27 Mayıs’ın “Zoraki Diplomatları”: 14’lerin Yurtdışı Faaliyetleri
Dr. Ferit Salim SANLI
Hacettepe Üniversitesi Öğretim
Üyesi
27 Mayıs Darbesi, 10 yıl
süregelen Demokrat Parti iktidarına son verirken, darbenin ordu içerisinde
hiyerarşi dışı meydana gelmesi, darbe sonrasında kurulacak olan Milli Birlik
Komitesi’nin kompozisyonunu etkilemiştir. Komite içerisinde rütbe ve kıdem
farklılıkları, farklı mantaliteleri de beraberinde getirirken, yaşanan
ihtilaflar “ordunun yönetimde kalması” ve “siyasetin sivillere hemen
devrilmesi” tartışmaları merkezinde yürümüştür. Bu noktada 13 Kasım 1960
tarihinde yaşanan 14 komite üyesinin tasfiyesi[1] , “darbe içinde darbe”
olarak okunurken, siyasetin sivillere devredilmesi tartışması kısa bir
süreliğine durmuş ancak 15 Ekim 1961 seçimlerinde DP bakiyesini sahiplenen
başta Adalet Partisi olmak üzere diğer partilerin aldığı oy oranı, ordu
içerisinde ve kamuoyunda “ ordu-siyaset” ilişkisini bütün hararetiyle geri
döndürmüştür.[2]
Nitekim Talat Aydemir önderliğinde teşebbüs edilecek olan iki darbe girişimi de
ordu içerisinde siyaseti devralmak isteyen bir zihniyetin mevcudiyetini ortaya
koymuştur. 15 Ekim 1961 seçimleriyle, sivil siyasete geri dönülen ancak 27
Mayıs sürecinin yaşattığı tartışmaların oldukça şiddetle tartışıldığı bu
dönemde yurtdışında “zoraki diplomat” olan 14 üyenin faaliyetleri oldukça ilgi
çekici olmuştur. 27 Mayıs öncesinde ve Milli Birlik Komitesi dâhilinde
“homojen” bir bütünlük arz etmeyen bu 14 kişinin ortak noktası “ordunun
siyaseti sivillere devretme süresi” üzerindeki çekinceleri ve devamında 13
Kasım 1960 hadisesinde tasfiye edilmiş olmalarıdır. Nitekim sürgün döneminde
kendi aralarında ikiye bölünecek olan bu grubun hem Türkiye hem de
yurtdışındaki irtibatları müşahede edildiğinde ortaya çıkan manzara yakın dönem
Türkiye’sinde “ordusiyaset” ilişkilerine dair dikkat çekici ayrıntıları
içermektedir. Dönemin süreli yayınlarına ve İngiliz arşivlerine dayanarak
hazırlanan bu makale, bu ayrıntıları izah etmeye çalışacaktır.
“13 Kasım 1960 Tasfiyesinden 15 Ekim 1961 Seçimlerine Kadar Olan Süreçte 14’lerin Faaliyetleri”
13 Kasım 1960’dan, 1961
yılının ikinci yarısına kadar süreç içerisinde, 14’lerin faaliyetlerini takip
edebilmek için mevcut olan en önemli kaynaklar, bu üyelerin birbirlerine
yazdıkları mektuplar ve raporlar olmaktadır. Zira bu zaman diliminde 14’ler,
Türk basınında kendilerine “hemen hemen” yer bulamamıştır.13 Kasım hadisesini
takip eden aylar içerisinde, yurtdışında zaruri “memuriyet” süreci içerisinde
bulunan 14’ler, kendi içlerinde haberleşme sistemi kurmak vasıtasıyla
iletişimlerini sürdürmüşlerdir. Bu sistem dâhilinde, mektuplar “sekreter”
rolünü üstlenen Numan Esin tarafından toplanarak, grubun diğer üyelerine
gönderilmiştir.[3]
Bunun haricinde, Türkiye’de yaşanan gelişmeleri daha iyi takip edebilmek için,
periyodik süreler dâhilinde “raporlar tanzim edilmiş ve üyelere bu raporlar
gönderilmiştir.[4]
Orhan Erkanlı’nın hazırladığı
raporlar haricinde mevcut olan bilgilere müracaat edildiğinde sabık komite
üyelerinin çeşitli rahatsızlıkları tespit edilmektedir. Bu rahatsızlıklardan
bir tanesi, Muzaffer Özdağ’ın Dündar Taşer’e, “bugün CHP fiilen iktidardadır”
sözlerinde yer bulmuştur.[5] Müstakbel sivil iktidara
karşı çeşitli çekincelerin söz konusu olduğu mektuplarda; Orhan Kabibay’ın,
Talat Aydemir’e ifade ettiği “memlekette demokratik düzeni muhafazaya muktedir
olmayan müesseseler kurulmadan memleket idaresi kabil olmaz”[6] sözleri ve İrfan
Solmazer’in Suphi Karaman’a yönelik, “sivil idareye intikal edilecek bugünlerde
ruhum muzdarip, bir gün 37 ismin cismi olacak mı diye düşünüyorum”[7] ifadeleri dikkat çekici
durmaktadır. Ordu üyelerine dönük telkin imaları sezilen bu ifadeler, MBK
içerisinde kalan üyeler arasında yeni bir bölünme yaşanması ve 6 Haziran 1961
tarihinde Silahlı Kuvvetler Birliği’nin[8] ihdas edilmesiyle karşılık
bulmuştur. MBK içinde “yeniden” bölünme de Orhan Erkanlı’nın 1 Nisan tarihli
raporuna yansımıştır. Erkanlı, söz konusu raporda komite içerisinde yeniden iki
grubun teşekkül ettiğini ve bu ayrımın “seçime gitmek isteyenler ile istemeyenler”
arasında oluştuğunu ifade etmektedir.[9] Kurtul Altuğ, bu “bölünme”
dâhilinde, 14’lere “daha yakın duran” Suphi Karaman, Ahmet Yıldız, Muzaffer
Yurdakuler, Kadri Kaplan ve Mehmet Özgüneş gibi isimlerin komitedeki diğer
üyelere dair güvensizlik duyduklarını belirtmektedir[10]. Komite içerisinde
yaşanan “ihtilafa” paralel bir gelişme olan SKB’nin ihdası noktasında ise, bu
müessesenin kurucuları arasında yer alan Dündar Seyhan; Madanoğlu’nun 13 Kasım
operasyonunu gerçekleştirirken yardım aldığı unsurları görevde tutarak hata
yaptığını dile getirmektedir. Zira Seyhan’a göre, bu unsurlar “27
Mayıs’ın yavruları” olup, “Türkiye’yi reformcu bir dünya görüşü ile
vakit geçirmeksizin Atatürkçülüğün başına oturtmaktan kolaylıkla vazgeçecek
cinsten adamlar” değildirler.[11] Bu gelişmeler, “sivil
siyasete dönüş” tartışmaların yaşandığı 13 Kasım öncesi dönemin
“rahatsızlıklarının” giderilmediğini ispat etmektedir. Nitekim SKB’nin
kurulmasını takip eden günlerde Cemal Madanoğlu hem MBK üyeliğinden hem de
“Ankara Kumandanlığı” görevinden istifa etmiş ancak Ankara Kumandanlığı
görevinden istifası muvafık bulunurken, MBK’den istifası reddedilmiştir.[12]
Mektuplarda müşahede edilen
bir diğer önemli nokta, 14’lerin “heterojen” yapısına yapılan vurgular
olmuştur. Bu vurgular esasında, gelecek olan “liderlik” tartışmalarının ilk
işareti olarak telakki edilebilir. Orhan Kabibay’ın, hem Aydemir’e yazdığı
mektupta, “14’ler tefrik edilmeden suçlanıyor” sözü[13], hem de Karaman’a yazdığı
mektupta; “14’lerden kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu bilmiyorum”[14] ifadesini kullanmış
olması bu meyanda dikkate değerdir. Nitekim gelecek liderlik tartışmasında yine
Türkeş’in yanında konumlanacak olan Özdağ[15], Taşer’e yazmış olduğu
mektupta, memlekette Türkeş, Erkanlı, Esin, Özdağ ve Taşer isimlerin halk
nazarında karşılık bulduğunu ve hedeflerine sadece bu isimlerle ulaşabileceklerini
ileri sürmüştür. 27 Mayıs öncesinde İstanbul grubunu temsil eden ve Kabibay ile
hareket eden Erkanlı’yı kendi “hücrelerine” kanalize etme kaygısını düşündüren
bu cümlelerin akabinde Özdağ, “yine de” 14’lerin beraber hareket edeceklerine
inandığını eklemiştir.[16]
13 Kasım 1960 ile 15 Kasım
1961 arasındaki zaman zarfında 14’lerin muhaberesi dâhilinde önemli
hadiselerden bir tanesi de Yassıada Mahkemesi’ne dair tutumları olmuştur.
Erkanlı’nın 1 Temmuz 1961 tarihi itibariyle yazmış olduğu raporda şayet Yassıada
yargılamaları sonucunda idam cezaları verilirse, bu cezaların “müebbet hapis”
cezasına geçirilmesi gerektiği savunulmuştur.[17] Dönemin İngiliz
belgelerine müracaat edildiğinde, İngilizlerin Cemal Gürsel’e, “idam
cezalarının tatbik edilmemesi adına” bir mektup yolladığı zikredilmektedir.[18] Nitekim o dönem Yeni
Delhi Büyükelçisi olan Mustafa Kent de, Türkeş’ten “idam cezalarının” olmaması
adına ikazda bulunmasını rica etmiştir.[19]
İdam cezalarının
onaylanmasından önce, durum değerlendirilmesinin yapıldığı İngiliz belgesinde,
bir hariciye görevlisinin Selim Sarper ile yaptığı görüşmeye istinaden, MBK
içerisinde Türkeş’in “idam cezasına” karşı olduğu ve bu durumun MBK içerisinde
“halen” nüfuzunda olan bazı üyeler üzerinde baskı oluşturduğu belirtilmiştir.[20] Türkeş, idam cezalarının
onaylanmaması için Cemal Gürsel’e 7 Eylül 1961 tarihi itibariyle bir mektup
yollamıştır. İlk defa, kendisine yakın “Milli Yol” dergisinde yayınlanan ve
büyük yankılar uyandıran bu mektupta Türkeş; idam cezalarının onaylanması halinde
13 Kasım’dan itibaren memlekette meydana gelen huzursuzluğun artacağını ifade
etmiştir. Mektupta, idam cezalarının tatbiki dolayısıyla, Türkiye’ye karşı,
yurtdışı kamuoyunda ciddi “tepkilere” yol açacağını, milletin içerisinde vuku
bulan “kin” ve “garezin” şiddetleneceğini ve son tahlilde “siyasi” sebeplerle
verilecek böylesi bir kararın, “bugünün” insanlık duygularıyla çatışacağını
dile getirmiştir.[21]
Türkeş’in idam cezalarının
“infaz” edilmemesi yönünde inisiyatif alması sonuçsuz kalmış ve 15 Eylül 1961 itibariyle
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın “idam” cezaları
onaylanmıştır. Siyasi hayatı boyunca, “idam cezalarının” tatbiki bağlamında
kendisini “aklamaya” çalışmak durumunda kalacak olan Türkeş’in, bu cezaların
onaylanmaması yönündeki faaliyetlerinin esas motivasyonunu, beraber yol
arkadaşlığı yapacak olan Ahmet Er, “demokratların” oy zeminine istinat
edebilmek olarak yorumlamıştır.[22] Başbakanlık Müsteşarlığı
döneminde, DP erkanını “İsviçre’ye gönderme” formülünü uygulamak isteyen ve DP’nin
milliyetçi tabanında ciddi destek gören Türkeş’in[23], mezkur motivasyon
dahilinde hareket etmesi esasında genel bağlam ile uyum içerisindedir. Bu
noktada, Erkanlı’nın raporundan da iktibas edildiği üzere, 14’lerin diğer
üyelerinin de benzer faaliyetler içerisine girdiklerini söylemek lazım
gelmektedir. Fazıl Akkoyunlu ile görüşen İngiliz Hariciyesi görevlisi, bu
noktaya işaret etmiş ve Akkoyunlu ile arkadaşlarının “idam cezalarının” infaz
edilmemesi adına Gürsel’e mektup yolladıkları ifade etmiştir.[24]
14’lere dair iç kamuoyunun
sessiz olduğu bu dönemde, Çetin Altan tarafından önemli bir köşe yazısı kaleme
alınmıştır. 14’lerin “hangi sebeplerle” yurtdışına gönderildiği üzerine
muhtelif “şayiaların” dolandığını öne süren Altan; 14’lerin “sosyal değişiklik”
talebi olduğunu ve bu hususta kendisinin de mutabık olduğunu dile getirmiştir.
Altan’a göre “meselenin özü” de bu noktada yatmaktadır zira 14’ler içerisinde
Türkeş öncülüğünde “nasyonal sosyalist” temayüllü kişiler olduğu gibi “batı
sosyalizmi” eğilimli kişiler de bulunmaktadır. Altan, “ihtilale büyük hizmetleri
dokunmuş insanların geri dönmelerini” arzu ettiğini beyan ederken,
14’lerin “inanç mahiyetini” net bir şekilde açıklamaları lazım geldiğini ifade
etmiştir.[25]
Çetin Altan bu sözler vasıtasıyla, Kabibay’ın mektubunda dile getirdiği
“tefrike” işaret etmiş ve kendi tercihini, Türkeş taraftarlarına “nasyonal
sosyalist” temayüllü tasnifinde bulunmak suretiyle ortaya koymuştur.
