Sovyet Aklı(SSCB); Bir İdeolojik Saplantı (Marksizm) - akademitarih

EN YENİ MAKALELER

Post Top Ad

Your Ad Spot

7 Temmuz 2020 Salı

Sovyet Aklı(SSCB); Bir İdeolojik Saplantı (Marksizm)


 Sovyet Aklı(SSCB);Bir İdeolojik Saplantı (Marksizm)




Berkan ERKEÇ

Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bölümü
4.Sınıf Öğrencisi









1.Dünya Savaşı(Cihan Harbi) bazı imparatorlukların sonunu getirmiştir. Bunlardan birisi de Çarlık Rusya'sıdır. Çarlık Rusya'sının sonu diğer imparatorluklardan biraz daha farklı olmuştur. 1917 Ekim Devrimi'nden (Gregoryen takvime göre Kasım) sonra 70 yıl kadar dünyadaki uluslararası dengeleri etkileyecek olan önemli bir olay meydana gelmiş ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuştur. Bu Birlik, on beş cumhuriyetten oluşuyordu ve dağıldığı 1991 yılında nüfusu 293 milyondu[1]. 2. Dünya Savaşı sonrasında karşısına büyük devletleri alan SSCB iki kutuplu bir dünyanın oluşumuna neden oldu ve bu süreç kutuplar arasında Soğuk Savaş'la devam etti. Ancak Batı'daki gelişmelere ayak uyduramayan tarihin ilk sosyalist devletlerinden biri olan SSCB, 1991 yılında dağıldı ve tarihin en büyük fakat en kısa ömürlü devletlerinden birisi oldu.
Sosyalizm ve komünizmin en önemli ilkelerinden biri de şüphesiz sınıfsız bir toplumdu. Marks biliyoruz ki bu meyanda “kapitalist” Çarlık Rusya’yı eleştirmiş ve Çarlık Rusya’yı “ulusların hapishanesi” diye adlandırmıştı. Çarlık Rusya’yı bu şekilde tanımlamanın bir iftira olmadığı aşikâr görünüyor. Bittabi Marks, kendi temel görüşleri üzerine bina ettiği şeylerin bütün sorunları halledeceğini düşünüyordu.
Komünizm’in Fransa’daki başarısız olan ilk denemesinden sonra ikinci büyük deneme Rusya topraklarında olmuştu ki 1917’den 1991 yılına kadar komünist ideoloji kendini “test” etme fırsatı buldu. Ama 1917’de Bolşevikler iktidarı ele geçirdikten sonrasında eski Çarlık Rusya topraklarının sınırlarında hiçbir şey değişmedi. Bunu şu manada anlamak lazım, yani Bolşevikler’in bilhassa Türkler için vaat ettiği “bağımsızlık” söylemi bir türlü olmadı. Sovyetler’in içinde yaşayan Türkler için bağımsızlık yetmiş yıldan fazla bir süre beklendi. Amerika’nın “uzay savunma sistemi” Rusya’yı “Perestroyka ve Glasnost” (yeniden kurulum ve şeffaflık) siyasetlerini izlemeye itti. Neticede de sistemin artık suyunun çıkmış olduğunu anlayan Moskova yönetimi bünyesindeki 15 devlete bağımsızlıklarını hibe etti. Çeçenistan’a verilen bağımsızlık ise “kitabına uydurularak” geri alındı ve Rusya orada amansız bir mücadeleye girişti. Nihayet kazandı.
Kısaca Komünist Devrim, ne uluslar hapishanesini yıktı ne de ulusları azat etti; bilakis Çarlık dönemi izlenen siyaset daha da baskılı ve şiddetle uygulanmaya başlandı. Böyle bir rejimin de güç uygulayarak teorik siyasetini, pratiğe dönüştürmesinden başka da bir şey beklenmezdi.
Sovyet dönemi ile Çarlık dönemi arasındaki farkları ya da benzerliği görmek şu açıdan önemli: Sovyetler, yıllarca kendinden önceki dönemde “kapitalist” ideolojinin halkları sömürdüğünden bahsetti ve “komünizm”in aslında “kapitalizm”in karşısına çekilen bir set olduğunu iddia etti. Sovyetler’de yapılan ilmi çalışmalar, çekilen filmler, söylemler hep bu paralelde idi. Bu Sovyetler’in var oluş sebebi idi. Kapitalistler ezilmiş halkları sömürüyor, biz ise “halkların kardeşliği” düsturuyla yaşıyoruz ve burada kimse kimseyi sömürmüyor.
Kabul etmek gerekir ki, bu tarz bir evren anlayışı Sovyet insanı tarafından birçok yönleriyle benimsenmiş hatta özümsenmiştir. Yine ortalama bir insandan, ortalama Sovyet insanından bahsederek konuyu şerh etmek istiyorum. Sovyet döneminde yaşamış bir insanı yolda çevirip de bağımsızlık sonrasıyla Sovyet dönemi arasında bir mukayese yapmasını isterseniz, size belki de hiç beklemediğiniz bir cevap verebilir. Yani insanların Sovyet döneminden hasretle bahsettiklerine şahit olabilirsiniz. Hatta size bunun mantıklı sebeplerini de sayabilir. İşsizlik yoktu, açlık yoktu, güvenlik sorunu yoktu vs gibi…
Tarih bu noktada bizim önümüze bir paradoks daha koyuyor denilebilir:yani Sovyetler döneminde Rusya kendinden başka halkları sömürüyor muydu? Yoksa Sovyetler yüzden fazla etnisitenin bir araya gelerek kurdukları müşterek bir yapı mıydı? Ve bu yapı yıllarca nasıl ve hangi temeller üzerinde ayakta kalabildi, Sovyet döneminin etnojenezi neydi? Ortalama Sovyet insanı sosyal olarak nasıl yaşıyordu?
 1917–1945  Yılları ve İlk Reaksiyon
Bolşevikler iktidara gelirken açıkçası Ruslar’la beraber Rusya’nın içindeki pek çok etnik gruptan da destek görmüşlerdi. Hiç şüphe yok ki bunun sebebi yıllarca Çarlık Rusya’nın bayrağı altında yaşayan, toprakları haksız yere işgale uğramış insanların artık bağımsız olmak arzularıydı. Zaten 1917 yılından sonraki dönemde ilk defa Alaş Orda ve Alaş Orda’nın mensuplarının Moskova’dan kurtulmak için büründükleri kisve Türkistan Komünistleri denemelerinin varlığı bunun en bariz göstergesiydi. Aynı zamanda bu denemelerin Moskova tarafından bertaraf edilmesi de yeni dönemin “müjdecisi” gibiydi. Yani hiçbir şey değişmeyecek, hatta baskı daha da artacaktı. Zaten iç savaşın ve bağımsızlık yanlısı son hamleler Stalin’in gücü altında akamete uğrayacaktı.
Türkiler vaziyetten peyda olan çaresizlikle bir bir Moskova’ya teslim olmak zorunda kalırlarken, Moskova yeni rejimin muhaliflerini “Repressiya” (baskı) yöntemiyle etkisiz hale getiriyordu. 1924 yılına kadar ise “Basmacılar Hareketi”nin varlığından ve bağımsızlık için verdikleri mücadeleden haberimiz var. Ne kadar da olsa Ruslara karşı son ciddi ayaklanma olduğunu iddia edebiliriz.
Lenin’in beklenmedik ölümü, ikinci adam olarak Troçki’nin (Лев Давидович Троцкий) Stalin tarafından etkisiz hale getirilip sürgün edilmesi ile başlayan Stalin dönemi Repressiya devri ile devam etti. Repressiya devrinin en önemli emaresi, rejime ya da Stalin’e ya da belirlenen yaşam standartlarına karşı gelen herkesin cinayetlerle öldürülmesi veya sürgüne gönderilmesiydi. Repressiya döneminden sonra şüphesiz II. Dünya Savaşı yılları ve Soğuk Savaş yılları.

