OSMANLI-İSPANYA BARIŞINI GÜÇLENDİREN DİPLOMATİK HEDİYELER (1783-1787)
Doğu’da devlet geleneklerinde önemli bir
etkinlik olarak sürdürüldüğü görülür. Osmanlı’dan önceki Türk-İslam
devletlerinde, Çin ve Bizans kültüründe ve Orta Doğu devlet geleneklerinde
diplomatik sahada görülen hediyeleşmenin, tarafların siyasî ilişkilerini
geliştirmek, sağlamlaştırmak, barışın devamını sağlamak ve işbirliğini
pekiştirmek; ekonomik, siyasî, kültürel bakımlardan yakınlaşmalarını ve
toplumlar arası ilişkilerin devamlılığını sağlamak gibi işlevleri
bulunmaktadır. Diğer taraftan devletler arası dengenin sağlanmasında önemli rol
üstelenen hediyeler, devletlerin birbirlerine karşı siyasal üstünlüklerini,
iktidarlarını, zenginliklerini göstermek ve saygınlıklarını artırmak üzere
kullandıkları sembolik araçlar olarak karşımıza çıkar. Bu hediyelerin cinsi,
şekli, özellikleri ve değeri; barış, arabuluculuk ve tebrik gibi veriliş
sebeplerine, hediye veren ve alanın sosyo-ekonomik durumu ile makam veya
mansıbına, içinde bulunulan dönemin şartlarına, toplumların yapısına,
devletlerin geleneklerine göre değişmektedir. Bu hususlar, hediyeleşmenin insan
ilişkilerindeki işlevini, toplumsal ve siyasal yaşamdaki boyutlarını ve
kültürel etkileşimi göstermesi bakımından önemlidir.
Osmanlı padişahları
kuruluştan itibaren askerî, siyasî ve diplomatik gelişmeler neticesinde yabancı
ülke hükümdarları ile karşılıklı olarak hediye alış-verişinde bulunmuşlardır.
XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise dünya politikasındaki ağırlığı
nispetinde Osmanlı Devleti’ni hoşnut etmek adına hükümdarlara elçiler
vasıtasıyla değerli hediyeler sunmak önemli bir hale gelmiştir. Bunlar her
ülkenin Osmanlı Devleti ile olan ilişkisine göre değişmekte ve her ülkeye özgü
ürünlerden oluşmaktaydı. Hediye gönderen ülke hükümdarı kendisinin ve ülkesinin
şanına layık olacak şekilde en özel ürünlerini bir araya getirmekteydi. Bunlar
bir kere beğenildikten sonra geleneksel hale gelmekte ve süreklilik arz
etmekteydi. Yabancı ülke kralları ve elçileri tarafından hediyelerin seçimine,
hazırlanmasına ve gönderilmesine ayrı bir özen gösterilirdi. Avrupalıların
İstanbul’da diplomatik temsilcilikleri çoğaldıkça ve bu devletler Osmanlı
Devleti ile ilişkilerini sağlamlaştırdıkça getirdikleri armağanların sayısı ve
niteliği de artmıştır. Bu dönemde Osmanlı sultanlarına sunulacak hediyelerin
içinde, onların zevklerine uygun olarak tasarlanmış ve özenle seçilmiş
eşyaların bulunmasına dikkat edilmiştir. Hatta hediyeler, Osmanlıların
istekleri ve özel siparişleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Barış,
arabuluculuk, tarziye, cülûs, bayram, düğün, zafer tebriki vb. gibi sebepler,
Osmanlı padişahlarına ve yüksek seviyedeki yöneticilere verilecek hediyelerin
çeşidini, kıymetini ve miktarını doğrudan tayin etmiştir. Diplomatik
hediyelerin bazıları, onları alanda hayranlık uyandırmakta ve böylece ilgiyi
gönderenin üzerine daha çok çekmekteydi (Turan, 2002: 64). Bu nedenle bazen en
değerli hediyeleri sunmak elçilerin arasında bir rekabete de neden olmuştur.
Mesela; Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethini müteakip on sekiz Müslüman ülke
hükümdarının elçileriyle birlikte gönderdikleri hediyeler, âdetâ bir yarış
içinde sunulmuştur (Tayyârzâde Atâ, 2010: 199).
Genellikle diplomatik hediyeler kalitesi ve değeri yönüyle,
hediye gönderen hükümdarın ülkesinin gücünü ve ihtişamını yansıtır, aynı
zamanda uzlaşma isteğini de simgelerdi. Bu nedenle Osmanlı Devleti’yle
diplomatik temaslar sürdüren Fransa, Avusturya gibi Avrupa ülkelerinde
Türklerin zevkine göre eşya yapımı için sanatsal ve ticarî kampanyalar
yürütülmüştür. Zaman zaman elçiler veya ticaret şirketleri bu hediyelere
kendileri karar verir ve krallarından ısrarla bunların maliyetinin
karşılanmasını isterlerdi. Hediyelerden duyulan memnuniyet karşısında elçi, iyi
ağırlanacağını bilir, bu durum elçinin, “Hediye
verdiğimiz için iyi karşılandık.” şeklinde düşünmesine de neden olurdu
(Hitzel, 2010: 246).
Özellikle XVII. yüzyıl diplomasisinde hediyeleşme Osmanlı
Devleti ile iyi ilişkiler kurulması ve geliştirilmesinde önemli bir rol
oynamıştır. XVI. ve XVII. yüzyıllarda Avusturya, İngiltere ve Fransa gibi
Avrupa ülkeleri diplomatik hediyeleri işlerinin yolunda gitmesi için Osmanlı
Devleti’nin istekleri doğrultusunda bir araç olarak görürken, Osmanlı
padişahları ise yabancı hükümdarların padişaha saygılarını sunmak ve onun
dostluğunu kazanmak için ödedikleri bir tür sembolik haraç olarak görmekteydi.
Bu durum Osmanlıların Batılı devletlerle olan ilişkilerinde gösterdikleri
askerî, siyasî ve diplomatik üstünlüğünün bir göstergesi idi. Ancak XVIII.
yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin güç kaybına uğramasıyla bu durum
diplomatik hediyelere de yansımış ve hediyeler Avrupalı hükümdarların yeni
edindikleri güç ve zenginliğin sembolü haline gelmiştir (Hitzel, 2010:
246252).
