İspanya’dan Osmanlı’ya: Bazı Yeni Kaynaklar
Işığında Çikolatanın Tarihi Serüvenine Katkı
Dr. Öğretim Üyesi: Fatma Ünyay Açıkgöz
Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi
Tarihi 3000 yıl kadar önce Meksika'nın güneyinde yaşayan ve Mayaların kökeni olan
Olmeklere dayanan çikolata, Mayalarda ve Azteklerde zenginlerin, savaşçıların ve kralların içeceği
olup aynı zamanda para olarak da kullanılmaktaydı. 1521’de İspanyolların Meksikayı fethedip koloni
haline getirmesinden sonra İspanyol gemileri, altının yanı sıra İspanya’ya çuvallar dolusu kakao
taneleri taşımaya başlamışlardı. İlk kakao ticaretinin başlaması Güney Amerika’da İspanyol
kolonilerinin kurulmasından yaklaşık 60 yıl sonra; çikolatanın İspanyol sarayına yerleşip
benimsenmesi ise XVII. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşmiştir. Kakao çekirdeklerinin kurutulması ve
kavrulup ezilmesinden sonra şeker kamışı, tarçın, anason tohumu, misk ve karabiber gibi
tatlandırıcılar kullanılarak macun haline getirilen çikolata, sıcak suda eritilerek içiliyordu. Özellikle
aristokrat kadınlar arasında bir fincan köpüklü çikolata içmek çok yaygın hale gelmişti. İspanyollar
için çikolata keyif verici bir madde, bir ilaçtı; çikolatanın direnci artırdığına ve yorgunluğu giderdiğine
inanılıyordu. Bu yeni görünüşüyle çikolata Avrupa’da bir saraydan diğerine, bir asilzade
malikânesinden diğerine ve bir manastırdan ötekine uzanan yolculuğuna bu şekilde çıkmıştı. İnsanlar
başlangıçta hangi dertlere deva niyetiyle kullanmış olurlarsa olsunlar sonuçta bu içecek de çay ve
kahve gibi alışkanlık yaratmıştı. XVII. yüzyılın başlarında İspanya’dan ilk olarak İtalya’ya daha sonra
Fransa, Avusturya ve İngiltere’ye yayılmış; ancak çok pahalı bir içecek olduğu için XVIII. yüzyıl
boyunca aristokrat sınıfların tüketebileceği lüks maddeler arasında yerini almıştı. Öyle ki bu dönemde
bir kilo çikolatanın fiyatı bir işçinin dört günlük yevmiye tutarına eşitti. Aynı dönemde Avrupa’da bira
köylülerin, kahve ve çay orta sınıfın (burjuvanın) ve çikolata ise aristokratların içeceği durumuna
gelmişti. Kısa zamanda açılan çikolata evlerinde bu içeceği içmek bir statü göstergesi olmuştu (Coe ve
Coe, 2005).
Çikolata tarihiyle ilgili yazılardan anlaşıldığına göre kahve Avrupa’da kısa sürede etkisini
gösterirken, bir içecek olarak çikolata aynı etkiyi kahve sever Yakın Doğu halkları arasında
gösterememiş; Osmanlı ülkesinde uzun süre halk tarafından ilgi duyulan bir madde olmamıştır.
Portekizli tüccarlar ve Cizvit misyonerler Doğu’ya yapılan seferlerde beraberlerinde çikolatayı da
götürmüşlerdi ve yerliler bu maddeye çok az ilgi duymuşlardı. Çikolatanın Asya’da gözde olduğu tek
yer Filipinler di (Coe ve Coe, 2005).Çikolata Tarihi İle İlgili Yerli Kaynaklara Dair
Osmanlı ve Türkiye’de çikolata konusu ile ilgili yapılmış çalışmaların sınırlı sayıda olduğu
görülmektedir. Bu konuda yapılmış akademik olmayan bir çalışmada çikolatanın Batı’da gelişimi ve
çikolatalı tarifler verilmiş; “Türkiye’de Çikolata” başlıklı bölümde ise Osmanlı döneminde çikolata
konusuna çok az değinilmiştir. İtalyan Seyyah Careri’nin İzmir’de bir Türk'e sunduğu çikolata, diğer
yerli ve yabancı eserlerde olduğu gibi bu eserde de ilk kayıt olarak yer almıştır (Gürsoy, 2006).