Konumuz itibariyle 1945 yılına kadarki dönem önemli çünkü bu dönemde bilhassa Stalin döneminde yapılanların Sovyetler’in halklarının şekillenişinde tesiri büyük olacaktır. Stalin, şüphesiz tarihin gördüğü en ka
tı diktatörlerden biridir. Stalin, bu “haslet”ini Sovyetler’in uluslar politikasını şekillendirirken de göstermişti. Hasan Aksakal Stalin’in bu siyasetine daha önce pek rastlanılmayan bir yorum yapıyor: “Almanya’nın özellikle 1933 sonrası kendi “yaşam alanı”içinde bulunan Germen unsurları bahane ederek ya da harekete geçirerek uluslararası politikayı belirlediği pek çok defalar dile getirilmiş bir tarihsel gerçekliktir. Nasyonal sosyalizmin asıl düşman ilan ettiği sosyalizme de bu yöntem ve söylemle giderek büyük bir tehdit oluşturmaya başlayacağı, Sovyetler Birliği yöneticilerince de biliniyordu. Nitekim ülke içinde çeşitli bölgelerde Alman azınlıklar bulunduğu gibi, kimi Sovyet Cumhuriyetler’indeki Rus olmayan muhalifler ülkeden kaçarak Paris ve Berlin’e sığınmakta ve sürgün hayatlarında Batı Avrupa’lı; özellikle de Alman devlet adamlarınca destek bulmaktaydı. Bunu aktif siyasetinin bir parçası haline getiren Hitler yönetimi, zaten paranoya düzeyi yüksek olan Moskova’nın milliyetler politikasında yeni hamlelerde bulunmasının zeminini hazırladı. Tüm otuzlu yıllar boyunca yürütülen Büyük Temizlik operasyonu ile bir zamanlar en yakın çalışma arkadaşları olan kişileri dahi ortadan kaldırmakta tereddüt etmeyen Stalin’in, Rus olmayan kitlelerin “beşinci kol faaliyetleri” karşısında yumuşak davranması beklenemezdi.”[2] Aslında bu ifadede ve genel hatlarıyla Stalin döneminde görmemiz gereken şey, Stalin uluslar siyasetini zamanın şartlarına göre belirlemişti ve nerede tehdit gördüyse, ona göre müdahil olmuştu. Stalin’in yaptığı müdahaleler Sovyetlerin etnik yapısının oluşmasında çok büyük rol oynamıştı. Bilhassa 1944 sürgünleri.
1944 yılındaki büyük sürgün, ilginçtir, sadece Türklere ve sırf Türklerin(Kırım Tatar’ları) tehdit unsuru oluşturduklarını ileri sürerek dahası bu insanların eli silah tutacak kabiliyettekileri ordudayken uygulanmıştı. Amerikalı tarihçi Walter Comins Richmond bu sürgünü şöyle tasvir ediyor: “Sovyetler Birliği’nin temel hedeflerinden biri, milli ve etnik bağlılıkların yerine geçecek yeni bir Sovyet kimliği oluşturmaktı. Bu hedefi gerçekleştirmek için, Sovyet Yetkili’leri, hakları kendi topraklarından sürmek, öz dillerini kullanmalarını önlemek ve gelenek, etnik tarih ve diğer ferdi kültür biçimleri yeni kuşaklara aktarmalarını engellemek üzere zora dayalı ve çoğunlukla şiddet içeren önlemlere başvurmuşlardı. Sovyetler birliğinde hemen hemen tüm azınlıklar bu diktatörce asimilasyona maruz kalmasına karşın küçük Türk azınlıklar –Azeriler, Balkarlar, Kırım Tatarları, Karaçaylar, Ahıska Türkleri- en zalimane muamelelere uğrayan etnik gruplar olmuştur. Azeri’ler hariç, bu halklar tümüyle yerlerinden edilmiş, Orta Asya ve Sibirya’daki yüzlerce çalışma kampına dağıtılmış ve etnik ve milli kimlikleri yok etme amacı taşıyan organize ayrımcılığa maruz bırakılmıştır.”[3] Bu kelimeden sürgünün esas maksadını ve şeklini pekâlâ anlayabiliyoruz. Ama sorunumuz şu; yeni bir Sovyet kimliği. Kimdir bu insan? Ne yer, ne içer? Nasıl giyinir?  Nasıl yaşar?  Hangi dilde tekellüm eder?
