Türkler Kuşatma Araç-Gereçleri Teknolojisiyle Ne Zaman Tanıştı?Türkler Kuşatma Araç-Gereçleri Teknolojisiyle Ne Zaman Tanıştı?
Prof.Dr. Erkan GÖKSU
9 Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi
Akademi Tarih sayfasının bugün ki konuğu Prof. Dr. Erkan Göksu hocamız.
Türklerin ağır silah
teknolojisini ilk defa nerede ve ne zaman kullandıklarını tespit etmek ise
oldukça güçtür. Bu konudaki yaygın kanaat, göçebe/konargöçer bir hayat süren
Türklerin, gerek yapımı, gerekse taşıma ve kullanımı bakımından
göçebe/konargöçer hayatı “ağırlaştıracak”, hareket serbestliğini sınırlayacak
ağır silahlardan uzak durdukları şeklindedir.
Gerçekten de Erken dönem Türk
tarihi hakkında bilgi veren Çin kaynaklarında Hun ordusunun kuşatma
harekâtlarından, kale ve şehir muhasaralarından bahsetmekle birlikte, bu tür
savaşlarda Hunların uyguladıkları muhasara usullerinden ve kullandıkları
muhasara silahlarından hiç bahsetmemişlerdir. Kaynakların bu tür bilgileri
atlamış olma ihtimalinin zayıf olduğu ve esasen ağır silahların eski Türk
hayat
tarzı ve savaş taktiğine uygun olmadığı da düşünülürse, bu dönemde Türklerin
ağır silahlara pek fazla rağbet etmedikleri söylenebilir. Esasen verilen
bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla Hun kuşatmaları, klasik muhasara savaşlarının
aksine çok uzun sürmeyen, mevkileri ele geçirip yerleşme amacı gütmeyen,
hazırlık, plan ve harekât tarzı bakımından akın mahiyeti taşıyan hücumlardır
(Han Hanedanlığı Tarihi, 2004:10, 12, 23, 24, 25-26, 27-28, 33-34, 36, 48, 94;
Bıyıktay, 1935; Ligeti, 1982:46).
Hunların özellikle Çin karşısında
kuşatmalardan uzak durmalarının bir sebebi de bir askerî harekât sırasında
Mo-tu’nun eşinin belirttiği “Çin büyük ülke. Fethedilse bile kontrol altında
tutulamaz” şeklindeki görüştü ki, P’ing-ch’eng (Pinçeng) şehrine yakın olan
eski Pai-teng’de Çin ordusunu kuşatan Mo-tu, karısının bu telkininin ardından
Mo-tu kuşatmayı kaldırmıştır (Taşağıl, 2015:57-58)[1]
Ordusunun üçte ikisi atlılardan
oluşan Göktürkler döneminde de Türk savaş stratejisinin genel olarak aynı mahiyette
olduğu görülmektedir. Bunun yanında bazı kuşatma savaşlarından bahsedilse bile[2]
Göktürkler de genellikle Çinliler ile göğüs göğse savaşmaktan mümkün olduğu
kadar kaçınmışlar, küçük çapta fakat kesintisiz çarpışmalar ile düşmanı
hırpalamışlardır. Çinlilerin özel olarak eğitilmiş bir ordu hazırlamaya karar
verdiği zamanlar da ise geri çekilmişler, birbirlerinden ayrılmışlar veya daha
ziyade, yorgunluk, dağılma, uygun coğrafi bir engebe, düşmanın üzerine aniden
çullanma fırsatını yakalayıncaya kadar mümkün olduğu kadar kendilerini takip
ettirmişlerdir (Giraud, 1999:148-149).
Bütün bunlara rağmen Türklerin,
ağır silah teknolojisinin menbaı olarak kabul edilen Çin’le siyasî, askerî ve
ticarî ilişkiler içerisinde bulundukları, bunun neticesinde iki toplum arasında
medenî ve kültürel bakımdan bir yakınlaşma ya da etkileşim sürecinin yaşandığı
göz önüne alınacak olursa, Türklerin Çin’de gelişen ağır silah teknolojisinden
haberdar olmadıkları düşünülemez. Bu durumda Orta Asya’da hüküm süren ilk Türk
devletlerinin ağır silah teknolojisinden istifade etmemelerini, bu teknolojiden
bihaber olmalarıyla değil, muhtemelen ihtiyaç duymamış olmalarıyla izah etmek
daha uygundur.[3] Nitekim
sair sebeplerle Orta Asya’dan ayrılarak batıya doğru ilerleyen ve kurdukları
siyasî teşekküller vasıtasıyla Ön Asya ve Avrupa’nın siyasî, sosyal ve kültürel
yapısını şekillendiren Türk şubelerinin muhtelif muhasara aletlerini
kullandıkları, bu muhasara aletleriyle ilk defa karşılaşan Ön Asya ve Avrupa
ordularının şaşkınlık içerisinde kaldıkları bilinmektedir ki, söz konusu
aletlerinin Çin menşeli olup Türkler tarafından geliştirildikleri şüphesizdir.