Türkiye’de Osmanlı yemek kültürü, şekerlemeler, şerbet, hoşaf ve tatlı kültürü gibi konularda
bazı akademik çalışmalar yapıldığı, ancak bunlarda çikolataya ya hiç değinilmediği ya da çok az
değinildiği de belirtilmelidir.
Çikolatanın yerli tarihi ile ilgili 2014’te yapılmış akademik bir çalışmada ise Osmanlı ve
Cumhuriyet döneminde çikolata tarihinin akademik anlamda çok az işlendiği, dünyada çikolata tarihi
konusunda ise sayılamayacak kadar çok çalışmanın bulunduğu; buna rağmen böylesine geniş bir
külliyatta da Türkiye hele ki Osmanlı devrine ilişkin olanların parmakla sayılacak kadar az olduğu
vurgulanmıştır. Kapsamı Osmanlı’dan başlayan sınırlı bilgilerle Türkiye’de 1960’lara kadar uzanan
“Çukulata, Çikolatanın Yerli Tarihi” adlı bu çalışmada Osmanlı topraklarında ilk çikolata kaydı ile
ilgili bilgiler bulunmaktadır. Buna göre İtalyan seyyah Careri’nin 1699’da İzmir’de bir Ağa’ya
çikolata ikram edişinden önce Kudüs'e uğradığı, oradan ayrılırken de Aziz Kurtarıcı Kilisesi’ni ziyaret
ettiği ve orada kendisine çikolata hediye edildiği şeklinde yer almıştır (Özen, 2014, ss. 26-50).
Neticede sözü edilen çalışmada XVII. yüzyılın sonlarında çikolatanın Osmanlı topraklarına ulaşmış
olduğu (Kudüs) söylenmekte ise de Osmanlı sarayına nasıl ve ne zaman girdiği konusunda net bir bilgi
bulunmamaktadır. Aynı eserde Osmanlı topraklarındaki Katolik din adamlarının daha sonraki yıllarda çikolata tüketimine dair birkaç örnek verildikten sonra XIX. yüzyılda arşivler ve basının elverdiği
ölçüde çikolatanın yerli serüvenini anlatmak üzere şöyle denilmektedir: “Bütün bu veriler uzun
döneme yayılan bir pratiğin tezahürleri olarak yorumlanabilir. Osmanlı İmparatorluğunda en
azından Avrupa'yla bağlantılı din adamlarının Avrupa’ya paralel bir takvim ve alışkanlıkla çikolata
tüketimine başladığı düşünülebilir. Fakat bu sınırlı çevre dışında örneğin Osmanlı sarayında bu
dönemde çikolata tüketildiğine dair hiçbir ipucumuzun olmadığı bir gerçek. Elimizdeki on yedinci
yüzyıl sonu ve ondokuzuncu yüzyıla ait veriler arasındaki boşluk da soru işaretleriyle dolu. Bu
eksikliğin ileride, yeni araştırmalarla dolacağını umarak şimdi doğrudan on dokuzuncu yüzyıla,
çikolatanın hem arşivlerde, hem basında boy gösterdiği yıllara gidebiliriz.” (Özen, 2014, s. 58).
Bütün bunlardan hareketle, bu boşluğu doldurmaya yönelik bir adım olarak çikolatanın
Osmanlı sarayına girişi birkaç Batı ve Osmanlı kaynağına göre izah edilmeye çalışılacaktır.
İtalyan Seyyah Careri’nin Anlatılarında Çikolata
1693–1699 yılları arasında dünyanın dört bir tarafını gezen maceraperest İtalyan tüccar
Giovanni Francesco Gemelli Careri, Osmanlı ülkesine uğradığı sırada Kudüs'e gelerek Aziz Kurtarıcı
Kilisesi’ni ziyaret etmiş ve orada kendisine çikolata hediye edilmişti: “Henüz gün doğmadan Aziz
Kurtarıcı Kilisesi’ne geri döndüm, tören kıyafetlerini giymiş olan tarikatın baş rahibi beni kutsadı.
