YERLİ VE YABANCI LİTERATÜRDE KURULUŞU TARTIŞILAN İMPARATORLUK: OSMANLILAR
Dr. Hakan DOĞAN
Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi
İkinci Roma’nın başkentinin yanı başında, Anadolu’nun
kuzey-batı ucunda küçük bir beyliğin tarih sahnesine çıkıp çok kısa bir zamanda
önce Anadolu’da daha sonra da Balkanlarda gücünü kabul ettirip bir dünya
imparatorluğu haline gelişi yerli ve yabancı birçok bilim adamının dikkatini
çekmiştir. Bunun neticesinde konuyla ilgili olarak bu süreci farklı yönlerden
ele alan birçok görüş ortaya çıkmıştır. Kuruluşla ilgili tüm tartışmaların temelinde
yatan soru, Osmanlıları önce Söğüt’e oradan da İstanbul’a götüren şartların
neler olduğudur. Dönemi aydınlatacak kaynakların çok az olması ve buna mukabil
bu kaynakların verdiği bilgilerin çok açık, doğru ve tatminkâr bulunmaması
araştırmacıların konuya farklı açılardan bakmasına sebep olmuştur. 13. ve 14.
yüzyıla ait çağdaş kaynaklar gerçekten de yok denecek kadar azdır. Ancak bundan
daha büyük olan problem, bu sayılı kaynakların sıhhat derecesidir (Köprülü,
1994: 16–22). Zira kaynakların verdiği
bilgiler bazen gerçeğe yakın, bazen de gerçek dışı ve hayal mahsulü birer
hikâye halindedir (Galotta, 1997: 41).
Eski Osmanlı kaynaklarına göre kuruluş hadisesi ilahî bir mucize olup
(Aşıkpaşazade, 1992; Edirneli Oruç Beğ, 1970) “ilk Osmanlı padişahları; dirâyet
ve şecaatle kılıca sarılmışlar ve her biri esâtiri bir şahsiyet olan bu gaziler
-Tanrı’nın adını yüce tutma gayretlerine karşılık- Allah’ın gösterdiği teveccüh
ve yardım sayesinde devletlerini kurmuşlardır...” Dolayısıyla bu ilahî lütuf
nazariyesiyle devletin kuruluşu hakkında izaha muhtaç bir mesele bırakmışlardır
(Barkan, 1944: 343).
Bunun yanı sıra, dönemin Batı Avrupa tarihi ile kıyaslandığında, erken dönem Osmanlı tarihinin sağlam bir kronolojisi de mevcut değildir. Yetersiz kronolojik bilginin eksikliği de dönemi analitik bir yaklaşımla tartışmayı zorlaştırmaktadır (Imber, 2000: 39). Bu durum konuyla ilgili farklı yorumların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Sencer Divitçioğlu, Osmanlıların kuruluşu üzerine yapılacak çalışmalarda bu kaynak sıkıntısını kendi eserinin (Divitçioğlu, 2000) önsözünde şöyle dile getirmektedir; “ Bu kitap sizi Osmanlı kuruluş toplumunun doğrularına değil, bu toplumun tarihine götürecektir. Onu okurken ne Söğüt yaylalarında ne de Bursa sokaklarında dolaşacaksınız. Bırakın Osman ve Orhan beyleri görmeyi, onları tanıyanlarla bile konuşamayacaksınız. Maalesef, gezintinizin alanı sadece tarih kitaplığının raflarıyla sınırlı kalacak. Aşıkpaşazâde’yi, Anonim’i ve Neşrî’yi hatmedeceksiniz. Gibbons, Wittek ve Köprülü okuma listenizde olacak; İnalcık, Beldiceanu, Ocak, Zachariadou ve Kafadar ise danışmanlarınız. Fakat bu tarihçilerden hiçbiri size Osmanlı toplumunun doğrularını gösterip, tam olarak anlatamayacak. Anlatamayacak; çünkü, ilk Osmanlı Tarihleri (Tevârih-i Âl-i Osman) ancak 15. yüzyılda, Ahmedî, Şükrullah, Oruç, Âşıkpaşazâde ve Anonim yazarının kronikleriyle ortaya çıkmıştır; kuruluş öneminden, aşağı- yukarı, bir yüzyıl sonra...” Bu temelde yapılan izahlar ve ortaya konan teoriler üzerindeki tartışmalar makul bir ortak kabullenmeye yol açmamış, aksine yeni yeni meseleleri de beraberinde getirmiştir (Emecen, 2003: 1). Yapılan çalışmalardan ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında, bu konunun yerli ve yabancı birçok tarihçiyi daha uzun seneler meşgul edeceği de muhakkaktır. Sorun, küçük bir bölgede sınırlı şartlar altında ortaya çıkan bir siyasî mekanizmanın nasıl olup da bir beyliğe, akabinde de dünya Siyasetine yön veren kudretli bir imparatorluğa dönüştüğünün ortaya konulması sorunu olduğuna göre bu alanda yapılması gereken çok şey olduğunu, ortaya çıkan bugünkü tablodan çok rahat ifade edebiliriz. Mevcut kaynaklara ilaveten bulunabilecek yeni kaynaklar ve bilhassa Halil İnalcık’ın fikir önderi olduğu saha çalışmaları bu sürecin yeni bir ivme kazanmasına çok önemli katkılarda bulunacaktır (Koç, 1999: 36- 37).