Aralarında Belgrat, Sofya, Niş,
Viyana, Milano ve Metz gibi Avrupa’nın büyük ve önemli şehirlerinin de
bulunduğu birçok müstahkem mevkii ele geçiren Avrupa Hunlarının[4]
, Naissus (Niş) kuşatması hakkında bilgi veren Priskos[5]
, Hunlar tarafından kullanılan ağır silahlar ve muhasara usulüyle ilgili
şunları söyler:
“İskitler (Hunlar) İllyria'daki
Danubium'da kurulmuş bir şehir olan Naissus (Niş)’u abluka ile kuşatmışlardı.
Bu şehrin Constantinus tarafından kurulmuş olduğu söylenir. Hatta Constantinus,
Bosporus (İstanbul Boğazı) isimli şehri de Bizans bölgesinde inşa etmiştir.
Barbarlar önce insanları kalabalık olan şehri ele geçirdiler. Sonra da, iyice
tahkim ederek hiçbir şeye karışmadılar. Gerçekten de halk savaştan
korktuğundan, askerî birliklere kolay bir geçiş olması için, şehre güneyden
akan nehri bir köprüyle bağladılar. Daha sonra da aletleri surlara götürdüler
ve trabsları (kalas) önce kolay bir şekilde taşınmaları için tekerleklere
(savaş arabalarına) koydular. Çünkü bunlar harekete müsaitti. Bunlar üzerinde
duran askerler oklarla kasabalıları taciz ediyorlardı. Aynı zamanda iki
taraftaki direklerde duran askerler de, ayaklarıyla tekerlekleri ilerleterek
makineleri yaklaştırıyorlardı. Kapakları açık olan pencerelerden sur
önündekilere ok atıyorlardı. Öyle ki, kalaslarda ayakta duran askerler tehlike
olmadan emin bir şekilde savaşıyorlardı. Kolay bükülen sepet çöpleri örülerek
bunlara deri parçaları örtülmekte ve işlenmiş derilerle kendilerini yanan ve
ateş saçan oklara karşı koruyorlardı. Bu tarzda birçok makine ile şehir tahkim
edildikten sonra, mazgallarda (kule) bulunan vatandaşlar geri çekilerek,
kendilerini emniyete aldıktan sonra koçbaşları getirildi. Bu makine pek
büyüktür. Yani kalas gevşek zincirlerle kapı direklerinden sarkıtıldıktan
sonra, ki o kalasların demirden mızrağı vardı ve çalışanların güvenliği için
söylediğimiz örtüsü vardı, bunu arka kısımda olan boynuzdan iplerle bazıları
büyük bir güçle geri çekiyorlardı. Yani darbenin yöneltildiği yere nazaran geri
çekiyorlardı. Sonra kalası bırakıyorlardı. Öyle ki, onun vuruşuyla sarsılan
surun herhangi bir kısmı tahrip ediliyordu. Gerçekten uzaktan savunma yapanlar
bu gaye ile hazırlanmış olan büyük kayaları surlardan uzaklaştırılmış
makinelere atıyorlardı. Bazı kadınları adamlar ile birlikte yok ediyordu. Fakat
kadınların büyük sayısıyla baş edemiyorlardı. Ayrıca düşmanlar merdivenler
getirdikleri zaman, burada sur koçbaşlarıyla yıkıldıktan, orada mazgallardan
savunmada bulunanlar tarafından makineler def edildikten sonra, şehir barbarlar
tarafından ele geçirildi. Barbarlar koçbaşları ile duvarın yıkılan kısmından,
kısmen de merdivenlerle içeri girdiler.” (Ahmetbeyoğlu, 2001:161)
Avar, Hazar, Sabar, Peçenek ve
Kumanların da kaleler kuşattığı, şehirler ele geçirdikleri bilinmekle beraber
bu kuşatmalarda kullanılan muhasara aletleri ve ağır silahlar hakkındaki
bilgiler sınırlıdır (Kurat, 1992:49-51, 52, 78). Ancak hemen belirtmek gerekir
ki bu sınırlı bilgiler bile özellikle Avar ve Sabarların ağır silah teknolojisi
bakımından tahmin edilenden çok daha ileri düzeyde olduklarını göstermektedir.