Akdeniz’in iki ucunda yer alan bu iki büyük imparatorluk
arasındaki münasebetler, güçlerinin zirvesinde oldukları XVI. yüzyıl boyunca her
iki tarafın önderliğini yaptığı cihad anlayışı doğrultusunda; İspanya’nın
Hıristiyanlık ve Osmanlı’nın ise Müslümanlık davalarının savunucusu olarak
benzer emellere ulaşma arzusu çerçevesinde şekillenmiştir. İspanyollarla ilk
temas II. Bayezid döneminde gerçekleşmiştir. Bu ilişkiler XVI. yüzyıl boyunca
düşmanca bir şekilde sürmüştür. Bu dönemde esas itibariyle Akdeniz’de kendini
gösteren İspanyol-Osmanlı askerî mücadelesi, Akdeniz’in batı kısmında ve Kuzey
Afrika’da yoğunlaşmıştır. Preveze Deniz Savaşı’nda İspanyol gelişmesine büyük
bir darbe vurulmuş (1538); 1571’de Osmanlılar İnebahtı’da yenilgiye uğradıysa
da bu durum, İspanyollara Akdeniz hâkimiyeti bakımından umdukları hâkimiyeti
sağlamamıştır. XVI. yüzyılın sonlarında aldıkları darbelerle eski güçlerini
kaybetmeye başlayan Osmanlı ve İspanya XVI. ve XVII. yüzyıllar boyunca,
birbirlerine kuşkuyla ve korkuyla bakmış; dolayısıyla ortaya çıkan tablo
diplomatik yaklaşımı zorlaştırcı bir etki yapmıştır (Beydilli, 2001: 161-162;
Gravina, 2004: 11; Arıkan ve Toledo, 1995). Bu durum iki ülke arasındaki hediye
teatisine de yansımış; barış sağlanana kadar kayda değer bir hediye alışverişi
söz konusu olmamıştır.
Buna rağmen barış adına İspanya’nın bazı girişimleri olmuş,
iki ülke arasında bir kaç kez kısa süreli sulh antlaşmaları gerçekleşmiştir.
1578’de bir ateşkes antlaşması imzalanmış, 1625’te ve 1651’de İspanya devleti
barışı sağlamak, dostluk ve ticaret antlaşması yapmak üzere İstanbul’a elçiler
göndermiş; ancak bir antlaşma yapmak mümkün olmamıştı (Beydilli, 2001:161-167).
Bunun sebeplerinden biri de İspanya’nın Osmanlı’nın diplomatik teamüllerine
uygun davranmaması idi. Sözgelimi bir defasında (XVI. yüzyılın sonlarına doğru)
İspanya’dan barış tekliflerini iletmek için İstanbul’a gelen bir temsilci,
sadrazamın huzuruna hediye sunmadan çıktığı için sadrazam tarafından
aşağılanmış; kendisinin itibarlı bir kişi olmadığı, halktan biri olduğu hatta
birkaç yıl önce tutsak ve köle olarak bulunduğu söylenmişti (Schweigger, 2004:
94).
Her iki devlet de XVII. ve XVIII.
yüzyıllarda güç dengesinde öncelikli konumlarını kaybettiklerinin ve dış
tehditlere karşı daha açık hale geldiklerinin farkındaydılar. İspanya;
İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın tehdidi altında idi. Çünkü bu devletler,
Amerika’ya yayılmış olan İspanyol sömürge imparatorluğuna göz dikmişlerdi.
Osmanlılar ise Batı’da Avusturya, Kuzey’de ise Rus tehdidi ile
uğraşmaktaydılar. Osmanlılar ve
İspanyollar uzayan askerî çatışmalar ve
bunların getirdiği ekonomik yükler altındaydılar. Bu nedenle diplomatik bir
yakınlaşmanın olması her iki taraf için de gerekliydi (Tabakoğlu, 2008: 814).
Bu konuda daha çok İspanya’nın teşebbüsleri görülmekteyse de Osmanlıların da
girişimleri söz konusu olmuştu. Osmanlılar İspanya kralının maksat ve
siyasetini öğrenmek ayrıca dostâne münasebetler geliştirmek maksadıyla 1650’de
İspanya’ya müteferika Ahmed Ağa’yı göndermişti (Uzunçarşılı, 2003: 220). Ancak
görüldüğü gibi XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı-İspanya ilişkileri siyasi
mücadeleler şeklinde gelişme göstermiş; bazı girişimlere rağmen kalıcı olarak
bir barış antlaşması yapılamamıştır.
XVIII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise Türk-İspanyol
barışını sağlayacak olan bazı gelişmeler görüldü. III. Carlos’un İspanya
tahtına çıkması, bu değişikliklerin başında geliyordu. Böylece 1760’ta
İstanbul’daki Napoli Elçisi Guillermo Ludolf’la görüşmeler başladı. İspanya
için Osmanlı amaç değil, çareydi. Başvekil Floridablanca’nın amacı, Osmanlı
egemenliği altındaki Müslüman ülkelerle (Fas, Trablusgarp ve Tunus) barış
yaparak Akdeniz’de huzuru sağlamaktı ve bunun için Osmanlı ile sağlanacak barış
çok önemliydi (Gravina, 2004: 11).
1768’de
başlayan Türk-Rus savaşında Rus donanmasının
Cebelitarık’tan geçerek Osmanlı sularına
ulaşması ve imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla (1774) Osmanlı Devleti’nin
önemli kayıplara uğraması, devleti farklı çareler aramaya sevk etmişti
(İlgürel, 2007: 28). 1774 yılı Mayıs ayı sonlarında I. Abdülhamid tahta
çıkışını bildirmek için Napoli Elçisi aracılığı ile III. Carlos’a (1759-1788) bir mektup göndererek kardeşi ve selefi
Mustafa Han’ın daha önceki Napoli kralı iken kendisiyle barış antlaşması
imzaladığını (1740) hatırlatmak istedi. Bu mektuba, sadrazamın bir başka
mektubu da eklenmişti. Sadrazam, bu mektubunda “bir anlaşma yaparak iki ülke arasındaki dostluğu sıkılaştırmak ve
işbirliği yapmak” konusunda
ortaya koyacağı talepleri ve koşulları yerine getirmeye hazır olduğunu bildirdi
(Gravina, 2004: 11-12). Diplomatik çabalar ancak XVIII. yüzyılın son çeyreğinde
netice verdi. Böylece Osmanlı tarafına kabul ettirmenin hiç de kolay olmadığı
bir barış antlaşması ile savaş haline son verilerek günümüze kadar devam edecek
bir barış ve dostluk döneminin başlaması sağlanmış olacaktı (Tabakoğlu, 2008:
814).