13 Kasım sonrasında
yurtdışında görevlendirilen 14’lerin ilk buluşması, 15 Ekim seçimlerinden kısa
bir süre önce İsviçre’de gerçekleşmiştir. Bern’de görevli olan Dündar Taşer’in[26] evinde gerçekleşen üç
günlük toplantıya, Türkeş, Akkoyunlu, Erkanlı ve Ahmet Er dışında bütün sabık
MBK üyeleri katılmıştır. Toplantı sonucunda, 14’lerin “muntazam” bir teşkilat
haline getirilmesi kararlaştırılmış ve liderlik meselesi ortaya atılmıştır.
Toplantıya katılan Seyhan’ın aktarımına göre Numan Esin, Rıfat Baykal ve
Muzaffer Özdağ “Türkeş’in liderliğinde” ısrar ederken, Soyuyüce, Karan,
Köseoğlu ve Solmazer “Kabibay’ın liderliğine” teveccüh göstermiştir. “Evvelden
beri Türkeş’i tuttuğu bilinen” Taşer ve Mustafa Kaplan “renk vermezken”,
Kabibay’a oy vereceği anlaşılan ve toplantıya Silahlı Kuvvetler Birliği adına
katılan Dündar Seyhan’ın oy kullanması kabul görmemiştir.[27]
Dündar Seyhan’ın Orhan Kabibay
tarafında olmasının kuşkusuz siyasi bir mahiyeti bulunmaktadır. O dönemde
Paris’te diplomatlık yapan ve Kabibay ile sürekli görüşen Balkan’a göre;
14’lerin ordunun genç kademelerinde sembol olmaya başlaması ile birlikte,
Silahlı Kuvvetler Birliği bu sembol isimlerden istifade etmek istemiş ama
Türkeş yerine Kabibay’ın liderliğini şart koşmuştur.[28] Dündar Seyhan’ın, o
dönemde oldukça güçlü olan SKB’nin temsilcisi olduğu düşünüldüğünde esasında
Kabibay üzerindeki tasarrufun, “mutabakat” dâhilinde gerçekleştiği
düşünülebilir. Bu bağlamda, Türkeş’in fikri mazisi ve DP tabanı ile olan
münasebetlerin rol oynamış olması, ileride de tartışılacağı üzere, muhtemeldir.
Ayrıca, Kabibay’ın liderliği noktasında tek destek merciinin ordu içerisindeki
cunta olmadığı da zikredilmeye değerdir. Çetin Altan’ın yukarıda iktibas edilen
yazısının muhtevasında, bu tercihin geniş bir paydada oluştuğu müşahede
edilecektir. Örnek olarak Balkan kendi evinde, eski CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in
iki kez Kabibay ile görüştüğünü[29] ve o dönemde Paris’te
bulunan ressam Abidin Dino’nun ise kendisine Türkeş yerine Kabibay’ın lider
olması lazım geldiğini zikrettiğini beyan etmiştir.[30] Bu ikili arasındaki
liderlik tartışması, 14’lerin yurtdışında bulunduğu süre zarfında
“şiddetlenerek” büyüyecektir.
“Silahların
Gölgesinde Kurulan Sivil İktidardan”, 22 Şubat 1962 Teşebbüsüne Kadar Geçen
Sürede 14’lerin Faaliyetleri
15 Ekim’de yapılan
milletvekili seçimleri nispi temsil sistemiyle[31],yeni oluşturulan Cumhuriyet
Senatosu seçimleri ise çoğunluk sistemiyle[32] yapılmıştır.
Milletvekilleri seçimleri sonucunda CHP yüzde 36,74 oy alıp 173 milletvekili
alırken, Adalet Partisi yüzde 34,79 oy ile 158 milletvekili çıkarmıştır.
Cumhuriyet Senatosu Seçimleri sonucunda ise “çoğunluk” sistemi uygulandığı için
AP birinci, CHP ise ikinci parti olmuştur.[33]
Seçim sonuçlarına ilk büyük
tepki, tarihe “21 Ekim Protokolü” olarak geçen metinin, aralarında Birinci
Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural’ın da dâhil olduğu 10 general
ve 28 albayın imzasıyla, “Silahlı Kuvvetler Birliği” tarafından ilan edilmesi
olmuştur. Bu protokole göre, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları şu açıklamaları
yapmıştır: “Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimden
sonra, “gelecek Türkiye Büyük Millet Meclisi” toplanmadan evvel, askerler
‘fiilen duruma müdahale edecek’, ‘bütün siyasi partiler faaliyetten men
edilecek ve seçim neticeleri ile birlikte Milli Birlik Komitesi feshedilecek’
ve TSK ‘ihtilali milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir’. [34]
Protokol, partiler nezdinde
önemli bir panik yaratmış ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın girişimiyle
parti önderleri Çankaya Köşkü’ne çağrılmıştır.[35] Çankaya Köşkünde yapılan
toplantıda; “MBK’nın emekliye sevk ettiği subayların görevlerine iade
edilmemesi”, “Yassıada’da mahkûm edilen DP’lilere genel af çıkarılmaması”,
“Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü’nün de Başbakan” olması şartıyla
parlamenter demokrasinin devam edeceği kararı alınmıştır. [36] Bu koşullar altında AP,
CHP ile koalisyon kurmak durumunda kalmış ancak DP’nin “ardılı” olarak görünen
AP’nin iktidara gelmesi, ordu içerisindeki rahatsızlıkları arttırmıştır.
Seçim sonuçlarının bu şekilde
arz etmesi, 14’ler meselesini de tekrar gün ışığına çıkartmıştır. İngiliz
Hariciyesi açısından bu durum; seçimlerden sonra 14’ler mevzuu tüm hararetiyle
geri döndüğü şeklinde yorumlanmıştır. 14’lerin gençlik, basın ve aydınlar
içerisindeki destekçileri olduğunu zikreden belgede, “14’lerin orduda ne kadar
güçleri olduğu” hususunun “muamma” teşkil ettiği ifade edilmiştir. Belgeye
göre, ordunun üst kademesinde olmasa da genç subaylar arasında taraftarları
olduğu düşünülen 14’lerin şayet stabil bir hükümet ortaya çıkmazsa daha etkili
olmalarının muhtemel olduğu öngörülmüştür.[37] Keza, İngiliz merkezli
“The Economist” gazetesi de seçim sonuçlarının Türkeş ve arkadaşlarını haklı
çıkardığını ifade etmiştir. Zira gazeteye göre, “milli irade” Kemalizm’den
rahatsız olduğunu oylarıyla göstermiştir. Artık güç SKB’yi temsilen Cevdet Sunay’ın
elindedir ve kurulması muhtemel olan “otoriter rejim” aslında Türkeş’in
“tasavvur ettiği” ama zamanında “tu kaka” edilen idare biçimidir ve bu insanlar
“onurla” memleketlerine dönüş hazırlığı içerisindedir.[38] Aşağıda görüleceği üzere,
yaşanan gelişmeler İngiliz Hariciyesi’nin ve “The Economist” gazetesinin işaret
ettiği yorumlara paralel bir istikamet göstermiştir
AP’nin öngörülemeyen başarısı
yurt dâhilinde ciddi gerilimlere sebep olurken, seçimlerin hemen akabinde Cemal
Gürsel imzalı MBK bildirisi, 14’ler meselesini tekrar gündeme getirmiştir.
MBK’nın iktidarı devretmesi üzerine yapılan bildiride; “vatanseverlikleri
tarihin değişmez hükmüne bağlanmış 38 komite üyesi” vurgusu yapılırken, “bazı
metot aykırılıklarından ötürü sadece bir kadro ihdas olan bir kanunla
yurtdışında görevlendirilen on dört arkadaşımız” olarak tarif edilen 14’lerin
de “ milletçe idrak edilen sonucun” paydaşları olarak gösterilmek suretiyle
sitayişkâr sözler sarf edilmiştir.[39] Dündar Seyhan’ın, “MBK
çevrelerinde 14’leri onore etmeye matuf” olarak tasvir ettiği açıklamanın[40] hemen ardından ise, Milli
Türk Talebe Birliği, Cemal Gürsel’ “tebrik telgrafı” göndererek; “ gençlik
olarak 14’ler hakkında sevgi, güven ve inancı her daim muhafaza”
ettiklerini beyan etmiş ve Gürsel’in bu “ülkücü davranışını” alkışlamışlardır.[41]
Bu gelişmelere paralel olarak,
medya organlarında 14’lerin yurda tekrar dönebileceği hakkında yorumlar
yapılmıştır. Bu minvalde, 13 Kasım sürecinde ve sonrasında 14’ler hakkında
ciddi bir muhalefet yürüten “Akis” dergisi, 14 üyenin “vatan haini”
olmadıklarını zira “ihanet” içerisinde bulunanların zaten “Cumhuriyet Hükümeti
Memuru” unvanını taşımayacağını ileri sürmüştür. Yazıya göre, görevlerini “en
vatanperverane” şekilde yürüten bu isimler, “iki yıl boyunca memur” olarak
tayin edildiği için ancak “istifa etmek suretiyle” memlekete dönebileceklerdir.
Yazıyı ilginç kılan husus ise, 14’lerin içerisindeki bazı üyelere “kollarını
açarak” bekleyen bazı teşekküllerin olduğu iddiası olmuştur.[42] Bu imayı ilginç kılan
unsur ise aynı mecmuada yer alan başka bir haberde müşahede edilmiştir. AP
içerisinde “müfrit- mutedil” mücadelesi olarak seyredecek ve 60’lı yıllar
boyunca devam edecek olan tasnife göre, müfrit tarafı temsil eden Gökhan
Evliyaoğlu ve arkadaşları tarafından Türkeş’in, AP’ye entegre edilmesi
amaçlanmıştır.[43]
Mecmua içerisinde iki haberde yer alan çapraz bilgi neticesinde, “kollarını
açan” teşekkülden AP, “bazı üyelerden” kastedilenin ise Türkeş ve grubu
olduğunu anlaşılmaktadır.
İngiliz Hariciyesi tarafından
gönderilen başka bir belgede ise 14’lerin geri dönmesi hususunda MBK üzerinde
yoğun bir baskının oluştuğu zikredilmiştir. Belgeye göre, bilhassa Türkeş’in
Yeni Delhi’de bulunmamasının Türk Büyükelçiliğince oldukça önemsendiğini zira
kendisinin Türk siyasetinde oldukça aktif bir rol oynayabileceği
belirtilmiştir.[44]
Nitekim Türk basınına göre de seçim sonuçları akabinde, yapılan açıklamaların
da rüzgârıyla “istifa edip” yurda dönmesi beklenen 14’ler[45] ve özellikle sağ
tandanslı basında “beklenen ve özlenen adam” olarak tavsif edilen Türkeş’in[46], politikaya atılmasının
muhtemel olduğu haberleri yer almaya başlamıştır.[47]
Bu siyasi iklim dâhilinde
14’ler, Ekim ayının sonlarına doğru “yol haritası” çıkarmak için Brüksel’de
toplanmıştır. Muzaffer Özdağ ve Ahmet Er dışında diğer üyelerin tamamının
katıldığı[48]
ve yurda kesin dönüş kararı çıkması beklenen toplantıya SKB yine Dündar
Seyhan’ı temsilci olarak göndermiştir.