Nitekim bu kavimlerden bahseden kaynaklar, Roma (Bizans) ve İran’da hayret ve
hayranlık uyandıran üstün savaş gücü ve gelişmiş harp aletlerine sahip
olduklarını açık bir şekilde ortaya koymaktadırlar (Golden, 2002:85; Hüseyin
Namık, 1933:143-144). 568 'den sonra Macaristan ovalarına hâkim olan Avarlar bu
sırada kendilerine karşı savaş açan Frank kralı Siegebert'i de yenerek yayılma
hareketlerine devam etmişler, uzun kuşatmalardan sonra Sirmium (Eszek) ve
Signidiunum (Belgrad) gibi şehirleri ele geçirmişlerdir (Taşağıl, 2015:265).
626’daki meşhur İstanbul kuşatması sırasında da on iki tekerlekli bir kule,
duvar delmeye mahsus aletler ve muhtelif makineler kullanmışlar (Hüseyin Namık,
1933:176) ve sahip oldukları ağır silah teknolojisiyle Bizans’ı
etkilemişlerdir. Avarların İstanbul kuşatmasının başarılı olamamasının en büyük
sebebi, donanmalarının bulunmamasıdır. (Kaegi, 2003:136-149; Bradbury,
1992:10-12, 15-16; Treadgold, 1997:297-298; Whitby, 1925b:310-311; Whitby,
1925a:491; McCotter, 2014; Dennis, 1998:101-102; Taşağıl, 2015:266, 281).
Sabarların kullandığı ağır
silahlar da o dönemde hayranlık uyandırmıştır. Şerif Baştav, Prokopios’un[6]
Sabarlar hakkında verdiği malumatı şu şekilde aktarmaktadır:
“…Bessa ve Petra’yı muhasara eden
Roma kuvvetleri geldikten sonra, mümkün olduğu kadar çabuk, kendisine
bazılarını göndermeleri için Sabirlere haber gönderdi. Barbarlar hemen
seçtikleri bir kısım kuvvetleri Lazistan’a yolladılar. Buraya varınca Romalılara
karışarak surların muhasarası için kuvvet gönderdiler. Fakat Romalıların
ümitsizliğinin farkına vararak, o andaki ittifak hakkında bir karar
vermedikleri halde, Sabirler, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri,
ne İranlılardan ne de Romalılardan hiç birinin aklına gelmeyen bir şekilde
makineler imal ettiler. Öyle ki, her iki imparatorlukta da birçok mühendis
eksik değildi ve şimdi de böyledir. Sık sık her devirde surları dövmek için her
iki taraf da bu tarzda makineler yapıyorlardı. Bunlardan hiçbiri şimdi
barbarların yaptıkları gibi bir ibdâda (icat) bulunmadı. Bu şüphesiz insan
dehasının tabiatıdır, zamanla birlikte daima yeni şeylerin keşfi de ilerler.
Sabirler derhal bu koçbaşını alışıldığından başka bir tarzda harekete
getirdiler.” (Baştav, 2005:27; Taşağıl, 2015:273)
Bu makineler kırk kişi tarafından
taşınabilecek kadar hafifti, bunlardan çokça yaptılar. Petra düştü. Aynı
zamanda İran ordusunda da 12.000 Sabir vardı, İran kumandanları da bu Sabirler
sayesinde aynı makinelerden yaptırmışlardı. Bu esnada İran tarafında bulunan
Sabirler hakkında Prokopios şu malumatı veriyor:
“İran ordusu şehri muhasara
etmişti. İran kumandanı Mermeroes, evvela Sabirlerin yardımını ve mümkün olduğu
kadar çok miktarda, insanlar tarafından taşınabilen koçbaşları yapmalarını
istedi. Romalıların müttefiki olan Sabirlerin az evvel Petra muhasarasında yeni
bir icatta bulunduklarını işitmişti, bu icattan istifade etmek istiyordu.