Yaratılmak istenen Sovyet tipi insan, kanaatimce, sabah işe giden, akşam işten gelen, bugün için yaşayan, yarını, yarın ne olacağını düşünmeyen, kendisine verilene itiraz etmeyen, daha fazlasını istemeyen insandır. Hayatını kendi belirlediği istikamette değil de başkalarının istediği doğrultuda sürdürmelidir. Sadece ama sadece kendisine denileni –ne eksik ne fazla- yapar,üstündeki insana karşı sınırsız sorumludur.Çocuklarıyla Sovyetler’in eğitimcilerinin ilgilendiği, sorgulamayan, siyasi bir organizasyon teşekkül ettiremeyecek kadar basiretsiz ve cesaretsiz, insan ilişkilerinde düşük seviyeli ve güvensiz, manevi değerleri olmayan kişidir. Rusça konuşan ve dolayısıyla Ruslaşmış, milli veya etnik benliğinin farkında olan lakin bilincinde olmayan, beni düşünen birileri var nasılsa diyen ve eğer ben bir şeyler yaparsam benim ipimi çekerler korkusuyla yaşamaya mahkûm edilmiş insandır.
İlk reaksiyonlar meselesinde ilgimizi çeken bir husus var ki bunu dillendirmenin elzem olduğu kanısındayım. Bolşevikler iktidarı ele geçirdiğinde Türklerin bağımsızlık için hamleleri ve 1920’li yılların ortalarına kadar devam eden, ancak Repressiya dönemiyle aşılabilmiş bir mücadele var. Türkler Çarlık Rusya’nın cephe gerisine asker talebine karşı 1916’da ayaklanan Türkler(Karatay Tatar’ları), 1940 yılında ise cephe ilerisinde savaşmak için koşarak gittiklerini görüyoruz. Diyebilirsiniz ki insanlar yeni sistemle artık bütünleşmişlerdi ya da düşman müşterekti ve eğer cephede savaşmasalardı sıra onlara da gelecekti. Fakat 1916’dan 1940’a kadar geçen 24 yıl içtimai hayatta bazı şeylerin kökten değişebilmesi, yani Türklerin, hükümete, Ruslara olan kininin geçmesi için çok kısa bir süre. Kanımca bunun izahı kurulan korku imparatorluğunun vazgeçilmez aparatı “korku” meyvesini vermişti. Stalin’in gazabından sa cephede ölmek yeğdir mantığı galip gelmişti bu insanlar üzerinde.
İktidarı döneminde milyonlarca kişinin açlıktan, kırımdan, cinayetlerden öldüğü Stalin gerçekten bu bakımdan eşine az rastlanır bir diktatördü. Zaten o öldükten sonra, Kruşçov döneminde Stalin’in mirasını inkâr ve o dönemin icraatlarının kabul edilmemesi siyaseti izlenmişti. Ama Sovyetlerin beş devlet başkanının içinde hiç kimse Ruslara Stalin kadar hizmet etmemişti.
Daha evvelde Tevkelev örneğiyle benzer bir yorum yapmıştık. Gerçi Sovyetlerde başka bir halkın asabiyesinin etrafında toplanılması da biraz abesle iştigal gibi görünüyor.
Savaştan sonrası için söylenecek bir diğer nokta da şudur: her ne kadar Sovyetler materyalist felsefe üzerine bina edilmişse de II. Dünya Savaşı’nın Sovyetlerde yaşayan etnisiteler arasında manevi bir dayanışma atmosferi oluşmuştu. Stalin’in korkusuyla savaşan insanlar, zaferin vermiş olduğu sarhoşlukla birbirlerine kenetlenmişlerdi. Eğer savaş kaybedilseydi neler olabileceğini kestirmek elbette zor; ama eğer savaş kaybedilseydi muhtemelen bugün Rusça konuşulan bu geniş coğrafya Almanca konuşacaktı.
Ama Nazilerin yaptığı propagandayla Almanların saflarına geçen Türkleri de biliyoruz. Nitekim bu insanlar da sırf Ruslardan kurtulmak adına böyle bir işe kalkışmışlardı.[5]
Elhasıl bizi ilgilendiren kısım, Çarlık döneminde Ruslaştırılmaya çalışılan halk, Sovyet döneminde de Ruslaştırılmaya çalışılmıştı ve kanaatimize göre tek fark Sovyet döneminde Ortodoks olma bilincinin aşılanmamasıydı. Eğer bu da yapılmış olsaydı zaten komünizm hikâyesi yekten yalan olurdu.[6]

