1914
YILI BAŞINDAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA ORDUYU
MODERNLEŞTİRME
ÇABALARI VE TÜRK-ALMAN İTTİFAKI
Doç.Dr. İsmail EFE
Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi
Balkan Savaşları’nda ağır bir
yenilgi alınmış, büyük toprak kayıpları yaşanmış, silahlı kuvvetler maddi ve
manevi bakımdan zedelenmişti. Savaşın kaybı Osmanlı Devleti’nin sınırlarının
daralmasına, itibar kaybına, milliyetçilik fikrinin uyanışına, İttihat ve
Terakki iktidarının güçlenmesine yol açmıştı (Karal, 1994:349). 1913 yılı
ortalarından itibaren oldukça güçlü bir duruma gelen İttihat ve Terakki’nin 20
Eylül 1913’de yapılan kongresinde ordunun yeniden teşkilatlandırılmasına karar
verilmişti (Eroğlu, vd, 1999:145). Özellikle kara ordusunun kuruluş ve
konuşunun yeniden düzenlenmesi, orduya yeni bir ruh ve canlılık kazandırılması
zaruri görülüyordu. Ancak daha Meşrutiyetin ilanından beri Harbiye Nezareti ve
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nde hakim olan düşünce, yapılacak
düzenlemelerde Alman subaylarından yararlanılması yönündeydi (Türk Silahlı
Kuvvetleri Tarihi, 1996:107). Bilhassa Sadrazam ve Harbiye Nazırı olan Mahmut
Şevket Paşa, yaklaşık otuz yıldır orduda Alman harp usullerinin uygulandığını,
Osmanlı
ordusunun Alman askeri talim ve terbiyesinin ruhu ile yetiştiği, bundan
dolayı da ordunun ıslahı için geniş yetkilere haiz bir Alman ıslah heyetinin
getirilmesi görüşünü savunuyordu (Peyam,14 Kânunuevvel 1913; Kabacalı,
2001:82-83). Mahmut Şevket Paşa döneminde şekillenen Alman subaylardan
yararlanma düşüncesi, Balkan Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra Sadrazam Sait
Halim Paşa ve Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa döneminde de benimsendi. Ordunun
ıslahında faydalanılmak üzere Almanya’dan heyet talebinde bulunuldu (Türk
Silahlı Kuvvetleri Tarihi, 1996:107). Osmanlı Devleti ile Almanya arasında
yapılan görüşmelerde Türkiye’ye Alman ıslah heyetinin gönderilmesi hususunda
mutabakat sağlandı. Sağlanan mutabakat çerçevesinde 27 Ekim 1913 tarihinde
Bahriye Nazırı ve Harbiye Nazır Vekili Mahmut Paşa (Çürüksulu) ile Alman
General Liman vonSanders arasında antlaşma imzalandı. Antlaşmaya göre Liman
vonSanders, beş yıl süreyle birinci ferik rütbesi ve ıslahat heyeti başkanı
sıfatıyla Osmanlı ordusunda görevlendirildi. Görevlendirme kararı 28 Kasım
1913’de Meclis-i Vükela tarafından onaylandı. 14 Aralık 1913’de 42 kişiden
oluşan Liman vonSanders başkanlığındaki Alman ıslah heyeti İstanbul’a gelerek
göreve başladı (Bayur “a”, 1991:286-287; Ayışığı, 1997:110; Aktaş, 2000:414;Ortaylı,
2008:122). Liman Paşa Islah Heyeti reisliği, 1. Kolordu Kumandanlığı ve Şura-yı
Askeri azalığına tayin edildi. Heyetin göreve başlamasıyla yapılan
düzenlemelerle 1., 2. ve 3. Ordulardaki taktik görevler Alman subaylara verildi
(Erickson, 2003:31). Bu arada 11 Aralık 1913’de yayınlanan teşkilat nizamnamesi
ile Osmanlı Kara Ordusu’nun, Harbiye Nezareti’ne bağlı 4 Ordu Müfettişliği
halinde yeniden teşkiline karar verildi (Eroğlu, vd, 1999:145).
1914 Yılı Başından Ağustos’a
Orduda Islah Faaliyetleri Ordunun gençleştirilmesi konusunda İttihat ve Terakki
liderleriyle anlaşmazlığa düşen Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa, 3 Ocak 1914
tarihinde Harbiye Nezareti görevinden istifa etti (Ayışığı, 1997:112). Enver
Bey’in, Bingazi ve Balkan Savaşı’ndaki fedakârlıklarından dolayı hizmetlerine
3’er yıldan 6 yıl ilave edilerek 1 Ocak 1914’de rütbesi mirlivalığa
yükseltildi. Böylece Enver Bey için “Beylik” dönemi sona ermiş “Paşalık” dönemi
başlamış oldu. Gerekli prosedürün tamamlanmasından sonra Enver Paşa, 4 Ocak 1914’de
Harbiye Nezareti’ne tayin edildi (Esatlı, 1974:204). Harbiye Nezareti görevini
üstlenen Enver Paşa, ilk iş olarak 6 Ocak 1914’de 1., 2., 3. ve 4. Ordu
Müfettişlikleri ile bu ordular bölgesinde bulunan süvari ve topçu
müfettişliklerine atamalar yaptı (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 1914). 7 Ocak
1914 tarihinde Askeri Şura’yı kaldıran Enver Paşa, 8 Ocak 1914 tarihinde
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini de üzerine alarak ordu üst
yönetiminde tek karar verici haline geldi. Bütün yüksek askeri makamları
uhdesinde toplayan Enver Paşa’nın bu tarihten sonraki hedefi, ordunun aksayan
yönlerini tespit edip aksaklık ve eksikliklerin giderilmesi için ıslah
faaliyetlerine girişmek oldu (Turfan, 2005:203; Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi,
1996:129; Çolak, 2006:8). Enver Paşa, 10 Ocak 1914 (28 Kanunuevvel 1329)
tarihinde Tanin Gazetesi’ne verdiği mülakatta orduda tespit ettiği sorunları
özetle ortaya koyuyordu. Enver Paşa; “ordunun barış ve muharebe zamanı olmak
üzere adeta iki kadrodan oluştuğunu, bu durumun orduda bazı sıkıntılara sebep
olduğunu, subaylar arasındaki eski yeni ikiliğinin orduya zarar verdiğini, bu
ikiliğin ortadan kaldırılması için emeklilik ve rütbe düzenlemelerine dair
çalışma yaptıklarını” söylüyordu (Tanin, 10 Ocak 1914). Enver Paşa’nın yanı sıra
ıslah heyetinde bulunan Alman subaylar da ordudaki problemlere dikkat
çekiyordu. Alman subaylar, Türk Ordusu’nun talim, terbiye, bilim vb. alanlarda
çok yetersiz olduğunu, seferi hizmetlerin bilindiğini, ancak atış eğitiminin
gezgöz-arpacıkla sınırlı olduğunu, bazı birliklerde yürüyüş disiplinin bile
eksik olduğuna dikkat çekiyorlardı (Mühlman, 2006:25-26). Harbiye Nazırı Enver
Paşa, 1914 yılı başında ordunun 1913 kuruluş, teşkilat ve konuşunda
değişiklikler yaparak, orduyu barış döneminden itibaren bir sefer ordusu
kuruluşunda hazırlamaya girişti. Bu anlayışta ordu, her biri üçer tümenli
kolordulardan ve her tümen üç piyade bir topçu alayından ve diğer sınıflardan
bağlı birliklerden teşkil edildi. Her piyade alayının üç taburlu, her taburun
dörder bölüklü olması ve her alaya dörder tüfekli bir ağır makineli tüfek
bölüğü verilmesi uygun bulundu. Topçu alaylarının ikişer bataryalı (her
bataryada dört top bulunacak) üçer tabur halinde bulunması tasarlandı.