Sabirler hemen Romalılara yaptıklarına benzer makineler imal ederek harekete
getirdiler, bunları kapıların karşısına yerleştirdiler. Düşmanın bir kısım
kuvvetlerini bunlarla işgal ederek, Sabirler ve İranlılar surlara o kadar çok
ok attılar ki o bulutu semayı kaplıyordu. Buna rağmen Romalıları yerlerinden
çıkaramadılar.” (Baştav, 2005:28; Kafesoğlu, 1998:159)
Yine Şerif Baştav’ın naklettiğine
göre Prokopios’un eserinde Sabarların muhasara silahlarıyla ilgili şu bilgiler
verilmektedir: “Sabirler şimdiye kadar kimsenin görmediği ve alışılmamış bir
tarzda harekete getirdikleri bu muhasara koçlarını şöyle yapmışlardır:
Direkleri amûdî ve ufkî bir şekilde birleştirerek değil, kalın çubukları
birbirine sıkıca bağlamak suretiyle ve direk yerine bunları her taraftan tespit
ederek kullanıyorlardı. Bütün makineyi koçun görünmemesi için derilerle sarıyorlardı.
Hepsinin ortasında mutadı gibi
gevşek zincirlerle bir koçbaşı bağlanmıştı. Bunun sivri ucuna mızrakta olduğu
gibi demir geçirilmiştir. Duvarları sert bir sadme ile döven bu makineler aynı
zamanda hafifti, yürütmek için, içine adam yerleştirmeye lüzum yoktu. Zira koçu
geri çekerek işleten ve surlara yanaştıran kırk kişi bunu omuzlarında kolayca
taşıyabiliyor ve kendileri de derilerle muhafaza edilmiş bulunuyorlardı.
Barbarların bu suretle inşa ettikleri bu makineler üç tane idi. Romalılar
bunları kullanmayı ve surlara yanaştırmayı bilmezlerdi.” (Baştav, 2005:63-64)
Nakli zor, ağır ve ancak tekerler
üzerinde yürütülebilen, arızalı arazide kullanılamayan harp makineleri yerine
Sabirler bu suretle kolayca insan omzunda taşınabilecek tarzda bir âlet icat
ederek arazi mâniasını kaldırmış oluyorlardı. Bütün bu tasvirlerden
anlaşıldığına göre bu harp makinesi daha ziyade bir muhasara koçuna benzer.
Böyle harp vasıtalarını imal edebilen bir kavim harikulâde bir harp kültürüne
sahipti. Bu onun uzun asırlar zarfındaki askerlik hayatının yüksek bir derecede
inkişafına delildir. Mesudî de aynı suretle X. asırda Tiflis ve Bardaa arasında
tesadüf edilen bir kavimden bahsederken, İran ordusunda kullanılmış olan bir
harp âletinin bu kavim adına nispet edildiğini kaydediyor. Bu kavim de bir harp
âletinin kâşifidir ve onu başkalarına öğretmiştir. Bu âlet bütün İran ordusunda
da kullanılmıştır (Baştav, 2005:64).
SONUÇ
Orta Asya’da hüküm süren ilk Türk
devletlerinin ağır silah teknolojisinden istifade ettiklerine dair fazla bilgi
bulunmamakla birlikte, Türklerin ağır silah teknolojisinin menbaı olarak kabul
edilen Çin’le siyasî, askerî ve ticarî ilişkiler içerisinde bulundukları, bu
ilişkiler neticesinde iki toplum arasında medenî ve kültürel bakımdan bir
etkileşim sürecinin yaşandığı malumdur. Bu etkileşimin harp teknolojisi
alanında çok yoğun bir şekilde yaşandığı muhakkaktır. Dolayısıyla Türklerin
Çin’de gelişen ağır silah teknolojisinden haberdar olmadıkları düşünülemez.
Üstelik Çin’de gelişen ağır silah teknolojisinin Ön Asya ve Avrupa’ya
taşınmasında, sair sebeplerle Orta Asya’dan ayrılarak batıya doğru ilerleyen ve
kurdukları siyasî teşekküller vasıtasıyla Ön Asya ve Avrupa’nın siyasî, sosyal
ve kültürel yapısını şekillendiren Türk şubelerinin büyük rolü olduğu anlaşılmaktadır
ki bu durumda Orta Asya’da hüküm süren ilk Türk devletlerinin ağır silah
teknolojisinden istifade etmemiş olmalarını, bu teknolojiden bihaber
olmalarıyla değil, muhtemelen ihtiyaç duymamış olmalarıyla izah etmek daha
uygundur.
