Berkan ERKEÇ
Kırıkkale Üniversitesi 4. Sınıf Öğrencisi
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, uluslararası
ilişkiler disiplininde yeni jeopolitik, siyasal ve ideolojik hipotezlerin ön
plana çıkmasına sebep olmuştur. Rusya Federasyonu’nun kurulması ile şekillenen
yeni uluslararası sistemdeki güçler dengesinin politik, askeri ve ekonomik
yansımaları içinde yeni anlayışlar ön plana çıkarmıştır.
Jeopolitik çevrimlerin ağırlık
kazanarak, dünyanın coğrafi ve siyasal formasyonları yeniden tanımlanırken,
’’Avrasya’’ terminolojisinin öncelikli değerler arasında yer aldığı
görülmektedir.”Pskov Manastırı Rahibi Filoyev;3.Vasili’ye sunduğu görüşünde: “Dünya
hâkimiyetinin merkezi önceden Roma, daha sonra ikinci Roma’yı temsil eden
İstanbul olmuştur. Her iki Roma da düşmüştür. Hâlbuki üçüncü Roma ayaktadır; o
da Moskova’dır. Hristiyanlıktaki ’’Mukaddes Üçlü’’ kuralı gereğince, dördüncü
Roma olmayacaktır. Bu nedenle ’’Moskova’’ dünya hâkimiyetinin yeni merkezidir’’
diye yazıyordu.
Moskova’da dünya hakimiyet
fikri resmiyet kazanınca, Bizans’ın doğal varisi sıfatıyla Ruslar’ın bir gün
İstanbul’u Türkler ’den geri alacağı fikri, Rus siyasal elitine hakim olmuş ve
böylece de Rusya’nın eski Bizans’ın tek varisi olduğu düşüncesinin işareti
olarak Bizans Devleti’nin arması olan ’’Çift başlı kartal’’ Rusya’nın resmi
devlet arması olarak kabul edilmiştir.
Rusya, kuruluşundan itibaren
başlayarak tüm gelişme ve büyüme sürecini, hep güç kullanarak yayılma
siyasetiyle ve devamlı savaşarak elde etmiş; Çarlık dönemi ile Sovyet
dönemindeki uluslararası güç mücadelesinde, daha çok emperyal bir siyaset
izlemiştir.
Tarihçilerin tespitine göre
19.yüzyılda Rus İmparatorluğu’nun günde 80 km2 kadar büyüdüğü ifade
edilmiştir.Bu çerçevede Rusya siyasal tarihinde ’’Yayılma Siyaseti ve
Stratejisi’’ hiçbir zaman değişmemiş ve kadar hep günümüze kadar süre
gelmiştir.
Bu tarihsel ve siyasal gelişim
süreci içinde günümüz Rusya’sına gelindiğinde, yer altı ve yer üstü
zenginlikleri ile her şeye rağmen güçlü bir ülke karşımıza çıkmaktadır. Rusya
topraklarının %46’sı zengin orman alanları ile kaplı olup, Rusya aynı zamanda
dünyanın en geniş ve kritik jeopolitik coğrafi alanında egemenliğini
sürdürmektedir. Rusya’nın halen mevcut ana karasının yüzölçümü Avrupa kıtası ve
ABD topraklarından 1.8 kat; yine Hindistan ve Çin topraklarından daha geniş bir
alanı kapsamaktadır. Böylece Rusya toprakları toplam yeryüzü alanının yaklaşık
1/5’ini oluşturmaktadır. Bu veriler, Rusya’nın jeopolitik ve jeostratejik
derinliği ve kapasitesi konusunda da bize fikir vermektedir.