Tümenlerin topçu ve piyade alaylarının üçüncü taburları ve piyade taburlarının
dördüncü piyade bölükleri sefer halinde kurulacaktı. Kuruluş planı bu şekilde
yapılan ordu, ancak mevcut bulunan silah, araç ve gereç oranında donatılabildi
(Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, 1996:113).
Harbiye Nazırı ve Erkan-ı Harbiye
Reisi Enver Paşa, bir taraftan ordunun kuruluşuna dair düzenlemeler yaparken,
bir taraftan da yaptığı tespitler doğrultusunda, hem subaylar arasındaki
ikiliği ortadan kaldırmak hem de orduyu genç subaylarla yeniden
teşkilatlandırılmak amacıyla harekete geçmişti. Gençleştirme faaliyetinde ilk
başvurulan yol, emekliye sevk ve rütbe düzenlemelerine dair uygulamalar oldu
(Tanin, 1 Şubat 1914). Uygulama safhasında, askeri açıdan yeterli bilgi ve
beceriye sahip olmayan ne kadar general, subay ve üstsubay var ise emekliye
sevk edildi, alaylı subayların büyük bir bölümünün ordudan ilişiği kesildi,
bazı subayların hak etmeden aldıkları rütbeler geri alındı. Ordunun dinamik ve
bilgili subaylar elinde yükseleceğine inanan Enver Paşa, ordu teşkilatındaki
kilit noktalara kendi görüşünü paylaşan genç subayları getirdi. Üst
rütbelerdeki subayların çoğu tasfiye edildiğinden albaylardan kolordu
kumandanları, yarbaylardan fırka, binbaşılardan alay ve yüzbaşılardan da tabur
kumandanları yapıldı (İnönü, 1985:86; Hayta ve Ünal, 2003:210; Cemal Paşa,
2001:99). Bir taraftan orduyu gençleştirme faaliyetlerine girişen Harbiye
Nazırı Enver Paşa, bir taraftan da Harbiye Nezareti ve Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti teşkilatında yeni düzenlemeler yapmaya başladı. Harbiye Nezareti
teşkilatında yapılan düzenlemeler ile genel kuvvetler, asker alma, seferberlik,
kanun ve nizamlar, küçük eğitim ve öğretim işleri Harbiye Nezareti’ne
devredildi. Böylece Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin kendiişleri ile
uğraşmasına imkân sağlandı.1914 yılı başında yapılan bu düzenlemelerle Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye Riyaseti teşkilatı merkez şube, idare kısmı, evrak kısmı, 1.,
2., 3. ve 4. şubeler ile hat komiserlikleri, ateşemiliterlikler (Sofya,
Belgrat) ve harita şubesinden oluşturuldu (Salname-i Askeri,1330:12-14; Emir,
1924:59). Tamamen ordunun ıslahına yoğunlaşan Enver Paşa, bir taraftan Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye Reisi olarak ordunun teşkilat ve eğitim işleriyle uğraşırken
bir taraftan da Harbiye Nazırı olarak ordunun silah, cephane ve araç-gereç
açığını kapatmaya çalışıyordu. Ordunun modern silahlarla donatılması için
imkânlar çerçevesinde bir taraftan Avrupa’dan önemli miktarlarda silah alımı
yapılırken, içeride de tophane ve askeri fabrikaların modernleştirilmesine
çalışılıyordu (Shaw ve Shaw, 1983:370). Yeni teşkil edilen ordunun asker
ihtiyacını karşılamak için 1909 tarihli Asker Alma Kanunu’nun yetersiz olduğu
düşünüldüğünden, hazırlanan yeni asker alma kanunu “Mükellefiyet-i Askerîye
Kanun-ı Muvakkatı” adıyla 12 Mayıs 1914’de uygulamaya konuldu. Kanunla Osmanlı
vatandaşı olan Müslim-gayrimüslim bütün erkekler (hanedan mensupları hariç)
askerlikle yükümlü hale getirildi (Takvim-i Vekayi, 13 Mayıs 1914:18). Osmanlı
Devleti’nde orduyu yeniden yapılandırma faaliyetlerine hız verildiği sırada, Avrupa
devletleri arasında ortam iyiden iyiye sertleşmişti. 1914 Nisan, Mayıs aylarına
gelindiğinde İtilaf ve İttifak gurupları arasında ilişkiler iyice sertleşmiş ve
her an bir çatışma çıkması muhtemeldi. Böyle bir ortamın risklerini de dikkate
alan Osmanlı Harbiye Nezareti, çıkması muhtemel bir savaşa karşı hazırlıklı
olmak amacıyla ordu birliklerinin efradının tamamlanması için 11 Mayıs 1914
tarihi itibariyle 1310 (1894-1895) doğumlu efradın numaralarının keşidesiyle
silâhaltına celbi için bir geçici kanun çıkarttı (Düstur, Tertib-i Sani,
1334:704; Takvim-i Vekayi, 14 Mayıs 1914). Gelişmeler dikkate alınarak 1913
yılı Aralık ayında ilan edilen teşkilata göre ordunun yeniden
yapılandırılmasına, Balkan Harbi öncesindeki garnizon mahallerine dönülmesine
karar verildi. Ayrıca ordunun kolordu ve tümen temelinde yeniden teşkiline
başlandı (Erickson, 2003:30). İtilaf ve İttifak gurubunda bulunan devletlerin
savaş için ciddi hazırlıklar içinde bulunduğu bir sırada, 28 Haziran 1914’de
Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük François Ferdinand’ın Saraybosna’da bir
Sırplı tarafından öldürülmesi savaşın fitilini ateşlemiş oldu. Bu olay üzerine,
Avusturya, Sırbistan’a 48 saat süreli bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği
ağırlıkta bir nota verdi. Kaçamak cevaplarla notayı geçiştirmek isteyen
Sırbistan, notanın gereklerini yerine getirmedi (Akşin, 1998: 83-84; Armaoğlu,
1992:103; Sander, 2007:355). Mevcut gerilime İtilaf ve İttifak gurubunda yer
alan devletlerin de katılması ile kriz Avrupa’yı hatta dünyayı etkileyecek bir boyuta
ulaştı. Kaos ortamının Osmanlıyı da etkileyebileceğini düşünen Harbiye Nazırı
Enver Paşa, tedbir amaçlı olarak Sana, Musul ve Bağdat’taki kolordular ile Asir
ve Hicaz’daki bağımsız tümenlerin dışında kalan bütün kolordulara dört haftalık
talim emri verdi. Nezaret emrinde ikmal efradının celbi, piyade alaylarında
dördüncü bölüklerin teşkili, bütün bölüklerin asker mevcudunun 130’a
tamamlanması ve 1914 yılında silâhaltına alınacak efrat ile son bir yıl içinde
birliklerinden terhis olan efradın silâhaltına alınması da yer alıyordu
(Karabekir, 1994:151; Sabis, 1991:103). Savaş ihtimaline karşı ordu hazır hale
getirilmeye çalışılsa da, aslında Osmanlı idarecilerinin önemli bir kısmı savaş
dışı kalarak orduda başlatılan ıslahatın olgunlaşmasını istiyorlardı. Bunun en
önemli delillerinden birini Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın donanmanın ıslahı
için Fransa’da görüşmelerde bulunduğu sırada -4 Temmuz 1914’de- Fransa’nın
“Nekodopari” Gazetesi’ne verdiği mülakatta görmekteyiz. Cemal Paşa, mülakatında
Osmanlı’nın savaşa girme niyetinde olmadığını, ordunun ıslahındaki amacın
kimseye muhtaç olmadan kendi kendimizi müdafaa edebilecek bir orduya sahip
olmak olduğunu ifade etmektedir. Cemal Paşa, mülakatın devamında: “…Biz rast
gelenin eline geçecek bir av olarak kalmak istemiyoruz. Maksadımız tecavüze
maruz olmamaktır. Hiçbir hükümetin Türkiye kadar sulh ve sükûn içinde yaşamaya
ihtiyacı yoktur. …en büyük arzumuz Türkiye’nin düveli muhtelife guruplarından
hiçbiri tarafından intihab edilme ihtiyacında bulunmamasıdır…”diyerek Osmanlı
Devleti’nin savaşın dışında kalmak istediğini açıkça ortaya koyuyordu (Tanin, 6
Temmuz 1914).
Türk-Alman
İttifakı ve Türkiye’nin Savaşa Giriş Serüveni Osmanlı idarecileri bir taraftan
kesinlikle savaşın dışında kalma görüşünde olduklarını ifade ederken bir
taraftan da Avusturya ile Sırbistan arasındaki gerilimin bir dünya savaşına
dönüşmesi durumunda tarafsız kalmanın tamamen kendi ellerinde olmadığını
düşünüyorlardı (Karal, 1994:379). Aslında Osmanlı Devleti dış politikada
kendini kabul ettirebilmek için II. Meşrutiyetin ilanından sonra birçok
diplomatik girişimde bulunmuştu. Hükümet 1908 seçimlerinin hemen ardından
Fransa, Almanya ve İngiltere’ye temsilciler göndererek yakınlaşma yolları
aramıştı. Talat Bey başkanlığındaki bir parlamento heyeti İngiltere’ye
ziyarette bulunarak, bu ülke ile ittifak girişimlerinde bulundu. Osmanlı
Devleti’nin bir büyük devletle veya devletler gurubuyla ittifak yapma
arayışları Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar hep devam etti. Ancak Osmanlı
Devleti bu girişimlerinden bir sonuç alamadı (Babacan, 2012:116-117). Avusturya
veliahdı Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’de öldürülmesinden sonra hızla artan
uluslar arası gerginlik ortamında endişeye kapılan Osmanlı idarecileri büyük
güçlerle bir ittifak imzalamak için girişimlere başladı. Ancak bu sırada
İngiltere ve Fransa’nın gündemlerinde ilk yeri Rusya işgal ediyordu. Bu iki
devlet yakın doğu söz konusu olduğunda Osmanlı yerine Balkan devletleriyle
işbirliğini tercih eden bir konumda bulunuyorlardı (Zürcher, 2010:170). Bütün bu
nedenlerle Osmanlı Devleti’nin ittifak yapmak istediği İngiltere, Fransa ve
Rusya gibi İtilaf Devletleri’ne yapılan müracaatlar sonuçsuz kaldı. Ortaya
çıkan bu durum Osmanlı için AvusturyaMacaristan ve Almanya’dan oluşan İttifak
Devletleri gurubunu zoraki bir seçenek haline getirdi (Ersoy ve Aksoy, 1994:46;
Armaoğlu, 1992:107-108). Osmanlı Devleti diğer büyük devletlere ittifak
teklifinde bulunduğu 1913 yılı içinde gayrı resmi olarak Almanya nezdindede
girişimde bulunmuş, ancak o zaman Almanya bu fikre pek sıcak bakmamıştı.