KAYNAKÇA
Ahmetbeyoğlu, A. (1995). Grek
Seyyahı Priskos (V.asır)’a Göre Avrupa Hunları, İstanbul. Ahmetbeyoğlu, A.
(2001). Avrupa Hun İmparatorluğu, TTK Yay, Ankara. Baştav, Ş. (2005). Sabir
Türkleri, Makaleler, I, (Yay. Haz. E. S. Yalçın-E. Erdoğan), Berikan Yay.,
Ankara. Bıyıktay, Ö.H. (1935). Mete’nin (Tatun-Fu) Çin Sındığı Savaşı, Askeri
Matbaa, İstanbul. Bradbury, J. (1992). The Medieval Siege, (Boydell &
Brewer), New York. Bradbury, J. (2004). The Routledge Companion to Medieval
Warfare, New York. Campbell, B. (1994). The Roman Army, 31 BC-AD 337: A
Sourcebook, (Routledge Press), New York. Campbell, D.B. (2003). Greek and Roman
Siege Machinery 399 BC-AD 363, (Osprey Publishing), Oxford. Chevedden, P. E.
(1995). Les Eigenbrod, Vernard Foley and Werner Soedel, “The Science of War:
Weapons ‘The Trebuchet’”, Scientific American, July. 2-5. Chevedden, P. E.
(1999a). Artillery in the Late Antiquity: Prelude to the Middle Ages, The
Medieval City Under Siege, (Ed. I. A. Corfis and M. Wolfe), (Boydell Press),
New York. 131-177. Chevedden, P. E. (1999b). Fortifications and the Development
of Defensive Planning During the Crusader Period, The Circle of War in the
Middle Ages, (Ed. D. J. Kagay - L. J. A. Villalon), (Boydell Press), New York.
33-43. Chevedden, P. E. (2000). The Invention of the Counterweight Trebuchet: A
Study in Cultural Diffusion, Dumbarton Oaks Papers, 54. 71-116. Cummings, L. V.
(2004). Alexander the Great, (Grove Press), New York. Dennis, G. T. (1998).
Byzantine Heavy Artillery: The Helepolis, Greek, Roman, and Byzantine Studies,
39. 99-114. Erkoç, H.İ, (2006). Askerî Târîh Açısından Köl Tigin, GÜ Gazi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 26/1. 203-226. Giraud, R. (1999). Göktürk
İmparatorluğu, (çev. İ. Mangaltepe), Ötüken Neşriyat, İstanbul. Golden, P. B.
(2002). Türk Halkları Tarihine Giriş, (çev. Osman Karatay), Ankara. Göksu, E.
(2008). Türk Kültüründe Silah, Ötüken Neşriyat, İstanbul. Graff, D. A. (2002).
Medieval Chinese Warfare: 300-900, Routledge, London. 22-23. Grousset, R.
(1999). Bozkır İmparatorluğu, (çev. M. R. Uzmen), Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Gumilëv, L. N. (2002). Hazar Çevresinde Bin Yıl, (çev. D. A. Batur), Selenge
Yay, İstanbul. Gumilëv, L. N. (2003). Eski Türkler, (çev. A. Batur), Selenge
Yay, İstanbul. Gumilëv, L. N. (2005). Hunlar, (çev. A. Batur), Selenge Yay,
İstanbul. Hacker, B. C. (1968). Greek Catapults and Catapult Technology:
Science Technology, and War in the Ancient World, Technology and Culture, IX/1.
34-50. Hamilton, J. R. (1974). Alexander the Great, (University of Pittsburgh Press),
Pittsburgh. Han Hanedanlığı Tarihi (2004). Hsiung-Nu (Hun) Monografisi,
(Açıklamalı Metin Neşri), Haz. A. Onat, S. Orsoy, K. Ercilasun, TTK Yay.,
Ankara. Heebert, W. (1838). Attila, King of the Huns, London. Hüseyin Namık.
(1933). Attila ve Oğulları, Remzi Kitaphanesi, İstanbul. Jieming, L. (2006).