Sonra yanında kilisenin baş papazıyla odama gelip en şefkatli ifadelerle bana iyi seyahatler diledi; her
ikisi bana çikolata ve birkaç kutsal emanet hediye ettiler.” Bu bilgiden hareketle Careri’nin bu
ziyaretinden önce çikolatanın Osmanlı topraklarına ulaştığını ve ülkedeki Katolik din adamları
arasında kullanıldığını görüyoruz. Nitekim XVII. yüzyılda çikolata Katolik tarikatının alışkanlıkları
arasındaydı ve Katolik din adamlarının Avrupa’da çikolatanın yayılmasında önemli rolü olmuştu
(Özen, 2014, s. 57).
Careri, daha sonra uğradığı İzmir’de tanıştığı bir Türk’e biraz çikolata ikram etmiş, Türk
çikolatanın tadını beğenmemiş ve Careri’ye fena halde kızmıştı. Türk, Careri’nin onu hasta etmek ve
doğru düşünüp karar vermesini engellemek için kendisine bu içkiyi ikram ettiğini düşündüğünü
söylemişti. Careri bu tepkiyle karşılaşınca, aslında böylesine kaba birine itibar edip çikolata ikram
ettiği için pişman olmuştu: “Seyde Ağası Beni görmeye geldi, ona çikolata verdim. Ama bu vahşi, o
güne kadar hiç tatmamış olduğu için, belki çikolata onu sarhoş ettiğinden veya daha ziyade tütünün
dumanı yüzünden aklını karıştırmak, dengesini bozmak niyetiyle kendisine içki içirdiğimi söyleyip
üzerime yürüdü. Öyle ki öfkesi dinmese kesinkes başıma bir iş gelir, ben de bu kadar kaba bir adamı
çikolatayla mest ettiğim için hak ettiğimi bulmuş olurum” (Özen, 2014, s. 50).
Bu bilgilerden hareketle, çikolata Careri’nin İzmir’i ziyaretinden önce Osmanlı topraklarına
(Kudüs) ulaşmıştır (Özen, 2014, s. 57) ve Osmanlı topraklarındaki ilk çikolataya dair kayıt Careri’nin
İzmir’deki bir Türk'e çikolata ikram edişi değil, bundan önce Kudüs’teki kiliseyi ziyareti sırasında
kendisine çikolata hediye edilişidir diyebiliriz.
Yeni Kaynaklar Işığında Osmanlı Sarayında Çikolata
Literatüre bakıldığında Careri’nin verdiği bu bilgilerden sonra XVIII. yüzyılın son çeyreğine
kadar çikolatanın Osmanlı topraklarındaki serüveni ile ilgili olarak kaynaklar sessiz kalır. Ancak bu
tarihlerde yazılmış bir bir İspanyol hatırat kitabı ve Osmanlı arşiv belgesi bu sessizliği bozar. 1782’de
Osmanlı Devleti ile İspanya arasında gerçekleştirilen Barış antlaşmasının önemini güçlendirmek
maksadıyla İspanya kralının sultana gönderdiği birbirinden değerli armağanlar arasında çikolata ve
kakao da bulunuyordu (1784). Bu bilgiler çikolata tarihini ele alan yerli ve yabancı eserlerde yer
almamaktadır.
İspanya ile Osmanlılar arasında XVI. yüzyıl boyunca görülen askerî mücadele Akdeniz’in batı
kısmında ve Kuzey Afrika’da yoğunlaşmıştı. Akdeniz’in iki ucunda yer alan bu iki büyük
imparatorluk arasındaki münasebetler, güçlerinin zirvesinde oldukları XVI. yüzyıl boyunca her iki
tarafın önderliğini yaptığı cihad anlayışı doğrultusunda; İspanya'nın Hristiyanlık ve Osmanlı'nın ise
Müslümanlık davalarının savunucusu olarak benzer emellere ulaşma arzusu çerçevesinde
şekillenmişti. Diplomatik ilişkiler de XVIII. yüzyıla kadar düşmanca bir şekilde seyretmiş, bu iki ülke
arasında kalıcı bir barış tesis edilememişti. Her iki devlet de XVII. ve XVIII. yüzyıllarda güç dengesinde öncelikli konumlarını kaybettiklerinin ve dış tehditlere karşı daha açık hale geldiklerinin
farkındaydılar. Osmanlılar ve İspanyollar, uzayan askerî çatışmalar ve bunların getirdiği ekonomik
yükler altındaydılar. Akdeniz’de huzurun sağlanması için Osmanlılar ile İspanya arasında yapılacak
olan antlaşma önemli idi. Bu nedenle diplomatik bir yakınlaşmanın olması her iki taraf için de
gerekliydi. Ancak XVIII. yüzyılın sonlarına doğru İspanya’nın girişimleri ve Osmanlıların da
meseleye daha ılımlı yaklaşmaları neticesinde taraflar arasında barış antlaşması yapılması mümkün
olmuştu (Arıkan, 1995; Corrales, 2006, ss. 235-254; Gravina, 2004, s. 11; Tabakoğlu, 2008, s. 814).