Avusturya-Macaristan Hükümeti’nin, Osmanlı Devleti’ni 1914 yılı Temmuz
ortalarında ittifaka dahil etme girişimlerinde bulunur. Almanya’da, Osmanlı
Devleti’nin 1913’teki teklifini gündeme getirerek 22 Temmuz’da ittifak
teklifinde bulundu. Fransa’da ittifak arayışında bulunan Cemal Paşa’nın olumlu
bir netice alamadan 18 Temmuz’da İstanbul’a dönmemesi, İstanbul’da bulunan
Alman askeri heyetinin Enver Paşa nezdinde ki girişimleri, Alman elçisinin
ittifak lehinde hükümet üzerindeki telkinleri Almanya’nın teklifinin kabulünde
etkili oldu (Babacan, 2012:119). Son derece gizli bir şekilde Sadrazam Sait
Halim Paşa tarafından yürütülen Osmanlı-Alman ittifak görüşmelerinden sadece,
Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Bey ve Meclis-i Mebusan Reisi
Halil Bey haberdardı. 26 Temmuz’da başlayan Osmanlı-Alman ittifak görüşmeleri
devam ederken, Avusturya 28 Temmuz 1914’de Belgrad’ı bombalayarak Sırbistan’a
karşı fiilen savaşı başlattı. Bu savaşta Rusya Sırbistan’ın, Almanya’da
Avusturya’nın arkasında olduğunu ilan edince savaşın Avrupa’ya yayılacağı
görüldü (Karal, 1994:380; Bayur “b”, 1991:629; Sabis, 1991:116; Armaoğlu,
1992:100). Sırbistan’ı destekleyen Rusya 31 Temmuz’da genel seferberlik ilan
edince, Almanya’da 1 Ağustos’ta Rusya’ya ve 3 Ağustos’ta Fransa’ya savaş ilan
etti. Ayrıca Almanya 4 Ağustos’ta Belçika’yı işgal edince, İngiltere 5
Ağustos’ta Almanya’ya savaş ilan etti. 6 Ağustos’ta Avusturya’nın Rusya’ya
savaş ilan etmesiyle bir hafta içinde 1. Dünya Savaşı başlamış oldu (Akşin, 1998:84;
Sander, 2007:344). 1. Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde 2 Ağustos 1914’de
Osmanlı-Alman ittifak anlaşması imzalanıyordu. Osmanlı Devleti adına Sait Halim
Paşa ve Almanya adına Wangenheim tarafından imzalanan anlaşma sekiz maddeden
oluşuyordu (Tunçay, 1997:42; Aksoy ve Ersoy, 1994:47). Anlaşmanın birinci
maddesi: her iki tarafın Avusturya ile Sırbistan arasındaki bir çatışmada
tarafsız kalacağını ifade ediyordu. İkinci madde: Rusya çatışmaya girer ve
Almanya’da girmek zorunda kalırsa Osmanlı Devleti İttifak Devletleri’ne
katılacaktı. Üçüncü madde: Alman askeri heyetinin Türkiye’de kalacağını ve
Osmanlı ordusunda yüksek komutalarda yer verileceğini ifade ediyordu. Dördüncü
maddeye göre Almanya Osmanlı topraklarını koruyacaktı. Beşinci madde:
anlaşmanın derhal yürürlüğe gireceğini ve 31 Aralık 1918’e kadar geçerli
olduğunu söylüyordu. Altıncı madde: taraflardan biri aksine karar vermedikçe
anlaşma kendiliğinden beş yıllık süre için yenilenecekti. Yedinci madde: Sultan
ve Kayzer anlaşmayı bir ay içinde tasdik edecektir. Anlaşmanın sekizinci
maddesi, anlaşmanın gizli kalacağını, tarafların ancak diğer tarafın onayı ile
bunu açıklayabileceğini karar altına alıyordu (Zürcher, 2010:170-171; Baykara,
1985:21; Bayur “b”, 1991:642-643; Kuran, 1959:651). Almanya ile ittifak
anlaşması yapıldığını öğrenen hükümet üyelerinin büyük bir kısmı tepki
göstererek, savaşa mümkün olduğunca geç girilmesini ve ittifakın gizli
tutulmasını istediler. Almanya ile yapılan ittifaka ve ülkenin savaşa girmesine
sert bir şekilde karşı çıkanlardan biri de Cemal Paşa oldu. Cemal Paşa, harbe
katılmanın mümkün olduğunca geciktirilmesini, o dönemlerde Sait Halim Paşa’nın
evinde toplanan Meclis-i Vükela’da, Halil, Talat ve Enver beylerin de bulunduğu
her ortamda dile getiriyordu. Cemal Paşa, ordunun seferberliği tamamlanmadan
girilecek bir harbin intihar olacağını, Çanakkale, İstanbul ve Rusya hududunda
bir neferin dahi bulunmadığı hususunda uyarılarda bulunuyordu. İttifak ve savaş
konusunda hükümet üyelerinin tepki göstermesi, hükümeti savaşın dışında kalma
siyaseti izlemeye sevk etti. Hatta hükümet, Almanya ile yapılan ittifakı
gizlemek amacıyla İtilaf Devletleri’ne ittifak önerilerinde dahi bulundu (Cemal
Paşa, 2001:141-142; Sander, 2007:369; Akşin, 1998:85). Osmanlı-Alman ittifak
antlaşmanın imzalandığı 2 Ağustos 1914’te Enver Paşa, padişahın dahi iznini
almadan ve meclisten herhangi bir karar çıkartmadan, seferberlik emri
verdi.(Bayur “b”, 1991:21)3 Ağustos 1914 tarihinde ise seferberlik ilanı
basında yer aldı. Tanin Gazetesi 3 Ağustos tarihli sayısında, 2 Ağustos
tarihinde sokak duvarlarına kırmızı zemin üzerinde yeşil bayrak ve tuğrayı
hümayun basılmış beyannameler yapıştırıldığını okuyucularına duyurdu. Duvarlara
yapıştırılan beyannamelerde: “seferberlik var asker olanlar silah başına” ibaresinin
bulunduğu, bu seferberliğin çevremizde gelişen kargaşalardan dolayı vatan
müdafaası amacıyla yapıldığı ifadelerine yer veriliyordu. Gazete
haberindeseferlik uygulamasının 3 Ağustos tarihi itibariyle başladığı,
seferberlik nedeniyle ülkenin her yerinde “Örfi İdare” ilan edildiği duyuruldu
(Tanin, 3 Ağustos 1914). 3 Ağustos 1914 tarihli Padişah iradesi ile
Mükellefiyet-i Askeriye Kanunu’nun 147. Maddesi’nde ifade edilen vasıflara haiz
olanlardan Eylül’de silâhaltına alınacak olan efratla, aynı vasıflara haiz 1310
(1894-1895)doğumlu efradın hemen silâhaltına alınmasına karar verildi. Yine
aynı tarihte yayınlanan geçici kanun ile 45 yaşına kadar olanların -İstanbul
halkı ile gayrimüslimler de dahil olmak üzere- fiilen askerlik mükellefiyetine
tabi oldukları, ancak gayrimüslim ihtiyat efradından bir seferliğe mahsus olmak
üzere nakdi bedel kabul edileceği ifade edildi (Takvim-i Vekayi, 4 Ağustos
1914). 8 Ağustos 1914 tarihinde Mükellefiyet-i Askeriye Kanunu’nun 42 ve 147.