Thuchev’in Panslavist yorumuna
göre, ’’Rusya İmparatorluğu’nun üç kutsal başkenti, Moskova, Saint-Petersburg
ve Konstantinopolis’tir. Yedi büyük nehrin (Nil, Neva- Elbe, Yangtze, Volga, Fırat,
Ganj, Tuna) suladığı topraklardaki Rusya İmparatorluğu sonsuza kadar
yaşayacaktır.’’ Rusya İmparatorluğu’nun mümkün olan en üst sınırlardaki ’’
hızlı ve geniş’’ yayılma prensibine dayalı jeostratejik anlayışında Rus
simgesi, Çift başlı kartalın bir yüzü, Rus İmparatorluğu’nun batıdaki
sınırlarını, diğer yüzü ise Asya Pasifik’te, Kuzey Denizi ve Okhotsk Denizi’nin
simgesi olarak görülmüştür. Nitekim Rusya’nın ’’yayılmacı imparatorluk stratejisi’’,
fiziksel gücü ve kurumsal yapıda şekillenen acımasız otokritik kimliğinde, Rus
dış politikasının Liberalizm ’den, “Çarlık’’ ve Sovyet’’ rejimlerinin katı
statükocu radikalizmine kadar uzanan farklı yelpazedeki yansımalarına neden
olmuştur.1989 Devrimi ile parçalanma ve çöküş sürecine giren Sovyetler Birliği,
dünyada siyasal kimliği sona eren imparatorluk olmuştur. “Rus İmparatorluk
Stratejisi’’, siyasal, askeri, ekonomik özellikleri itibarıyla, dünyanın en
geniş toprakları üzerinde farklı kültürel etnik, linguistik, etik, teojik ve
demografik değerler bütününden oluşan çok renkli bir insan potansiyeli
üzerinde, siyasal manada baskıya dayalı bir egemenlik üzerine kurulmuştur. Söz
konusu strateji, Batılı örneklerinden farklı olarak, “sürekli savaş’’
politikası içerisinde hareket ederek, Avrasya jeopolitiği üzerindeki Rus
yayılmacılığının toprak ihtiraslarını jeopolitik çerçevede Doğu-Batı yönlerine
taşıyabilmiştir.[1]
Tam bu noktada Rus
milliyetçiliği önemlidir çünkü şekillenen politika aslında bunun üzerine şekillendirilmiştir.
Çarlık Rusya’sında politik bir özne olarak milli kimliğini kurma ve otoritesini
sağlama amacı taşımaktaydı. Batı Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçilik
tecrübesinden farklı olarak tepeden inşa edilen Rus milliyetçiliği, Çarlık yönetimi
tarafından desteklenmişti. Bundan dolayı geleneksel resmi milliyetçilik Rusya’nın
siyasetini ve gündelik hayatını günümüze kadar etkilemiştir. Milli kimliği yaratma
ve ulusal bilinci geliştirme, Rus Çarlarının ve milliyetçilerinin bu dönemdeki
asıl hedefi haline gelmişti. Rus milliyetçileri, savundukları iddiaları meşru
kılmak ve Rusluğa bir anlam ve kimlik kazandırmak için askeri alandan eğitim
alanına birçok farklı yöntem izlemiştir.
Rus elitler, Çarlık yönetimine
bağlılığı ve sadakati geliştirmek, ulusal bütünlüğü sağlamak ve ulus inşa
sürecini hızlandırmak için özellikle dile ve kültüre önem vermişlerdir. ‘‘Rus’’
ismi, günümüzde bu isimle bilinen Slav boyuna, Kiev yakınlarında, başlarında
bulunan Viking krallarından dolayı verildiği tahmin edilmektedir.(Rurik soyu)‘‘Kiev
Rus’’ devletinin Moğol işgalinden sonra yıkılması, Rusluğun Moskova Prensliği
çevresinde yeniden güçlenmesine neden olmuştur. Bu tarihten sonra Rusya giderek
güçlenmiş ve büyümüştür. (Belge, 2007, s. 45)18. Yüzyıla gelindiğinde Çarlık
Rusya’sında Petro ile başlayan modernleşme ve reform hareketleri, Rusya’nın siyasi,
toplumsal ve ekonomik yapısını önemli ölçüde değiştirmiştir. Petro yalnızca Rusya’yı
modernleştirmenin yanında toplumsal bir devrim de gerçekleştirmiştir. Geleneksel
yapıyla mücadele eden Petro, ordu, yönetim ve eğitim alanında birçok yenilik
gerçekleştirmiştir.[2]
Rusların
“Vasiyet ve Varislik’’ Çerçevesinde İzlediği
Jeostratejik Adımları
Rus askeri güçleri 8 Ağustos
2008 tarihinde Güney Osetya ve Abhazya’ya müdahale etmek amacıyla Gürcistan
sınırını geçmiştir. Rusya Federasyonu Rus pasaportu taşıyan ve Abhazya
nüfusunun % 70’ini oluşturan ve aynı şekilde Güney Osetya nüfusunun % 90’ını
oluşturan vatandaşlarını korumak için bu operasyonu yaptığını açıklamıştır.