İspanya kralı III. Carlos diplomasinin bir gereği olarak bu antlaşmanın önemini kuvvetlendirmek için
kendisinin ve ülkesinin şanına layık olacak şekilde en nadide ürünleri Sultan I. Abdülhamid’e
göndermişti. Daha sonra Sultan da mukabil armağanlar yollamıştı. Bu hediyeler taraflar arasındaki
dostluğu pekiştirmesinin yanı sıra kültürel alışverişi de sağlamaktaydı. Aynı zamanda tarafların
birbirlerine zenginliklerini ve güçlerini de kanıtlamalarına vesile olmuştu. Zira devletlerarasında
hediyeleşme olumlu işlevleri olan bir mahiyeti haizdi ve diplomasinin bir parçası idi (Açıkgöz, 2017,
ss. 141-159)
İspanya Kralı III. Carlos 1783 yılının ağustosunda, iki yolcu gemisi ve bir çektiriden oluşan
bir savaş müfrezesine Kartaca Tersanesi’nde hazır bulunmaları emrini vermişti. Gemiler Sultan I.
Abdülhamid’le imzalanmış olan barışı güçlendirmek için armağanları İstanbul’a götüreceklerdi. 2
Eylül günü komutan olarak Tuğamiral D. Gabriel de Aristizâbal sefer emrini almış; uzun ve zorlu bir
yolculuğun ardından İstanbul'a ulaşılmıştı. Aristizâbal’ın, gezisi hakkında krala verdiği bilgilere göre
İspanyol gemilerinin taşıdığı sandıklarda kralların ve aristokratların içeceği olan çikolata ve kakao da
bulunmaktaydı. Armağanlar bir yıl kadar sonra İstanbul'a ulaşmıştı (1784) ( Castrillo, 2005, s. 717;
Gravina, 2004, s. 15-17):
"16 kutu çikolata,
24 çuval kakao,
4 kutu kına kına
4 kutu Havana tütünü,
bir adet küçük altın sofra takımı,
4 adet gümüş sofra takımı,
13 paket altın ve gümüş işlemeli ipek kumaş,
21 paket değişik cinste çok lüks kumaş,
bir miktar lama (vikunya) yünü,
şahane bir kamp çadırı."
Ayrıca sultana, haseki sultana, sadrazama ve onun oğullarına, yeniçeri ağası, elçiler ve sadaret
kaymakamı gibi devlet erkânının yanı sıra kâtipler ve teşrifatçılar gibi başka görevlilere armağan
edilmek üzere, yukarıda zikredilen hediyeler İstanbul’dan satın alınan mücevherlerler ve değerli
taşlarla süslü kıymetli eşyalarla daha da zenginleştirilmişti. Bu armağanlar, toplam 200.000 guruş
değerindeydi (Gravina, 2004, s. 15):
"Sultana tacı için, kırk bin kuruş değerinde pırlanta bir sorguç.
Sadrazama ve iki oğlundan her birine otuz bin kuruş değerinde elmaslı sorguçlar. Kaptan Paşaya,
kabzasında on beş bin kuruş değerinde büyük bir zümrüt bulunan, pırlantalarla süslü bir kılıç.
İmparatorluk Mühürdarına on dört bin kuruş değerinde elmaslı bir mücevher. Yeniçeri
ağasına ve Sadaret Kaymakamına on üç bin kuruş değerinde pırlantalı birer mücevher.
Haseki Kadına on iki bin kuruşluk, elmas kaplamalı kemer.
Babıâli tercümanına dokuz bin kuruş değerinde pırlantalı bir kuşak, kakmalı bir saat.
Başdefterdara yedi bin kuruş değerinde elmaslı bir mücevher.
Elçilere, teşrifatçılık yapanlara beş bin kuruş değerinde elmaslı mücevher.