Tabi burada Kruçev'in de rolünü de es geçmemek de fayda vardır. Kruçev'in emriyle Suslov'un başkanlığı altında Komünist Partisinin İdeoloji Teşkilatı, Sovyetler Birliği'nde Ruslar ’la kaynaşmayı hazırlamak amacıyla Rus olmayan halkların millî kimliklerini kaybettirme ile ilgili kapsamlı program hazırlamıştır. Bu programda millî kimliğin kaybedilmesini gösterecek açık bir ifadeler bulunmamakta, aksine program" ulusların gelişmesi ve yakınlaşması " başlığını taşımaktadır. Ancak, "gelişme " gayri Rus halklara Rus kültürünün getirilmesi, "yakınlaşma" ise birleştirilmesi olarak algılanmaktadır. Kafkas ve Orta Asya'ya uzman kadro niteliğinde Slav kökenliler tayın edilip yerleştirilmiştir. Rusya'dan göç edenlerin sayısı Estonya, Letonya, Batı Ukrayna ve Kazakistan'da yerli halkların oranına kadar çıkmıştır. Gürcistan, Ermenistan ve Baltık Cumhuriyetleri hariç tüm Birlik Cumhuriyetler Kiril (Rus) alfabesine geçirilmiştir. Genelde Müslüman olan ve Türkçe konuşan halkların soyadları sonuna da zorunlu olarak Rus soyadlarında olduğu gibi erkeklere "ov" veya "ev" ve bayanlara "ova" veya "eva" kullanılan ekler ekletilmiştir. [7]