Kuruluş üzerine ortaya atılan fikirler iki safta
kutuplaşmıştı. Bunlardan birinci gurup, Bizans yani Avrupa medeniyetinin
teşkilat ve bürokratlarının erken dönem Osmanlı devlet ve imparatorluk
aygıtlarına olan etkisine vurgu yaparken diğer gurup, Türk- İslam medeniyetini
ve bürokratlarını ön plana çıkarmışlardır. Zira Türk-İslam medeniyeti bir
imparatorluk kurmak ve yönetmek konusunda gerekli teori ve personele fazlasıyla
sahiptiler. Yine yerli ve yabancı literatürde erken dönem Osmanlı
genişlemesiyle ilgili iki ana tez vardır. Bunlardan birinci guruba dahil
teorisyenler gaza ideolojisini temel motivasyon kaynağı olarak görürlerken, ikinci
grup teorisyenler de bu görüşün aksine bunun ideolojik bir çaba ve manevî kazançtan ziyade fetih ve yağma faaliyetlerinden elde edilen
ekonomik kazanca dikkat
çekmişlerdir. Osmanlıların ne zaman kurulduğu sorusuna akademik anlamda ilk
cevap,Türk Tarih Encümeni üyelerinden Efdaleddin Bey tarafından yazılan bir
makalede (Efdaleddin Tekiner, 1330: 36- 48) verilmeye çalışılmıştır. Efdaleddin
Bey’in bu yönde bir inceleme yapması resmî bir talep üzerine gerçekleşmiştir.
Maarif-i Umumiye Nezareti, 28 Kânûn-ı Sâni 1329/10 Şubat 1914 tarihli bir
tezkire ile Târih-i Osmânî Encümeni tarafından Osmanlı Devleti’nin istiklal
tarihinin tespit edilmesi istenmiştir. Bu vazife de Efdaleddin Bey’e
verilmiştir. Çalışmalarına başlayan Efdaleddin Bey, bu doğrultuda eski
“Tarihler”i ve salnameleri incelemiş ve Osmanlıların istiklal tarihine delalet
edecek ifadeleri yakalamaya çalışmıştır (Turan, 1999: 190- 193). Kuruluş tarihi ile ilgili son dönemlerde
Halil İnalcık önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunmuştur. İnalcık, “Osman
Gazi’nin tüm gazilerin etrafında top lanması ve dolayısıyla karizmatik bir
lider olması bu bölgede kazandığı Bafeus Savaşı’na bağlıdır. Dolayısıyla, Osman
Gazi’nin Hersek’te kazandığı bu savaş hanedanlığın kuruluşunu apaçık gösteren
bir zaferdir. Hanedanlığın kuruluşunun kesin tarihini Yunanlı Pahimeres
vermektedir. Bu tarih 27 Temmuz 1302’dir. Bu suretle Osmanlı Devleti’nin
kuruluş tarihini bu olaya bağlı tutarak tespit etmiş bulunuyoruz. Bunun vuku
bulduğu yer de Yalak-ova’dır”, diyerek bu çok eski tartışmaya yeni bir boyut
kazandırmıştır. Bu analizi ile de ortak kabul gören 1299 tarihini değiştirecek
bilimsel bir gerçekliği ortaya koymaya çalışmıştır. Bu konudaki tespitlerini de
27 Temmuz 2009 tarihinde Yalova’da düzenlenen ve dün yanın saygın
üniversitelerinden gelen önemli tarihçilerin de katıldığı “Osmanlı Devleti’nin
Kuruluş Tarihi Uluslararası Sempozyumu’nda bir kez daha tekrarlamıştır
(İnalcık, 2011: 22- 23).
Osmanlıların tarihte eşine ender rastlanan bu büyük
başarılarını tamamen Avrupalı unsurlara dayandırma ısrarı, Gibbons’un hem İslam
hem de Türk kültür ve medeniyeti hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını
ortaya koymaktadır. Ayrıca birinci elden Selçuklu ve Osmanlı kaynaklarını
kullanmaması da en büyük eksikliği olarak göze çarpmaktadır. Bu sebeplerden
dolayı Gibbons’un bu teorisi, genel tarihte oldukça popüler olmasına rağmen,
filoloji tabanlı ve bu konuda otorite olarak kabul edilen birçok tarihçinin
özellikle de Osmanlıların devlet ve kültürünün ana kaynağını Anadolu Selçuklu
tarihinde gören ilim adamlarının çok sert eleştirilerine maruz kalmıştır
(İnalcık, 2005: 118). Gibbons’un eserinin yayınlanmasını takip eden 20 yıldan
fazla zaman boyunca Osmanlı Devleti’nin kuruluşu problemi ilim âleminin
gündeminden düşmedi. Tüm bu eksikliklerine rağmen Gibbons’un teorisini işlediği
çalışması, Osmanlıların coğrafyasında yaşayan Hıristiyan devlet ve unsurların
aralarındaki iktidar mücadelelerini ve Osmanlıların bu mücadeleler sırasında
geliştirdikleri siyasî stratejileri anlatması bakımından değerli bir eser
olarak kabul edilebilir.
Gibbons’un bu teorisine karşı cevap çok gecikmeden Mehmet
Fuat Köprülü tarafından gelmiştir. Köprülü’nün bu cevabı aynı zamanda kendi
tezini de ortaya çıkarmıştır (Köprülü, 1984). Gibbons ile başlayan tartışma,
Köprülü ile ilmî bir kimlik kazanmıştır. Türk kültür ve edebiyat tarihinin
kurucusu olarak kabul edilen Köprülü, 1932 yılında Paris’te Sorbonne
Üniversitesi’nde verdiği bir dizi konferansta Osmanlı Devleti’nin doğuşunu ve
Gibbons’un yok saydığı Osmanlıların Türk geçmişini, 13. yüzyıl Anadolu
tarihinin bir uzantısı olarak değerlendirmiş ve Uc’lara özgü kültür üzerinde
önemle durmuştur (İnalcık, 2005: 118).