Seyhan dönemin mevcut
Genelkurmay Başkanı’nın taleplerini götürmek adına vazifelendirildiğini ve SKB
ile 14’ler arasında doğabilecek potansiyel bir anlaşmazlığı ortadan kaldırmak
üzere toplantıda görev aldığını ifade etmiştir. Zira seçimlerden sonra bilhassa
ordu bünyesindeki gençler arasında 14’lere dair teveccühün şiddeti, Silahlı
Kuvvetlerin bütünlüğüne dair potansiyel bir tehdit olarak addedilmiştir. Ayrıca
Seyhan;“ Kabibay, Esin, Kaplan, Soyuyüce ve Esin” adına Dışişlerinden beş tane
büyükelçilik temin ettiklerini ve toplantıda bunu teklif ettiğini ancak bu
teklifin kabul görmediğini öne sürmüştür. Türkeş ve Kabibay’ın liderlik
çekişmesini toplantıda müşahede ettiğini beyan eden Seyhan’a göre, 14’ler,
“parlamentonun açılışına iki tane temsilci” göndermeyi teklif etmiş ancak bu
teklif de Ankara’dan kabul görmemiştir.[49]
Seyhan tarafından bu çerçevede
tarif edilen toplantıya dair Türkeş de, Seyhan’ın Kabibay’ı lider olarak lanse
ettiğini ve kendisine “liderlikten vazgeçmesi” gerektiği telkinini yaptığını
iddia etmiştir.[50]
Nitekim Aydemir Balkan da 14’lerin ordu nezdindeki gençler üzerinde sembol isim
olmalarından mütevellit SKB’nın 14’lerden istifade etmek istediğini ancak bunun
için Kabibay’ın liderliği koşulunu öne attığını ileri sürmüştür.[51]
Bu toplantıya dair en büyük
beklentilerden bir tanesi, 15 Ekim sonuçlarından hemen sonra basında sürekli
yer aldığı şekliyle, 14’lerin yurda geri dönmesi meselesinin açıklığa
kavuşturulması meselesi olmuştur. Bu minvalde, Cevdet Sunay’ın Dündar Seyhan
vasıtasıyla gönderdiği mesajın içeriği önem arz etmektedir. Sunay, Seyhan
aracılığıyla “zoraki diplomatlardan”, “14’lerin merciinin artık Genelkurmay
Başkanı olması gerektiğini”, “lüzumsuz heyecan içeri girmemelerinin lazım
geldiğini” ve “durum müsait olunca memlekete dönmelerini” rica etmiştir.[52] Bu hususa binaen Orhan
Erkanlı, Brüksel toplantısından önce yurda dönmek için hiçbir engelin kalmadığını
ve derhal Türkiye’ye dönmeye karar verdiklerini ancak Sunay’ın bu tavsiyeleri
üzerine kararlarını değiştirerek “ vapuru bir daha yakalayamayacak şekilde
kaçırmak” suretiyle “büyük bir hataya” düştüklerini ileri sürmüştür.[53] Nitekim Brüksel toplantısı
Türk basınına da “14’ler bu toplantıda yurda dönüp dönmeme konusunda kesin bir
karar almadılar” ibaresiyle yansımıştır.[54]
Brüksel toplantısını takip
eden günlere tekabül eden 29 Ekim 1961 tarihinde 14’lerden Türkeş, Kabibay,
Erkanlı, Kaplan, Numan Esin, İrfan Solmazer’in hazır bulunduğu 6 üye, Paris’te
basın toplantısı tertip etmiştir. Türkeş’in “bırakalım basın toplantısını
falan, hep beraber aniden Esenboğa’ya inelim” demek suretiyle muhalefet ettiği
basın toplantısı, Orhan Kabibay’ın öncülüğünde gerçekleşmiştir.[55] O dönemde Paris Basın
Ataşesi görevli olan Aydemir Balkan’ın tanzim ettiği, Türk Basın Ataşeliği
binasında yapılacak olan toplantıya, Fransız basınında görev yapan meşhur
Fransız gazeteciler davet edilmiştir.[56]
14’lerin Paris toplantısı,
Türk basınında oldukça ilgi görmüştür. Fransız “Le Figaro” gazetesinden iktibas
yaptığı bildirilen bir haberde; “ Seçimlerden doğan durum, bir yıl önceki
hatt-ı hareketimizi doğru çıkarmıştır” cümleleri vurgulanmış, 14’lerin “27
Mayıs ihtilalinin sosyal ve siyasi sebepleri mevcut oldukça görevimizi bitmemiş
addedeceğiz” cümlesini sarf ettiği bildirilmiştir. Bu minvalde 14’lere göre
kendi fikirleri, üniversitelerde, aydın kesimde, gençlikte başta olmak üzere
halka nüfuz etmeye başlamış ve 14’ler tarafından “milli menfaatler” icap
ettiğinde yurda geri dönecekleri ilan edilmiştir.[57] Türkeş grubuna yakın olan
“Yeni İstanbul” gazetesi benzer bilgileri aktarırken hem MBK temsilcilerinden
hem de mevcut siyasi yapıdan oldukça eleştirilecek olan, “ memlekette mevcut mühim problemlerin,
bugünkü şekliyle kurulmuş olan parlamento tarafından halledilebileceğine
inanmıyoruz” beyanına yer vermiştir.[58]
Mevcut siyasal düzene karşı
“manifesto” niteliği taşıyan bu açıklamalar sonrasında ilk tepki olarak siyasi
beyanat verdiği öne sürülen 6 kişiye ve toplantıyı tertip eden Aydemir Balkan’a
tahkikat açılması kararı alınmıştır.[59] Hadise hakkında sorulara
cevap veren Cemal Gürsel, “ bu konuşmaları yanlarına koymayacağız” cümleleriyle
reaksiyon verirken; “basın bu 14’ler üzerinde niçin duruyor anlamıyorum, bunlar
aslında alelade, hiçbir kahramanlıkları olmayan adamlardır. Bunları
kahramanlaştıran sizlersiniz” demek suretiyle basını da eleştirmiştir.[60] Devlet Bakanı Sıtkı Ulay,
mevzubahis açıklamalar karşısında Dışişleri Bakanlığı’ndan tahkikat
sonuçlarının beklendiğini ve ifade edilen cümlelerin doğruluğu halinde, 6
üyenin vazifelerinden “affedileceğini” zikrederken, Başbakan Vekili Fahri
Özdilek, “bunlar Dışişleri’nin memurlarıdır, gereken muameleler yapılacaktır”
sözünü sarf etmiştir.[61] 16 Ekim 1961 tarihli MBK
açıklamasından yaklaşık 15 gün sonra kullanılan bu ifadeler, Paris’te vuku
bulan toplantıya ve sarf edilen sözlere yönelik “kızgınlığın” derecesini
göstermesi bakımdan önemlidir.
6 “sabık komite” üyesinin
Paris’te yapmış olduğu açıklamalara, kamuoyundan da tepkiler gecikmemiştir.
Akis ile paralel bir yayın tarzına sahip olan Kim mecmuası, bu 6 üyenin,
yabancı kamuoyuna, Türkiye’de “mutlak bir istikrarsızlık” olduğu ve
“demokrasinin bu ülkede yerleştiremeyeceği” propagandası yaptığını ileri
sürerek eleştirmiştir.[62] Aynı mecmuada köşe yazısı
kaleme alan Bedii Faik, 6 üyenin sosyal demokrasiden dem vurduğunu ancak
mazrufa bakıldığında, “hangi rejim içinde” intikal edilebileceği meçhul
reformların kast edildiğini öne sürmüştür. Faik’e göre, seçim sonuçları
nedeniyle “Atatürk reformlarının tehlikeye” düştüğü iddiası ise ilginç
durmaktadır zira Türkeş, Atatürk’e saldırmaktan geri durmayan “adlı adsız”
birçok ırkçıyı kollaması sebebiyle bu keyfiyetle tenakuz içermektedir.[63]
Paris açıklamalarına dair
eleştirilerin mevcut olduğu Kim ve Akis dergilerinde tepkilerin ortak
noktasının Türkeş’e teksif edildiği müşahede edilmiştir. Akis mecmuası,
“ihtilalin iki gözde albayı” olan Orhan Kabibay ve Erkanlı’nın “nasıl olup da
Türkeş’e kandığı” problematiğini ortaya atarken[64], Kim dergisi, “beg” ile
başlayan “nasyonal sosyalistlerin” mektuplarını tasvip etmeyecek olan
Erkanlı’nın, Türkeş’in “dümen suyunda” yürümekte bir mahsur görmediğini öne
sürerek tenkit etmiştir.[65] Bu iki yorumda da,
14’lerin içinde devam eden liderlik tartışmasına, yeni bir alan açma gayreti
olduğu rahatlıkla zikredilebilecek bir tespit durumundadır.
Türkeş ve diğer 14’ler grubu
üyelerinin Paris’teki mesaisi devam etmiş ve bu süreçte çeşitli görüşmeler
yapılmıştır. Bu görüşmelerden bir tanesi, Türkeş, Kabibay ve Erkanlı ile
Dışişleri Bakanı Selim Sarper arasında gerçekleşmiştir.[66] 6 üyenin Paris
beyanatından kısa bir süre sonra gerçekleşen ve Dışişleri’nin, yer tahsis
etmesi itibariyle oldukça eleştirildiği bir düzlemde meydana gelen bu görüşmenin
içeriği hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Ancak, Kurtul Altuğ’un
eserinde, Orhan Erkanlı ve Orhan Kabibay’ın Brüksel’e geçmeden önce, New
York’ta Sarper ile görüştüğü ve kendisine Cumhurbaşkanlığı teklif edildiği
ileri sürülmektedir.[67] Bu iddianın gerçekliği
teyit edilemese de, Sarper’e Akis mecmuası tarafından “kabinenin değişmez
bakanı” sıfatıyla müstehzi yaklaşılması ile 6’lar hakkında açılan tahkikatın
“işleyişin hantallığına” dair eleştiriler getirilmesi,[68] Selim Sarper’e, ,22 Şubat
sonrasında kesilecek faturanın ipuçlarını göstermektedir. Sarper’in, Paris
açıklamalarına ve müesses nizamın 14’lere dair tutumuna yönelik düşüncelerine
dair fikirlerine Balkan’ın hatıratında da gözlemleyebilmek mümkündür. Balkan’ın
aktarımına göre Sarper, Paris’e geldiği zaman kendisine 14’lerin fikir ve
projeleri üzerine birçok soru sormuş ve 14’ler hakkında; “konu nazik olmasına
rağmen”, “Türkiye’deki ters tepkilere uymayan” görüşler ileri sürmüştür.[69] Bütün bu bilgiler,
14’lerin bu dönemdeki nüfuz alanını göstermesi açısından önem teşkil
etmektedir.
Türkeş ve diğer “zoraki
diplomatların” Paris faaliyetlerinden sonra, kamuoyunda 14’lere dair
sessizlik tekrar baş göstermiştir. 22 Şubat hadisesinin arifesine kadar devam
edecek bu sessizlik döneminde, 14’lerin faaliyetlerini takip etmek adına tespit
edilebilen tek kaynak, bu isimlerin kendi aralarındaki mektuplaşmaları
olmuştur. Ancak, bu dönemde Orhan Erkanlı ile sürekli haberleştiği öne sürülen
Abdi İpekçi’nin[70],
60’lı yıllarda Türk fikir hayatına damgasını vuracak “Yön” dergisinin ilk
sayısında kaleme almış olduğu inceleme yazısı, mektuplar haricinde, müstesna
konumdadır.
Abdi İpekçi,
“14’ler Faşist miydi, Sosyalist miydi?” başlıklı yazısında, “heterojen”
olarak tarif ettiği 14’lerin, “nasyonalizm” ve “sosyalizm” gibi “bağdaşması”
zor iki akımla ilişkilendirildiğini öne sürmüştür. İpekçi’ye göre, 14’lerin
içerisinde “mazisi itibariyle”, “milliyetçilik ve ırkçılık” gibi akımlarla
imtizaç etmiş kişiler olsa da bu grubun MBK içerisindeki bazı reformları
sosyalist nitelikler taşımaktadır. Bundan ötürü, 14’ler, 27 Mayıs’ı “gerçek bir
devrim” olarak tatbik etmek üzere mutabık kalmış kişilerden teşekkül etmiştir.
Ancak, sorun şudur ki, bu grubun, ideallerini gerçekleştirmek adına “ne bir
metodu ne de bir liderleri” bulunmaktadır[71]. Daha önce Çetin Altan
tarafından kaleme alınan köşe yazısını hatırlatan bu makalede, “14’lerin
tefrik” edilmesi gerektiği imasında bulunulmuş ve 14’ler dâhilinde mevcut olan
liderlik sorununa temas edilmiştir. Yazar bu noktada, “nasyonal sosyalizm” ile
ilişkilendirilemeyecek üyeler demek vasıtasıyla da, tercihini ortaya koymuştur.
Paris açıklamasından 22 Şubat
1962 hadisesine kadar geçen süreç içerisinde, 14’lerin kendi aralarındaki
mektuplaşmalar ise sıklaşarak devam etmiştir. Bunlar arasında Türkeş’in Şefik
Soyuyüce’ye gönderdiği mektupta, 14’ler arasındaki “liderlik” mücadelesinin
izlerini bulmak mümkündür. Türkeş, Soyuyüce’ye “ ben kimse ile şeflik
yarışmasına girişmiş değilim” derken, Brüksel toplantısında kendisine Erkanlı
ile Kabibay tarafından “triumvirate” teşkil edilmesinin teklif olunduğunu ancak
kendisinin “Enver, Talat, Cemal” üçlüsünün teşkil ettiği “triumviranın” “nelere
mal olduğunun idraki içerisinde olduğundan ötürü” kabul etmediğini ileri
sürmüştür.[72]
Türkeş, İrfan Solmazer’e yolladığı başka bir mektupta ise, 14’lerin “bir Baş’ın
altında sımsıkı kale gibi” toplanması lazım geldiğini ifade ederken, hiçbir
insan cemiyetinin reisi olmadan tarih sahnesine çıkamadığını, CHP’nin bile
yegâne kuvvetinin İnönü’nün mevcudiyeti olduğunu öne sürmüştür. “Baş’ın kim
olacağı” sorusunun açık bir yanıtının olmadığı mektupta, CHP’nin “Türkeş ’siz
bir 14’ler” istediğini ve bu sayede “14’lerin kolayca” eritilebileceği
yorumları ile Türkeş esasında kendisini bu payede tasvir etmiştir.[73]
Türkeş, liderlik mücadelesi
açısından kendisine yeni paydaşlar ararken, yurda dönme meselesi konusunda,
Orhan Erkanlı inisiyatif alarak, dönemin gazetelerine açık bir mektup
göndermiştir. Mart ayı içerisinde “yurda dönme kararı” aldıklarını açıklayan
Erkanlı, koalisyonun kurulduğu ve istikrarın geldiği bir iklimde 14’ler
konusunu askıda bırakmanın, yeni bir krizin kapısını aralayacağını dile
getirmiştir. Dönemin idarecilerine ihtar niteliği taşıyan mektupta Erkanlı,
“şayet müspet yollarla geri dönmeleri sağlanmazsa”, “istifa etmek suretiyle
yurda döneceklerini ancak bu koşullar altında “küskün, sürgün, asi evlat”
sıfatlarıyla “fırsat gruplarının” yanlarına itilecekleri söylemiyle ikazda
bulunmuştur.[74]
Erkanlı’nın, zaman ve zemin
itibariyle, dönemin idarecilerini, “şayet istediklerimizi vermezseniz, Talat
Aydemir ile hareket ederiz” şeklinde rahatlıkla okunabilecek bu mektubun hemen
ardından Türkeş, Erkanlı’ya gönderilmek üzere mektup kaleme almıştır. Türk
fikir hareketlerinin mazisinin Türkeş nazarında özetlendiği mektupta, “Türkçülük,
Turancılık ve Pan Türkizm” kısmında, birbirinden ayrı manalar ifade eden bu üç
kavramın ortak noktasının, Türklerin birleştirilmesini uygun bir siyaset tarzı
olarak görmesi olarak değerlendirilmiştir. “Türkiyecilik” olarak tasnif edilen
fikir ise, 1.Dünya Savaşı’ndan sonra başta Atatürk ve birçok Türk aydını
tarafından benimsenmiş olup, “Türklüğün yegâne varlığı” olan Türkiye’yi modern
uygarlığa ulaştırma gayesini gütmektedir. Türkeş’e göre “Türkiyecilik” akımı,
Türkiye dışındaki Türkler hakkında olumlu fikre sahip olmakla beraber onların
mukadderatını “kendilerine ait mesele” olarak gören ancak Balkanlar ve diğer
yerlerdeki Türkleri “öz kardeş” olarak bağrına basan bir fikir hareketidir.