Görüşmeler için III. Carlos İstanbul’a gitmek üzere
Alicante’li kuyumcu Don Juan de Bouligny’yi görevlendirdi. Bouligny daha önce
Doğu’da kalmış olmasından dolayı Türkçeyi ve Osmanlı âdetlerini iyi biliyordu.
Babıâli ile bir antlaşma sağlanabilmesi için orada etkili olabilecek kişilerle
tanışabilmesi amacıyla ona yüklü miktarda para verilmiş ve armağan olarak
sunulmak üzere pek çok ticarî mal satın alınmıştı. Bouligny ilk İspanyol daimî elçisi olarak İstanbul’a 5 Mayıs
1779’da geldi ve görüşmeler hayli uzadı. O, barış imzalamaya değil de III.
Carlos Napoli kralıyken yapılan anlaşmayı onaylatmaya geldiği konusunda ısrar
ediyordu; çünkü bu antlaşmanın maddelerinden birisine göre barışın tüm tebâları
içermesi gerekiyordu. Osmanlılar ise yeni bir antlaşma yapılmasında
diretiyorlardı. Babıâli, İspanya’nın Cezayir ile barış yapmak için istediği
izni reddediyor; İspanya’nın naiplikleri ile ilgili olarak istediği tarafsızlık
maddesini de kabul etmiyordu. Osmanlı İmparatorluğu eyaletleri üzerindeki
hâkimiyetini kaybetmekten korkuyordu ve himaye anlayışı çerçevesinde onlara
yardım etmek zorundaydı. Bu anlaşmazlıklar Bouligny’yi umutsuzluğa düşürmüştü.
Bizzat Başvekil Floridablanca, ona Babıâli’ye aşırı baskı yapmamasını
emretmişti. Hatta bir ara barış görüşmeleri kesintiye uğramıştı. Bu nedenle,
barışın sağlanması için İspanya’nın ilk daimi elçisi olarak görevlendirilen Don
Juan de Bouligny, uzun süre İstanbul’da
kalmıştı. Zira barış görüşmeleri çok çetin geçmişti (Gravina, 2004: 12-13).
Hülasa İspanya cephesinden durum şu idi: Elçilik heyeti, III. Carlos Napoli
kralı iken Osmanlı ile Napoli arasında 1740’ta imzalanmış olan ahidnâmenin
Osmanlı-İspanya antlaşması için görüşmelerde temel alınmasını istiyordı.
Osmanlılar ise bu ahidnâmeden herhangi bir siyasi amaç elde etmeyi düşünmemişlerdi.
İspanya’nın görüşlerini hemen reddetmeyen Osmanlılar, bu tür bir antlaşmanın
İspanya ile yapılamayacağını, çünkü Napoli krallığının siyasi ve ekonomik
gücünün İspanya ile denk olmadığını söylemişlerdi. İspanya gibi büyük bir
devletten birçok siyasî, askerî ve ekonomik fayda sağlamak mümkündü. Osmanlı
Devleti, İspanya ile doğrudan ilişkilerin kurulmasında acele etmemekle beraber,
1770 Çeşme baskını ve Kırım’ın kaybı sonrası değişen stratejik öncelikleri
doğrultusunda, Akdeniz’de Rus tehdidine karşı İspanya ile bir ittifak
antlaşması yapmayı umuyordu. İspanyol yönetiminin ise bu yönde bir girişimi
veya isteği yoktu. İspanyol tarafı gereksiz aracılardan kurtulup, Osmanlı
Devleti ile doğrudan siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmak ve Kuzey Afrika’da
üslenmiş bulunan gazilerin (Cezayir, Tunus ve Trablus ocakları) İspanyol
sahillerine ve ticaret gemilerine saldırmalarını engellemek amacıyla bu
yakınlaşmayı istiyordu (Tabakoğlu, 2008: 816-830; Unat, 1992: 144). Her iki
taraf da isteklerinde kararlıydılar. Bu şartlar altında gelişen barış
görüşmeleri, bir ara kesintiye uğramış ve ancak üç yılda netice vermişti.
Sonunda, İspanya için başarısızlıkla sonuçlanacak gibi görünen barış, 14 Eylül
1782 tarihinde imzalanabilmişti. İspanya ile bir ittifak antlaşması olmasa da,
Dostluk ve Ticaret Antlaşması (Ahidnâme) ve buna ilaveten Tarafsızlık
Antlaşması yapılmış, antlaşma metni 24 Aralık 1782’de İspanya kralı III. Carlos
tarafından kabul edilirken; Osmanlı tarafının antlaşmayı imzalaması ise bazı
düzeltmeler yapılarak neredeyse iki sene sonra gerçekleşmişti (Beydilli, 2001:
165-167; Gravina, 2004: 13).
Napoli Antlaşması gibi bu antlaşma da 21 madde ve bir
karardan oluşmaktaydı. 24 Aralık 1782’de III. Carlos tarafından, 24 Nisan
1783’te de Babıâli tarafından düzeltmeler yapılan antlaşma metni basılarak 14
Kasım 1783’te kamuya duyuruldu. Bu antlaşma gereğince İspanya Osmanlı’nın dostu
olan büyük devletlere tanınan koşullarla ticaret yapabilecek; bundan böyle
İspanyol gemileri, Osmanlı limanlarında ve gümrüklerinde, yükledikleri malların
yüzde üçü kadar vergi ödeyeceklerdi. Osmanlı gemileri de İspanya’nın dostu
ülkelerle aynı haklara sahip olacaklardı. Bütün bunlar ticaretle ilgili
konulardı. Siyasal açıdan da her iki ülke karşılıklı olarak konsolosluk kurmak
konusunda anlaşmışlardı. Kudüs ve kutsal yerler açısından da anlaşmaya varıldı.