(Herd ve Flesch, 2008: s.1). Operasyona ilişkin gerek Dimitri Medvedev gerekse
de Vladimir Putin tarafından açıklanan resmi görüş ise Gürcistan Hükümeti’nin
1994 yılındaki anlaşma gereği iki bölgede de bulunan Rus askeri birliklerine
saldırması olmuştur.(Digol, 2009: s.113) Rusya’nın 2008’deki Gürcistan harekâtı
sonrası “yakın çevre doktrini” perspektifinde değerlendirilebilecek diğer
hamlesi Kırım’ın ilhakıdır. Rus yanlısı milislerin Kırım parlamentosunu işgali
sonrası 2014 yılının Mart ayında yapılan referandum öncesi Rusya, Kırım’daki
Rus nüfusun tehlike altında olduğunu iddia etmiştir. (Grant, 2015:
s.75)Çatışmaların gölgesinde, 16 Mart 2014 tarihinde yapılan ve % 81 katılımın
olduğu referandumla Kırım Rusya’ya katılmayı kabul etmiş, 17 Mart tarihinde
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Kırım’ın ilhakının onaylanmasıyla
Kırım resmen Rusya’ya katılmıştır (Bebler, 2015: s.45).
Tarihsel süreç içerisinde
1711’de Osmanlı’ya karşı alınan Prut yenilgisine rağmen, Baltık Denizi’nde
harekete geçen Rus donanması önce İsveç donanmasını ağır bir şekilde yenmiş,
Aland Adaları’nın da ele geçirilmesiyle birlikte Baltık Denizi’nin denetimi
tamamıyla Ruslar’a geçmiştir. Rusya, Baltık Denizi’nde edindiği yeni
topraklarla dünya siyaset sahnesinin önemli aktörleri arasında girmiştir. Öte
yandan 1725 yılında ölen Çar I. Petro’nun vasiyetnamesinde de; “Elverişli
koşullar yaratılarak kuzeye doğru yönelmeli ve Baltık Kıyıları’na
ulaşılmalıdır” ibaresi yer almaktadır (Onay, 2008: s. 70, Erendil, 1975’ten
alıntı). 18. Yüzyılın başlarında Baltık Kıyı Bölgesi, bölgesel güçler için
savaş alanı olmuştur. Yüzyılın sonunda burası Rus İmparatorluğu’nun batı sınır
bölgesi haline gelmiştir. İmparatorluğun üst Batı bölgelerine karşın Rusya,
Baltık bölgesinde farklı bir rol oynamıştır. Bu rol; Estonya ve Litvanya
noktasında hoşgörülü, Polonya ve Letonya konusunda ise zorlayıcıdır. 18.
Yüzyılın son çeyreğine kadar I. Petro tarafından başlatılan Polonya ve Letonya
milletler topluluğunun tamamen Ruslara devşirilmesi görevi ise II. Katherina
tarafından devam ettirilmiştir (Plakans, 2011: s.126). Görüldüğü üzere, Rusya
büyük çoğunluğu 18. Yüzyıldan başlamak üzere, Baltık coğrafyasına her zaman
büyük önem atfetmiş ve ülkenin Avrupa ile olan stratejik yakınlığından, bu
ülkelere adeta askeri bir üs görevi yüklemiştir. Öte yandan 29 Ekim 1907
yılında Almanya ve Rusya arasında imzalanan gizli bir protokol ile Kuzey Denizi
ve Baltıklar üzerindeki her iki ülkenin politik etkisinin paylaşılması üzerine
anlaşma yapılmıştır. Baltık ülkeleri, ancak 1914 yılında cereyan eden I. Dünya
Savaşı sırasında yüzyıllardır arada kalmış bir uluslar topluluğu olduklarının
farkına varmıştır (Pick, 1945: s.58). Buna ek olarak Rusya, hâkimiyet teorisi
çerçevesinde 20. Yüzyılın başlarında Baltık denizinde üsler edinmiş,
Karadeniz’den sonra Avrupa’ya açılmayı planlamıştır. II. Dünya Savaşını takip
eden günlerde ise Kızıl Ordu, 1944-45 yıllarında Baltık ülkelerini tekrar işgal
etmiş ve Avrupa’nın Doğu – Batı olarak ikiye bölünme işlemi gerçeğe
dönüşmüştür. Sovyet gücü ilerleyen yaklaşık elli yıl bölgeyi yönetmiştir.