Türkeş, “bizim de benimsediğimiz görüş budur” demek suretiyle, bu fikir akımına
mensup olduğunu dile getirmiştir. Türkeş’e göre, “Irkçı-Turancı” olarak
kendilerinin itham edilmesinin sebebi, “kendilerinin sosyal reform
politikalarından” korkan “mütegallibe” sınıftır ve oluşan “yeni cunta” da bu
fikirleri takviye etmektedir.[75] Türkeş’in bu mektup
vasıtasıyla iki hedefinin olduğu düşünülebilir. Bunlardan birincisi, kendisinin
“Irkçı-Turancı” mazisi söylemiyle oldukça eleştirilmesine karşıt bir argüman
geliştirmek ve kendisinin liderliğini tehlikeye düşüren en önemli argümana
“Türkiyecilik” söylemiyle karşılık vermek olmuştur. İkinci hedef ise, Dündar
Seyhan vasıtasıyla Talat Aydemir “cuntasına” daha yakın olan Kabibay’ın yanında
yer alan Erkanlı’yı, “yeni cuntanın” kendileri hakkında “iyi düşünmediği”
telkiniyle ikilem içerisinde bırakmaya çalışmaktadır. Türkeş’in iki çabasının
da zaman içerisinde “sonuçsuz” kalacağı görülecektir.
22 Şubat 1962 öncesi siyasi
iklimde, Talat Aydemir öncülüğünde cunta faaliyetleri ivme kazanırken, yukarıda
görüldüğü üzere Türkeş, kendine yakın üyelerle temas kurmak vasıtasıyla “kendi
öncülüğünü” konsolide etme çabaları içerisine girmiştir. Türkeş’in bir diğer
önemli hamlesi ise, “Yeni İstanbul” gazetesinde başlayacak olan yazı dizisi
olmuştur. 14 Şubat 1962 tarihinde başlayan yazı serisinde Türkeş; 27 Mayıs
müdahalesinin herhangi bir parti adına yapılmadığını, ilk ihtilal fikirlerinin
1941 yılında başladığını ve 1946-47 yıllarında şiddetlendiğini çünkü İnönü’nün
orduyu ihmal ettiğini ileri sürmüştür.[76] Bu sözlerin devamında
Türkeş; DP’nin kurulmasının “müthiş bir heyecan” yarattığını ancak DP ile CHP
arasında oluşan “muvazaa” ile birlikte kendilerinin “Millet Partisine” teveccüh
gösterdiğini belirtmiştir. 1946 Seçimleri ile birlikte “orduda huzursuzluğun
tırmandığını” ileri süren Türkeş’e göre orduda, “asırlardan beri ihmal edilmiş”
olan bir toplumun “sadece iktidar değişimiyle” düzelemeyeceği düşüncesi hâsıl
olmuştur.[77]
MBK devrinde kendisi ve yol arkadaşları tarafından “üstü kapalı” yapılan
açıklamaların bir nevi tercümesi konumunda olan bu beyanatlarla birlikte,
Türkeş bütün şimşekleri üzerine çekmiştir.
Türkeş’in beyanatı 14’lerin
bazı üyelerinden de tepki çekmiştir. Bu minvalde en dikkat çekici tenkit Orhan
Erkanlı, Orhan Kabibay’a gönderdiği mektupta şu cümlelerle sarf etmiştir: “
Türkeş’in yazılarını görmedim. Başlıklara bakılırsa çok eskilerden
başlamış.1946’dan 13 Kasım’a kadar gitmiş ve İnönü ile Halk Partisi’ni hedef
seçmiş. Ne halt ederse etsin, ipler koptu, yalnız tedbir almakta gecikmeyelim.
Doğum yakın… Normal işlerimizi gevşetmek doğru olmaz. Zira belki de doğum
olmaz… Kısaca bütün geleceğimizi bir tek ihtimale bağlamayalım. Türkeş
konusunda teklifim şudur:… Türkeş’in yazıları ile bir alakamız ve inanışlarıyla
mutabakatımız olmadığını bildirmelisiniz. Aksi halde bizim krediden harcanmış olur”.[78] “Doğum yakın” sözleri ile
Aydemir’in müstakbel hareketini ima eden Erkanlı’nın bu mektubu, 22 Şubat
hareketi ile 14’lerin “Kabibay” öncülüğündeki kliğiyle olan münasebetini
göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu noktada, Türkeş’i ekarte etmeye meyyal
bir tavır içerisinde olan Erkanlı’nın, “işlerin kötü gitmesi” durumunda İnönü
kartını kaybetmemek adına “belki de doğum olmaz” sözleriyle Türkeş’in mezkûr
beyanatını öne sürerek, Türkeş’i hedef göstermesi önem arz etmektedir. Nitekim
Erkanlı, hatıratında 22 Şubat’ın gerçek lideri olarak işaret ettiği Dündar
Seyhan’ın öncülüğünde cuntanın kendileriyle anlaşmak için hazır olduğunu ancak
Türkeş’in mevcudiyetinin problem teşkil ettiğini ifade etmiştir.[79]
Erkanlı’nın mektubunda yer
alan ifadelere mukabil Türkeş, 27 Mayıs sürecinden itibaren en yakınında”
bulunan Numan Esin ve Muzaffer Özdağ’a gönderdiği mektupta, Erkanlı ve
Kabibay’ın mütemadiyen hem cunta ile hem de CHP ileri gelenleri ile oturduğunu[80] ileri sürmüştür. SKB
öncülüğündeki cuntanın “Türkeş, Esin, Özdağ, Baykal ve Er” isimlerinden
hazzetmediğini iddia eden Türkeş, İnönü’nün de “Türkeş’siz bir 14’ler” tahayyül
ettiğini bundan ötürü de nifak sokma teşebbüsleri içerisine girdiğini ifade
etmiştir.[81]
14’lerin
22 Şubat 1962 Kalkışmasından Yurda Dönüş Sürecine Kadar Geçen Sürede
Faaliyetleri
22 Şubat 1962 günü, tarihe
Talat Aydemir öncülüğünde cuntanın başarısız darbe girişimi olarak
kaydedilmiştir. 27 Mayıs öncesinde cunta faaliyetlerinde rol oynayan ancak 27
Mayıs tarihi itibariyle yurtdışında bulundukları için, kurulacak düzende
bekledikleri pozisyonlara erişemeyen Aydemir, Dündar Seyhan gibi isimlerin, 15
Ekim 1961 seçimleri sonrasında oluşan düzenin ordu içerisindeki rahatsızlıkları
vesile kılarak giriştikleri teşebbüs akamete uğramıştır. Makale dâhilinde
görüldüğü üzere “sürpriz olmayan” bu teşebbüs başarısız sayılmış olsa da,
ordu-politika/ sivil siyaset ilişkileri tartışmalarını bütün hararetiyle geri
dönmesine zemin hazırlamıştır.
İngiliz belgelerinde de
isabetle belirtilmiş olduğu üzere 22 Şubat’a katılan gruplardan bilhassa Harp
Akademisi grubu 27 Mayıs sonrasında “radikal reformlar” yapılmadan sivil
siyasete geçilmesinden müşteki olmuşlar bundan ötürü de tabiatıyla 14’lere
karşı sempati beslemişlerdir.[82] Diğer taraftan, 14’lerin
22 Şubat girişimine dahli ise, başka hususlarda da olduğu gibi farklılık arz
etmiştir. 22 Şubat öncesi gelişmelerden de anlaşılacağı üzere Türkeş kliği, söz
konusu teşebbüse sıcak bakmamış ancak Kabibay-Erkanlı öncülüğündeki diğer grup,
cunta ile ilişki kurmuştur. Nitekim yıllar sonra Muzaffer Özdağ “22 Şubat bizim
ihtiyarımız içerisinde cereyan” etmemiştir derken, Kabibay ve Erkanlı, 22 Şubat
teşebbüsüne müdahil olduklarını açıklamıştır.[83]
Türkeş’in Talat Aydemir önderliğinde
teşebbüs edilen kalkışmaya müspet bakmamasının muhtelif sebepleri bulunmuştur.
Bunun en önemli sebebi, Türkeş’in kendisini “tartışmasız lider” olarak
görmesidir. Nitekim Talat Aydemir, Türkeş’i “şahsını mihver gören bir kimse”[84] olarak nitelerken;
Türkeş, Aydemir’i “ düzgün ama kavrayışı, kültürü, bilgisi bakımından zayıf”[85] birisi olarak tarif etmek
suretiyle küçümsemiştir. Ayrıca, liderlik mücadelesi içerisine girdiği Kabibay
grubunun cunta ile olan münasebeti de Türkeş ve arkadaşları açısından 22
Şubat’ı desteklememe sebepleri arasında sayılabilir. Türkeş ve arkadaşlarının
22 Şubat ile ünsiyetinin bulunmamasında, daha önce de değinilmiş olduğu üzere,
cuntanın Türkeş algısının da önemli rolü bulunmaktadır. Cuntanın liderliğini
yapacak olan Aydemir, 27 Mayıs sonrasında MBK içerisinde bulunmamasının
sebebini Türkeş’e bağlamış ve Türkeş’in kişiliği yüzünden kendisi ile “samimi
bir mutabakat” içerisinde olunamayacağı kanaatini paylaşmıştır. Aydemir’in
Türkeş ile alakalı sürdüğü ikinci ihtilaf konusu ise ideolojik düzlemde
farklılıklarının olması düşüncesinde belirmiştir. Türkeş’in Atatürkçü olduğunu
kabul eden Aydemir’e göre, Atatürkçülük değişik tefsirleri olan bir tanımdır ve
Türkeş “faşist manada Turancıdır”. Buna mukabil kendileri, “ Batı medeniyetine
tez elden varacak devrimci bir Kemalizmi” savunagelmiştir.[86] Nitekim İngiliz
belgelerinde de, 13 Kasım hadisesinin 22 Şubat’ın meydana gelmesinde önemli
zemin oluşturduğu dile getirilse de Türkeş’in “Turancı” kimliğinin “ona karşı
ihtiyat duvarı” oluşturduğu zikredilmiştir.[87] Ayrıca 22 Şubat’a katılan
subaylardan birisi olan Acar Okan da, Aydemir’in Türkeş’e ve dolayısıyla
“Türkeşçi” subaylara güvenmediğini belirtmiştir.[88]
22 Şubat 1962 tarihi
itibariyle Delhi’de bulunan Hariciye Görevlisi Taner Baytok’un aktarımına göre,
Türkeş’in 22 Şubat hadisesi üzerine bilinen ilk reaksiyonu; “ O ihtilalden ne
anlarmış”[89]
ifadesinde karşılık bulmuştur. Bu tepkiden Türkeş’in Aydemir’in kalkışmasına
istihfaf ile yaklaştığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, İngiliz Dışişleri’nden
Türkeş’in 22 Şubat’a dair tutumu üzerine bilgi almak için yollanan mektuba
Delhi’den gelen cevaba göre; Türkeş 22 Şubat’ın “kendilerinin tasfiye
edilmesinin” doğal bir sonucu olarak yorumlamış ancak kendisinin 22 Şubat’ın
öncüleri ile fazla teşrik-i mesaisini olmadığını ve bu grupla ilişkilendirilmek
istemediği ileri sürülmüştür. Buna mukabil, Türkeş 22 Şubat hareketini tenkit
etmemiş hatta “devrimin” ideallerine ihanet edildiğini, İnönü’nün fikirlerini
değiştirmek için çok yaşlı olduğunu, bundan ötürü ülkeyi “seküler bir
sosyalizmle” yönetecek yeni bir lidere ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir. Bu
noktada “ülkeyi yönetecek yeni bir liderin” kim olduğunu ifade etmeyen Türkeş;
AP ve CHP’de bazı iyi adamlar olduğunu, kendisinin “Lasky tipi sosyalizme” taraftar
olduğunu ve bir arkadaşına Lord Beveridge üzerinde çalışmalar yaptırdığını
söylemek suretiyle kendisini “zımni” olarak referans göstermiştir.[90]
Türkeş’in hamasi diye
nitelendirilebilecek yazılar kaleme alarak kamuoyunda “görünürlük” kazandığı bu
dönemde[91], kendisine yakın olan
“Milli Yol” dergisi de, 22 Şubat’ın hemen akabinde bir yazı yayınlamıştır.