İspanyollar da dost bir ülkenin vatandaşları gibi muamele göreceklerdi ve
ölümleri halinde malları korunacaktı. Anlaşmazlık durumunda her iki ülke,
karşılıklı olarak uyruklarının haklarını koruyacaklardı. III. Carlos’un
vatandaşları Osmanlı İmparatorluğu tarafından hapsedilmeyip konsolosluğa teslim
edileceklerdi. Babıâli de kendi vatandaşlarının savunması için bir hukukçu
sağlayacaktı ve bu amaçla Alicante kenti seçildi. Her iki imparatorluk bir
deniz kazası ya da fırtına olduğu zaman, savaş halinde ordu ya da eşya taşımak
zorunda kalmaksızın, karşılıklı olarak birbirlerine yardım edecekti. Türk
gemileri ile İspanyol gemileri bayrak kaldırarak birbirlerini içtenlikle
selamlayacaklar, gerektiğinde birbirlerine yardım edeceklerdi. Son olarak
Babıâli, barışın amaçlarını Berberî eyaletlerine iletecekti. Nitekim eyaletler,
antlaşmayla birlikte Babıâli’nin tanıdığı üç fermandan sonra İspanya ile
antlaşma yapmakta özgür bırakıldılar. Konulan gizli bir madde gereğince Osmanlı
İmparatorluğu, İspanya’ya karşı açılan bir savaşta - İspanya’nın Müslüman
ülkelere savaş ilan etmesi durumu dışında - tarafsız kalmayı kabul etmişti.
İspanya da, savaşın Fransa’ya ya da Napoli’ye karşı ilan edilmesi hariç, aynı
biçimde tarafsızlığını koruyacaktı (Gravina, 2004: 13-14).
Böylesine mühim bir antlaşmanın önemini güçlendirmek ve
yeni gerçekleştirilen barışın sonuçlarını basit bir dostluk çerçevesinde
bırakmamak için İspanya tarafından sultana ve vezirlerine olabildiğince pahalı
armağanlar takdim edilmesi siyasal bir zorunluluk olarak görülmekteydi.
Hediyelerin, hem hükümdarın zenginliğini ve gücünü hem de kralın layık olduğu
saygıyı kanıtlaması için şatafatlı bir biçimde yollanması gerekiyordu.
İstanbul’a iki yolcu gemisi ve bir çektiriden oluşan bir savaş müfrezesi
gönderilmeye karar verildi. 1783 Ağustosu’nda Kartaca Tersanesi’nde bu gemilere
hazır olmaları emri verildi ve 2 Eylül günü de komutan olarak Tuğamiral D.
Gabriel de Aristizâbal sefer emrini aldı. Uzun ve zorlu geçen yolculuğun
ardından armağanlar gemilerden boşaltılarak I. Abdülhamid’e takdim edilmek
üzere karada bekletilmişti. 6 Ekim 1784’te Bouligny’nin görevli olduğu
elçilikte padişah tarafından resmî bir toplantı yapıldı. Tören Osmanlı
sarayınca kabul edilen ve bütün yabancı elçilere uygulanan kurallara uygun
olarak düzenlenmişti. İspanyollar padişaha dört Mağripli ve altmış Türk esirin
özgürlüğünü de sundular. Aristizâbal’ın, gezisi hakkında krala verdiği
bilgilere göre İspanyol gemileri I. Abdülhamid’e şunları getirmişti (Gravina,
2004: 15-17; Castrillo, 2005: 717):
"16 kutu çikolata,
24 çuval kakao,
4 kutu kına kına[1], 4 kutu Havana tütünü, bir adet küçük altın sofra takımı,
4 adet gümüş sofra takımı,
13 paket altın ve gümüş işlemeli ipek kumaş,
21 paket değişik cinste
çok lüks kumaş, bir miktar lama (vikunya) yünü,
şahane bir kamp çadırı."
İspanya’dan gelen bu armağanlar, sultana ve haseki sultana
ayrıca sadrazama ve onun oğullarına, yeniçeri ağası, elçiler ve sadaret
kaymakamı gibi yüksek rütetbeli görevlilere ve kâtipler ve teşrifatçılar gibi
başka memurlara armağan edilmek üzere, İstanbul’dan satın alınan mücevherlerle
ve değerli taşlar kakmalı özel eşyalarla daha da zenginleştirilmişti. Toplam 200.000
guruş değerindeki bu armağanlar ayrıntılı olarak sıralanmıştır (Gravina, 2004:
15):
"Sultana tacı için, kırk bin kuruş değerinde pırlanta bir
sorguç.
Sadrazama ve iki oğlundan her birine otuz bin kuruş değerinde elmaslı
sorguçlar. Kaptan Paşaya, kabzasında on beş bin kuruş değerinde büyük bir
zümrüt bulunan, pırlantalarla süslü bir kılıç.
İmparatorluk Mühürdarına on dört bin kuruş değerinde elmaslı bir
mücevher. Yeniçeri ağasına ve Sadaret Kaymakamına on üç bin kuruş değerinde
pırlantalı birer mücevher.
Haseki Kadına on iki bin kuruşluk, elmas kaplamalı kemer.
Babıâli tercümanına dokuz bin kuruş değerinde pırlantalı bir kuşak,
kakmalı bir saat. Başdefterdara yedi bin kuruş değerinde elmaslı bir
mücevher. Elçilere, teşrifatçılık
yapanlara beş bin kuruş değerinde elmaslı mücevher.
Müftüye, tören ağasına, antlaşmaları hazırlayan kâtibe, vezirlere ve
memurlara görevlerine uygun mücevherler ve sultana da gümüş ve altın işlemeli,
beyaz saten kaplı değerli bir kanepe, hepsinin değeri toplam iki yüz bin
kuruş."
Osmanlı kaynaklarında da sultana sunulan hediyelerin
kaydına rastlanmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunan ve arşiv
görevlileri tarafından XVI.-XVIII. yüzyıllara tarihlenmiş 14 adet evrak
arasında yer alan tarihsiz bir belgede adı belirtilmeyen İspanya elçisinin
padişahın huzuruna çıktığında kralı adına sandıklarla sunduğu hediyeler,
yukarıdakilerle neredeyse birebir uyuşmaktadır (TSMA, E. nr. 11976/14). Belge
incelendiğinde bu hediyelerin 1784’te elçi Don Juan de Bouligny’nin takdim
ettiği armağanlar olduğu anlaşılmaktadır.