maddelerindeki şartlar gereğince silâhaltına alınmalarına karar verilenler
hariç olmak üzere, ihtiyat ve müstahfız efradından isteyenlerin bedeli nakdi
vermelerine imkan tanındı (Tanin, 8 Ağustos 1914). 10 Ağustos 1914 tarihinde
ise Müslüman ihtiyat ve müstahfız efradı için de bedeli nakdi hakkı getirildi
(Tanin, 10 Ağustos 1914). Seferberlik ilanı ile Genelkurmay karargâhında
yapılan küçük değişikliklerle Umumi Karargâh ve Başkumandanlık Vekâleti teşkil
edildi. Teşkil edilen ilk Umumi Karargâh’ta Enver Paşa, İsmet (İnönü), Kazım
(Karabekir), Ali İhsan (Sabis) gibi Harp Akademisi’ni birincilikle bitiren
dönemin parlak kurmayları yer aldı. Başkumandanlık Vekâleti’ne Harbiye Nazırı
Enver Paşa, Karargâh-ı Umumi veya Başkumandanlık Vekâleti Erkan-ı Harbiye
Riyaseti’ne Bronzart Von Schlefendorff getirildi (Görgülü, 1993:146-147). Bütün
hazırlıklara ve yapılan ittifak anlaşmasına rağmen Osmanlı Devleti’nin savaşın
dışında kalma anlayışı, Almanları Osmanlıyı savaşa sokabilmek için subaylar ve
aydınlar arasında devletin sınırlarının genişleyeceği propagandasına
yöneltmiştir. Almanlar savaşın kısa süre içinde biteceğini, Osmanlı’nın pay
elde etmek istiyorsa biran evvel savaşa katılması gerektiği fikrini yaymaya
çalışıyordu. Bu tür propaganda faaliyetlerinden beklediği karşılığı bulamayan
Almanlar, Osmanlı üzerinde açık emelleri olan Rusya’nın, Osmanlıya karşı bir
saldırıda bulunması halinde yardım etmeyecekleri tehdidinde bulunmaya başladı.
Ayrıca Osmanlı ordusuna yapılan silah yardımının kesileceğini de dolaylı olarak
ima ediliyordu (Aksoy ve Ersoy, 1994:48). Almanların Osmanlıyı savaşa ikna etme
hususunda işini kolaylaştıran en önemli gelişmelerden biri, İngiltere’ye 1911
yılında sipariş edilmiş ve bedelleri kısmen ödenmiş olan iki savaş gemisinin
1914 yılı ortalarında tamamlanmış olmasına rağmen teslim edilmemesi olmuştur.
Osmanlı Devleti, Sultan Osman ve Reşadiye adı verilen gemilere olan borcunu
tamamen ödemiş, ancak buna rağmen 1 Ağustos 1914’de İngiliz Deniz Kuvvetleri
Bakanı Winston Churchill gemilere el koymuştur. İngiltere'nin bu tavrı Osmanlı hükumetinde
ve kamuoyunda büyük tepkilere sebep olmuştur (Zürcher, 2010:172; Tunçay,
1997:43).
İngilizlerin tutumu nedeniyle
ortaya çıkan tepkiden ustalıkla yararlanan Almanlar, Goben zırhlısı ve Breslau
hafif kruvazöründen oluşan küçük Akdeniz filosuna Çanakkale Boğazı’na hareket
emri verdiler. Akdeniz’de bulunan İngiliz ve Fransız filolarınca takip edilen
iki Alman gemisi 10 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı’na ulaşınca, gemilerin boğazdan
geçişine Enver Paşa’nın emriyle izin verildi (Zürcher, 2010:172; Tunçay, 1997:43;
Karal, 1994:384-385). Muharip gemilerin boğazdan içeri girmesi, devletler
hukukuna, Boğazlar rejimine ve tarafsızlık ilkesine aykırı bir durum arz
ettiğinden, gemilerin ya 24 saat içinde Türk karasularından çıkarılması ya da
silahlarının sökülmesi gerekiyordu. Ancak gemilerin karasularımızdan
çıkartılmasına da silahlarının sökülmesine de Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi
Wagenheim itiraz etti. Büyükelçinin itirazı üzerine Talat Paşa’nın bulduğu
formülle gemilerle ilgili sorun çözüldü (Ünal, 1998:553-554). Talat Paşa’nın
formülü, gemilerin Almanya’dan satın alındığını açıklayarak gemilere Türk
bayrağı çekilmesi, tayfalarına fes giydirilmesi, Goben’e Yavuz, Breslau’ya
Midilli adı verilerek Osmanlı donanmasına katılması oldu. Gemilerin satın
alınması sadece görünüşte, durumu kurtarma amaçlı bir açıklamaydı. Bu gemilerin
komutasını elinde bulunduran Alman Deniz Kuvvetleri’nin Akdeniz Komutanı Amiral
Souchon, Osmanlı Donanması’nın 1. Kumandanlığı’na atandı (Armaoğlu,
1992:109-110;Tunçay, 1997:44). Gemilerin alınmasına dair haberler Türk
basınında da geniş bir şekilde yer aldı. Tanin Gazetesi gemilerin alınmasına
dair haberi “Büyük Bir Muvaffakiyet” başlığı altında okuyucularına duyurdu.