Yakın dönem Türkiye tarihinde “mukavemet” unsuru olarak sadece ordunun mevcut
olduğu ileri sürülen yazıda, 1876,1908 ve 1912 darbesi şeklen başarılı olsa da,
“iyi hesaplanmadıkları” için millet ve devlet adına zarar getirdiği tespitinde
bulunulmuştur. Bu minvalde 27 Mayıs harekâtına “mevcut hafızaya” istinat ederek
endişeyle yaklaşanlar ise Alparslan Türkeş’in mevcudiyeti ve temsil ettiği
Türkçülük fikriyle, 27 Mayıs’a güvenmiş ve benimsemiştir. Türkeş’i, “içki
ve sigara kullanmayan, çocuklarına yemeklerden sonra dini ahlaki sohbetler
veren” bir kişi olarak tavsif eden yazıda, milletin “artık” parti
mücadelelerinden ötürü siyasilere “bel bağlamadığı bir kılavuz”
aradığı belirtilmiş ve “ milli kaptanın hazır olduğu”,
ancak kaptanın “ geminin kumanda köprüsünde değil, yabancı bir geminin yolcu kamarasında”
ifade edilmiştir.[92] Türkeş ve arkadaşlarının
13 Kasım öncesinde verdiği beyanatları fazlasıyla hatırlatan yazıda Türkeş
artık “beklenen adam” sıfatından öte “geminin kumanda köprüsünde
oturması gereken milli kaptan” olarak nitelenmiştir.
Bu dönemde Türkeş’e dair
anti-propaganda yapan yayın organları da mevcuttur. Örneğin Yön dergisinde, 22
Şubat’ın, “Irkçı-Turancıların” tahrikleri sonucunda gerçekleştiği iddia
edilirken[93],
Gökhan Evliyaoğlu’nun “Türkeş ifşaatlarıyla” memleketi karıştığı ileri sürülmüş[94] ve “Yeni İstanbul”
gazetesinde çıkan mevzubahis beyanata, “Türkeş’in Büyük Türkiye’si, Misak-ı
Milli hudutlarını aşıp Tiran’a ulaşıyor herhalde” ibareleriyle müstehzi bir
yaklaşım getirilmiştir.[95] Keza, MBK döneminden
itibaren Türkeş’e dair eleştirel bir tutum gösteren Akis Mecmuası da, söz
konusu mülakata karşılık olarak 19 Şubat 1962 tarihli sayısıyla başlattığı “İhtilal”
başlıklı dönem incelemesinde, Türkeş’in 27 Mayıs sürecine dair oldukça ses
getiren bir yazı dizisi başlatmıştır. 22 Şubat hadisesinden sonra da yazı
dizisini durdurmayan mecmua[96], Türkeş’i, “asıl adı
Hüseyin Feyzullah olan ve Alparslan Türkeş diye bilinen bir kurmay subay”[97] olarak tarif etmiş ve
yeni bir tartışmanın ateşini fitillemiştir. İlk defa 13 Kasım akabinde “Kim”
mecmuası tarafından ortaya atılan ancak o dönemin gündem yoğunluğu arasında ses
getirmeyen bu iddiaya, Türkeş tarafından tekzip yazısı gönderilmiş ve 1934
tarihli nüfus cüzdanının suretini ibraz etmek suretiyle mezkûr iddia
reddedilmiştir.[98]
Türkeş adına hem müspet hem de
menfi yayınların yoğun olduğu 22 Şubat kalkışması sonrası dönemde, 14’lerin
dünya kamuoyundaki “cazibesi” de devam etmiştir. 14’lere dair inceleme
yazılarının mevcut olduğu bu süreçte, Hindistan’ın “Madras” isimli gazetesinde
çıkan bir haber dikkatleri çekmiştir. 14’lerin geri dönme hazırlığı içerisinde
olduğu ve fikirlerinin genç subay, entelektüel, sendikacı ve akademisyen
tarafından paylaşıldığı belirtilen yazıda, 27 Mayıs sonrasında cereyan eden
olayların, bu grubun “radikal” olarak nitelendirilen fikirlerinin aslında
“kaçınılmaz gerçeklik” olduğu ileri sürülmüştür. Yurt dışında bulunmalarına
rağmen 14’lere dair teveccühün aslında “Neo-Kemalist” fikirlerin “ne kadar
revaçta” olduğunun nişanesi olduğu ifade edilen yazıya göre, “köklü sorunların
İsmet İnönü gibi siyasetçiler tarafından halledilemeyeceği görüşü” yaygın hale
gelmiş ve enerjik hamlelerin sadece bu grup tarafından tatbik edilebileceği
iddia edilmiştir. Yazıda ilgi çekecek en önemli yargı ise, 14’lerin “Ortak
Pazar’a girmek istemediği, Atatürk’ün “Arap politikasına” karşı olduğu ve
14’lerin “yeni bir tip sosyalizm” getirerek “Bağlantısız” rotasına çevirebileceği
yorumu olmuştur.[99]
Söz konusu yazının kaleme
alındığı ülke olan Hindistan’ın da o yıllar içerisinde “bağlantısız grup”
içerisinde yer almasından ötürü böyle bir yorum yaptığı makul görünse de,
özellikle dış kamuoyunda, 14’lere dair sol eğilimli bir dış politika misyonu
yüklendiği müşahede edilmiştir. Bu meyanda Batı Avrupa menşeli gazetelerde
Türkeş ve grubu, Nasır ile arasında kurulan paralellikten ötürü, sağcı değil
solcu ve sosyalist olarak tanımlanmıştır.[100] Bu haberler beraberinde
“14’lerin tasavvurunda” Türkiye’nin hangi “ittifak” içerisinde kalması
gerektiğini savunduğu sorusunu da akla getirmektedir.
1962 yılına ait bir İngiliz
belgesinde, Türkiye’de ihtilal yapması muhtemel gruplara dair yapılan bir
analiz, yukarıdaki sorunun cevabını isabetle ortaya koymuştur. Bu belgede;
Gürsel başkanlığında direk Genelkurmay’ın yönlendirebileceği, Gürsel’in lider
olmadığı ve bazı genç generallerle, albayların yürüteceği ve radikal fikirlerle
sahip olan genç subayların öncülüğünde olmak üzere darbe yapma potansiyeli
olabilecek üç grup tasnif edilmiştir. Radikal fikirlere sahip olan genç
subaylar diye şematize edilen grubun, “hızlı kalkınma” isteyen “Yön dergisi
mahfili” ve “Devlet Planlama Teşkilatı” mensupları ile Türkeş öncülüğünde
“nasyonal-sosyalist” olarak ikiye ayrıldığı ifade edilen belgede, “bu grupların
batı karşıtı veya bağlantısızlarla ilişkilendirilebileceğini zannetmiyoruz!”
ibaresi yer almıştır. Belge şu cümlelerle devam etmiştir: “Bu çevrelerde olan
genç aydınlar Amerikan yardımları ve NATO sayesinde batıda ciddi tecrübeler
geçirmiştir” . “Ayrıca, bu gruplarda yer alan subaylar, .Amerikan yardımları
kesilirse ve Rusya’dan benzer bir yardım gelemezse ekonominin çökeceğini
bilmektedir ve Rusya’nın bu potansiyelinin olmadığının farkındadırlar”. “Hem Atatürk’ün
felsefesi hem de 200 yıldır Rusya ile süregelen “savaş” hafızası, bu düşünceyi
zorlaştırmaktadır”. Belgeyi kaleme alan Hariciye görevlisi analizine mesnet
olarak; “27 Mayıstan sonra, DP’nin dış siyasetinin MBK tarafından da devam
ettirilmesini” öne sürmüştür.[101] Nitekim Alparslan Türkeş
de, Dündar Taşer’e yazdığı bir mektupta, İngiliz belgesinde yer alan analizi
doğrularcasına, Amerikalılara,27 Mayıs’tan itibaren “kendilerinin solcu”
olmadıklarını anlatmaya çalıştığını ancak karşı tarafı ikna etmekte zorlandığını
ifade etmiştir.[102]
14’lerin bir “topluluk” olarak
telakki edildiği ve hakkında uluslararası çevrelerde çeşitli haberlerin
yapıldığı gözlemlenen bu dönemde, ulusal kamuoyunda “görünürlük” kazanma adına
yaptıkları hamlelerden bir tanesi, 27 Mayıs törenine gönderdikleri çelenk
olmuştur. 14’ler imzası taşıyan çelengin üzerinde, İsmet İnönü’ye cevap
niteliği taşıyan “Harbiyeliler Aldanmaz”[103] ibaresinin yer almasının
“manidar” olduğu üzerinde mutabık kalınmıştır.[104] Zira 14’lerin
“Harbiyeliler Aldanmaz” mesajını gönderdiği dönem hem 22 Şubat’ın etkilerin
sürdüğü bir iklimde gerçekleşmiş hem de cumhuriyet tarihinde ilk defa 19 Mayıs
törenlerine katılmayan Harp Okulu mümessillerine yönelik destek mesajı
içermiştir.[105]
22 Şubat sonrası süreçte
14’ler içerisinde Orhan Kabibay’ın ismi kamuoyunda daha fazla ön plana
çıkmıştır. Daha önce belirtildiği üzere, Kasım Gülek gibi CHP’lilere sıkı bir
teması mevcut olan Kabibay’ın 1962 yılının Mayıs ayında ilginç bir ziyaretçisi
olacaktır. “Ortak Pazar” görüşmeleri vesilesiyle Avrupa’ya gelen CHP
Milletvekili ve Devlet Bakanı olan Turhan Feyzioğlu, Kabibay ile temas kurmuş
ve 14’leri CHP safında siyaset yapmaya davet etmiştir. Kabibay ise davete
cevaben kendilerinin de CHP’ye sempati duyduklarını ancak kendilerinin 27 Mayıs’tan
13 Kasım’a kadar geçen süreçte değişmediklerini ifade etmiştir. Bundan ötürü
Kabibay, teklifin gerçekleşmesi için CHP’nin “sevk- i idaresinde”
değişikliklerin lazım geldiğini ve inandıkları reformların gerçekleşmesi için
“kendilerinin ön planda” olmalarının gerektiğinin altını çizmiştir. Kabibay’ın
“CHP’nin liderliğini almayı talep ettiği”[106] şeklinde yorumlanan bu
görüşme her ne kadar Feyzioğlu tarafından yalanlansa da[107], hem Türkeş’in hem de
Muzaffer Özdağ’ın bu görüşmenin gerçekleştiğini doğrulamış olması, görüşmenin
gerçekleştiğine dair güçlü bir karineyi teşkil etmektedir.[108]
Feyzioğlu’nun Kabibay ile
görüşmesi ve 14’lere dair teklifini Kabibay’ın liderliği üzerinde yapması,
Türkeş-Kabibay arasında süregelen liderlik mücadelesine yeni bir boyut
kazandırmıştır. Bu görüşmeden rahatsız olacağı öngörülen Türkeş, Kabibay’a bir
mektup kalem alarak liderlik meselesini irdelemiştir. Türkeş mektubunda,
Kabibay’ın “Dünya” gazetesinde yayınlanan röportajında sarf ettiği; “Türkeş
hiçbir zaman bizim liderimiz olmamıştır ve liderimiz değildir… Irkçılığı ve
Turancılığı ise, biz asla kabul etmeyiz… Herkes 1/14’dür.Lider yoktur”
açıklamalarına değinmiştir. Bu ifadelerin en çok “CHP çevrelerini”
sevindirdiğini ve Turhan Feyzioğlu’nun ziyaretinin bu meyanda gerçekleştiğini söyleyen
Türkeş’e göre bu çevrelerin maksadı “istismar yoluyla” 14’lerin parçalanmasını
gerçekleştirmektir. Ayrıca, “iki kişilik bir cemiyette” dahi bir kişinin baş
olma prensibinin zaruri olduğunu savunan Türkeş; “Türkeş’in liderliği etrafında
bulunmak, mevcut durumu aynen muhafaza etmek, kendi liderliğini ilan etmek”
şeklinde üç harekât tarzını tasnif etmiş ve Kabibay’dan bunlardan bir tanesini
seçmesini rica etmiştir.[109]
Kabibay’ın bu üç şıktan
herhangi birine seçtiğine dair, tespit edilen herhangi bir veri olmasa da, bu
dönemde basında çıkan haberler, yurda kulis yapmaya gelecek olan Kabibay’ın
liderlik iddiasında ısrarcı olduğunu tebarüz ettirmektedir. Nitekim “Kim”
mecmuasında çıkan bir haberde, Türkeş’in sağcı fikirlerinden ötürü artık eski
MBK üyelerinin başı sayılamayacağını, Türkeş’in geniş bir aydın kesim
tarafından “ persona non grata” olarak görüldüğü iddia edilmiştir. Haberde,
Kıta Avrupa’sında bulunan üyelerin “sinerjisiyle” Kabibay’ın “başkan”,
Erkanlı’nın da “ başkan yardımcısı” olduğu belirtilmiş ve yurda dönmeye
hazırlanan bu grubun teşkilatlanarak, parti kurmak istedikleri ve bu meyanda
dokümanlar hazırlandığı bildirilmiştir.[110]
Kamuoyunda “14’lerin yeni
lideri” olarak takdim edilen Kabibay, beraberinde Rıfat Baykal ile birlikte
kulis yapmak üzere yurda dönmüştür. Türkeş’in MBK Müsteşarı olduğu dönemde Özel
Kalem Müdürü olan Baykal’ın, Türkeş’in yönlendirmesiyle bu seyahate eşlik
ettiği düşünülmüştür.[111] Kabibay ve Baykal yurda
döner dönmez Dündar Seyhan, Kadri Kaplan, Mustafa Ok gibi 22 Şubat’ın önemli
simaları tarafından karşılanmış[112] ve çeşitli temaslarda
bulunmak üzere Ankara’da konaklamışlardır. Kabibay ve Baykal Ankara’da
kaldıkları müddet zarfında 22 Şubat’ın askeri lideri Talat Aydemir[113], “kendisini 14’lerin
15.cisi” olarak tarif eden Suphi Karaman ve Muzaffer Yurdakuler gibi “tabii
senatörler”, Milli Türk Talebe Derneği yöneticileri, Dışişleri Bakanı Feridun
Cemal Erkin ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile temaslarda bulunmuştur.[114] Cemal Gürsel, bu görüşme
sonrasında “14’lerin diktatör sayılamayacağını” ve “aralarında herhangi bir
anlaşmazlık” olmadığını beyan etmiş ve bu açıklamalar “13 Kasım’da pek
sitayişkâr olarak sözlerle uğurladığı 14’lere büyük bir müsamaha örneği”
sözleriyle müstehzi bir şekilde eleştirilmiştir.[115]
Kabibay’ın Ankara ziyareti esnasında
dönemin sivil/askeri/gençlik erkânının en üst mertebeleriyle temas kurması ve
bilhassa 22 Şubat’a katılan unsurlarla olan samimiyeti dönemin iktidarını
ürkütmüştür. Bu meyanda, iktidar ve iktidara yakın kaynaklarda mezkûr temaslara
tepki gösterilirken, dönemin özgül ağırlığı yüksek olan mecmuası “Yön”
dergisinde, “Kabibay’ın önderliği” üzerinden 14’lere yönelik oldukça sempatik
sayılabilecek bir analiz yazısı neşredilmiştir. Kabibay’ın; “siyasi beyanat
vermesek de, mevcut hükümetin Türkiye’nin sorunlarını çözemeyeceği
kanaatindeyiz. İktidara talibiz ancak ‘normal’ yollardan iktidara geleceğiz”
sözlerini iktibas eden yazı, Kabibay grubunun yoğun bir şekilde çalıştıklarını
belirtmiştir. Söz konusu grubun, İsveç, Hollanda ve Norveç sosyalizmi hakkında
çalıştıklarını ve Küba ile Cezayir’de tatbik edilen “toprak reformunun”
uygulayıcısı olan Rene Dumont irtibat halinde olduklarını ileri süren
haberde,14’lerin Kabibay’ın ziyareti sonrasında hem 22 Şubatçılarla hem de
tabii senatörlerle münasebetlerinin ivme kazandığı vurgulanmıştır. Bu bağlamda,
Kabibay’ın “ birleştirici, uzlaştırıcı” rolünün azımsanmayacağı görüşü ifade
edilirken, İnönü’nün Talat Aydemir’e yönelik sert çıkışının da bu gelişmelerle
doğru orantılı olduğu yorumunda bulunulmuştur.[116]
Yaptığı temaslar sonrasında,
yukarıda verilen analiz yazısında da tebarüz ettiği üzere, oldukça güçlendiğini
düşünen Kabibay, yoğun bir gündemi beraberinde götürerek, vazifeli olduğu
Brüksel’e geri dönmüş ve acilen 14’lerin bir araya geleceği bir toplantı tertip
etmiştir. 23 Temmuzda başlaması öngörülen toplantı, Türkeş’in gecikmesi
sebebiyle 27 Temmuz’da gerçekleşmiştir. Türkeş’in toplantıya katılmasından
önce, Brüksel’de mevcut olan “14’ler” üyelerinin “yurda döndükten sonra nasıl
faaliyet göstereceği” ve liderlik konusunun konuşulduğu ancak aralarında
herhangi bir uzlaşmanın bulunamadığı hatıratlarda belirtilmiştir.[117] Türkeş’in hazır
bulunduğu toplantıda ise ilk sözü Türkeş alarak; “içinizde en kıdemli olan
benim, 14’lerin lideri ben bulunayım”[118] şeklinde bir teklif yapmış
ancak bu teklif Kabibay ve Erkanlı tarafından şiddetle reddedilmiştir.[119] Tarafların birbirlerine
karşı şahsi polemiklerle saldırdığı bu toplantının neticesinde, Orhan Kabibay;
“ Ondörtler topluluğunu, memleketimizin içinde bulunduğu şartlar muvacehesinde
her şeyden evvel milli menfaatleri göz önünde tutarak Türk tarihinin vefakâr
sinesine terk ediyoruz”[120] açıklaması yapmış ve
14’lerin “feshedildiğini” kamuoyuna duyurmuştur.