Köprülü’ye göre Osmanlıların teşekkülündeki en önemli etken,
13. ve 14. yüzyıl Anadolu’sunun sosyo- kültürel durumu ve bilhassa Müslüman-
Türk nüfusun içinde barındırdığı dinî- meslekî zümreler ve bunların mayaladığı
kültürel ortamdır (Koç, 1999: 38). Zira Anadolu Müslüman- Türk toplumunun maddî
ve kültürel dinamikleri, Osmanlılarınki gibi bir devletin gelişimini besleyecek
derecede gelişmişti. 13. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’nun batısına doğru
gerçekleşen demografik baskı, bu dinamikleri harekete geçirmişti (Kafadar,
2010: 54- 55). Köprülü’nün bu analizleri soruna yeni yaklaşım yöntemleri
getirmiş ve bu analiz yöntemleri Halil İnalcık ve Feridun Emecen gibi
tarihçiler tarafından dikkatlice ele alınmıştır. Gibbons’un tezine bir eleştiri de Friedrich
Giese’den (Giese, 2000: 149- 175) gelmiştir.
Giese, Osmanlıların kuruluşunu 13. yüzyılın büyük siyasî ve kültürel
mücadelelerinin bir sonucu olarak görür ve bu bağlamda Şark tarihi ve
kaynaklarının kullanılması gerektiğine vurguda bulunur.
Köprülü’nün
bu tezini müteakip Paul Wittek de, Londra’da Osmanlıların doğuşu meselesi
üzerine bir dizi konuşma yapmış ve bu konuşmaları bir kitap olarak yayınlanmıştır
(Wittek, 2000). Wittek’in tezinin temeli, Osmanlı Devleti’nin görkemli
yükselişinin gerçek sebebi, İslam
mücahitleri (gaziler) olan Türk göçebelerinin varlığıdır (Jennings, 1998: 661).
Wittek’e göre Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesine çıkaran dinamik ideolojik
faktör, gazâdır (İnalcık, 2005: 119). Wittek bu tezini güçlendirmek için en
eski iki Osmanlı kaynağına başvurur. Bunlardan birincisi 15. yüzyılda yazılmış
olan, Ahmedî’nin “İskendernâme”sidir. Diğeri ise, 1337 tarihli Bursa’daki bir
kitabedir. Bu kitabede, Osman Bey’in oğlu Orhan Bey’den “ gazi sultanlarının
oğlu gazi sultan” olarak bahsedilmektedir. Wittek teorisini bu iki kaynağa
dayandırmaktadır (Kafadar, 2010: 75). Şinasi Tekin, Paul Wittek’in gaza
teorisinin dayanağı olan 1337 tarihli Bursa’daki kitabenin gerçekte 1417
tarihli bir orijinal kitabeden veyahut sonraki dönemlere ait herhangi bir
kitabenin üslubunun taklit edilerek yazılmış olabileceğini, bundan dolayı da
adı geçen kitabenin sahte olduğunu ileri sürer (Demirci, 2013: 95- 96).
Mustafa Akdağ,
13–14. yüzyıl Anadolu’sunun kuzeybatı ucunda yığılan göçebe Türkmenlerle bu
bölgede tarımla uğraşan yerli Rumlar arasındaki iktisadî ilişkiler temeline
dayandırdığı “ Marmara İktisadî Ünitesi” (Akdağ, 1999: 375; Akdağ, 1949: 497-
564) tezi ile konuyu ekonomik boyutuyla ele almaya çalışmıştır. Ona göre,
Marmara ile Ege kıyılarının Türkiye’nin bir parçası olmak üzere istila edilmesiyle
memleketin iktisadî ve siyasî coğrafyası bakımından Osmanlıların büyümesi için
daha elverişli bir durumun ortaya çıktığına temas etmiştir. Ancak bu tez
yeterince geliştirilememiş ve birçok eleştiriye (Mesela bkz; İnalcık, 1949: 629-
690) maruz kalmıştır.
Mehmet
Fuat Köprülü’nün ileri sürdüğü görüşler Halil İnalcık tarafından biraz daha
genişletilerek yeni birtakım fikirlerle desteklenmiştir. İnalcık, diğer
faktörlerin yanı sıra gaza faktörünü öne çıkarmış, cihad ve gazanın 17. Yüzyılın
sonlarına kadar Osmanlı Devleti’nin temel dinamik ilkesi olarak devam ettiğini savunmuştur
(Demirci, 2013: 93- 94). Halil İnalcık, çeşitli dönemlerde yazdığı çalışmalarında,
meseleyi hem sosyal yönden hem de siyasî gelişme ve fetih hareketlerine bağlı
olarak coğrafî gelişim açısından ele alır. Ayrıca İnalcık’a göre, Osmanlı
Devleti’nin doğuşu sorunu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu sorunu
birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu tarihi, Osmanlı
Devleti’nin Anadolu ve Balkanlar’da nasıl ve hangi koşullar altında
hâkim bir
siyasî güç haline geldiğini inceler. Osmanlı Devleti’nin doğuşu sorunu ise, Selçuklu-
Bizans “Uc” (serhad) bölgesinde Osman Gazi’nin önderliğinde ilk siyasî
çekirdeğin nasıl ortaya çıktığını açıklamakla ilgilidir (İnalcık, 2005: 118). Bununla
birlikte İnalcık kuruluş tartışmalarının doğru bir kronoloji[1]
üzerinden okunması taraftarıdır. Bu bağlamda, kaynakların doğru bir tenkit
süzgecinden geçirilmesi ve yer adlarının (toponomi) sorgulanması[2]
üzerinde titizlikle duruyor. Öyle ki son
zamanlarda Osmanlı Devleti’nin kuruluş coğrafyası üzerinde yapılan arkeolojik
araştırmalar büyük bir hız kazanmıştır (Bu türden araştırmalar için bkz;
Kaplanoğlu, Bursa: 2000). Cemal Kafadar, son günlerde Türkçeye de tercüme
edilen çalışmasında (Kafadar, 2010), şimdiye kadar ortaya konulan çalışmaları
ve tezleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirerek bir sentez girişiminde
bulunmuştur. Öyle ki Kafadar bunu eserinde şöyle ifade etmektedir; “Bu kitabın
kendisi kısmen, Osmanlı Devleti’nin doğuşu ve bu konunun tarih biliminde ele
alınış biçimi üzerinde genişletilmiş bir tarih yazıcılığı denemesidir. Bu eser
aynı zamanda, Osmanlı araştırmacılarının
çalışmalarıyla kurulan bu diyalog yoluyla, Osmanlı gücünün ortaya çıkmasına olanak
tanımış ve on dördüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar güneybatı Asya ve
güneydoğu Avrupa’nın kaderlerini şekillendirmekte büyük rol oynayan kendine
özgü sosyal ve kültürel dinamikleriyle birlikte Orta Çağ Anadolusunun uç bölgesinin
yeni bir değerlendirilmesini geliştirme girişimidir” (Kafadar, 2010: XVI).