Gazete haberinde, Goben ve Breslau gemilerinin seksen milyon marka satın
alındığı, gemilerin limanda halkın ziyaretine açıldığı, bu gemilerin
alınmasının İstanbul halkının kalbini yakan Sultan Osman ve Reşadiye’nin
acılarını unutturduğu ifade ediliyordu (Tanin, 12 Ağustos 1914). Bu tür
propaganda faaliyetleri Osmanlı’nın savaşa sokulması için kamuoyunda gerekli
ortamın hazırlanmasında etkili oldu. Osmanlı Devleti, Alman kuvvetlerinin Batı
Cephesi’nde Paris’i almak üzere saldırıya geçmesi üzerine, 5 Eylül 1914’de
İtilaf Devletleri’nin zor durumda bulunmasından istifade ederek kapitülasyonları
kaldırmaya karar verdi. Hükümet 1 Ekim 1914’ten itibaren kapitülasyonların
geçersiz olacağını, 9 Eylül’de yabancı devletlerin elçiliklerine bir nota ile
bildirdi (Karal, 1994:390; Baykara, 1985:21). Ancak kapitülasyonların
kaldırılmasına karşı ilk tepki müttefikimiz olan Almanya ve Avusturya’dan
geldi. İlginç bir tesadüftür ki kapitülasyonların kaldırıldığı gün olan 9
Eylül’de Amiral Souchon Osmanlı Donanması Birinci Komutanlığı’na getirilmişti
(Aybars, 2000:49; Türkgeldi, 1987:115; Karal, 1994:391). Goben ve Breslau
hadisesi yüzünden Osmanlı ile İtilaf Devletleri’nin arası açıldı. Bu gerginlik
Osmanlı donanması ile Çanakkale Boğazı girişini denetim altında bulunduran
İngiliz donanması arasında sık sık olayların çıkmasına sebep oluyordu. Osmanlı
ve İngiliz donanması arasında Eylül ve Ekim aylarında yaşanan olaylar had
safhaya ulaştı. İngilizler, Çanakkale Boğazı’nın kapatıldığı 27 Ekim’den
itibaren hiçbir Osmanlı gemisinin Ege Denizi’ne açılmasına izin vermiyordu.
İngilizlerle gerginliklerin yaşandığı sırada Almanlar da Osmanlıyı
tarafsızlıktan vazgeçirerek İtilaf Devletleri’ne karşı savaşa sokmak için
çalışmalarına hız vermişlerdi. Ancak Osmanlı idarecileri İngiltere’ye karşı
savaşmak istemediklerinden Almanların savaşa girin baskısına, yeterli derecede
silah, cephane, giyecek ve bilhassa para olmadığını ve bunlar tamamlanmadan
savaşa girmeyecekleri cevabını veriyordu (Pomiankowski, 1990:77-78).
Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın da 1915 yılı ilkbaharına kadar savaşa girmeyi
istemediği, ancak Alman hükumetinin baskılarını artırması ve gereken mali
teminatları sağlaması nedeniyle savaşa girmek zorunda kalındığını söylediği
iddia edilmektedir. Bu zorunluluk nedeniyle 25 Ekim 1914’de savaş kararının
alındığı ifade edilmektedir (Zürcher, 2010:173). Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın
27 Ekim’de donanma Karadeniz'e açılmadan gemilerdeki askerlere, donanmanın
Karadeniz’de icra edeceği manevralarda donanmaya Amiral Souchon’un kumanda
edeceğini söylediği, onun vereceği emirlere kendi emri gibiitaat edilmesini istediği
iddia edilmektedir. 29 Ekim 1914’de Amiral Şuson’un görünürde keşif yapmak
amacıyla donanmayla Karadeniz'e açılmasına izin verildi (Bayur “c”, 1991:235;
Ünal, 1998:555). Karadeniz'e açılan Osmanlı donanması 29-30 Ekim tarihlerinde
Rus limanlarından Sivastapol, Odesa ve Novrosiski bombalamış, limanlarındaki
petrol ve tahıl depolarını, bazı nakliye gemileriyle kayıkları imha etmiştir.
Bu olay geri dönülmez bir biçimde Osmanlı Devleti’ni fiilen 1. Dünya Savaşı’nın
içine sokmuş oldu (Pomiankowski, 1990:110). Donanmanın Rus limanlarını
bombardıman ettiği haberinin duyulması üzerine harbe taraftar olmayan Maliye
Nazrı Cavit Bey, Ticaret Nazırı Süleyman Bostani Efendi, Nafıa Nazırı Çürüksulu
Mahmut Paşa, Telgraf ve Posta Nazırı Oskan Efendi istifa etti. Rus limanlarının
bombardımanından sonra 2 Kasım 1914’te Rusya, 4 Kasım’da İngiltere ve 5
Kasım’da Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti (Türkgeldi, 1997:117;
Baykara, 1985:22; Mehmet Tevfik Bey, 1993:70-71). Kendisine karşı savaş
ilanlarının ardından Osmanlı Devleti de 12 Kasım 1914’te ilgili devletlere
resmen savaş ilanında bulundu. Savaş ilanından iki gün sonra Padişah Mehmet
Reşad, halife olarak “Cihad-ı Ekber” ilan ederek İtilaf Devletleri’nin
egemenliği altındaki bütün Müslümanları birlikte mücadeleye çağırdı.
Osmanlı’nın cihat çağrısına karşılık İtilaf Devletleri de Osmanlı idaresindeki
milletlere (Arap, Ermeni vb.) bağımsızlık vaat etmeye başladı (Uçarol,
1995:467-468;Baykara, 1985:22). Osmanlı Devleti, 1914’ün son günlerinde girdiği
ve birçok cephede savaştığı 1. Dünya Savaşı’nı müttefikleriyle birlikte
kaybederek, 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekesi ile bitirdi.
Sonuç
Balkan Savaşı’nın beklenmedik bir
şekilde kaybedilmesi hem büyük toprak kayıplarına hem de psikolojik çöküntüye
sebep oldu. Yaşanan hezimetin sebebi olarak orduya siyasetin girmesi – subaylar
arasındaki alaylı, mektepli çekişmesi-görüldü. 1913 yılı ortalarından itibaren
hükümete tam anlamıyla hakim olan İttihat ve Terakki yöneticileri, Balkan
faciasından mesul gördükleri ordunun yeniden yapılandırılmasına karar verdiler.
