vilâyet-i Sitte”[58]
diye adlandırılan bölgelerini de içine alacak Büyük Ermenistan idealinin
temelleri atılmıştır.[59]
Kaynakça
Osmanlı Devleti İle Azerbaycan
Türk Hanlıkları Arasındaki Münâsebetlere Dâir Arşiv Belgeleri, (Karabağ-Şuşa,
Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I, (1578-1914),
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1992. Bala,
Mirza, “Karabağ”, İslam Ansiklopedisi, c.6, Milli Eğitim Bakanlığı Yay.,
İstanbul, 1993. Baykara, Hüseyin, Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1966. Budak, Mustafa, “Kafkasya ve
Osmanlı Devleti, (XVI.-XX. Yüzyıllar)”, Osmanlı Ansiklopedisi, c. 1, Yeni
Türkiye Yay., Ankara, 1999. Caferoğlu Ahmet, Azerbaycan, Bürhaneddin Yay.,
İstanbul, 1940. Cevanşir, Ahmet Bey, Karabağ Hanlığının Tarihi, (hazırlayan
Yusuf Gedikli), Selenga Yay., İstanbul, 1993. Geybullayev, Gıyaseddin, Karabağ/
Etnik ve Siyasi Tarihine Dair, Bakü, 1990. Gökçe, Cemal, Kafkasya ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, Şamil Eğitim ve Kültür Yay., İstanbul,
1979. Kafalı, Mustafa, “Timur”, İslam Ansiklopedisi, c.12, Milli Eğitim
Bakanlığı Yay., İstanbul, 1993. Kafesoğlu, İbrahim, Sultan Melikşah, Kültür
Bakanlığı Yay., İstanbul, 1973. Karabağlı, Mirza Cevanşir, Karabağ Tarihi,
(çeviren Tahir Sümbül), Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Serisi: 4, Ankara,
1990. Özçelik, İsmail, “Karabağ Kimindir?”, Kamu Çalışanları Aylık Mesleki
Yorum Dergisi, Mayıs, Ankara, 1992. Özçelik, İsmail, “Tarihin Işığında
Karabağ”, Ankara Aydınlar Ocağı Bülteni, Ankara, 1996. Özçelik, İsmail,
Devlet-i Aliyye’nin Kamusal Düzeni ve Kurumları, Gazi Kitabevi, Ankara, 2014.
Özçelik, İsmail, Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, Bilge Yayınları,
Ankara, 2003. Özçelik, İsmail, Tarih ve Metodolojisi, Gazi Kitabevi, Ankara,
2014. Özçelik, İsmail, Devlet-i ‘Aliye’nin Taşra Yönetimi, Gazi Kitabevi,
Ankara, 2016, Taşkıran, Cemalettin, Geçmişten Günümüze Karabağ Meselesi, Genel
Kurmay Basımevi, Ankara, 1995. Togan, Zeki Velidi, “Azarbaycan”, İslam
Ansiklopedisi, c. 2, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 1993. Uzunçarşılı,
İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara,1972.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Cilt. 3, Türk Tarih Kurumu Yay.,
Ankara, 1972. Yıldırım, Dursun, Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1990.
[1] Arrân
Bögesi, Kafkasyada Kura ve Aras nehirleri arasındaki tarihi-coğrafi bölge.
Yunan ve Roma dönemlerinde Albanya, Hellenistik Dönem’de Arian ya da Arianoi
adlarıyla bilinmekteydi. Bölgenin merkezi Kebele veya Kabala idi. Diğer büyük
şehirleriyse Beylagan ve Gence şehirleriydi.
[2] 2 İsmail
Özçelik, Tarih ve Metodolojisi, Gazi Kitabevi, Ankara, 2014, s.91-92.
[3] Mirza
Bala, “Karabağ”, İslam Ansiklopedisi, c.6, Milli Eğitim Bakanlığı Yay.,
İstanbul 1993, s.213
[4] İbrahim
Kafesoğlu, Sultan Melikşah, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1973, s.111
[5] İsmail
Özçelik, Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, Bilge Yayınları, Ankara,
2003, s.2-3
[6] Zeki
Velidi Togan, “Azerbaycan”, İslam Ansiklopedisi, c. 2, Milli Eğitim Bakanlığı
Yay., İstanbul, 1993, s. 104.
[7] Mustafa
Kafalı, “Timur”, İslam Ansiklopedisi, c.12, Milli Eğitim Bakanlığı Yay.,
İstanbul, 1993, s.341.
[8] Mirza
Bala, a.g.m., s. 213.
[9] İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara,1972,
s.361
[10] İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt. 3, Türk Tarih Kurumu Yay.,
Ankara,1972, s.62-65.
[11] Uzunçarşılı,
a.g.e., c.3, s.65.