Brüksel toplantısının
sonucunda “14’lerin fesih kararı” çıkmış ve bu grup kimi kaynaklarca sekize
altı[121], kimi kaynaklarca dokuza
beş[122] olarak bölünmüştür.
Buradaki sayısal konumlanma, tahmin edilebileceği üzere, üyelerin Türkeş’e ya
da Kabibay’ın liderliği noktasındaki tasarruflara göre belirlenmiştir. Dipnotta
da izah edildiği üzere “tasnifler” arasında farklı bilgiler mevcut olsa da,
Türkeş’in “liderliği” noktasında, MBK sürecinden beri beraber hareket ettiği
Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Rıfat Baykal, Ahmet Er isimlerinin katiyetle yer
aldığı müşahede edilmektedir.
Brüksel toplantısından sonra
dağılan 14’lerin hangi istikamette olacağı sorusu muhtelif cenahlar tarafından
irdelenmeye başlamıştır. Türk basınında Türkeş ve arkadaşlarının “yeni bir
parti kurmaktansa”, popülaritesi yüksek olup “kurumsallaşmasını” tamamlayamamış
AP’de siyaset yapmayı tercih edebilecekleri yorumunda bulunulmuştur. Bu
minvalde Türkeş’in AP içerisinde kilit noktalarda bulunan “müfrit”
milletvekilleri üzerinde ve ordu içerisindeki genç unsurlar nezdinde etkisinin
olduğu ileri sürülen analizde, Türkeş’in AP ile flörtünün, ordu dâhilindeki
gruplarda rahatsızlık yaratacağı zikredilmiştir. Tahlilde, Kabibay’ın temsil
ettiği “9’ların” yeni bir parti kurmasının muhtemel olduğu belirtirken,
“ilerici ve batıcı” bir programa sahip olacağı düşünülen partinin hem 22 Şubatçılardan
destek alıp hem de mevcut partilerden kadro takviyesi alabileceği tahminine yer
verilmiştir.[123]
Konuya dair bir İngiliz
belgesinde ise, 14’lerin ikiye bölündüğü belirtilerek, Türkeş’in Silahlı
Kuvvetler ve AP içerisindeki “ateşli milliyetçi” grup üzerinde nüfuzu bulunduğu
ancak Türkiye’de yaşanan olaylar( burada 22 Şubat hadisesi kast ediliyor
olmalı) üzerinde çok fazla tesirinin bulunmadığı ileri sürülmüştür. Buna
mukabil Kabibay grubunun “Yön” dergisi, CHP içerisinde “solcu” kanadı temsil
eden Kasım Gülek, Nihat Erim ve Suphi Baykam gibi isimlerle münasebetinin
olduğu ileri sürülürken, Kabibay ve arkadaşlarının “yeni bir parti kurmak” ile
“CHP’ye katılmak” gibi iki seçenekten birisini tercih edebilecekleri
öngörülmüştür.[124]
Brüksel toplantısından yaşanan
bölünmeye dair bir diğer “dış” değerlendirme, Fransız Ortadoğu Uzmanı olan
Wilhelm Fernau’dan gelmiştir. Türkiye’de, “14’ler, tabii senatörler ve 22
Şubatçılar” olmak üzere üç tane “NeoKemalist” grubun mevcut olduğunu ifade eden
Fernau; 14’lerin 27 Mayıs’ı Türkiye’nin ekonomik gelişmesi ve modernizasyonu
adına vesile olarak fırsat addettiklerini ancak “ne açık bir ideolojilerinin ne
de detaylı bir programlarının” mevcut olmadığını ileri sürmüştür. Fernau’ya
göre ayrıca “örgütlenmiş bir güç olmayan ve açık bir şefi haiz olmayan”
14’lerin, Brüksel toplantısının sonucunda bölünme yaşaması kaçınılmaz olmuştur.
Bölünme sonrasında ortaya çıkan iki grubu da değerlendiren yazar, Kabibay
grubunun “Batı Avrupa deneyimden istifade eden sol sosyalizm görüşleri” temsil ettiğini;
Türkeş grubunun ise “ Nehru, İsrail kibbutizmi ve her ne kadar Arap orjinli
fikirler Türkiye’de sevilmese de Nasır etkisinden” mülhem olan “İslami kalıplı
bir Türk nasyonalizmi” fikrini hayata geçirmeyi tasavvur ettiklerini ileri
sürmüştür.[125]
“ilgi” çekemeyecektir. Türkeş grubu ise AP içerisinde nüfuz arttırma
çalışmalarına girecek ancak 21 Mayıs 1963 tarihinde yaşanacak olan 2. Talat
Aydemir kalkışması sonrasında tarihin seyri oldukça farklı bir istikamette
seyir gösterecektir.
Sonuç
27 Mayıs’ın hedeflerinin
akamete uğratıldığını düşünen ve iktidarın sivillere devredilme zamanlamasına
karşı çıkan isimlerin tesadüfi bir birliktelik yarattığı 14’ler grubunun
yurtdışı faaliyetleri ve bu faaliyetlerin yurt sathındaki izdüşümü yakın dönem
Türk siyasi tarihine ve bilhassa ordu-siyaset ilişkilerine dair oldukça ilgi çekici
sonuçlar vermiştir. Bunlardan birincisi, esasında 13 Kasım 1960 tasfiyesinden
sonra komitede kalan isimlerin, çeşitli rahatsızlıklar duydukları zamanlardan
“14’lere” istinat edebilmeleri olmuştur. Ordu içerisinden gelen benzer
mesajlarla beraber bu keyfiyet, ordunun iktidarı sivillerle paylaşmaktaki
çekincelerinin 13 Kasım sonrasında da devam ettiğini göstermesi açısından
dikkat çekicidir. 15 Ekim 1961 seçimleri sonucunda DP bakiyesine göz diken
partilerin, bilhassa AP’nin, aldığı oy oranı söz konusu rahatsızlığı daha da
arttırmış ve 14’ler ordunun ve kamuoyunun en azından bir kısmının “kurtarıcı
mihrak” adresi olarak görülmüştür. Burada daha da enteresan olan durum ise
14’lerin arkasına aldıkları bu destekle beraber yurda dönmesinin ve belki de
iktidara gelme ihtimalinin önünün yine başta Cevdet Sunay olmak üzere orduyu
temsil eden isimler tarafından kesilmesi olmuştur. Ordu erkânının 15 Ekim 1961
seçimleri sonrasında CHP ile AP’nin koalisyon kurmasının da sağlayıcısı olduğu
düşünüldüğünde, 27 Mayıs sonrası sivil idarenin tesisinin paradoksal olarak
ordunun öncüleri tarafından temin edildiğini göstermektedir. Ancak burada
ordunun üst idaresinin esas motivasyonun “demokratik” hassasiyetlerden ziyade
27 Mayıs’ta olduğu gibi idareyi “alt rütbeli” subaylara bırakmama iştihasının
daha önemli olduğu zikredilmesi lazım gelen bir husustur ve bu keyfiyet,
tabiatıyla ordunun üst kademesinin, 60’lı yıllarda siyasi hayatın belirleyicisi
pozisyonunda olmasındaki ısrarının da arkasındaki etkenlerden birisini teşkil edecektir.
14’lerin yurtdışındaki
faaliyetlerinin bir diğer ilgi çekici kısmı, grup içerisindeki taraflar
arasındaki liderlik mücadelesinin ideolojik boyutları olmuştur. 27 Mayıs
sürecinde “Atatürk reformlarının yarıda kaldığı ve tamamlanabilmesi için
yapılacak olan reformların sivil bir idarede gerçekleşmesinin mümkün olmadığı”
tezinde mutabık olan grup üyeleri Türkeş ve Kabibay öncülüğünde kliklere
ayrılmıştır. Burada bir diğer dikkate değer nokta, Türkeş kliğinin Türkçü/Türk
milliyetçisi kamuoyu ile birlikte AP içerisinde beklediği yeri bulamayan
siyasilerin, Kabibay kliğinin ise sosyalist, sosyal demokrat kamuoyu yanında
CHP dâhilinde İnönü’den rahatsız olan politikacıların müracaat etmesi olmuştur.
Bu bağlamda ise CHP’ye ve AP’ye yakın basın organlarının, 14’lerin içerisindeki
liderlik yarışmasını tahrik edecek yayınlar yapması ve 14’lere dair benzer
üslubun kullanılması ise dikkat çeken bir diğer nokta olmuştur.
Talat Aydemir kalkışmasından
sonra Türkiye’de müstakbel bir askeri idarenin tekerrür edebileceğini düşünen
uluslararası camia da 14’ler üzerinde odaklanmış, hatta “bağlantısızlık”
teorisi örneğinde görüldüğü üzere bu isimlerin Türkiye’nin uluslararası
rotasını değiştirebileceğine dair yorumlarda bile bulunulmuştur. Ancak makalede
yer verilen bir İngiliz belgesinin de isabetli tespitiyle 200 yıldır süregelen
Rusya imgesi, Türkiye’nin dış politikasında yüzyılı aşkın bir süredir batı
ittifakının içerisinde olması, söz konusu isimlerin Amerikan askeri
modernizasyonunda yetişmiş olması gibi sebepler aslında bu yorumların NATO dışı
bir misyon üstlenmiş diplomat ve aydınların temennisi göstermektedir. Bununla
birlikte hem Türkeş’in hem de Kabibay’ın gerekli gördüklerinde “batı tipi
sosyalizm” vurgusu yaptıkları da unutulmamalıdır. Sonuç itibariyle Türkeş grubunun
ve Kabibay kliğinin Türkiye’ye döndükten sonra nasıl hareket edebileceklerine
dair İngiliz belgelerinden aktarılan öngörülerin isabeti de, yurtdışında
bulunan diğer ülkelerin arşivlerinde çok ilgi çekici bilgilerin
bulunabileceğini hissettirmektedir.