İttihatçılar ordunun ancak yeni bir ruh ve dinamizmle Balkan Savaşı’nda yaşanan
hezimetin etkisinden kurutulabileceğini düşünüyorlardı. .Bu sırada Sadarette
bulunan Sait Halim Paşa ve Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa ise ordunun yeniden
yapılandırılmasında Alman askeri uzmanlardan yararlanma görüşünü ortaya attı.
Bu görüşün benimsenmesiyle General Liman vonSanders başkanlığındaki 42 kişiden
oluşan Alman ıslah heyeti 14 Aralık 1913’de İstanbul’a getirildi. İktidara hakim
olan İttihat ve Terakki lider kadrosu Balkan hezimetinde sorumlu gördükleri
yaşlı sub ayları tasfiye ederek orduyu genç subaylarla yeniden yapılandırma
düşüncesine sahipti. Subayların tasfiyesi hususunda İttihat ve Terakki
kadrosuyla görüş ayrılığı yaşayan Ahmet İzzet Paşa, 3 Ocak 1914 tarihinde
Harbiye Nazırlığı’ndan istifa edince, 4 Ocak 1914’de Nezarete Enver Paşa
getirildi. 8 Ocak 1914 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini de
üzerine alan Enver Paşa, ordu üst yönetiminde tek karar verici haline geldi.
Ordu üst yönetimini uhdesinde toplayan Enver Paşa, ordunun yapılandırılması
işini bir taraftan konuş kuruluş boyutuyla ele alırken bir taraftan da subaylar
arasındaki eski-yeni ikiliğini ortadan kaldırmak üzere harekete geçti. Yapılan kapsamlı
tasfiyelerle yeni teşkil edilen ordu kademelerine genç subaylar getirildi.Enver
Paşa, bir taraftan Harbiye Nezareti ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti gibi
ordu üst yönetim birimlerinde köklü değişiklikler yapıyor, bir taraftan da
ordunun silah, cephane ve araç-gereç açığını kapatmaya çalışıyordu. Yeniden
yapılandırılan ordunun asker ihtiyacını karşılamak üzere 12 Mayıs 1914’de yeni
asker alma kanunu uygulamaya konuluyordu. Bu kanun askerlik mükellefiyetini
-hanedan mensupları hariç- bütün tebaaya görev haline getiriyordu. Ordunun
yeniden yapılandırılmasına hız verildiği sırada, Avrupa devletleri arasında
ortamın iyiden iyiye sertleşmesi Osmanlı açısından bazı riskleri ortaya
çıkardığından, Balkan Harbi öncesindeki garnizon mahallerine dönülmesine ve
ordunun kolordu ve tümen temelinde yeniden teşkiline karar verildi. 28 Haziran
1914’de Avusturya-Macaristan Veliahdı Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırplı
tarafından öldürülmesi savaşın fitilini ateşlemiş oldu. Avusturya ile Sırbistan
arasındaki gerilimin bir dünya savaşına dönüşmesi halinde tarafsız kalmanın
kendi ellerinde olmayabileceğini düşünen Osmanlı idarecileri, bir büyük
devletle veya devletler gurubuyla ittifak yapma arayışına girdi. Osmanlı
Devleti’nin ittifak yapmak istediği İngiltere, Fransa ve Rusya gibi İtilaf
Devletleri’ne yapılan müracaatlar sonuçsuz kaldı. Osmanlı için
Avusturya-Macaristan ve Almanya’dan oluşan İttifak Devletleri gurubu zoraki bir
seçenek haline gelmişti. Son derece gizli bir şekilde Sadrazam Sait Halim Paşa
tarafından yürütülen Osmanlı-Alman ittifak görüşmeleri 2 Ağustos 1914’de
Osmanlı-Alman ittifak anlaşmasının imzalanmasıyla neticelendi. Aynı gün genel
seferberlik ilan edilerek ordunun savaşa hazır hale getirilmesi çalışmalarına
başlandı. Hükümet üyelerinin çok büyük bir bölümünün savaşa karşı olmaları
nedeniyle bütün hazırlıklara ve yapılan ittifak anlaşmasına rağmen Osmanlı
Devleti’nin savaşın dışında kalması yönünde bir politika takip edilmeye
başlandı. Ancak bu durumdan memnun olmayan Almanya Osmanlı’yı savaşa sokabilmek
için türlü yollar deniyor, Osmanlı idarecileri ise sürekli bazı gerekçeler
ileri sürerek savaşın dışında kalmaya çalışıyordu. Alman Amiral Souchon
idaresinde Karadeniz’e açılan Osmanlı donanmasının 29-30 Ekim tarihlerinde Rus
limanlarını bombalaması ile Osmanlı Devleti bir oldubittiye getirilerek, 1.
Dünya Savaşı’na sokulmuş oldu. Bu gelişme üzerine Rusya 2 Kasım 1914’te,
müttefiki olan İngiltere 4 Kasım’da, Fransa’da 5 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne
savaş ilan etti. Kendisine karşı savaş ilanlarının ardından Osmanlı Devleti de
12 Kasım 1914’te ilgili devletlere resmen savaş ilan ederek sonu belli olmayan
bir meçhule girmiş oldu. Sonuç itibariyle, 1914 yılı başında başlanan orduyu
yeniden yapılandırma sürecinde çok önemli adımlar atılmış olmasına rağmen
Avrupa da ortaya çıkan gelişmeler yapılan yeniliklerin olgunlaşması için
ihtiyaç duyulan zaman fırsatını vermedi. 2 Ağustos 1914’de Almanya ile
imzalanan ittifak anlaşması ve aynı gün seferberlik ilanıyla orduda başlatılan
yapılandırma faaliyetleri akim kaldı. Osmanlı ordusunun savaş için yeterli
yığınak ve konuşlanmayı gerçekleştiremediği bir sırada, donanmanın Rus
limanlarını bombardıman etmesi Osmanlının bir oldubitti ile kendisini savaşın
içinde bulmasına sebep oldu. Uzun süren savaş yıllarında birçok cephede
savaşmak zorunda kalan Osmanlı silahlı kuvvetleri, ordu sayısını sürekli
artırmak zorunda kaldı. Ordu sayısı sürekli artırılırken, ordular kadro ve
silah itibariyle çok büyük eksikliklerle savaşı sürdürmeye çalışıyordu. Dört
yıl süren savaş Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile sona erdi. Büyük
kayıplarla neticelenen savaş yıllarının beklide tek olumlu görülebilecek
tarafı, 1914 yılı başından itibaren yürütülen ordunun yeniden
teşkilatlandırılması ve subayların gençleştirilmesi faaliyetlerinin orduya yeni
bir dinamizm ve heyecan getirdiğiydi.