Chinese Siege Warfare: Mechanical Artillery & Siege Weapons of Antiquity,
(An Illustrated History). Kaegi, W. E. (2003). Heraclius, Emperor of Byzantium,
Cambridge University Press), Cambridge. Kafesoğlu, İ. (1998). Türk Millî
Kültürü, İstanbul. Kurat, A. N. (1992). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in
Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara. Ligeti, L. (1982). “Asya
Hunları”, Attila ve Hunları, (Ed. G. Németh, Tercüme Eden. Şerif Baştav), DTCF.
Yay., Ankara. Marco Polo Seyahatnamesi, (ty) (Yayına Haz. Filiz Dokuman), II,
Terc. 1001 Temel Eser, İstanbul. Marsden, E. W. (1969). Greek and Roman
Artillery. Historical Development, (Clarendon Press), Oxford. McCotter, S.
(2014). Byzantines, Avars and the Introduction of the Trebuchet,
[http://www.deremilitari.org/resources/articles/mccotter1.htm.] Needham, J.
(1076). China’s Trebuchets, Manned and Counterweighted, On Pre-Modern
Technology and Science: A Volume of Studies in Honor of Lynn White, Jr., (Ed.
B. S. Hall-D. C. West), (Undena Publications), Malibu. 107-145. Needham,
J.-Yates, R.D.S. (1954). Science and Civilisation in China, V, (Chemistry and
Chemical Technology, Part 6, Military Technology: Missiles and Sieges),
(Cambridge Univesty Press), Cambridge. 184-413. Nicolle, D. (2002a). Medieval
Siege Weapons (1) Western Europe AD 585-1385, (Osprey Publishing), Oxford.
Nicolle, D. (2002b). Medieval Siege Weapons (2) Byzantium, the Islamic World
& India AD 476-1526, (Osprey Publishing), Oxford. Rohrbacher, D. (2002).
The Historians of Late Antiquity, New York. Sage, M. M. (1996). Warfare in
Ancient Greece: A Sourcebook, (Routledge Press) New York. Smith, W. (1875). A
Dictionary of Greek and Roman Antiquities, (J. Murray, Aldemarle Street),
London. Taşağıl, A. (2003). Gök-Türkler, I, Ankara. Taşağıl, A. (2004).
Göktürkler, III, Ankara. Taşağıl, A. (2015). Kök Tengri’nin Çocukları,
İstanbul. Taşağıl, A. (2016). Ergenekon’dan Kağanlığa Türk Model Devleti Gök
Türkler. İstanbul. Thompson, E. A. (1996). The Huns, Blackwell Published. Göksu
– ANTAKİYAT/Journal of Social and Theological Studies, 2(1), 2019, 40-51 49
Treadgold, W. (1997). A History of the Byzantine State and Society, (Stanford
Universty Press.), Stanford. Váczy, P. (1982). Hunlar Avrupa’da, Attila ve
Hunları, (Ed. G. Németh, Terc. Ş. Baştav), DTCF. Yay., Ankara. Whitby, M.
(1925a). Armies and Society in the Later Roman World, The Cambridge Ancient
History, XIV, (Late Antiquity: Empire and successors, A.D. 425-600), Cambridge.
Whitby, M. (1925b). The Army 420-602, The Cambridge Ancient History, XIV (Late
Antiquity: Empire and successors, A.D. 425-600), Cambridge. White, L.T.M.
(1962). Medieval Technology and Social Change, (Oxford University Press),
Oxford. Williams, S.-Gerard F. (1999). The Rome that Did Not Fall: The Survival
of the East in the Fifth Century, London.