Müftüye, tören ağasına, antlaşmaları hazırlayan kâtibe, vezirlere ve memurlara görevlerine
uygun mücevherler ve sultana da gümüş ve altın işlemeli, beyaz saten kaplı değerli bir kanepe,
hepsinin değeri toplam iki yüz bin kuruş."
Osmanlı kaynaklarında da sultana sunulan bu hediyelerin kaydına rastlanmaktadır. Topkapı
Sarayı Müzesi Arşivi’nde çeşitli tarihlerde Osmanlı padişahlarına başka ülkelerden gönderilen
hediyelerin listelerinin bir arada bulunduğu tarihsiz bir belgede adı belirtilmeyen İspanya elçisinin
padişahın huzuruna çıktığında kralı adına sandıklarla sunduğu hediyeler, kuvvetle muhtemel olarak
1784’te elçi Don Juan de Bouligny’nin takdim ettiği armağanlardır. Altın ve gümüş eşyalar, değerli
kumaşlar, elmas sorguç, işlemeli oturak ve çadır bu listede çok daha ayrıntılı bir şekilde
kaydedilmiştir. Çadır İncili Kasır önüne kurulmuştur (TSMA, E. nr. 11976/14). İspanyol kaynağında
ise bir kaç sene sonra yazar tarafından bu çadır başka görkemli çadırlarla birlikte padişahın hazine
dairesinde görülmüştür (Gravina, 2004, s. 72). Anlaşılan o ki süslü çadır İncili Kasır önünde
sergilendikten sonra korunmak üzere padişah hazinesine getirilmiştir. Bu listede bulunmayan Lama
(vikunya) yününün akıbeti ise meçhuldür. Havana tütünü yerine “İspanya’nın ince enfiyesi” ifadesi
geçmektedir. Çikolatanın ve kakaonun miktarları ise “4 adet tahta sanduklara mevzû’an
cokolata/cukulata, aded, 4”, “kakao, sanduka, ferde (küşük paket, top), 6” olarak belirtilmiştir
(TSMA, E. nr. 11976/14). Padişahın huzuruna çıkan İspanya elçisi bu hediyelerin yanı sıra
İspanyolların, Cezayirlilerle yaptıkları savaşlarda ellerine geçirdikleri altmış Müslüman esirin
özgürlüğünü sunduğunda teşrifat kaideleri gereğince elçiye samur kürk ve maiyetindekilere ise
hil’atler giydirilmiştir (Ahmet Cevdet, 1993, s. 631).
Her iki kaynakta belirtilen hediyelerden kakao, çikolata, kınakına, Havana tütünü ve Osmanlı
kaynağında belirtilmeyen lama yünü çok özel hediyelerdi. Zira bunlar, İspanyolların gücünü yaydığı
toprakların kendine has ürünleri idi ve İspanya kralı Osmanlı Sultanına barışı sağlayacak olan
antlaşma vesilesi ile sunulmak üzere bu nadide ürünleri özel olarak seçmişti.
Belgeden anlaşıldığına göre; Osmanlı saraylıları, çikolata ve onun hammaddesi olan kakao ile
muhtemelen yeni karşılaşıyorlardı. Çikolatanın adı, tadı ve türü bilinmiyordu. Ayrıca bu yeni
kelimenin yazılışı da iki farklı şekildeydi: Çikolata “cokolata/cukulata ( ةتلاوقوج ( tabir olunan baharlı
kahve makulesi”; kakao ise onun hammaddesi olarak “bâlâda mastur cokalatanın/cukalatanın ( ةتلااقوج (
eczâ-yı memzûcesi” şeklinde açıklanmıştır.
Kayıttan anlaşıldığına göre Osmanlılar kendi kültürlerine uzak olan çikolatayı kendi bildikleri
bir ürün olan kahveye benzeterek tarif etmiş olmalılardır. İkinci bir ihtimal olarak İspanyollar
çikolatayı Osmanlılara böyle tarif etmişlerdi. Neticede çikolata, Osmanlılar için baharatlı bir kahve
türü idi. Hatta Osmanlılar da elçi Vasıf Efendi ile İspanya kralına mukabil olarak başka hediyelerin
yanı sıra kahve göndermişlerdi (Vasıf, s. 7/a).