Kaynakça
Arşiv Belgeleri, Kanunnameler ve
Süreli Yayınlar Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Harbiye, D:148, V:32, 24
Kânunuevvel 1329. Düstur, (1334). Tertib-i Sani, C. VI, 1 Teşrinisani 1329-31
Teşrinievvel 1330, No:297, Dersaadet: Matbaa-i Amire. Peyam, (1 Kânunuevvel
1329 /14 Kânunuevvel 1913). No:31. Salname-i Askeri (1330). Dersaadet: Matbaa-i
Askerî. Takvim-i Vekayi (22 Temmuz 1330). No: 1897. Takvim-i Vekayi (1 Mayıs
1330). No:1816. Tanin (28 Kânunuevvel 1329). No:1812 Tanin (19 Kânunusani
1329). No:1833 Tanin (21 Temmuz 1330). No:547. Tanin (23 Haziran 330). No:
1689. Tanin (26 Temmuz 1330). No:2021. Tanin (28 Temmuz 1330). No:2023. Tanin
(30 Temmuz 1330). No: 2024. Tasvir-i Efkâr (16 Kânunuevvel 1913). No:942-143.
Kitap ve Makaleler Akşin, S. (1998). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi,
İmaj Yayınevi, Ankara. Aktaş, H. (2000). “I. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Görev
Yapan Alman Subaylarının Faaliyetlerinin Bir Değerlendirmesi ve Türk Askerinin
Konumu”,Yedinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri II,Ankara:Genelkurmay
Basımevi, ss. 413-428. Armaoğlu, F. (1992). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi
(1914-1990), C. I: 1914-1980, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara. Aybars, E.
(2000). Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Ercan Kitabevi, İzmir. Ayışığı, M.
(1997).Mareşal Ahmet İzzet Paşa (Askeri ve Siyasi Hayatı), TTK Yayınları,
Ankara. Babacan, H. (2012).Mehmet Talat Paşa (1874-1921), Altınpost Yayınları,
Ankara. Baykara, T. (1985).Milli Mücadele, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara. Bayur, Y. H. “b” (1991). Türk İnkılâbı Tarihi, C.II, K. 4, TTK
Yayınları, Ankara. Bayur, Y. H. “c” (1991). Türk İnkılâbı Tarihi, C.III, K. 1,
TTK Yayınları, Ankara. Bayur, Y.H. “a” (1991).Türk İnkılâbı Tarihi, C.II, K. 3,
TTK Yayınları, Ankara. Cemal Paşa (2001).Hatıralar, (Haz. Alpay Kabacalı),
Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul. Çolak, M. (2006).Harbiye Nazırı Enver
Paşa ve Türkçü Politikaları, Fakülte Kitapevi, Isparta. Emir, H. H. (1924).
Erkân-ı Harbiye Meslek, Vazife ve Teşkilatı, Erkân-ı Harbiye Mektebi Matbaası,
İstanbul. Erickson, E. J. (2003). Size Ölmeyi Emrediyorum (Birinci Dünya Savaşı
Sırasında Osmanlı Ordusu), Kitap Yayınevi, İstanbul. Eroğlu, C. Yarar, H. ve İ.
Göktuğ, D. (1999). Osmanlı Ordu Teşkilatı, Milli Savunma Bakanlığı Yayınları,
TTK Basımevi, Ankara. Ersoy, E. ve Aksoy, M. T. (1994).Türkiye Federal Almanya
İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları,
İstanbul. Esatlı, M. R. (1975).İttihat ve Terakki, Hürriyet Yayınları,
İstanbul. Görgülü, İ. (1993). On Yıllık Harbin Kadrosu (1912-1922), TTK
Basımevi, Ankara. Hayta, N. ve Uğur, Ü. (2003). Osmanlı Devletinde Yenileşme
Hareketleri,(XVII Yüzyıl Başlarından Yıkılışa), Gazi Kitapevi, Ankara. İnönü,
İ. (1985).Hatıralar, C.I,(Yay. Haz: Sabahattin Selek), Bilgi Yayınları, Ankara.
Karabekir, K. (1994). Birinci Cihan Harbine Nasıl Girdik, C. II, Emre
Yayınları, İstanbul. Karal, E. Z. (1994). Büyük Osmanlı Tarihi, C.V, TTK
Yayınları, Ankara. Kuran, A. B. (1959). Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri
ve Milli Mücadele, Çeltüt Matbaası, İstanbul. Mühlman, C. (2006).Çanakkale
Savaşı,(Çev. Sedat Umran), Timaş Yayınları, İstanbul. Ortaylı, İlber
(2008).Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Timaş Yayınları, İstanbul.
Pomiankowiski, J. (1990). Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü (1914-1918 I. Dünya
Savaşı), (Çev. Kemal Turan), Kayıhan Yayınları, İstanbul. RezanHürmen, F.
(1993). Mehmet Tevfik Bey’in (Biren), II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke
Devri Hatıraları C.II, Arma Yayınları, İstanbul. Sabis, A. İ. (1991). Harp
Hatıralarım,1. Dünya Harbi,C.I, Nehir Yayınları, İstanbul. Sander, O. (2007).
Siyasi Tarih (İlk Çağlardan 1918’e), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. Shaw, S.
ve Shaw, E. K. (1983). Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, (Çev. Mehmet
Harmancı), E Yayınları, İstanbul. Tunçay, M. (1997). Türkiye Tarihi (Çağdaş
Türkiye 1908-1980), C. IV, Yayın Yönetmeni: Sina Akşin, Cem Yayınları,
İstanbul. Turfan, M. N. (2005). Jön Türklerin Yükselişi, Alkım Yayınları,
İstanbul. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi (1996). C. III, 6. Kısım, Genelkurmay
Basımevi, Ankara. Türkgeldi, A. F. (1987). Görüp İşittiklerim, TTK Yayınları,
Ankara. Uçarol, R. (1995). Siyasi Tarih (1789-1994), Filiz Kitabevi, İstanbul.
Ünal, T. (1998). Türk Siyasi Tarihi (1700-1958), Kamer Yayınları, İstanbul.
Zürcher, E. J. (2010). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner,
İletişim Yayınları, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.