Kuruluş hadisesini tek faktörle açıklamaya çalışmayı reddeden Kafadar, bu
konuda eser verenleri bu bağlamda sıkı bir tenkite tabi tutmakta ve kullanılan kaynakların
dönemlerinde taşıdığı anlamların iyi analiz edilmesi gerektiğine de işaret
etmektedir.
1980’li
yılların başında kuruluş meselesini, yazdığı eserle (Lindner, 2000) yeniden
alevlendiren ve ilim âleminin dikkatlerini tekrar bu yöne çeken Paul Lindner, Wittek’in
gaza tezinin sağlam bir temele dayanmadığını, bunların daha sonraki dönemin
ideolojisinin geçmişe yansıtılmasından başka bir anlam taşımadığını ileri
sürer. Osmanlı Beyliğinin kabilevî bir çekirdekten geliştiğini, ancak sınırlar
genişledikçe yerleşik toplum ve devletin gerektirdiği yapılara ihtiyaç
duyulduğundan kabilevî unsurların giderek arka plana atıldığını ve sonuç olarak
Osmanlıların giderek köken olarak mensup bulunduklara kabilevî gruplara
yabancılaştıkları tezini savunur. Yani kuruluş hadisesini antropolojik açıdan
ele alır. İlk Osman lıların ise göçebe toplumdan tarım toplumuna geçen ve kan
bağına değil çıkar birlikteliğine dayanan bir “aşiret” yapısına sahip olduğunu
iddia etmektedir. Bu aşiret yapısı yağma faaliyetleriyle hayatiyetini devam
ettiriyor ve silah gücüyle de güvenliğini sağlıyordu. Osmanlılar güç kazandıkça
ve imparatorluk yolunda hızla ilerledikçe bu yapıdan uzaklaşmaya başlamış ve
kökenine yabancılaşmaya başlamıştır. Lindner’e göre Wittek’in ileri sürdüğü ve
ilim âlemince genel kabul gören gaza teorisi için ileri sürdüğü kanıt daha önce
de belirttiğimiz iki kaynak olan 1337 tarihli Bursa Kitabesi ve Ahmedî’nin
manzum eseridir. Lindner, bu kaynakların ilk Osmanlıların gerçek değer sisteminden
ziyade, devlet olma yolunda önemli adımlar atmış olan yerleşik bir düzenin
sonraki dönemde benimsediği ideolojiyi yansıtan kaynaklar olarak
okunabileceğine işaret eder. Lindner’e göre, eğer ilk Osmanlılar gerçekten de
gaza ideolojisine sımsıkı bağlı olsalardı; birincisi, farklı bir dinden olan
Bizanslıları kendi saflarına katmazlardı, ikincisi, diğer Müslüman beyliklere
karşı savaşmazlardı, üçüncüsü, Hıristiyanların ihtida etmesi için baskı
yaparlardı, dördüncüsü ise, istimalet[1]
adını verdikleri uzlaştırıcı bir
politikaya yer vermezlerdi ve son olarak da heterodoksinin ve İslam öncesi alışkanlıkların
serbestliğine izin vermezlerdi (Lindner, 2000: 17- 29; Kafadar, 2010: 75- 76).
Gaza tezini
reddedenlerden birisi de Colin Heywood’dur. Ona göre, Osmanlıların kuruluşundaki
en önemli faktör Türk ve İslam motifli Anadolu geleneği değil, Karadeniz’in
kuzeyini de içine alan geniş Moğol coğrafyasıdır. Bu teze göre Osmanlılar, 1299
yılında Altın Ordu hanı Nogay’ın ölümünü müteakip Kırım’dan güneye, oradan da
Anadolu’ya göç eden bir grup unsurla ilişkilendirilmektedir. Yani ilk Osmanlı
nüvesi, Müslüman olmayan Altın Ordu ile Müslüman olan İlhanlılar arasında vuku
bulan kısa süreli savaş döneminde (1296–1304) kesin şeklini almıştır. C.
Heywood’a göre bu teori gerçekten doğruysa, İlhanlı- Altın Ordu çarpışmasına
sahne olan ve Boğaziçi’nden Kafkaslar yoluyla Harezm’e kadar uzanan hat
üzerindeki bu büyük mücadelede, Bizans ya da Moğol kökenli olan Karesililerle
Osmanlılar (Atamanlar) arasındaki ilişki yeniden gözden geçirilmelidir
(Heywood, 1999: 137- 145).