Rosenberg’e göre Bolşevikler, Rusya’nın toplumsal geriliğini aşma çabasında, gerçekte Rus Çarı Büyük Petro’nun nasihatini yerine getirmeyi bir görev olarak gördüler. Rosenberg açısından Stalin, enternasyonalist bir perspektiften değil, Rusya’yı geri kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan milliyetçi bir bakış açısından hareket etmiştir. Stalin, Rusya’nın geri kalmışlığına karşı mücadeleyi birinci hedef olarak saptarken, aynı hedefi gütmüş olan Rus Çarı Büyük Petro’ya gönderme yapmaktan çekinmemiştir. Örneğin Stalin, 1928 yılında Parti Merkez Komitesi’nde yaptığı konuşmada, Rusya’nın geri kalmışlığının ne aristokrasi ne de burjuvazi tarafından kaldırılabildiğine dikkat çekerek şunu söylüyor: “Ülkemizin asırlık geri kalmışlığı, sadece başarılı sosyalist inşa temelinde tasfiye edilebilir.’’[8]

Bu dönemde ’’Milliyetçilik Olgusu’’ fevkalade revaçta olmasına karşın kabataslak söyleyecek olursak Rus Çar’ının devrilmesi ile 1848 Devrim’inin Friedrich Engels’e göre; Sosyalist bir devrim olması ,’’Sovyet Rusya’’ terimini bize ulaştıran son derece önemli noktaların son halidir.

İşte tam bu noktada Karl Marx ve Friedrich Engels’in Komün[9](baştan doğuş) görüşlerine uyuşan Sovyetler Birliği, Marksizm’in yoğun etkisinde kalmakla birlikte aslında bir fikrin etkisinde kalıp, tarihin bir dönemine damga vurmuştur. Hakkında sadece tarihi kaynaklardan ulaşabildiğimiz bu içine kapanık yapı, bize ideolojik fikirlerin nelere mal olabileceğini son derece aşikâr olarak göstermişti.
KAYNAKÇA
Vefa Kurban ,"Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Tarihi’’
Aksakal Hasan, “Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 21, Bahar 2009, s. 26
Richmond Walter Comins, çev. Erhan Yükselci, “Sovyetlerin Türk Halklarını Sürgün Etmesi”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, cilt. 18, ANKARA 2002, s. 873
Karabulut Ferhat, “İktidar ve Meşrulaştırma Mücadelesinin Odağı Orta Asya: Sovyetlerin Dil ve Eğitim Politikaları”, Bilig Dergisi,2009 Yaz, sayı 50, s. 68
Mühlen Patrik von zor, çev. Eşref Bengi Özbilen, “Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında”, Mavi Yayınları, ANKARA 1984, s. 168-170
Lev Nikolayeviç Gümilyev, çev. Ahsen Batur, ‘’Etnogenez Halkların Şekillenişi Yükselişi ve Düşüşleri’’, Selenge Yayınları,İSTANBUL 2003,s 523
Karl Marx,Friedrich Engels, ’’Komünist Manifesto’’
Arthur Roserberg, ‘’Bolşevizm Tarihi’



[1] Vefa Kurban ,‘’Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Tarihi’’
[2]Aksakal Hasan, “Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 21, Bahar 2009, s. 26
[3]Richmond Walter Comins, çev. Erhan Yükselci, “Sovyetlerin Türk Halklarını Sürgün Etmesi”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, cilt. 18, Ankara 2002, s. 873
[4]Karabulut Ferhat, “İktidar ve Meşrulaştırma Mücadelesinin Odağı Orta Asya: Sovyetlerin Dil ve Eğitim Politikaları”, Bilig Dergisi,2009 Yaz, sayı 50, s. 68
[5]Mühlen Patrik von zor, çev. Eşref Bengi Özbilen, “Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında”, Mavi Yayınları, Ankara 1984, s. 168-170
[6] Lev Nikolayeviç Gümilyev, çev. Ahsen Batur, ‘’Etnogenez Halkların Şekillenişi Yükselişi ve Düşüşleri’’, Selenge Yayınları,İstanbul 2003,s 523
[7] Emil Şadıyanov, Sovyetler Birliğini Dağılma Sürecinde Etkili Olan Bölge ve Sorunları ve Milliyetçilik Hareketleri
[8] Arthur Roserberg, ‘’Bolşevizm Tarihi’’
[9] Karl Marx,Friedrich Engels, ‘’Komünist Manifesto’’ 

3 yorum:

Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.

Post Top Ad

Your Ad Spot