[1] Gumilev,
bu hadiseyi şöyle anlatıyor: “Me -te, alışılmış göçebe savaş taktiğ ini de
değiştirdi: Yalandan geri çekilerek, Çin ordusunun en vurucu güçlerini kuşatma
altına aldı ve P’ing -ch’eng (Pinçeng) şehrine yakın olan eski Pai-teng’de,
(Baydın) Çin öncü birliklerini imparatorla birlikte kuşattı. Daha da
enteresanı, Me-te’nin, askerlerini dört küçük birliğe ayırması ve her birine
farklı renkte doru atlar vermesidir: Karayağız, beyaz, kır ve al donlu
Çinliler, yedi gün gün boyunca, artarda yapılan Hun saldırılarını durdurmak
için yemeksiz ve uykusuz olarak direndiler. Sonunda Çinli casuslar, Me-te’nin
hanımıyla temasa geçip verdikleri değerli hediyelerle kocasını “dâhi bir insan
olan” Kao -tsu (Gaozu) ile anlaşmaya ikna etmeye razı ettiler. Me -te’nin
hanımı, kocasına, Çin’i fethetse bile Hunlar’ın her halükârda orada
yaşamayacaklarını belirtti. Bu tür mülahazaların yanı sıra Prens Han Hsin’in o
döneme göre henüz gerçekten güçlü olduğu konusundaki şüpheler, Me -te’yi savaşı
daha fazla sürdürme düşüncesinden vazgeçmeye zorladı ve Me -te, Kao-tsu’nun
ordusunun çıkıp gitmesi için kuşatmanın kaldırılmasını emretti. Böylece Çin
ordusu, Hunlar’ın açtığı, fakat oklarını düşman askerlerine çevirdikleri
koridordan korku içinde çıkarak merkez kuvvetleriyle birleşti. Me -te de geri
döndü. Bu, Hunlar’ın yaptıkları en büyük seferlerden biriydi, ama haritaya
dikkatle göz atıldığında, Çin içlerine fazla ilerleyemedikleri görülecektir.”
(Gumilëv, 2005:66)
[2] Kaynaklar
Göktürk çağında kuşatılan ve ele geçirilen kale ve şehirlerden az da olsa
bahsetmişlerdir. (Gumilëv, 2003:216). İl Kağan, T’ang İmparatorluğu içinde
yaşanan karışıklıkları değerlendirmek isteyerek Çin başkenti Ch’ang -an’ ı
kuşatmıştır. Ancak askerler içerisinde çıkan problemler sebebiyle geri çekilmek
zorunda kalmıştır. İl Kağan 626 yılında bir kez da ha Ch’angan’ ı kuşatmıştır.
(Taşağıl, 2016:149; Taşağıl, 2003:73-76;). Yine 702 yılının ilkbaharında Yen ve
Hsia eyaletlerine akın yapan Kapgan, yüz bin at ve koyun ele geçirmiş,
arkasından Shih -ling'e saldırdıktan sonra Ping eyaletini muhasara etmiştir.
(Taşağıl, 2004:26; Taşağıl, 2015:164) Göktürkler dönemi kuşatma savaşları için
ayrıca bkz, bkz, (Taşağıl, 2003:1, 24, 54, 65; Taşağıl, 2004:14, 26, 34, 66,
69, 72, 86; Erkoç, 2006:214)
[3] Benzer
bir durum Moğollar için de sözkonusudur. XIII. yüzyıl sonlarınd a Kubilay
Hanlığına giden Marco Polo ise Moğol ordusunun mancınık ve diğer ağır silahlar
bakımından yetersiz olduğunu bildirmektedir. Müellifin verdiği bilgiye göre
Kubilay Han’ın ordu su, kalın surlarla tahkim edilmiş Siyang-yang-fu şehrini
ele geçirmekte zorlanır. Marco Polo, bir yandan ‘Çok ilgi çekici doğrusu. Demek
Kubilay Han'ın askerlerine de dayanan şehir varmış’ diye düşünürken diğer
taraftan da kafilede bulunan Avrupa’daki savaşlara katılmış bazı kişilerle
durumu müzakere eder. Bu müzakere ve neticesini Marco Polo şu şekilde
anlatmaktadır: ‘Kubilay Han 'ın askerlerinin savaşçı ve nişancı olduklarını
belirtiyorlardı ama bazı savaş levazımatında eksikleri olduğunu’ söylüyorlardı.
‘Nedir mesela?’ diye sordum. ‘Bizim Avrupa'da yaptığımız savaşlar belki daha
çetin geçer. Silahlarına baktım, ama kaleleri surları zorlayıcı aletleri,
malzemeleri yok.’ dedi. Gerçekten de öyle…” Marco Polo, ayrıca önce Moğol
kumandanlarına daha sonra da Kubilay Han’a mancınıklar hakkında bilgi
verdiğini, eğer izin verirlerse heyetinde bulunan ustaların Moğol ordusu için
mancınık inşa edebileceklerini söylediğini kaydeder. Müellifin verdiği bilgiye
göre Kubilay Han’ın izniyle mancınıklar yapılmış ve Siyang -yang-fu bu
mancınıklar sayesinde ele geçirilmiştir (Marco Polo, II, (ty) :52 -55). Kubilay
Moğollarının ağır silah teknolojisi konusundaki bu vaziyetine karşılık, aynı
tarihlerde batıda, Ön Asya ve Avrupa hudutlarında bulunan Moğol şubelerinin
ağır silah teknolojisinden en üst düzeyde istifade ettikleri, hatta bu
teknolojiye kendilerine has özellikler ve yenilikler katarak geliştirdikleri
bilinmektedir. Geniş bilgi için bkz., (Göksu, 2008:346-349, 352, 360, 366-367)
[4] Avrupa
Hunları hakkında bilgi veren bazı kaynaklar da “onların muhasara teknik ve
aletlerini bilmediklerinden, kalelere ve çevresi örülü şehirlere
saldırmadıklarından” bahsetmişlerdir ( Gumilëv, 2002:158; Grousset, 1999:89).