Amerikalı tarihçi Ronald C. Jenings de gaza teorisini
reddedenlerdendir. Jenings, Osmanlıların Hıristiyan Beyler ve devletlerle olan
ilişkilerinin yoğunluğuna, Osman Bey’in Hıristiyan Ortodoks savaşçı gruplarla
olan ilişkilerine dikkat çekmiştir. Eğer gaza politikası uygulanmış olsaydı, bu
gruplar kontrol edilemeyip ele geçirilen köy, kasabalarda yaşayanlar ortadan
kaldırılarak savaş yapılmasının gerektiğinden söz eder. Bunun aksine Orhan Bey
döneminde dostça münasebetlerin olduğunu onun müttefik ve imparator damadı
olduğunu ileri sürer. Böyle bir ortamda 1337 tarihli kitabedeki ibarelerin
uygun olmadığını ve sonradan hazırlanmış olduğunu belirtir. Jennings’e göre
Orhan Bey “Gaza”’yı kullanmadığı gibi kendisini de hiçbir zaman “Gazi” olarak
görmemişti (Demirci, 2013: 95).
Macar Türkolog Gyula Kaldy-Nagy de Osmanlıların
kuruluşunu sağlayan Avrupa’ya karşı yürüttüğü fetih ve genişleme siyasetindeki
İslamî refleksi reddeder. Ona göre Türklerin Avrupa’ya karşı giriştiği
savaşları İslam’ın ruhundan kaynaklanan Hıristiyanlık nefreti ile açıklamak
zordur. Öyle ki, Osmanlılar hem Müslümanlarla hem de Hıristiyanlarla
savaşmışlardır. Dinle fazla haşır neşir olan dönemin kronik yazarları, hiç
olmayacak yerlerde dinsel motifler görmüşler ve atalarının askerî
faaliyetlerini din uğruna girişilmiş “kutsal savaşlar” olarak anlatmışlardır.
İster cihat ister gaza olsun Osmanlıların askerî harekâtlarının amacı herkesin
İslamiyet’i kabul etmesini sağlamak değildi. Eğer böyle olsaydı 16. yüzyılda
toplam imparatorluk gelirlerinin beşte birine tekabül eden cizye vergisini verecek
kimse kalmazdı. Bu da Osmanlıların menfaatlerine ters bir durumdu. Bunun yanı
sıra ordusunun önemli ve etkin gücünü teşkil eden yeniçerileri yetiştirmekte
önemli bir kaynak olan devşirmeler sadece İslam dinine mensup olmayan Osmanlı
tebaasından toplanmaktaydı (Kaldy-Nagy, 2000: 402- 405).
Alman bilim adamı J. Marquart kuruluş problemini
Osmanlı- Moğol ilişkisi kapsamında izah etmeye çalışmıştır. 1914 yılında W.
Bang ile birlikte yayınladıkları bir eserde, al- Birunî ve Avfî’yi esas alarak,
bu kaynaklarda adı geçen Kayı kabilesinin Osmanlıların mensup olduğu Kayı
boyundan başkası olmadığını ve Kay kabilesinin gerçekte Türk değil, Moğol
olmaları hasebiyle Kayı boyunun Türkleşmiş bir Moğol kabilesi olduğunu ileri
sürmüştür. Marquart eserinde Osmanlıların kökenine dair Kay = Kayı
birleştirmesini formüle etmiş ve bu KayKayı eşleşmesi J. Nemeth, ve C.
Brockelmann gibi Türkologlar tarafından da benimsenmiştir (Köprülü, 1999: 7-
9). Marquart’ın bu teorisi, Orta Asya Türk tarihi uzmanlarından biri olarak
kabul edilen Zeki Velidi Togan’ın 1941 yılında yayımladığı “Osmanlıların Orta
Asya’daki Cedleri” adlı makalesiyle desteklenmiştir. Togan’a göre, Osmanlılar
Kayığ Oğuz kabilesine değil, Uzak Doğu’da varlıkları 10. yüzyıl İslam yazarları
tarafından bildirilen Moğol kökenli Kay’lara mensup olduklarını belirtmektedir.
Hatta bugünkü Hazar-ötesi Türkmenleri ara sındaki Gay= Kay isimli oymağın da bunlardan
olduğunu ve bunların 12. yüzyılda Kara Hıtaylar devleti tarafından Horasan
sınırına yerleştirilen askerî bir birlik olduğunu iddia etmiştir.[2] Ancak
bu iki iddia da Köprülü tarafından çok şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir.
Köprülü ısrarla Kayı kabilesinin bir Oğuz Türk boyu olduğunun altını çizmekte
(Köprülü, 1999: 22- 35), ileri sürdüğü kanıtlarla (Köprülü, 1999: 36- 44) bunu
ispatlamaktadır. Ancak Köprülü’nün bu görüşünün Wittek tarafından reddedilmesi[3] tartışmayı
bir ölçüde sonuçsuz bırakmıştır. 1970’li yılların başlarında Osmanlı
Devleti’nin kuruluş problemi üzerine yazmaya başlayan Colin Imber, kuruluş
tartışmalarını Osmanlı tarih yazıcılığı açısından değerlendirmektedir. Tarihsel
bir olgu ya da olayla ilgili elde mevcut belgeler olmadan değerlendirmelerde
bulunmak ve bir yargıya varmanın çok sağlıklı olmadığının altını çizen Imber,
Osmanlıların ilk dönemlerine ait yeterli yazılı belge olmadığı için bu dönemi
bir “kara delik” olarak nitelendirmektedir. İlk döneme ait kaynakların birçoğu
siyasî otorite tarafından bizzat yazdırıldığı ve de tamamen hayal ürünü
oldukları için bu eserler akademik çalışmaların temel dayanağı olarak kabul
edilemez. Çünkü bu ilk dönem kaynaklarda anlatılanlar tamamen efsane ve mitolojiye
dayanan unsurlardır ve siyasî otoritenin hem kendi tebaasına hem de
karşısındaki güçlere meşruluğunu ispatlama kaygısıyla kaleme alınmışlardır
(Imber, 2000: 39- 71; Imber, 2000: 243- 270; Imber, 2000: 68- 77). Ancak bu
görüşü bazı tarihçiler tarafından şiddetle tenkit edilmiştir.[4]
Kuruluş tartışmalarına sonradan dâhil olan tarihçilerden birisi de Heath W.