KAYNAKLAR
Arşiv
Belgeleri
Birleşik Krallık Ulusal
Arşivleri Dışişleri Bakanlığı
FO 371/160790 FO 371/160791.
FO 371/163833. FO 371/163834.
Süreli
Yayınlar
Akis, Durum, Düşünen Adam,
Haber, Kim, Le Monde, Madras, Milliyet, Milli Yol, Yeni İstanbul, Yeni İstiklal
Yön
Kitap
ve Makaleler
60’lılardan Vatan Kurtarma
Hikâyeleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 2014. AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde
Türkiye(1945-1980) (çev. Ahmet Fethi),3.B,Hil Yayın, İstanbul 2007. AKYAZ,
Doğan, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi: Hiyerarşi Dışı Örgütlenmede, Emir
Komuta Zincirine, 3.B, İletişim Yayınları, İstanbul 2009. ALTUĞ, Kurtul, 27
Mayıs’tan 12 Mart’a, Yılmaz Yayınları, İstanbul 1991. AYDIN, Suavi- TAŞKIN,
Yüksel, 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 2014.
BALKAN, Aydemir, Akşam Nöbeti, Boyut Yayınları, İstanbul 2003. BAYTOK, Taner,
Dış Politikada Bir Nefes: Anılar, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005. ER, Ahmet,
Hatıralarım, Selçuklu Sosyal Güvenlik, Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı
Yayınları,3.Baskı, Ankara 2012. ERKANLI, Orhan, Anılar-Sorunlar-Sorumlular,
Baha Matbaası, İstanbul 1973. ESİN, Numan, Devrim ve Demokrasi: Bir 27
Mayısçının Anıları,2.B,Doğan Kitap, İstanbul 2005 HALE, William, Türkiye’de
Ordu ve Siyaset, Çev. Ahmet Fethi, Hil Yayınları, İstanbul 1996. KAYALI,
Kurtuluş, Ordu ve Siyaset:27 Mayıs-12 Mart,5.B,İletişim Yayınları, İstanbul
2012. KÖSOĞLU, Nevzat, Dündar Taşer, 2.B,Ötüken Yayınları, Ankara 2010.
MARAŞLI, Erol, Darbe İçinde Darbe: “13 Kasım 1960-14’ler Olayı”, Bilge Oğuz
Yayınları, İstanbul 2010. METİN, İbrahim, İhtilalciler Hesaplaşıyor Belgelerle
27 Mayıs- Ondörtler ve Dündar Taşer, Töre-Devlet Yayınları, İstanbul 2012.
TEKİN, Arslan, Alparslan Türkeş’in Liderlik Sırları, Okumuş Adam Yayınları,
İstanbul 2000. TUNCER, Erol- DANACI, Necati, Çok Partili Dönemde Seçimler ve
Seçim Sistemleri, TESAV Yayınları, Ankara 2003. TURGUT, Hulusi, Türkeş’in
Anıları: Şahinlerin Dansı, ABC Yayınları, İstanbul 1995. SANLI, Ferit Salim,
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinden Milliyetçi Hareket Partisine Tarihsel
Süreç, İdeoloji, Politika ( 1960-1969), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri
ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2017 (Yayınlanmamış Doktora Tezi). SEYHAN,
Dündar, Gölgedeki Adam, Nurettin Uycan Matbaası, İstanbul 1966. UNAT, Nermin
Abadan, Anayasa Hukuku ve Siyasal Bilimler Açısından 1965 Seçimleri Tahlili,
Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1966. UTKU,
Cumhur, 14’lerden Suphi Karaman’a İhtilal Mektupları, Kaynak Yayınları,
İstanbul 2006.
[1]
Bu isimler Alparslan Türkeş, Orhan Kabibay, Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Orhan
Erkanlı, Dündar Taşer, Muzaffer Karan, Şefik Soyuyüce, İrfan Solmazer, Mustafa
Kaplan, Ahmet Er, Münir Köseoğlu ve Fazıl Akkoyunlu’dur.
[2]
27 Mayıs sürecinde ve Milli Birlik Komitesi dâhilinde 14 komite üyesinin
faaliyetleri için bkz. Ferit Salim Sanlı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinden
Milliyetçi Hareket Partisine Tarihsel Süreç, İdeoloji, Politika ( 1960-1969) ,
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara
2017,(Yayınlanmamış Doktora Tezi), s.63-157.
[3] İbrahim
Metin, İhtilalciler Hesaplaşıyor Belgelerle 27 Mayıs-On dörtler ve Dündar
Taşer, Töre Devlet Yayınları, İstanbul 2012,s.265.
[4] Kurtul
Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, Yılmaz Yayınları, İstanbul 1991, s.197
[5] 25
Aralık 1960 tarihli mektup için, bkz.Metin,ag.e s.292.
[6] 2 Mart
1961 tarihli mektup için, bkz.ag.e, s.295.
[7] 24 Mart
1961 tarihli mektup için bkz. Cumhur Utku, 14’lerden Suphi Karaman’a İhtilal
Mektupları, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006, s.40
[8]
Bkz, Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset:27 Mayıs-12 Mart,5.baskı, İletişim
Yayınları, İstanbul 2012,s.82. William Hale, Türkiye’de Ordu ve Siyaset (çev.
Ahmet Fethi, Hil Yayınları), İstanbul 1996, s.126-129.
[9]
Orhan Erkanlı, Anılar-Sorunlar-Sorumlular, Baha Matbaası, İstanbul 1973, s.180.
[10]
Altuğ, ag.e. s.180
[11]
Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, Nurettin Uycan Matbaası, İstanbul 1966, s.138.
[12]
Milli Birlik Komitesi Üyesi ve Ankara Kumandanı Cemal Madanoğlu İstifa Etti”,
Milliyet, 10 Haziran 1961.
[13]
3 Mart 1961 tarihli mektup için, bkz. Metin, ag.e. s.295
[14]
19 Mart 1961 tarihli mektup için, bkz. Cumhur Utku, 14’lerden Suphi Karaman’a
İhtilal Mektupları, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006, s.26
[15]
Tespit edildiği kadarıyla, Türkeş’i Yeni Delhi’de tek ziyaret etme yakınlığını
gösteren kişi Muzaffer Özdağ olmuştur. Bkz, Taner Baytok, Dış Politikada Bir
Nefes: Anılar, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005,s.64.
[16]
2 Mayıs 1961 tarihli mektup için, bkz. Metin, ag.e. s.308-312
[17]
Erkanlı, ag.e. s.184.
[18]
FO 371/160791.
[19]
Hulusi Turgut, Türkeş’in Anıları: Şahinlerin Dansı, ABC Yayınları, İstanbul
1995 s.332.
[20]
FO 371/160791.
[21]
“Türkeş’in Gürsel’e Mektubu”, Milli Yol, 22 Ocak 1962. 1961 yılı itibariyle,
Türkeş ile Paris’te görüşen Cevdet Perin; Türkeş’in kendisine Gürsel’e gönderdiği
mektuptan bahsettiğini ileri sürmüştür. Perin, Türkeş’in sözlerine cevaben,
kendisinin mektuptan haberdar olduğunu ve okuduğunu zira Türkeş’in mektubun bir
nüshasını AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’ya da gönderdiğini ifade etmiştir.
Bkz, Cevdet Perin, “Albay Türkeş’le Paris’te Neler Konuştum”, Durum,13 Şubat
1969
[22]
Ahmet Er, Hatıralarım, Selçuklu Sosyal Güvenlik, Eğitim, Kültür ve Dayanışma
Vakfı Yayınları,3.B, Ankara,2012, s.147. Türkeş’in Yeni Delhi macerası
sürecinde, hariciye görevlisi olan Taner Baytok da, Türkeş’in Türkiye’ye
döndükten sonra Demokrat Partililerin oylarıyla iktidara geleceğine inandığını
ve Menderes hakkında “Bir gün gelecek, tarih Menderes’i altın harflerle
yazacak” sözünü sarf ettiğini iddia etmiştir. Bkz, Baytok, s.67.
[23] Sanlı,ag.t.
,s.84-114
[24] FO
371/160790.
[25]
Çetin Altan, “ On Dörtler”, Milliyet, 11 Ağustos 1961
[26]
MBK tarafından ilk önce Rabat’a gönderilen Taşer, talep üzerine daha sonra
Bern’de vazife kılınmıştır. Ayrıca daha önce Mexico City’de görevlendirilen
Orhan Erkanlı da daha sonra Ottowa’ya tayin edilmiştir. Erkanlı için, bkz,
Erkanlı, ag.e. s.186.
[27]
Seyhan, s.150. Türkeş ile Kabibay’ın “liderlik” çekişmesinde Dündar Taşer
uzunca bir müddet Türkeş grubu ile “iltisak” içerisinde olmayacaktır. Bu
minvalde Numan Esin, Taşer’in o günlerde Orhan Erkanlı’nın lider olması
gerektiği tarafında olduğunu iddia etmektedir. Bkz, Numan Esin, Devrim ve
Demokrasi: Bir 27 Mayısçının Anıları,2.Baskı, Doğan Kitap, İstanbul 2005,
s.223. Taşer’in Erkanlı’nın liderliğine taraf olduğu iddiası için ayrıca bkz.
Erol Maraşlı, Darbe İçinde Darbe: “13 Kasım 1960-14’ler Olayı”, Bilge Oğuz
Yayınları, İstanbul 2010, s.145.
[28]
Aydemir Balkan, Akşam Nöbeti, Boyut Yayınları, İstanbul 2003, s.375.
[29]
ag.e, s.342
[30]
ag.e, s.341.
[31]
Erol Tuncer-Necati Danacı, Çok Partili Dönemde Seçimler ve Seçim Sistemleri,
TESAV Yayınları, Ankara 2003,s.15.
[32]
Kurucu Meclis’te “nispi seçim sistemi” ile “çoğunluk sistemi” arasında yapılan
tartışma için, bkz. Nermin Abadan Unat, Anayasa Hukuku ve Siyasal Bilimler
Açısından 1965 Seçimleri Tahlili, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara 1966 s.82-85.
[33]
Suavi Aydın- Yüksel Taşkın, 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi, İletişim
Yayınları, İstanbul 2014, s.99.
[34]
Ilıcak, ag.e. s.64
[35]
Aydın-Taşkın, ag.e. s.101.
[36]
Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye(1945-1980) (çev. Ahmet
Fethi),3.Baskı,Hil Yayın, İstanbul 2007, s.225.
[37] FO
371/160790
[38] The
Economist: Kemalizme Karşı Oy”, Milliyet, 27 Ekim 1961.
[39]
“MBK’nın 14’ler Hakkında Tebliği”, Yeni İstanbul, 17 Ekim 1961. “14’ler Yurda
Dönebilecek”, Milliyet, 17 Ekim 1961.
[40]
Seyhan, s.153. Doğan Akyaz, bu açıklamanın, ordu içerisinde seçim sonuçlarından
memnun olmayan genç rütbeli subayların “müdahale tekliflerini” etkisiz kılmak
için yapıldığı dolayısıyla beyanatın “14’lerden çok muvazzaf genç subaylara”
yönelik olduğu yorumunda bulunmuştur. Bkz. Doğan, Akyaz, Askeri Müdahalelerin
Orduya Etkisi: Hiyerarşi Dışı Örgütlenmede, Emir Komuta Zincirine, 3.B,
İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s.170-171
[41]
“MTTB’nin 14’lerle İlgili Telgrafı”, Yeni İstanbul, 18 Ekim 1961.
[42]
“14’lerin Durumu”, Akis, 16 Ekim 1961.
[43]
“Yurtta Olup Bitenler”, Akis, 23 Ekim 1961. O yıllarda “Türkeş’e muhabbet”
besleyen ve onun yurtdışından, Haluk Karamağaralı vasıtasıyla yaptığı
yönlendirmeler istikametinde faaliyetler içerisinde bulunduğunu zikreden Nuri
Gürgür, AP’nin kurucuları arasında Türk Ocağı kökenli birçok ismin olması
hasebiyle AP’ye yakınlık duyduklarını hatta “zaman zaman” AP Genel Merkezi’ne
gittiklerini dile getirmiştir. Bkz, 60’lılardan Vatan Kurtarma Hikâyeleri,
Ötüken Yayınları, İstanbul 2014,s.302. Akis dergisinde yer alan bu iddialar, o
dönemde AP milletvekili olan Cevdet Perin tarafından da dile getirilecektir.
Cevdet Perin, “Son Havadiste Hazırlanan Aday Listesi”, Durum, 3 Şubat 1966, .
Cevdet Perin, “AP ve Yeni Tehlikeler”, Durum, 18 Nisan 1968.
[44]
FO 371/160790.
[45]
“14’ler Bir Haftadan Evvel Dönmüyor”, Milliyet, 19 Ekim 1961
[46]
“Alparslan Türkeş: Beklenen ve Özlenen Adam”, Düşünen Adam, 20 Ekim 1961.
[47]
“Türkeş’in Kız kardeşi”, Milliyet, 19 Ekim 1961.
[48]
Esin, ag.e s.212.
[49]
Seyhan, ag.e, s.154. Numan Esin, hatıratında “büyükelçilik” teklifini
doğrulamış ancak kendisinin bu teklifi “siyasi bir rüşvet” olarak addederek
kabul etmediğini ikrar etmiştir. Bkz, Esin, ag.e ,s.215
[50]
Turgut, ag.e,s.329. Gazeteci Kurtul Altuğ da, bu meyanda Seyhan’ın Kabibay’ın
tarafını tuttuğunu ve bu durumun Türkeş ile Kabibay arasındaki liderlik
mücadelesindeki “dengeyi” bozduğu yorumunda bulunmuştur. Bkz, Altuğ, ag. e,
s.122.