Altın ve gümüş eşyalar, değerli kumaşlar, elmas sorguç, işlemeli oturak
ve çadır bu listede çok daha ayrıntılı bir şekilde kayıt altına alınmıştır.
Belgede çadırın İncili Kasır önüne kurulduğu belirtilmektedir. İspanyol
kaynağında ise bir kaç sene sonra yazar tarafından bu çadırın başka görkemli
çadırlarla birlikte padişahın hazine dairesinde görüldüğü belirtilmiştir
(Gravina, 2004: 72). Bu bilgilerden otağın İncili Kasır önünde sergilendikten
sonra korunmak üzere padişah hazinesine getirildiği anlaşılmaktadır. Lama
(vikunya) yününün akıbeti ise meçhuldür. Zira Lama yünü bu listede
bulunmamaktadır. Havana tütünü yerine “İspanya’nın
ince enfiyesi” ifadesi geçmektedir. Çikolatanın ve kakaonun miktarları ise
şu şekilde ifade edilmektedir: “4 adet
tahta sanduklara mevzû’an çokolata, aded, 4”, “kakao, sanduka, ferde[2],
6” (TSMA, D. nr. 11976/14).
Belgenin baş tarafında “Mübarek rikâb-ı kamertâb-ı hazret-i
şehriyariye ruhsûde olan İspanya elçisinin kralı tarafından arz ve takdim
eylediği hediye-i âcizânesidir” denildikten sonra hediyeler tek tek
listelenmiştir:
“Elmaslı sorguç, kıt’a3, 1.
Bir kıt’a sanduk derununda iki aded sandukçaların birinde mevzu’ olan
altun evani:
Kebir altun tabak, kıt’a, 1.
Altun tas derununda diğer altun tas ma’ kapak, kıt’a 3.
Şeker vaz’ olunacak altun zarf ma’ kapak ve tabakça ve maşa, kıt’a,1.
Altun çay ibriği ma’ tabakça,
kıt’a, 1. Altun tuzluk, kıt’a, 2.
Sandukça-i merkumun diğeri derununda mevzu’ olan altun evani:
Kebir altun tabak, kıt’a, 2.
Sağir altun tabak, kıt’a, 24.
Ayaklı altun tepsi, kıt’a 1.
Sağir altun kaşık, kıt’a 12.
Altun bıçak, kıt’a, 12.
Altun çatal, kıt’a, 12.
Kebir altun kaşık, kıt’a 1.
Sağir altun kaşık, kıt’a, 2.
Ahar bir kıt’a sanduk derununda mevzu’ evani-i sim:
Derunı aynalı meyve vaz’ olunacak sim sepet şeklinde, kıt’a, 11.
Kebir sim tabak, kıt’a, 4.
Şükufe vaz’ olunacak billur kulplu evani, aded, 4.
Def’a kebir sanduk derununda mevzu’ evani-i sim:
Kebir tabak, aded, 2.
Kebir sim tas, aded 4.
Derunı aynalı sim meyve vaz’ı için sepet şeklinde, aded, 4.
Diğer sanduk derununa mevzu’ evani-i sim:
Ortası taslı sim kebir tepsi, kıt’a, 1.
Merkum sim tepsi etrafına vaz’ olunacak sim şamdan, kıt’a, 8.
Ahar şem’ vaz’ olunacak sim şamdan, kıt’a, 6.
Sim tuzluk kıt’a 2.
Sim şeker zarfı, kıt’a, 2.
Simden şecer resminde masnû’ şükufe, kıt’a, 1.
Şükufe-i merkume vaz’ olunacak sünbül şeklinde şükufe-i sağir, aded,8.
Bâlâda mastûr olan billur evaninin
sim hurde kapakları, aded, 4.
Defa’ sanduk derunında mavzu’ evani-i sim:
Sim kebîr tas ma’ kapak aded 6.
Sim kebir kaşık, aded, 6.
Tahta sanduka derununda:
Beyaz atlas üzerine kızıl? işlenmiş mak’ad, kıt’a 1.
Ve yasdık yüzleri aded 14.
Mükemmel çadır ma’ takım, aded 1. Kasr-ı İncili pişgâhına vaz’ olunan.
Bir kıt’a sanduk derunına mevzu’an mutallâ üstüfe, top, 6.
Diğer bir kıt’a sanduka mevzu’an katife, top, 4.
Def’a bir kıt’a sanduk
derununa mevzu’an
elvan atlas-ı müte’addide, aded, 8.
Sim bend-köşeli sandukça derununda a’lâ yeşil çuka, pastal[3], 1.
Ahar bir kıt’a sandukada mevzu’ sıkarlat çuka, pastal 2, (yeşil, 1;
güvez, 1).
Def’a bir kıta’ sandukda mevzu’an a’lâ yeşil çuka, pastal 2.
Def’a sandukaya mevzu’an kına kına.
Ahar dört aded tahta sanduklara mevzu’an çokolata tabir olunan baharlı
kahve makulesi, aded, 4.
Def’a bir kıt’a sanduka
mevzu’an İspanya’nın ince enfiyesi. Kakao ta’bir olunur hubûbat nev’inden olub
bâlâda mastûr çokalatanın eczâ-yı memzûcesi sanduka, ferde, 6.”
Padişahın huzuruna
çıkan İspanya elçisi bu hediyelerin yanı sıra İspanyolların, Cezayirlilerle
yaptıkları savaşlarda ellerine geçirdikleri altmış Müslüman esirin özgürlüğünü
sunduğunda teşrifat kaideleri gereğince elçiye samur kürk ve maiyetindekilere
ise hil’atler giydirilmiştir (Ahmet Cevdet, 1993: 631).
Her iki kaynakta
belirtilen hediyelerden kakao, çikolata, kına kına,
Havana tütünü ve lama yünü çok özel
hediyelerdi. Zira bunlar, İspanyolların gücünü yaydığı toprakların kendine has
ürünleri idi ve İspanya kralı Osmanlı Sultanına barışı sağlayacak olan
antlaşmada sunulmak üzere bu nadide ürünleri özel olarak seçmişti.