Lowry’dir. Daha çok Osmanlı tahrir defterleri üzerinde yoğunlaşan Lowry, yeni
bir görüş ileri sürmekten ziyade, şimdiye değin ortaya atılan kuruluş teorilerini
yeniden ele almıştır. Yazdığı eserinde (Lowry, 2010) de kuruluşa dair orijinal
fikirleri olmadığını ancak yaptığı değerlendirmelerin bu sahada çalışacak olan
araştırmacılara büyük faydası olacağını belirtmektedir. Wittek’in meşhur gaza
teorisini oldukça yetersiz bulan yazar, iki önemli hususun altını önemle
çizmektedir. Birincisi, Bizans ve Balkanlardaki elit kesimin zamanla Osmanlı
eliti haline geldiğidir. Yani Lowry, H. A. Gibbons’un tezinin temel dayanağı
olan Hıristiyan elit unsurunun Osmanlıların kuruluşundaki en büyük paya sahip
olduğu fikrine katılmaktadır. Çünkü Osmanlılar bu unsurları başlangıçta
yerlerinde bırakarak zamanla kendi toplumunun bir parçası haline getirmiştir.
İkinci olarak ise, Osmanlıların kuruluşunda ekonomik bir öğe olan “ganimet”i
yani dinî ifadeyle “yağma”yı ön planda tutmaktadır.
Osmanlıların kuruluşundaki en büyük itici güç,
Wittek’in iddia ettiği gibi “gaza” değil ekonomik anlamda farklı kesimlerden
birçok unsuru cezbeden ganimet ve köle elde etme hevesidir. Sencer Divitçioğlu,
kaleme aldığı eseriyle (Divitçioğlu, 2000) Osmanlı Devleti’nin kuruluşu
hadisesine antropolojik açıdan yaklaşarak olayın farklı bir boyutuna dikkatleri
çekmiştir. Onun bu çalışması, kuruluş hadisesi ile ilgili mevcut tartışmalara
da değinmektedir. Ancak esas itibariyle eser, temel kaynakların yeniden ve
farklı bir bakış açısıyla okunması niteliğini taşımaktadır. Irêne Melikoff ve
Ahmet Yaşar Ocak (bkz; Ocak, 1997), kuruluş sürecini birtakım dinsel ve
sosyo-kültürel olgulara dayandırmakta ve ilk dönem Osmanlı heterodoksi
uygulamalarını ön plana çıkarmaktadırlar. Kuruluş sorununu Mehmet Fuat
Köprülü’nün öncüsü olduğu Annales ekolünün öngördüğü birtakım objektif
koşulların, yani coğrafya, demografi, ekonomi ve kültür ekseninde inceleyen
Ömer Lütfi Barkan’ın bir dizi çalışmaları konuya farklı bir boyut
kazandırmıştır. Barkan, arşiv malzemelerini ve özellikle de tahrir defterlerini
(Barkan, 1988) derinlemesine analiz ederek Osmanlı demografisi, toprak ve tarım
ekonomisi ile ilgili veriler[5]
ortaya koymuştur. Bu çalışmalardan yola çıkan Barkan, mirî toprak rejiminin
devletin mutlakiyetçi-merkeziyetçi karakterine olan etkisini ve ilk yerleşme
alanlarının sosyal-demografik koşullarını istatistikî olarak ortaya koymaya
çalışmıştır. Bunların yanında Barkan’ın demografi araştırmaları, Osmanlı
kuruluşunda zaviyedâr Türk dervişlerinin[6]
önemli bir katkısının olduğu gerçeğinin altını da çizmektedir (İnalcık, 2005:
119- 120). Cemal Kafadar’ın, kuruluş üzerine yapılan değerlendirmelerin
sentezinin akabinde bir eser de (Emecen, 2001) Feridun M. Emecen tarafından
yayınlandı. O da Köprülü ve İnalcık’ın ısrarla üzerinde durdukları Türk- İslam
kaynaklı Anadolu geleneği ve Türkmen beylikleri üzerinde durmaktadır.
Osmanlıların Türkmen kimliğine sahip olmasının ve Kayı boyuna mensubiyetinin
ciddi bir husus olduğuna dikkatleri çeken Emecen, Osmanlıların ortaya çıktığı
coğrafyanın ve Rumeli eksenli gelişimlerinin kuruluş sürecinin bir izahı olarak
kabul etmektedir. Kuruluşu analiz ederken de Türkmen beylikler dünyasında
kaynaklar açısından Osmanlılara bakışın ne şekilde olduğu hususunu inceliyor.
Sonuç
Tüm bu görüş ve analizlerden de anlaşılacağı üzere, Osmanlıların küçük bir aşiretten yaklaşık altı yüz yıl dünya siyasetine yön veren bir cihan imparatorluğu
haline gelişindeki faktörleri bir tek nedene indirgemek çok doğru bir yaklaşım
olmayacaktır. Zira en başta da belirttiğimiz gibi bunun en önemli nedeni, kuruluşu izah etmede kullanılan kaynakların yetersiz olmasının yanı sıra bu kaynaklarda verilen bilgilerin çelişkili ve doğruluk derecelerinin tartışmalı olmasıdır.