Çikolata 1521’de İspanyolların Meksika'yı fethedip koloni haline getirmelerinden sonra
İspanyol gemilerinin altının yanı sıra İspanya’ya çuvallar dolusu kakao taneleri taşımaya
başlamalarından XVIII. yüzyılın sonlarına kadar başta İtalya olmak üzere Fransa, Avusturya ve
İngiltere’ye yayılmış, ancak çok pahalı bir içecek olduğu için XVIII. yüzyıl boyunca aristokrat
sınıfların tüketebileceği lüks maddeler arasında yerini almıştı. Osmanlı sultanına hediye olarak
sunulduğu bu dönemde Avrupa’da özellikle aristokrat kadınlar arasında bir fincan köpüklü çikolata
içmek çok yaygın hale gelmişti. İspanyollar için çikolata keyif verici bir madde, bir ilaçtı; çikolatanın
direnci artırdığına ve yorgunluğu giderdiğine inanılıyordu (Bkz.: Coe ve Coe, 2005). Bu
özelliklerinden olsa gerek Careri gibi başka seyyahlar da yanlarında çikolata bulundurmuş
olmalılardır. Nitekim yaklaşık bir asır kadar sonra Lady Elizabeth Craven Osmanlı topraklarını da
kapsayan gezisi esnasında yanına çikolata da almıştı (1789) (Özen, 2014, s. 41).
Her ne kadar Katolik tarikat mensupları ve yabancı seyyahlar Osmanlı ülkesinde çikolata
tüketmişlerse de 1784’te İspanyollar tarafından bir hediye olarak sunulan çikolata Osmanlı sarayı için
yeni bir tattı ve saray ve çevresi çikolatayla yeni tanışmaya başlamışlardı. Bu tarihten kısa bir süre
sonra, 1791’de Avusturya elçiliği ile görevlendirilen Ebubekir Ratıb Efendi’nin elçilik heyeti EflakErdel sınırı yakınlarında konakladığında, burada kendilerine kahve ve şekerlemenin yanı sıra çikolata
da ikram edildiği görülmektedir (Bilim, 1990, s. 265).
Osmanlı Elit Kesim Ziyafetlerinde Çikolatalı Tatlar
Bir içecek olarak çikolata Osmanlılarda rağbet görmemiş; çikolatanın Osmanlı ülkesinde yer
edinmeye başlaması, ancak bir yiyecek türü olarak tüketilmeye başlamasından sonra olmuştur. Şöyle
ki; Sanayi Devrimi’nin ardından seri üretime geçilmesiyle pahalı bir gıda olmaktan çıkarak 1842
yılında bir İngiliz firması tarafından yiyecek olarak piyasaya sürüldükten sonra Avrupa’da hızla
ayaküstü atıştırılan çikolata, artık çocukların da tüketebileceği bir yiyecek türü haline gelmiştir. Bu
formuyla çikolata, Osmanlı ülkesinde de kabul görmeye başlamıştır. Ancak bu çok yavaş olmuştur.
Zira, Osmanlı mutfağında geleneksel tatlı kültürü çok baskındı ve helva, baklava, lokum, akide şekeri,
gülbeşeker gibi çeşitli tatlı ve şekerlemeler önemli bir yer tutuyordu. Ayrıca pahalı olması nedeniyle
çikolata tüketimi bu yıllarda daha ziyade başta saray olmak üzere elit bir tabaka ile sınırlı kalmıştı.
Örneğin 1848’de İngiliz şair ve ressam Edward Lear, Arnavutluk’a yolculuk yaptığında İşkodra valisi
Osman Paşa tarafından verilen ziyafette ve 1857’de Fransız sefaret konağında verilen ziyafette tatlı
olarak çikolatalı pasta da ikram edilmişti (Işın, 2008, s. 18; Şeni, 1999, s. 167).