Osmanlılar çikolata ve onun hammaddesi olan kakao ile
muhtemelen yeni karşılaşıyorlardı (Açıkgöz, 2009: 398-399). Nitekim Osmanlılar
kendi kültürlerine uzak olan çikolatayı kendi bildikleri bir ürüne benzeterek
tarif etmektedir. Ayrıca bu yeni kelime iki farklı imla ile yazılmıştır. Şöyle
ki: çikolata için “cokolata (جوق ولات ة) tabir olunan baharlı kahve makulesi”;
kakao için ise onun hammaddesi olarak “bâlâda
mastur cokalatanın
(جوق الات ة)
eczâ-yı memzûcesi” açıklaması yapılmıştır. Aşağıda görüleceği üzere
Osmanlılar da İspanya kralına kahve hediye etmişlerdi. Çikolata bu dönemde
Avrupa’da kralların ve asilzadelerin içeceği idi. Kahve de bir müddet
Osmanlıların lüks tüketim maddeleri arasında yer almıştı. Kakao ile
İspanyolların tanıştığı yıllarda Osmanlılar da kahve ile tanışmışlardı. 1521’de
İspanyolların Meksika’yı fethedip koloni haline getirmelerinden sonra İspanyol
gemilerinin altının yanı sıra İspanya’ya çuvallar dolusu kakao taneleri
taşımaya başlamalarından XVIII. yüzyılın sonlarına kadar başta İtalya olmak
üzere Fransa, Avusturya ve İngiltere’ye yayılmış ancak çok pahalı bir içecek
olduğu için XVIII. yüzyıl boyunca aristokrat sınıfların tüketebileceği lüks
maddeler arasında yerini almıştı. Kakao çekirdeklerinin kurutulması ve kavrulup
ezilmesinden sonra şeker kamışı, tarçın, anason tohumu, misk ve karabiber gibi
tatlandırıcılar kullanılarak macun haline getirilen çikolata, sıcak suda
eritilerek içilmekteydi. Özellikle aristokrat kadınlar arasında bir fincan
köpüklü çikolata içmek çok yaygın hale gelmişti. İspanyollar için çikolata
keyif verici bir madde, bir ilaçtı; çikolatanın direnci artırdığına ve
yorgunluğu giderdiğine inanılıyordu (Bkz.: Coe ve Coe, 2005). Sözün kısası gönderilen hediyeler memnuniyetle
karşılanmıştı.
XVIII. yüzyılın son çeyreğinde İspanya ile Osmanlı Devleti
arasında gerçekleşen bu olumlu gelişmenin ardından ikili ilişkilerin
sağlamlaştırılması ve barışın pekiştirilmesi açısından İspanya’yı Akdeniz’de
Ruslara karşı bir müttefik olarak görmek isteyen Osmanlı Devleti’nin de
karşılık olarak bir elçi göndermesi söz konusu olmuştu. Diğer taraftan 1784’te
gelen İspanyol elçisi de kralın bir Osmanlı elçisini Madrid’de görmeyi
arzuladığı dilek ve temennisini devlet temsilcilerine iletmişti. Bunun
neticesinde Sultan I.
Abdülhamid adına Kral III. Carlos’a dostluk
duygularını bildirmek, sulhu ve yapılan antlaşmayı kuvvetlendirmek üzere
çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş olan Vakanüvis Ahmet Vasıf Efendi orta
elçi olarak görevlendirildi. Daha önce belirtildiği gibi böyle bir durumda
diplomatik gelenekler, hükümdarlar arasında hediyeler gönderilmesini
gerektiriyordu. Hediyelerin değer ve kalitesi o ülkenin zenginlik ve ihtişamını
da ifade ettiğinden elçinin tespitinden sonra götüreceği hediyelerin özenle
seçilmesi önemliydi. Özellikle İspanya kralının hediyeleri göz önünde
bulundurulduğunda bunların seçimi daha da önemli bir hal almış olmalıydı. Bunun
için bir takım ön hazırlıkların ardından bir kısmı iç hazineden hazırlanmak bir
kısmı da satın alınmak üzere toplam 143.700 guruşluk emtiadan oluşan eşyalar
tamamlanmıştı. 5486 numaralı Başmuhasebe Defteri’ne kaydedildiğine göre Vasıf
Efendi’nin götüreceği armağanlar arasında bulunan raht takımı hediyelerin
toplam değerinin yarısından fazlasına tekabül ediyordu. Bunları sırasıyla
mücevher eşyalar, değerli kumaşlar,
Yemen kahvesi, ıtriyat ve tüfekler takip etmekteydi (İlgürel, 2007:
28-30). Vasıf Efendi 1 Temmuz 1787’de bir Türk beylik gemisiyle İstanbul’dan şu
armağanlarla yola çıkmıştı (İlgürel, 2007: 34).
“Enderun hazinesinden verilenler:
Mücevher kebir altın raht ve takım vesaire, 1.
İnci ve zümrüd ile işleme kesme, 1.
Sim yaldızlı kebir kemer raht ma’ takım-ı saire, 1.
Mercan ve Urusk ve boga ve sim donanmalı
tüfenk, 3. Itriyat, 80 (miskal).
Mücevher buhurdan ma’ gülabdan (1 çift).
Mücevher kabzalı asâ,1.
Mücevher macun hokkası, 1. Yemen kahvesi, 20
(ferde).
Satın Alınanlar:
İstanbulkârî çiçekli mutallâ beldar, 10
taka. İstanbulkârî mutallâ tamkahane, 10 taka.
İstanbulkârî mutallâ yalı kafesi, 10 taka.
İstanbulkârî mutallâ altın oluk, 10 taka.
İstanbulkarî mutallâ til-i çekme, 10 taka.
İstanbulkârîdüz diba, 10 tob.
İstanbulkârî a’lâ düz germsud, 10 tob.
Çakmaklı a’lâ destar, 10 taka.
Süd-bendî a’lâ destar, 10 taka.
Halepkârî mutallâ a’lâ savai-i çiçekli, 10
taka. Halepkârî sade savai-i mutallâ
orta savani.
Şamkârî a’lâ düz germsud, 10 tob.
Bursakârî elvan çubuklu kutni, 10 tob.
Bursakârî elvan düz kutni, 10 tob.
Ankarakârî elvan a’lâ şali, 10
tob.
Ankarakârî elvan a’la şali, 10 tob.
Galatakârî pesend şal mutallâ ve sade seccade, 4 aded.
Boğçalık sandal ve hümayun ve hassa dülbend, 1 aded.