Bu durum yerli ve yabancı birçok bilim adamı ve araştırmacının Osmanlıların
kuruluşu üzerine kafa yormasına ve konuya farklı yönlerden yaklaşmasına neden
olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu üzerine H. Adams Gibbons ile başlayıp Cemal
Kafadar’a kadar uzanan bu süreçte karşımıza çıkan bu farklı açıklama ve yorumların temelde, “batıya göç gibi yoğun nüfus hareketleri”, “yer adları (toponomi)”, “Türk Kayı veya Moğol kökenliler dâhil Bitinya aşiretleri”, “uç toplumu
ve kültürü”, bu bağlamda antropolojik olarak “Osmanlı” gibi yepyeni bir ırk ve
“gaza (kutsal savaş)” kavramları etrafında literatüre geçtiği görülmektedir. Öyle
anlaşılıyor ki Osmanlıların kuruluşunu bir veya birkaç faktöre indirgeme eğiliminin baskın göründüğü bu analiz çerçevelerinin daha uzun süre gündemi meşgul
edeceği anlaşılmaktadır. Osmanlıların kuruluş süreci üzerine yapılacak yeni çalışmalarla elde edilecek bulguların bu sürecin siyasî, etnik, toplumsal, ekonomik,
askerî ve kültürel boyutlarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı muhakkaktır.
[1] Sözlük anlamı “meylettirme, cezp etme, gönül alma” olan istimalet, Osmanlı kroniklerinde “halkı ve
özellikle gayr-ı müslim tebaayı gözetme, onlara karşı hoşgörülü davranma, raiyyetperverlik” anlamında kullanılmıştır. Fethedilen yerlerin halkına iyi davranma, onları himaye etme, dış düşmanlara karşı can ve mal güvenliğini sağlama, dini konularda serbestiyet verme, vergi hususunda kolaylık gösterme Osmanlı istimâletinin başlıca unsurlarıdır. Osmanlıların Selçuklulardan devraldığı bu istimalet politikası, Osmanlı fetihlerini olaylaştıran önemli bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu politika sayesindedir ki; eskisine oranla daha güvenli bir hayata ve koruma altına alınmış haklara sahip olan gayr-i Müslim tebaa ile uzun yıllar problem çıkmamış, Osmanlılar asırlarca Balkanlarda ve Orta Avrupa’da tutunabilmiştir. Bu hususta daha geniş bilgi için bkz; (İlgürel, 2001: 362- 369).
[2] Zeki Velidi Togan’ın iddiaları için bkz; (Köprülü, 1999: 15- 17).
[3] Wittek’in bu konudaki eleştirileri için bkz; (Köprülü, 1999: 75- 90)
[4] Mesela Halil İnalcık ilk döneme ait çağdaş Osmanlı ve Bizans kaynaklarını büyük bir titizlik ve dikkatle incelemiş, yaptığı saha araştırmalarıyla da bu kaynakların verdiği bilgilerin sıhhat derecesini test etmiştir. Imber’in aksine kaynakların yetersizliğine değil ne şekilde okunup değerlendirilmesine dair yeni yöntemler geliştirmiştir. Bu hususta bkz; (İnalcık, 2000: 93- 117; İnalcık, 2000: 119- 145).
[5] Bu istatistikî veriler için bkz; (Barkan, 1943).
[6] Bkz; (Barkan, 1942).
[1] Son dönemlerde İnalcık’ın Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihini 1299 değil 1302 olarak ısrarla vurgulaması bunun en büyük delilidir.
[2] Yine yer adlarının tespiti hususunda son dönemlerde İnalcık’ın önemli saha çalışmalarına öncülük ettiği ve işe beyliğin kurulduğu bölgelerden birisi olan Eskişehir- Sultanönü’den başladığı bilinmektedir.
KAYNAKÇA
Akdağ, M.
(1949). Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve İnkişafı Devrinde Türkiye’nin
İktisadî Vaziyeti, Belleten, No: 51, 497- 564. Akdağ, M. (1999). Türkiye’nin
İktisadî ve İçtimaî Tarihi – I (1243- 1453), Ankara: Barış Yayınevi.
Aşıkpaşazade. (1992). Âşık Paşa Oğlu Tarihi, Haz; Atsız, İstanbul: MEB.
Yayınları. Barkan, Ö. L. (1944). Osmanlı İmparatorluğunun Teşekkülü Meselesi,
AÜSBFD, c. I, S. 2. Barkan, Ö. L. (1942). Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve
Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstilâ Devirlerinin
Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler, Vakıflar Dergisi, II, Vakıflar Umum
Müdürlüğü Neşriyatı. Barkan, Ö. L. (1988). Hüdavendigâr Livası Tahrir
Defterleri, Ankara: TTK Yayınları. Barkan, Ö. L. (1943). XV. ve XVI. Asırlarda
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, I:
Kanunlar, İstanbul: Bürhaneddin Matbaası. Demirci, S. (2013). Erken Dönem
Osmanlı Tarihi “Kara Bir Delik / A Black Hole” Mi?” Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşu “Gazi / Gazâ” İdeolojisi İle İlgili Tartışmalar, History Studies
International Journal of History, Volume 5, İssue 1, 89- 100. Divitçioğlu, S.