Osmanlı’da İlk Çikolata Reklamı
Daha önce belirtildiği gibi 1842’de Sanayi Devrimi’nin ardından seri üretime geçilmesiyle
çikolata Osmanlı ülkesinde kabul görmeye başlamış, Osmanlı basınında ilk çikolata reklâmı da
bundan bir müddet sonra, Cerîde-i Havâdis Gazetesi’nin 18 Eylül 1849 tarihli sayısında çıkmıştı. Bu
reklâmda Mösyö Fransuva Lor tarafından Beyoğlu Alman Konsolosluğu karşısında açılan şekerci
dükkânında satılan içecek ve çeşitli şekerlemelerin reklâmı yapılmıştı. 1855 yılında çıkan bir çikolata
reklâmında ise önce ithal çikolata okuyucuya tanıtılmış, besin değeri, gün içinde ne zaman ve nasıl
yeneceği, kullanım alanları ve faydaları sıralanmıştı. Neden çikolata yenmesi gerektiği ise İstanbul’un
yoğun ve hızlı yaşam ortamı dile getirilerek anlatılmıştı. İnsanların sabah evlerinden çıkıp akşam
evlerine dönebildikleri, ötede beride yedikleri yemeklerin vakitlerini aldığı gibi temizlik yönlerinin
güvenilir olmadığı, hatta vitamin yönünden çok düşük oldukları, hâlbuki bir parça çikolatada olan
vitaminin bir tabak kebapta olan vitaminle eşdeğer olduğu, ayrıca fiyat yönünden de çikolatanın
onlardan çok ucuz olduğu vurgulanmıştı (Çakır, 1997, ss. 94-95).
Osmanlı’da İlk Pastaneler ve Çikolata Tüketimi
Çikolatanın yaygın olarak tüketilmesi Türk toplumunun Batı tarzı hayata geçişiyle doğrudan
ilgilidir. Yaşam tarzının değişmesi, modern kafe ve pastanelerin açılması Osmanlı ülkesinde çikolata
tüketimini artırmıştır. Çikolata modernleşme sürecinde, XIX. yüzyılın ortalarında, Batı kültürünün bir
parçası olarak Osmanlı toplumsal hayatına girmeye başlamıştır. Kırım Savaşı sonrası (1854-1855)
İstanbul’a gidip gelen yabancıların talebi, ayrıca zenginleşen gayrimüslim ve Levantenlerin
“Avrupa’da ne varsa burada da olsun” tutkusu, değişik tatları, farklı mekân düzenlemesi ve servisi ile
tamamen Batılı olan pastanelerin modern kahvehaneler yani kafeler ile birlikte yüzyılın sonlarına
doğru toplumsal hayata girmesine neden olmuştur. Pastaneler, İstanbul’un geleneksel tatlılarının
karşısına kakaolar, kremalar, meyve şekerlemeleri vb. ile çıkmıştır. Osmanlı münevverleri bu tür
Avrupaî salonlarda bir yandan İngilizce, Fransızca gazetelerini okurken bir yandan da ince porselen
fincanlarda sunulun sıcak “şokola”larını yudumlamışlardır. Avrupa’da zengin kesim arasında daha
XVII. yüzyılda bir tutku olarak içilen sıcak çikolata, İstanbul’da şimdilerde bir zevk olmuştur. Sarayda
verilen ziyafetlerde, harem kadınlarına pastalar, dondurmalar, çikolatalar hep buralardan gitmiştir.
Fransız elçiliğinin pastacı ustası Edouard Lebon’un İstanbul’a yerleşerek açtığı Lebon pastanesi
dönemin en tanınmış pastanesi idi (Eksen, 2008, s. 107-108).
Bu tarihlerde Osmanlı gümrüklerinden geçen çikolatalar arşiv belgelerinden takip
edilebilmektedir (Özen, 2014, s. 41).
Bu arada XIX. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı ülkesinde, çikolata geleneksel tatlılarla
karışıyor, yeni tatlar ortaya çıkıyordu. Örneğin güllü, naneli, tarçınlı, meyveli, fındıklı, bademli akide
şekerlerine çaylı, kahveli ve çikolatalı akideler de eklenmişti. Yine geleneksel bir tatlı olan lohuk ya
da çevirmenin portakallı, limonlu, vanilyalı, tarçınlı, yaseminli, salepli, yeşil çaylı, acı bademli, fıstıklı gibi çeşitlerinin yanı sıra çikolatalıları da yapılmaya başlanmıştı (Işın, 2008, ss. 94, 126). 1876 yılında
İsviçre’de ilk sütlü çikolatanın imalinden sonra Nestle firması geniş çaplı sütlü çikolata üretimine
geçmiş, aynı firmanın 1909’da İstanbul’da şubeler açmasıyla Türk toplumu sütlü çikolata ile de
tanışmıştı (Altun, 2007, s. 41; Emiroğlu, 2001, s. 323).