Ancak Avrupa Hunlarının, sadece Attila tarafından 70 şehir ve kasabasının ele
geçirildiği, Karadeniz’in kuzeyi, Balkanlar, İtalya ve Orta Avrupa’daki şehir
ve kasabaların birçoğunun Hun hâkimiyeti altına alındığı bilinmektedir. Bunlar
arasında Belgrat, Sofya, Niş, Viyana, Milano ve Metz gibi Avrupa’nın büyük ve
önemli şehirleri de bulunmaktadır ki başta Priscus olmak üzere bazı çağdaş
gözlemciler, bu şehir, kasaba ve kalelerin ele geçirilmesi sırasında muhasara
silahları kullanıldığına dair bilgi vermişlerdir. Avrupa Hunlarının kullandığı
ağır silahlar ve muhasara usulleri hakkında geniş bilgi için bkz, (Rohrbacher,
2002:92; Thompson, 1996:13, 18, 56 -62, 69-104, 159, 170, 218-222; Heebert,
1838; Williams-Friell, 1999:66 vd; Bradbury, 2004:113 -114; Hüseyin Namık,
1933:2-26, 58, 76-77; Kafesoğlu, 1998:78 vd; Váczy, 1982:76 -77, 113 vd;
Ahmetbeyoğlu, 2001:25, 69, 161 vd)
[5] Priskos,
yüksek rütbeli bir memurun kâtibi sıfatıyla Attila sarayına gitmiş, Bizans
imparatorluğu ve Attila’yı tasvir eden bir eser yazmıştır. Bu eserin yalnız
bazı parçaları kalmış olup V. asır ortalarına ait yegâne kıymetli kaynaktır.
463 yıllarına ait malûmatı saray muhitinden ve itimada şayan yerlerden
almıştır. Hunlar ve Attila hakkındaki malûmatı da mühimdir. Eserinde
Herodotos’u n tesiri kuvvetlidir. Bkz, (Ahmetbeyoğlu, 1995:1-3.)
[6] Prokopios,
Belizarius’un hukuk müşaviri sıfatıyla birçok yerlerde onunla beraber bulunmuştur.
Yabancılar hakkında verdiği coğrafî ve etnografik malumat çok kıymetlidir;
bilhassa bu malumatın mühim bir kısmını kendisi toplamıştır. Bundan başka
Bizans ordusunda çalışan barbarlar vasıtasıyla d a malumat edinmiştir. Verdiği
malumattan şüphe edilemez, yalnız isimleri arkaik şekiller altında zikretmekten
hoşlanır ve mucizeler kaydetmeye de düşkündür. Hun -Türk kavimleri tarihi
bakımından son derece mühim malumat verir. Hun adı altında Hun -Bulgar ve
Türkler ifade edilmiştir. (Ahmetbeyoğlu, 2001:4-5)
|
Post Top Ad
Your Ad Spot
4 Ağustos 2020 Salı
TÜRKLER VE KUŞATMA TEKNİKLERİ
Tags
# Akademi Tarih
# ANA SAYFA
# GENEL TÜRK TARİHİ
# Prof.Dr. Erkan GÖKSU
About akademitarih
Templatesyard is a blogger resources site is a provider of high quality blogger template with premium looking layout and robust design. The main mission of templatesyard is to provide the best quality blogger templates which are professionally designed and perfectlly seo optimized to deliver best result for your blog.
Prof.Dr. Erkan GÖKSU
Etiketler:
Akademi Tarih,
ANA SAYFA,
GENEL TÜRK TARİHİ,
Prof.Dr. Erkan GÖKSU
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Post Top Ad
Your Ad Spot
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.