(2000). Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu, 2. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Edirneli Oruç Beğ. (1970). Oruç Beğ Tarihi, Haz; Atsız, İstanbul: Tercüman 1001
Temel Eser. Efdaleddin (Tekiner). (1330). İstiklâl-i Osmânî Târîh ve Günü
Hakkında Tedkîkât, TOEM, V/25. Emecen, F. M. (1999). Siyasî ve Jeopolitik
Dinamikler Hakkında Bazı Mülahazalar (1300–1389), Beylikten Cihan Devleti’ne,
Milliyetçilik ve Milliyetçilik Tarihi Araştırmaları VII. İlmî Kongresi, (Yayına
Hazırlayanlar: Bahaeddin Yediyıldız, Yücel Hacaloğlu), Eskişehir: Türk Yurdu
Yayınları. Emecen, F. M. (2003). İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler
Dünyası, 2. Baskı, İstanbul: Kitabevi Yayınları. Galotta, A. (1997). Oğuz
Efsanesi ve Osmanlı Devletinin Kökenleri: Bir İnceleme, Osmanlı Beyliği
(1299–1389), Editör: Elizabeth A. Zachariadou, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları. Gibbons, H. A. (1998). Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu,
(Osmanlıca çev; Hüseyin Dağ -İngilizce çev, Bülent Arı), Ankara: 21. Yüzyıl
Yayınları. Giese, F. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu Meselesi,
Söğütten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar,
(derleyenler; Oktay ÖzelMehmet Öz), Ankara: İmge Kitabevi. Heywood, C. J.
(1999). Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Problemi: Yeni Hipotez Hakkında Bazı
Düşünceler, Osmanlı, I. 137- 145. Imber, C. (2000). İlk Dönem Osmanlı Tarihinin
Kaynakları, Söğütten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine
Tartışmalar, (derleyenler; Oktay Özel- Mehmet Öz), İmge Ankara: Kitabevi
Yayınları Imber, C. Osman Gazi Efsanesi, Osmanlı Beyliği (1300–1389), (ed;
Elızabeth A. Zacharıadou- çev; Gül Çağsalı Güven), 2. Baskı, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları. Imber, C. (2000). Osmanlı Hanedan Efsanesi”, Söğütten
İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, (derleyenler;
Oktay Özel- Mehmet Öz), Ankara: İmge Kitabevi. İlgürel, M. İstimâlet, TDVİA,
XXIII, 362- 363. İnalcık, H. (2000). Âşıkpaşazâde Tarihi Nasıl Okunmalı?,
Söğütten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar,
(derleyenler; Oktay Özel- Mehmet Öz), İmge Ankara: Kitabevi Yayınları. İnalcık,
H. (2005). Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Problemi, Doğu Batı, Makaleler I, Doğu
Batı Yayınları. İnalcık, H. (1949). Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve
İnkişafı Devrinde Türkiye’nin İktisadî Vaziyeti Üzerinde Bir Tetkik
Münasebetiyle, Belleten, XV / 60, 629-684. İnalcık, H. (2000). Osmanlı
Tarihçiliğinin Doğuşu, Söğütten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu
Üzerine Tartışmalar, (derleyenler; Oktay Özel- Mehmet Öz), Ankara: İmge
Kitabevi Yay. İnalcık, H. (2011). Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak Kuruluş, 5.
Baskı, İstanbul: Hayy Kitap. Jennings, R. C., “Gazi Tezi Üzerine Bazı
Düşünceler”, (çev, Salih Pay), Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Sayı: 7, C.7, Bursa, 1998. Kafadar, C. (2010). İki Cihan Âresinde, Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu, (çev; Ceren Çıkın- Haz; Mehmet Öz), Ankara: Birleşik
Yayınevi. Kaldy-Nagy, G. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nun İlk Yüzyıllarında
Kutsal Savaş (Cihat), Söğütten İstanbul’a, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine
Tartışmalar, (derleyenler; Oktay Özel- Mehmet Öz), Ankara: İmge Kitabevi Yay.
Kaplanoğlu, R. (2000). Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Bursa: Etnografya
Yayınları. Koç, Y. (1999). Osmanlı Beyliği’nin Teşekkülü, Beylikten Cihan Devleti’ne,
Milliyetçilik ve Milliyetçilik Tarihi Araştırmaları VII. İlmî Kongresi, (Yayına
Hazırlayanlar: Bahaeddin Yediyıldız, Yücel Hacaloğlu), Eskişehir: Türk Yurdu
Yayınları. Köprülü, M. F. (1984). Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara: Türk
Tarh Kurumu Yayınları. Köprülü, M. F. Osmanlı’nın Etnik Kökeni, Kaynak Yay.,
İstanbul, 1999. Lindner, R. P. (2000). Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve
Osmanlılar, (çev; Müfit Günay), Ankara: İmge Kitabevi. Lowry, H. W. (2010).
Erken Dönem Osmanlı Devleti’nin Yapısı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları. Ocak, A. Y. (1997). Kültür Kaynağı Olarak Menâkıb-nâmeler,
Metodolojik Bir Yaklaşım, 2. Baskı, Ankara: TTK Yayınları. Turan, A. N. (1999).
Osmanlı Devleti Ne Zaman Kuruldu?, Osmanlı, I, 190- 193. Wittek, P. (2000).
Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, (çev, Fatmagül Berktay), İstanbul: Pencere
Yayınları.




Hocam emeklerinize ellerinize sağlık
YanıtlaSilHocam emeğinize saglik
YanıtlaSilKaleminize sağlık hocam 👏
YanıtlaSilçok uzun olmasına rağmen çok ilginç bir yazı. Hocamıza teşekkür ediyoruz.
YanıtlaSilÇok güzel olmuş , başarılarınızın devamlarını diliyorum sayın Hocam 👌🏻
YanıtlaSilŞimdi 1299 yanlış bir bilgi mi.
YanıtlaSilHocam dogru bilinen yanlışlar tarihe karıştı. Sayenizde kaieminize saglik
YanıtlaSil