[12] 2
İsmail Özçelik, Devlet-i Aliye’nin Taşra Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara, 2016,
s.16.
[13] İsmail
Özçelik, Devlet-i Aliye’nin Kamusal Düzeni ve Kurumları, Gazi Kitabevi, Ankara,
2014, s.202.
[14] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.59.
[15] Osmanlı
Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv
Belgeleri, (Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba,
Hoy), I, (1578-1914), Ankara – 1992, (BOA. Nâme-i Hümâyûn Defteri, nr. 7, s.
237-239), s. 72- 73.
[16] Bala,
a.g.m., s.214.
[17] Penah
Ali Han’ın, Hanlığının meşruiyetini ispatlamak için, onun Hülagü Han’ın
torunlarından Argun Şah’ın neslinden olduğu iddia edilmektedir ki, bu rivayet
onun, hanlığı tesisinde rol oynayan önemli etkenlerden biridir.
[18] Mirza
Cevanşir Karabağlı, Karabağ Tarihi, (Çev. Tahir Sümbül), Kök Sosyal ve
Stratejik Araştırmalar Serisi: 4, Ankara, 1990, s. 9.
[19] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.60.
[20] Peneh
Ali Hanın, Karabağ Hanlığını kurması araştırmalarda farklı tarihlerle
anılmaktadır. Genel olarak 1747 ve 1750 yılları anılmaktadır. Kuvvetle
muhtemeldir ki Hanlığın kuruluşu 1747 olmalıdır. Keza Şuşa Kalesi’nin inşası da
1752 ve 1757 olarak farklı iki tarih söz konusudur.1747 tarihi hanlığın kuruluş
tarihi olarak alınırsa inşasına ilişkin 1752 tarihinin doğru olması kuvvetle
muhtemeldir.
[21] Ahmet-Bey
Cevanşir, Karabağ Hanlığının Tarihi, (Haz. Yusuf Gedikli), Selenga Yay.,
İstanbul, 1993, s. 27-55.
[22] Karabağlı,
a.g.e., s. 10-12
[23] Bala,
a.g.m., s. 215
[24] Cemal
Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğunun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979,
s. 108.
[25] “Pes
lâyık-ı İslâmiyân oldur ki el ele verüb dindarlıkda birbirine hamiyyet edüb
yardım kılalar ve bir dahi arzımız oldur ki, her gâh lüft edüb sâyir
havânînlerden su’âl olunur ise devletlü Şeki Hanı Şirvan ve Karabağ serkerdelerin
ki Alicanlı Mehmed Sa’id Han ve İbrahim Han ve ağası han ve andan gayrılarında
tamamen sözlerin bir kılub ki eğer İslâmiyân tarafına şol kâfirden asker gele
ve hâdise yüz vere umûmen i’anet ederler...” Osmanlı Devleti İle Azerbaycan
Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dâir Arşiv Belgeleri, (Karabağ-Şuşa,
Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I, (1578-1914), Ankara
– 1992, (BOA, Hatt-ı Hümayûn, nr. 94-G), s. 61.
[26] Bkz.
BOA, Hattı Hümayun, No:6, (Tarih: 27 Şevval 1194/ 26 Ekim 1780), s.1. Osmanlı
İstihbarat elemanlarının verdikleri bilgiler çerçevesinde düzenlenmiş ve
Padişaha arz edilmiş olan Hattı Hümayun.
[27] BOA, Hattı
Hümayun, No:6, (Tarih: 27 Şevval 1194/ 26 Ekim 1780), s.1
[28] Bkz.
BOA, Hattı Hümayun, No: 11/377 (Tarih:1200/1785), s.1.
[29] Osmanlı
Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv
Belgeleri, (Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba,
Hoy), I, (1578-1914), Ankara – 1992, (BOA. Cevdet Dâhiliye, nr. 15122),
s.101-102.
[30] Osmanlı
Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv
Belgeleri, (Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba,
Hoy), I, (1578-1914), Ankara – 1992, (BOA, Hatt-ı Hümayûn, nr. 57046), s.132.
[31] Ağa
Muhammed Han Kaçar, Kaçar Aşireti’nin reisi (1742-1794), 1794-1925 yılları
arasında İran'a hakim olan Kaçar Hanedanı'nın kurucusudur. 1794-1797 yılları
arası İran Şahı olarak hüküm sürmüştür. Adil Şah emirleri ile öldürülen babasi
Muhammed Hasan Han yerine Kaçar aşiretinin reisi olmuştur. 1794'de İran Şahları
olan Zend Hanedanı 'nın mensupları arasında İran Şahliği için çıkan saltanat
kavgasından faydalanarak kendini İran Şahı ilan etmiş ve 1794-1925 yılları
arasında Şah olarak hakimiyet sürüp, Kaçar Hanedanı’nın kurucusu olmuştur.