Sandık, 2 aded.
İstanbulkârî aliyyü’l- a’lâ olmak üzere mutallâ zinciryan beldar ve
til-i çekme, 10 taka.
Galatakârî elvan a’lâ debebaşı pesed şali, donluk, 16 tob.
Enderun-ı Hümayun Hazinesi’nden ihraç olunan hediyeler vaz’ olunmak
içün bâ-ferman verilen sandıklar, 5 aded.”
Yukarıda sözü edilen İspanyol kaynağında ise kabul
töreninde 1787 Temmuzunda İspanya’ya giden Vasıf Efendi’nin krala sunduğu
hediyelerin şöyle sıralandığı görülmektedir (Gravina, 2004: 20):
“İnci ve yakutlarla süslü üç iskemle,
Aşırı derecede gümüşle yaldızlanmış iki iskemle,
Yirmi paket doğu kahvesi,
Koku sürmek ve gül suyu kokmak için elmaslarla süslü altın
gülabdan,
Elmas kakmalı akik kaşıklı bir şekerlik,
Aynı biçimde elmaslarla işlenmiş Hint kamışından bir baston,
Her biri yüzyirmi drakmalık yirmi tane gül esansı,
Kakmalı altı av tüfeği ve doğuya özgü işlenmiş değişik türden otuz altı
paket kumaş.”
Vasıf Efendi İspanya Sefaretnamesi’nde orada
karşılanmaları, halkın kendilerine olan büyük ilgisi ve hediyelerle ilgili
bilgilere yer vermiştir. Öncelikle
getirdiği hediyeler arabalara yüklenerek alayla saraya gönderilmiş, bir saat
kadar sonra da Vasıf Efendi daha ihtişamlı başka bir alayla kendisini
selamlayan asker safları ve sokakları dolduran halk kalabalığı arasından
geçerek saraya gelmiştir. Vasıf Efendi, İspanyol devlet adamlarının, Kudüslü
bir tercüman vasıtasıyla kendisinden hediyeler talep ettiklerini ve bunun için
nasıl tazyîk olunduğunu; fakat meselenin krala aksetmesiyle kralın bundan
canının sıkıldığını, yalnız kendi tarafından olmak üzere münasip hediyeler
verdiği takdirde memnun kalacağını bildirdiğini nakletmektedir. Kralın huzuruna
çıktığında ise yapılan anlaşmayı sağlamlaştırmak ve dostluğu kuvvetlendirmek
maksadıyla Sultan I. Abdülhamid’in İspanya kralına mektup ve hediyeler
gönderdiğini belirtmiştir. Vasıf Efendi
sunduğu hediyeleri sırasıyla anlatmaktadır. Buna göre kralın oğluna altınla
donanmış bir taban kılıç ve yekpâre gümüş ile süslenmiş zer efşanlı bir tüfek
ve Hindkârî beş takâ, zerli çiçekli ve iki destar, bir tulum kakum kürk, elmas
ile süslü minâkârî bir hançer ve bir miktar ıtriyat tertip edilmiş; kralın
eşine aynı hediyelerin yanı sıra hançer, tüfek ve kılıç; başvekil tercümanları,
mihmandar gibi diğer görevlilere de benzer hediyeler verilmişti (Şen, 1997: 29;
Öksüz, 1998: 54-59).
Osmanlı elçisi, bu kadar hediye sunmuş olmasına rağmen ne
kraldan ne de devlet adamlarından aynı karşılığı görmediğini ve hatta İspanya
hükümeti tarafından kendisine verilen tayinat bedelinin dahi ihtiyaçlarına
yetmediğini yazmaktadır (Öksüz, 1998: 59). İspanyol kaynağına göre hediyelerin
takdiminin ardından taltif için Vasıf Efendi’ye 2.770 real değerinde iri elmas
taşlı bir gül, 14.000 reallik bir elmas yüzük ve içinde İspanyol kumaşı bulunan
paketlerden oluşmuş, daha az değerli armağanlar verilmiş, tercümana ve
hizmetkârlara 2.050 peso dağıtılmıştı (Gravina, 2004: 20).
Vasıf Efendi her ne kadar
kendisine verilen armağanlar ve tayinattan memnun kalmasa da padişahın
hediyelerinden kralın duyuduğu memnuyeti ve taltif edilişlerini şöyle anlatır:
“Hedâyâ-yı Hümâyûn Kral Sarayı’na vâsıl
olduğu ki nice günden berü rü’yet ve kabzına dağ-ber-i dîl-hasret olan Kral ve
evlâdı tahammül edemeyüb sahâ-i saraya nüzul ve hediyelere ferdenferdâ nazar
ile izhâr u inbisât u sürûr eyledüklerini haber verdiler bir saatden sonra biz
dahi müteheyyi olub Gediklü Vadisi’nde olan onbeş nefer ademlerimizün ba’zısına
kerrake ve bazısına sûf-ı Françe ilbâs eyleyerek nâme-i hümâyunı kemâl-i ta’zim
ü tekvîr ile başına beraber turarak hazır oldukdan sonra bu fakir dahi üst
kürkü ve kâtibî destar ile bir müzeyyen esbe süvâr olub pîş ü pesimizde yigirmi
kadar etbâ’ u kavas ve üç nefer çavuş sim kuşak ve çukân u mutallâ elbiseyle
yürüyerek hareket ve Kralın akrabasından altı nefer beyzâdegân ve bir mikdar süvâri
ve piyade alayın önünde yürüyüb kendülerine mahsus tabl ve surnalar çalarlar
idi.” (Şen, 1997: 25).
Vasıf Efendi’nin elçiliği başarıyla sonuçlanmış, 1787
Osmanlı-Rus Harbi’nde İspanya, tarafsız bulunarak iki tarafı barıştırmak için
arabuluculukta bulunmuştur (Şen, 1997:9-11). Osmanlı-İspanya yakınlaşması
1787-1792 Osmanlı-Rus-Avusturya savaşları sırasında önem kazanmıştır. Bundan
sonraki Osmanlı-İspanya ilişkilerinde iki devletin birbiri aleyhine düşmanca
bir politikası olmamış; hatta I. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalan
İspanya, Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını korumayı üzerine almıştır (Tabakoğlu,
2008: 832, 836).