Sovyetler hiç zaman kaybetmeden Baltık ülkelerini kendi sistemine entegre
etmiştir. (Maly, 2009: s.40)
Dönemin Sovyet Dış İşleri
Bakanı Molotov, Rusya’nın Baltık ülkeleri üzerindeki hâkimiyet politikasını
destekler nitelikte, Korkunç İvan döneminden beri Rusya’nın Baltık bölgesine
sahip olmak için çalıştığını belirtmektedir. Ona göre, modern dünyada küçük
devletlere yer yoktur. Baltık ülkeleri Sovyetler Birliği içerisinde bulunmak
zorundadırlar (Smith, 2004: s.28). Sovyetler’in izlediği bu yayılmacı politika,
aslında Rusya dış politikasına hâkim olan klasik realizmin bir sonucudur. Bu
çerçevede Rusya büyük topraklarını kontrol altında tutabilmek amacıyla sürekli
genişleme nosyonu içerisinde hareket etmektedir. Bunun dışında Rusya’nın Batıya
(İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Bahar2020/1 625) karşı
ilerlemesi ve Batı’nın genişleme süreci arasında birtakım benzerlikler
bulunmaktadır. (Nolte, 2004: s.217) Hâlihazırda Rusya’nın, hâkimiyet teorisi
çerçevesinde Sovyetler Birliği’nin kurucu coğrafyasında etkili olmaya çalıştığı
gözlemlenmektedir. Ancak bu etkinlik ofansif olmaktan öte defansif unsurlar da
taşımaktadır. Mevcut paradigmalar üzerinden bölgede politik çıkarlarında savunulması
amaçlanmaktadır. Bu çerçevede Rusya’nın güncel dış politika konsepti ve ulusal güvenlik
belgelerinde sıkça atıf yaptığı ‘Yakın Çevre Doktrini’ önem kazanmaktadır.
Ayrıca Ruslar, uygulanan bu politikanın Fransa’nın Afrika’da ve ABD’nin
dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaptığından farklı olmadığını iddia etmektedir
(Lieven, 1995: s. 197). Rusya dışında yaşayan yaklaşık 25 milyon Rus
vatandaşının statüsü Rusya’nın yakın çevre doktrini çerçevesinde önem
kazanmaktadır. Bu doktrin çerçevesinde Moldova, Güney Osetya ve Tacikistan’da
doğrudan askeri müdahalelerin yapıldığı gözükmektedir. Rus diasporasının Rus
dış politikasında etkin bir faktör olmaya devam edeceği ve gerek Avrupa
hinterlandı gerekse de Bağımsız Devletler Topluluğu sınırları içerisinde söz
konusu nüfusun etki unsuru olacağı değerlendirilmektedir. (Hyman, 1993: s.205).
Rusya’nın da bu diasporayı etki unsuru olarak kullandığı ve özellikle de Baltık
Ülkelerin ’de yaşayan Rus kökenli vatandaşlar üzerinden hâkimiyet politikasını
sürdürmeye çalıştığı gözlenmektedir. Ülke dışında yaşayan Ruslar bir diaspora
olarak tekrar konumlandırılırken, Rusya’nın bu diasporanın güvenliğinden de
sorumlu olduğu iddia edilmektedir. Rusya’daki devletçi tutum yanlılarına göre
Rusya’nın geniş coğrafi alanları dışındaki egemenliği azalmaktadır. Çarlık
sınırları dışında kalan Ruslar, Rusya’nın çıkarlarını temsil etmek amacıyla
diaspora olarak nitelendirilmektedir. Rusya dışında yaşayan Ruslar, Rus
kimliğinin tarihsel süreçteki yansıması olarak değerlendirilmektedir (Smith,
Law, Vilson ve diğerleri, 1998: s.13). Baltıklar, Rusya’daki Glastnost
(Şeffaflık) döneminde bile, kendilerini zor durumda hissetmişlerdir. Baltıklar,
Kremlin ve Rus göçmenlerini dosttan ziyade rakip olarak görmektedir. Baltık
milliyetçileri, Rus göçmenleri, tarihi süreçte yaşanan acılardan dolayı samimi
olmayan, karşıt olarak nitelendirmektedir (Clemens, 1991: s.7). Buna ek olarak
Gorbaçov’un izlediği şeffaflık ve açıklık (Glasnost i Prostroika) politikaları
etnik sorunların gün yüzüne çıkmasına neden olmuş, Baltık Cumhuriyetlerinde
aniden başlayan ayrılma talepleri gündeme gelmiştir (Onay, 2008: s.31). Bu