1797'de yerine İran Şahı olarak yeğeni Feth Ali Şah Kaçar geçmiştir.
[32] Osmanlı
Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münâsebetlere Dâir Arşiv
Belgeleri, (Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba,
Hoy), I, (1578-1914), Ankara – 1992, (BOA, Hatt-ı Hümayûn, nr. 6694), s.148.
[33] Osmanlı
Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Ünâsebetlere Dair Arşiv Belgeleri,
(Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I,
(1578-1914), Ankara – 1992, (BOA. Hatt-ı Hümâyûn, nr. 6748), s. 151-155.
[34] Şuşa ve
Karabağ Hanı Halil İbrahim Han'ın arizasını getiren Seyit Abdullah Çelebi ve
Revan Eşik Ağası Hacı Zeynel Ağa olmuşlardır. Osmanlı Devleti İle Azerbaycan
Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, (Karabağ-Şuşa,
Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I, (1578-1914), Ankara
– 1992 (BOA. Hatt-ı H BOA. Hatt-ı Hümâyûn, nr. 6748-A), s.155-159
[35] Hüseyin
Baykara, Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yay., Ankara, 1966, s. 11.
[36]
“... Ağa Muhammed Han’ın emriyle Hançıvan Hanı Kelp Ali Han külliyetlü süvârî
asâkir ile bâ-ılgâr Şuşa hânının zîr-i hükmünde olan Karabağ kurasını nehb ü
gayret eyleyip...” Osmanlı Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki
Münâsebetlere Dâir Arşiv Belgeleri, (Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü, Gence,
Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I, (1578-1914), Ankara – 1992, (BOA, Hatt-ı
Hümâyûn, nr. 7093), s.155.
[37]
Baykara, a.g.e., s. 79.
[38]
“...Tiflis Hanı İrakli Han müddet-i vâfireden berü Kâhıt nâm mahalde hasta ve
sâhib-i fîrâş olub hayâtından me’yûs olduğundan oğullarından Görgi nâmında
kebîr oğlunu Tiflis’e hân nasb eylediğinden diğer oğulları babalarının bu
tedbîrine razı olmadıklarından nâşî eyâlet-i muhlisîye kurb u civar oldukları
hasebiyle Devlet-i Aliyye-i dâimü’l-karâra arz-ı ubûdiyyet ve sıdk u istikâmet
suretleri rû-nümâ olarak ve fi-mâba’d Rusyalu’dan ferd-i vâhid Tiflis ve
havâlîsine duhûl etdirmemek hâletlerini ta’ahhüd ve niyâz eylemeleriyle bu
hılâlde hân-ı mersûmu sarsar-ı bâd-ı ecel hayât-ı çirk-âlûdunu resîde-i
dereke-i bi’se’l-masîr etmekle oğulları hânlık iddi’âsıyla birbileriyle
mu’âraza ve münâza’aya derkâr olacakları bedîdâr olmakla Devlet-i Aliyye-i
ebediyyü’l-karâra ilticâ ve hulûs-kârlarına istimdâd için oğullarından birisi
nezd-i muhlisîye vürûd eylediği hâlde ta’ahhüd ve niyâzlarına milel-i âhar
olduğundan ve cânib-i ihlâskârlarına i’timâd-ı kavî hâsıl olmadığından iktizâ
eden cevâbı irâde-i Devleti Aliyye’ye menût ve muhtâc olduğundan keyfıyyet-i
mezbûre bir kıt’a arzuhâl-i ubeydânemiz ile hâk-i pây-ı hazret-i
veliyyü’l-ni’amîye arz u takdîm olunmağla...” Osmanlı Devleti İle Azerbaycan
Türk Hanlıkları Arasındaki Münâsebetlere Dâir Arşiv Belgeleri, (Karabağ-Şuşa,
Nahçivan, Bakü, Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I, (1578-1914), Ankara
– 1992, (BOA, Hatt-ı Hümâyûn, nr. 1700-A), s.160.
[39] Gökçe,
a.g.e., s. 186.
[40] “...İbrahim
Halil Han yirmi beş seneden mütecaviz Devlet-i Aliyye’ye arîza takdimi ile
izhâr-ı bendegî ve rıkkıyyet eylediğinden başka taraf-ı Devlet-i Aliyye’den
dahi bi’ddefe’ât evâmir-i aliyye irsâliyle mazhar-ı iltifat buyurulmuş olduğuna
bina’en hân-ı mûmâ-ileyh leyl ü nehâr devâm-ı devlet-i şâhâne ve kıyâm-ı fer u
haşmet-i pâdişâhâne ed’ıyesiyle evkât-güzâr ve sıdk u ihtisası ez-dil ü cân
iltizâma ibtidar etmeğle...” Osmanlı Devleti İle Azerbaycan Türk Hanlıkları
Arasındaki Münâsebetlere Dâir Arşiv Belgeleri, (Karabağ-Şuşa, Nahçivan, Bakü,
Gence, Sirvan, Seki, Revan, Kuba, Hoy), I, (1578-1914), Ankara – 1992, (BOA,
Hatt-ı Hümâyûn, nr. 6748-A), s.143.