Kaynaklar
Açıkgöz , F. Ü. (2017). Osmanlı-İspanya barışını güçlendiren diplomatik hediyeler, Nevşehir Hacı
Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7(2), 141-159.
10 Ekim 2018 tarihinde http://dergipark.gov.tr/nevsosbilen/issue/33522/355471 internet
adresinden erişilmiştir.
Ahmet Cevdet. (1993), Tarih-i Cevdet, II, İstanbul: Üçdal Neşriyat.
Altun, Ş. (2007). Türkiye’de yabancı sermaye’nin tarihsel gelişimi, İstanbul: Yased Yayınevi.
Arıkan, M. (1995), XIV-XVI. Yüzyıllarda Türk-İspanyol ilişkileri ve denizcilik tarihimizle ilgili
ispanyol belgeleri, Arıkan, M. Ve Toledo, M. (Ed.), XIV-XVI. asırlarda Türk-İspanyol
ilişkilerine toplu bir bakış. Ankara: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargah Basımevi.
Beydilli, K. (2001). İspanya, Diyanet Vakfi İslam Ansiklopedisi, 23(ss.162- 170), İstanbul 2001.
Bilim, C. (1990). Ebubekir Ratıb efendi Nemçe sefaretnamesi, Belleten, LIV(209), 261-295, Ankara.
Büyük Türkçe sözlük (2011), Ankara: Türk Dil Kurumu.
Castrillo, R. (2005), Gabriel de Aristizábal y su viaje a Constantinopla en el año 1784, Arbor, CLXXX,
707-726. 27 Ekim 2017 tarihinde http://arbor.revistas.csic.es internet dresinden erişilmiştir.
Coe, S. and Coe. (2005). Çikolata’nın gerçek tarihi, çev.: Ayşe Öztek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Corrales. E. M. (2006), İspanya-Türkiye 16. yüzyıldan 21. yüzyıla rekabet ve dostluk, Asuero P. M.
(Ed.), İspanya-Osmanlı ilişkileri (ss. 235-254). İstanbul: Kitap Yayınevi.
Çakır, H. (1997). Osmanlı basınında reklam, Ankara: Elit Reklamcılık.
Eksen, İ. (2008). İstanbul’un tadı tuzu saray sofralarından sokak yemeklerine, İstanbul: Yaşam
Yayınları.
Emiroğlu, K. (2001). Gündelik hayatımızın tarihi, Ankara: Dost Kitabevi.
Gravina, F. (2004). İstanbul anlatımı, çev.: Yıldız Ersoy Canpolat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gürsoy, D. (2006). Aşkın ilacı çikolata, İstanbul: Oğlak Yayınları.
Işın, P. M. (2008). Gülbeşeker Türk tatlıları tarihi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Özen, S. (2014). Çukulata-çikolata’nın yerli tarihi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Şeni. N. (1999). Marie ve Marie Konstantıniyye’de bir mevsim 1856-1858, çev.: Şirin Tekeli, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Tabakoğlu, H. S. (Fall 2008). XVIII. yüzyılın sonunda Osmanlı-İspanya ilişkileri: ilk İspanya elçisi
Don Juan de Bouligny örneği, Turkish Studies International Periodical For the Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, 3(7), 812-840.
15.10.2018’de http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi13/45tabakogluhuseyinserdar.pdf
internet adresinden erişilmiştir.
Vasıf Efendi. (Tarihsiz). Sefaretname-i İspanya, TTK Kütüphanesi, Yazma No: 61.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA), Numara (Nr.) E-11976/14.



Sayın hocamıza verdiği destekten dolayı teşekkür ediyoruz
YanıtlaSilSayın hocam ilginç bir konu emekleriniz için teşekkür ederiz
YanıtlaSilHarika bir çalışma olmuş sayın Hocam .
YanıtlaSilHocam çikolatanın ülkemize ne zaman geldiği konusu çok ilgi çekici. Çok güzel bir konu. Yazılarınızın devamını bekliyoruz.
YanıtlaSilTeşekkürler emeğinize sağlık
YanıtlaSilHocam elinize sağlık çok güzel olmuş
YanıtlaSilGüzel bir çalışma emeğinize sağlık.
YanıtlaSilHocam güzel bir çalışma olmuş teşekkürler
YanıtlaSil