süreç içerisinde dahi Rusya, Baltık ülkeleri üzerinde eş zamanlı olarak tek
taraflı ve hâkimiyet teorisine dayalı politikalarını devam ettirmiştir. Bunun
karşısında Baltık liderleri NATO’nun genişleme sürecinde lobi faaliyetlerini
hızlandırmıştır. (VanDeverr ve Dabelko, 1999: s.223). Tarihi süreçte de
görüldüğü üzere Baltık denizinin üç komşu ülkesi, Rusya Federasyonu’nun dış
politika konseptinde özel bir yere sahiptir. Rusya Federasyon’u şu anda bu
ülkelerle iş birliği ve çeşitli alanlarda karşılıklı anlayışı geliştirmek
niyetindedir. Kozin’e göre, ilerleyen yıllarda (Uğur Yasin ASAL / Furkan TERZİ
626). Rusya’nın bu bağımsız ülkelerle olan ilişkilerinde karşılıklı ticaret ve
devletlerarası anlaşmalar oldukça işlevsel konumda olacaktır.(Kozin, 1992:
s.128). Bu bağlamda Rusya ile Baltık ülkeleri arasındaki ticaret alanındaki
hareketlilik AB’nin genişleme sürecinin başlangıcı olan 2004 yılında
gerçekleşmiş ve 2007 yılına dek sürmüştür. Baltık Ülkeleri’nin 2004 yılındaki
AB üyesi olmasıyla birlikte Rusya ile ticari ilişkilerin gelişimi devam
etmiştir. (Veebel ve Markus, 2018: s.10). Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’a
müdahalesi ve aynı yıl yaşanan küresel ekonomik kriz Rusya ile Baltık ülkeleri
arasındaki ticari ilişkilerin düşüşüne neden olmuştur. Söz konusu gelişmelerin
ardından 2010 – 2011 yılları arasında Rusya ve Baltık ülkeleri arasındaki
ticari ilişkiler tekrar gelişmeye başlamıştır.(Vanags, 2011: s.93) [3]
Rusya’nın günümüz itibarıyla
yaptıklarına gelecek olursak Afganistan, Libya ve Suriye yaklaşımları bize ’’Vasiyet ve Varis’’ tanımını ele aldırıyor. Bizans’ın
varisi olma yaklaşımına onlar gün be gün yaklaşırlarken tutumları ve
yaklaşımları bize bu yaklaşımların hiç de ütopik olmadığını gösterecek
düzeydedir. Çar 1.PETRO’nun Akdeniz’e inme hedeflerinin ve Bizans’ın
Varisçileri tanımına uygun olarak adım atan Rusya’nın emellerine ulaşmasının
aşamasını tematik olarak ele almaya çalışıyoruz. Rusya bu faaliyetlerine hız
verirken aslında ideolojik ve Rus İmparatorluk Stratejisi temelinde çalışmaları
bu hız verme aşamasına uygun adımların atılması Ruslar’a manevi ve maddi olarak
güç veriyor. Bu maddi ve manevi açıdan gücün temeli onlara ilerleyen zamanlarda
neler kazandırabileceği ise bilinmez. Ama bu noktada Rusların hedeflerinden hiç
şaşmaması bizleri de etkileyen ve şaşırtan bir faktör olmuştur.
KAYNAKÇA
CAŞIN
MESUT HAKKI , ’’Rus İmparatorluk Stratejisi’’ Giriş, age,1,2,3,4,5
RUS
DIŞ POLİTİKASINDA DEĞİŞİMİN FELSEFİ TEMELLERİ: NATO GENİŞLEMESİNE YÖNELİK
BALTIKLAR’DA BİR İMPARATORLUK TEPKİSİ(UĞUR YASİN ASAL, FURKAN TERZİ, (Dergi
Park)
KURAT
AKDES NİMET , ’’Rusya Tarihi’’
Caşın,
MESUT HAKKI , (2006), Novgorad Knezliği'nden XXI. Yüzyıla Rus İmparatorluk
Stratejisi, İSTANBUL, Okumuş Adam Yayınları
Onay,
Y. , (2008), Rus Stratejisinin Mimarları, İstanbul, İlgi Kültür Sanat Yayınları
İLMİNSKİY’NİN
EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNDEN RUS MİLLİYETÇİLİĞİNİN KISA BİR OKUMASI (Kutay Üstün,
Metehan Karakurt) (Dergi Park)
[1] Caşın
Hakkı Mesut ‘’Rus İmparatorluk Stratejisi’’ Giriş ,age,1,2,3,4,5
[2] İLMİNSKİY’NİN EĞİTİM
SİSTEMİ ÜZERİNDEN RUS
MİLLİYETÇİLİĞİNİN
KISA BİR OKUMASI
[3] RUS DIŞ
POLİTİKASINDA DEĞİŞİMİN FELSEFİ TEMELLERİ: NATO GENİŞLEMESİNE YÖNELİK
BALTIKLAR’DA BİR İMPARATORLUK TEPKİSİ(Yasin Asal, Furkan Terzi)


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.