[41] Ruslar
Gence’ ye öyle baskı yaptılar ki, Azerbaycan tarihçilerinden Mahmut İsmail’in
ifadesiyle belirtmek gerekirse: “Kimi şehri Gence adıyla çağırsaydı, bir manat
cerime edilirdi.” Derken, şehrin asırlar boyu Türkçe ifade olunan isminin
söylenmesi dahi cezayı ödemek için yeterli sebep sayılmaktaydı
[42] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.71.
[43] Zekeriya
Türkmen, “Karabağ Hanlığının Rus İdaresine Bağlanması Meselesi”, Avrasya
Etütleri, Ankara, 1996, c. III, S. I, s. 114-116.
[44] Bala,
a.g.m., s. 215.
[45] Karabağlı,
a.g.e., s. 31
[46] Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yay., Ek Cilt, İstanbul, 1986, s. 271.
[47] Bala,
a.g.m., s. 215-216.
[48] 1905
Rus Devrimi; Rusya İmparatorluğu çapında geniş yankı bulan kitlesel siyasi
eylemlerdir. 1905 Moskova Ayaklanması örneğinde olduğu gibi, bazı eylemler
doğrudan hükümeti hedef almıştır. Saldırılar, işçi grevleri, köylü ayaklanmaları
ve askeri isyanlar şeklinde gelişmiştir. Olaylar sonucunda anayasal monarşiye
geçiş yapılmış ve Çarlık Duma’sı kurulmuş, çok partili seçimler yapılmış, 1906
Anayasası meydana getirilmiştir. Ancak Çarlık rejiminin yıkılması ve bazı
bölgelerdeki bağımsızlık yönünde yapılan silahlı ayaklanma girişimleri
başarısız olmuş ve bastırılmıştır.
[49] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.75-76.
[50] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.77
[51] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.76
[52] Geniş
bilgi için bkz. Dursun Yıldırım, Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü, Yay., Ankara, 1990.
[53] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.81
[54] Bala,
a.g.m., s. 216.
[55]
Gülistan Antlaşması, 12. Ekim 1813 tarihinde Rusya ile Kaçarlar (İran) arasında
imzalanan antlaşmadır. Bu antlaşma sonucunda Güney Kafkasya 'da bulunan
bereketli Karabağ toprakları Rusya yönetimine geçmiştir. İran adına antlaşmayı
Abbas Mirza Kaçar’ın vekili olarak Mirza Abdulhasan Han Şirazi imzalamıştır. Bu
antlaşmayla tarihte ilk kez Kuzey Azerbacan Rusya'ya bağlanmıştır. Güney
Azerbaycan ise İran'da kalmıştır. Mevcut bölünme Türkmençay Antlaşmasıyla
pekişmiş ve günümüze kadar devam etmiştir. Böylece Talış, Şirvan, Kuba, Bakü,
Gence, Karabağ ve Şeki hanlıkları Rusya'ya katılmıştır. İran, Doğu Gürcistan'a,
Kazak ve Şemseddil sultanlıklarına, ayrıca Dağıstan'a ait iddialarından
vazgeçtiğini bildirmiştir. Revan ve Nahçivan hanlıkları ise İran hâkimiyetinde
kalmıştır. Bu gelişmeler sonucunda Hazar Denizi'nde donanma bulundurma hakkı
Rusya'ya ait olmuştur. Rus tacirler dâhili gümrük vergisinden muaf olarak
ticaret yapabilmişlerdir.
[56] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.70-74.
[57] Özçelik,
Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları, s.77-78.
[58] Osmanlı
Devleti’nin Altı Vilayeti olan Sivas, Mamurat’ül-aziz, Erzurum, Van, Bitlis ve
Diyarbekir illeridir. O zamanki sınırları itibariyle Merzifon’dan Hakkâri’ye,
Mardin’den Ağrı’ya kadar olmak üzere, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu
da kapsayan geniş alan
[59] Geniş
bilgi için bkz. Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri,
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Yay., Ankara, 1967.
HOCAMIZA SAYFAMIZA GÖSTERDİĞİ İLGİ VE DESTEKTEN DOLAYI TEŞEKKÜR EDİYORUZ
YanıtlaSilHocam ellerinize saglik masallah üretmeye devam
YanıtlaSil