[51]
Balkan, s.375
[52]
Altuğ, s.173
[53]
Erkanlı, s.187. Erkanlı ile benzer bir tespiti Aydemir Balkan da yapmakta ve
Ankara’daki cuntanın (SKB’nin- y.n) 14’leri sürekli oyaladığını, Kabibay’ın
ikna edildiğini ancak Türkeş’in; “manevi potansiyel” bizde, onları dinlemeyelim
demek suretiyle muhalefet ettiğini dile getirmektedir. Bkz, Balkan, ag. e,
s.360.
[54]
“14’ler Dönüş İçin Henüz Kesin Bir Karar Almadı”, Milliyet, 27 Ekim 1961
[55]
Balkan, s.343.
[56]
Le Monde, “Les officiers exclus de la junte annoncent leur intention de
prolonger leur exil”, 31 Octobre 1961.
[57]
“ 14’ler Seçimler Bizi Haklı Çıkarttı Diyor”, Milliyet, 31 Ekim 1961.
[58]
“ 14’lerden 6’sı Toplandı”, Yeni İstanbul, 31 Ekim 1961.
[59]
“ Paris’te Konuşan 14’ler Hakkında Tahkikat Açıldı”, Milliyet, 1 Kasım 1961.
[60]
“ 14’lerin 6’sı Yurda Çağrıldılar”, Milliyet, 2 Kasım 1961.
[61]
“6’lar Hakkında Takibat”, Yeni İstanbul, 2 Kasım 1961.
[62]
“14’ler: Bir Çatlak Ses”, Kim, 2 Kasım 1961
[63]
Bedii Faik, “Seçimler 14’leri Haklı mı Çıkardı”, Kim, 9 Kasım 1961.
[64]
“14’ler: Bir Çuval İncir”, Akis, 6 Kasım 1961.
[65]
“14’ler: Bir Çatlak Ses”, Kim, 2 Kasım 1961.
[66]
“Türkeş ile İki Arkadaşı Sarperle Görüştü”, Milliyet, 18 Kasım 1961.
[67]
Altuğ, ag. e, s.165-166.
[68]
“14’ler: Bir Çuval İncir”, Akis, 2 Kasım 1961.
[69]
Balkan, s.341
[70]
Altuğ, s.123. Türkeş de, Esin ve Özdağ’a gönderdiği 12 Şubat 1962 tarihli
mektupta hem Erkanlı’nın hem de Kabibay’ın sürekli İpekçi ile “muhabere”
içerisinde olduğunu öne sürmüştür. Bkz, Metin, ag. e, s.356.
[71]
Abdi İpekçi, “14’ler Faşist miydi, Sosyalist miydi?”, Yön, 20 Aralık 1961.
[72]
Türkeş’ten Soyuyüce’ye gönderilen 11 Ocak 1962 tarihli mektup için, bkz.a. g.e,
s.332-334
[73]
Türkeş tarafından Solmazer’e gönderilen 15 Şubat 1962 tarihli mektup için,
bkz.a. g.e, s.359-362
[74]
“ Orhan Erkanlı’dan Bir Mektup: 14’ler Mart’ta Geri Dönmek İstiyor”, Milliyet,
20 Ocak 1962.
[75]
Türkeş tarafından Orhan Erkanlı’ya gönderilen 24 Ocak 1962 tarihli mektup için,
bkz.Metin, ag. e, s.346-351.
[76]
Aydın Köker, “ Türkeş İhtilali Anlatıyor: İlk İhtilal Fikirleri ve İlk
Toplantılar”, Yeni İstanbul,15 Şubat 1962.
[77]
Aydın Köker, “Türkeş İhtilali Anlatıyor: Halk Partisi’nin Tahrikleri”, Yeni
İstanbul,17 Şubat 1962
[78]
Erkanlı tarafından Kabibay’a gönderilen 20 Şubat 1962 tarihli mektup için, bkz.
Altuğ, ag. e, s.176-179.
[79]
Erkanlı, ag. e, s.188.
[80]
Aydemir Balkan hatıratında kendi evinde, CHP Genel Sekreteri olan Kasım
Gülek’in Orhan Kabibay ile iki defa görüşmüş olduğunu nakletmiştir. Bkz,
Balkan, s.342. Balkan eserinin başka bir bölümünde ise, cunta ile CHP
içerisindeki bir kliğin ilişkisi bulunduğunu ileri sürmüş ve buna örnek olarak
Kasım Gülek’in “22 Şubat’ın idrakinde” olduğunu zira Dündar Seyhan ve Orhan
Kabibay ile sürekli temasta olduğuna dikkat çekmiştir. Bkz, ag.e, s.371.
[81]
Türkeş tarafından Esin ve Özdağ’a gönderilen 12 Şubat 1962 tarihli mektup için,
bkz, Metin, ag. e, s.352-359.
[82]
FO 371/163833.
[83]
Altuğ, ag. e, s.196-197.
[84]
Doğan Kılıç Şeyhhesenan, “ Talat Aydemir’in İtirafları: Alparslan Türkeş’in
Metotları Nazilerinkini Aynı Olacaktır”, Haber, 1 Temmuz 1965.
[85]
Turgut, s.337
[86]
Doğan Kılıç Şeyhhesenan, “ Talat Aydemir’in İtirafları: Alparslan Türkeş’in
Metotları Nazilerinkini Aynı Olacaktır”, Haber, 1 Temmuz 1965.
[87]
FO 371/163833.
[88]
60’lılardan Vatan Kurtarma Hikâyeleri, s.35. Talat Aydemir’in hatıratında
Okan’ı teyid eden bilgiler mevcuttur. Bkz, Aydemir, ag.e, s.146.
[89]
Baytok, ag.e, s.57.
[90]
FO 371/163833.
[91]
Bkz, Alparslan Türkeş, “ Celadet”, Yeni İstiklal, 1 Aralık 1961; Alparslan
Türkeş, “Taassub”, Yeni İstiklal, 15 Aralık 1961 Alparslan Türkeş, “ Son Vatan
Parçası: Ey Türk Uyan”, Yeni İstiklal, 8 Mart 1962.
[92]
“Alparslan Türkeş Hakkında Bir Görüş”, Milli Yol, 2 Mart 1962.
[93]
“ 22 Şubatın Nedenleri”, Yön, 28 Şubat 1962.
[94]
“ Bir Evliyaoğlu”, Yön, 28 Şubat 1962
[95]
“ Türkeş’in Yazısı”, Yön, 21 Mart 1962
[96]
“ Türkeş Diye Bir Adam”, Akis, 19 Şubat 1962.
[97]
Yazı dizisi için, bkz, “İhtilal: Hamamda Şarkı”, Akis, 19 Şubat 1962; “İhtilal:
Hamamda Şarkı: II”, Akis, 26 Şubat 1962; “İhtilal: Hamamda Şarkı: III”, Akis, 5
Mart 1962.
[98]
“Cesaret Anlayışı”, Akis, 5 Mart 1962
[99]
“The Ferment In Turkey, Madras, 27 March 1962. Bu köşe yazısı İngiliz
arşivlerinde yer alan FO 371/163833 numaralı dosyadan temin edilmiştir.
[100]
Le Monde, Le Figaro ve Times gazetelerinde çıkan haberlere dair bir özetin
bulunduğu haber için, bkz, “Nötralizm Hikâyesi”, Akis, 11 Haziran 1962. Türkeş
Başbakanlık Müsteşarlığı sürecinden itibaren hem yurt içinde hem de yurtdışında
Nasır’a benzetilmiştir. Bu hususta ayrıntılı bir özet için bkz. Sanlı, ag.t,
s.88.
[101]
FO 371/163834.
[102]
Türkeş tarafından Taşer’e gönderilen 24 Kasım 1962 tarihli mektup için, bkz.
Metin, ag.e, s. 424-425
[103]
İsmet İnönü, Talat Aydemir’in serbest bırakıldığı 26 Şubat 1962 günü radyoda
bir konuşma yaparak, Aydemir’in Harp Okulu öğrencilerini “aldattığını” ifade
etmiştir. Bkz, Akyaz, ag.e., s.206.
[104]
“ Harbiyeli Aldanmaz”, Milli Yol, 1 Haziran 1962; “27 Mayıs’ın İkinci Yıldönümü
Törenle Kutlandı”, Milliyet, 28 Mayıs 1962.
[105]
“14’ler Adına Çelengi, Üniversiteli Bir Gencin Koyduğu Anlaşıldı”, Milliyet, 30
Mayıs 1962. 14’lerin gönderdiği çelenk için ayrıca bkz. “ 19 Mayıs’a Katılmayan
Harp Okulu”, Milli Yol, 25 Mayıs 1962.
[106]
“ 14’ler ve Feyzioğlu”, Yön, 20 Haziran 1962; “Kur Yapan Politikacılar”, Akis,
9 Temmuz 1962.
[107]
“ Feyzioğlu Ortak Pazar Görüşmelerinden Memnun”, Milliyet, 26 Mayıs 1962.
[108]
Türkeş’in açıklaması için, bkz. “Türkeş ve Aydemir İnönü’ye Cevap Verdi”,
Milliyet, 28 Nisan 1963; Özdağ’ın açıklaması için, bkz. “ Muzaffer Özdağ
T.Feyzioğlu’na Dün Cevap Verdi”, Yeni İstanbul, 8 Mayıs 1963. Metin Toker de
ileriki yıllarda, Feyzioğlu’nun 27 Mayıs sonrasında ‘artık her şey halledildi,
ben memlekete karşı görevimi yaptım, kürsüme dönüyorum’ etiketi altında
14’lerin yanında hareket etmeye başlamakla itham etmiştir. Bkz, Metin Toker,
“Turhana Mektup”, Akis, 7 Ocak 1967.
[109]
Türkeş tarafından Kabibay’a gönderilen 11 Haziran 1962 tarihli mektup için,
bkz.Metin, s.364-368
[110]
“14’ler: -1 ve Yeni Lider”, Kim, 27 Haziran 1962.
[111]
“Bir Montaj”, Akis, 9 Temmuz 1962; Örtülü, ag. e, s.240.
[112]
“14’lerden Kabibay Dün Yurda Döndü”, Milliyet, 2 Temmuz 1962; “ Rejim: Siz
Dışarıdan Biz İçeriden” , Kim, 111 Aydemir, ag.e, s.126 Temmuz 1962; “Bir
Montaj”, Akis, 9 Temmuz 1962; Örtülü, s.241.
[113]
Aydemir, ag.e, s.126
[114]
Sanlı, ag.t., s.205.
[115]
“Bir Kapının Ardında”, Kim, 9 Temmuz 1962.
[116]
“Hükümet ve Ondörtler”, Yön, 11 Temmuz 1962.
[117]
117 Er, ag.e, 175-178; Esin, ag.e, s.220; Erkanlı, ag.e, s.190
[118]
Er, ag.e, s.178; Metin, ag.e, s.382
[119]
Metin, ag.e, s.382.
[120]
Örtülü ag.e,, s.249
[121]
Türkeş bu bölünmeyi 8’e 6 olarak telakki etmiş hatta 14 Ağustos 1962 tarihinde
“Alparslan Türkeş’ten Altılar’a” başlığıyla mektup göndermiştir. Bkz, Metin,
ag. e, s.386. Ahmet Er de, kongre sonucunda 8’e 6 şeklinde bölündüklerini ve
kendisinin Türkeş, Esin,Özdağ,Baykal ve Kaplan’ın da dahil olduğu 6’lar
içerisinde yer aldığını dile getirmiştir. Bkz, Er, ag.e, s.182. Dündar Taşer
adına biyografi kaleme alan Nevzat Kösoğlu, Taşer’in Brüksel toplantısında
Türkeş’in yanında yer aldığını ve 6 kişi olduklarını belirtse de, Taşer’in
Erkanlı vasıtasıyla Kabibay yanında yer aldığı keyfiyeti, bu tasnifin yer
aldığı hemen hemen bütün kaynaklarda yer almıştır. Bkz, Nevzat Kösoğlu, Dündar
Taşer, 2.B,Ötüken Yayınları, Ankara 2010, s.21. Taşer’in Kabibaylar’ın yanında
yer aldığına dair, bkz, . “ 14’ler Arasındaki İhtilafın İç Yüzü”, Milliyet, 31
Temmuz 1962; “14’ler: Takkenin Altındaki”, Akis, 6 Ağustos 1962; Er, ag.e,
s.182; Esin, ag.e ,s.222.
[122]
Muzaffer Özdağ, Dündar Taşer’e yazdığı mektupta, 9’a 5 tasnifinin Kabibay ve
Erkanlı tarafından Brüksel toplantısından aylar öncesinde yapıldığını ileri
sürmüştür. Bkz, Metin, s.411. 9’a 5 tasnifinin yapıldığı diğer kaynaklar için,
bkz. “ 14’ler Arasındaki İhtilafın İç Yüzü”, Milliyet, 31 Temmuz 1962;
“Takkenin Altındaki”, Akis, 9 Temmuz 1962.
[123]
“14’ler Arasındaki İhtilafın İç Yüzü: 9’lar ve 5’ler”, Milliyet, 1 Ağustos 1962
[124]
124 FO 371/163834
[125]
Friedrich Wilhelm Fernau, “ İkinci Cumhuriyette Sosyal Akımlar”, (çev. Nihat
Türel), YÖN, 16 Ocak 1963.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.