5. SONUÇ
Osmanlı-İspanya arasındaki hediyeleşme askerî, siyasî,
ticarî ve diplomatik seyirle orantılı olarak gelişmiştir. Diplomatik bir
başarının sonucu olarak her iki tarafın gönderdiği değerli hediyelerin İspanya
ile
Osmanlı Devleti arasında uzun süre
sağlanamayan barışın güçlendirilmesinde, işbirliğinin tesisinde, siyasî ve
ticarî münasebetlerin inkişâfında önemli rolü olmuştur. Nitekim 1782 sonrası
dönemde iki devletin birbiri aleyhine düşmanca bir politikası olmamıştır.
Diğer taraftan karşılıklı olarak gönderilen hediyelerin
birbirine denk olduğunu söylemek mümkündür.
Osmanlıların gönderdiği armağanlar sultanın gücünü ve zenginliğini
kanıtlamasında iyi bir araçtı. Keza İspanya kralının hediyeleri de onun
gücünün, zenginliğinin ve sultana verdiği değerin bir göstergesi idi. Sözgelimi
Avrupa’da bu dönemde kralların, zenginlerin ve aristokratların içeceği olan
çikolatayı ilk kez anavatanı olan Meksika’dan çıkarıp, Avrupa’ya oradan da
bütün dünyaya yayan İspanya, altın ve gümüş eşyalarla birlikte gönderdiği bu
hediyeleri iyi ilişkileri geliştirme ve pekiştirme aracı olarak görüyordu.
Meselenin bu yönü bir yana, çikolata ve kakao o yıllarda altın ve gümüş
değerinde olup, Osmanlılara çok yabancı idi. Öyle ki Osmanlı’nın çikolata
algılası, çikolatanın Osmanlıların bildiği bir ürün olan kahveye
benzetilmesinde hatta mukabil olarak İspanya kralına kahve gönderilmesinde de
görülmektedir.
İspanya ile Osmanlı arasında
gerçekleşen diplomatik temasların neticesinde teati edilen hediyelerin, iki
bakımdan önemli olduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan ilki, hediyelerin
Akdeniz’in iki ucunda yer alan,
XV. ve özellikle de XVI. yüzyılda Akdeniz
hâkimiyeti için çarpışan Osmanlılar ile İspanyollar arasında uzun süre
gerçekleştirilemeyen barışın aracı olarak kullanılması; ikincisi ise tarafların
kültür alışverişinde bulunmalarını sağlamasıdır. Hediyeler arasında çikolata,
kakao, kınakına, Havana tütünü ve Osmanlı kayıtlarında olmamakla birlikte lama
yünü gibi yepyeni ürünlerin bulunması; keza İspanyolların da kahve, gül esansı,
av tüfeği gibi Osmanlı kültürünün belli başlı örnekleriyle tanışmış olmaları
göz önünde bulundurlursa hediyeleşme iki ülke arasındaki kültürel alış verişi
sağlayan yönüyle de önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
[1] Kınakına: (İspanyolca
quinaquina) Kök boyasıgillerden, asıl yurdu Güney Amerika olan ve Hindistan ve
Endonezya’da yetiştirilen kabuğundan kinin çıkarılan bir ağaç (Cinchona) ve bu
bitkiden yapıla içecek. (Büyük Türkçe Sözlük, 2011)
[2] Ferde: Küçük top, küçük
denk, paket (Parlatır, 2014: 452). 3 Kıt’a:
Parça, bölük, cüz (Parlatır, 2014: 903).
[3] Pastal (pastav): Ucu
yaldızlı çuha topu (Parlatır, 2014: 1342).
Açıkgöz, F.
(2009). Osmanlı Sultanına Sunulan Sıra Dışı Bir Hediye: Çikolata.
Bildiriler-Genç Bilim Adamları Sempozyumu Bildiriler kitabı
içinde (s. 393-404), Ankara.
Ahmet
Cevdet, (1993). Tarih-i Cevdet,
II, İstanbul: Üçdal Neşriyat.
Arıkan, M.
ve Toledo P. (1995). 14-16. Yüzyıllarda
Türk-İspanyol İlişkileri ve Denizcilik Tarihimizle İlgili İspanyol Belgeleri,
Ankara: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargah Basımevi.
Beydilli,
K. (2001). İspanya, Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi. (C. 23, ss.161-176) İstanbul: Diyanet Vakfı
Yayınları.
Büyük Türkçe Sözlük, (2011). Türk Dil Kurumu
Yayınları, http://www.tdk.gov.tr internet
adresinden 1 Kasım 2017’de edinilmiştir.
Castrillo,
R. (2005), Gabriel de Aristizábal y su viaje a Constantinopla en el año 1784,
Arbor CLXXX, 711-712, 707-726, http://arbor.revistas.csic.es internet
adresinden 27 Ekim 2017 tarihinde edinilmiştir.
Coe, S. D.
and Coe, M. D. (2005). Çikolata’nın
Gerçek Tarihi, (Çev.) Ayşe Öztek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Gravina, F.
(2004). İstanbul Anlatımı, (Çev.)
Yıldız Ersoy Canpolat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Hitzel, F.,
(2010). Diplomatik Armağanlar: Osmanlı
İmparatorluğu ile Batı Avrupa
Ülkeleri Arasında Modern Çağda Yapılan Kültürel
Değiş-Tokuş. Harp ve SulhAvrupa Ve Osmanlılar, Dejanirah Couto (Ed.), (Çev.) Şirin Tekeli, Kitap Yayınevi,
İstanbul, 243-257.
İlgürel,
M. (2007) Vakanüvis Ahmed Vâsıf Efendi’nin İspanya
elçiliği ve götürdüğü hediyeler. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, İstanbul,
(46), 2735.
Öksüz, M.
(1988). Türk İspanyol İlişkileri
Çerçevesinde Ahmed Vasıf Efendi’nin İspanya Elçiliği (1787-1788), Karadeniz Teknik Yayımlanmamış yüksek
lisans tezi, Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon.
Parlatır,
İ. (2014). Osmanlı Türkçesi Sözlüğü,
Ankara: Yargı Yayınevi. Schweigger, S. (2004). Sultanlar Kentine Yolculuk (1578-1581), (Çev.) Türkis Noyan,
İstanbul: Kitap Yayınev.
Şen, S.
(1997). Ahmed Vasıf Efendi’nin İspanya
sefâreti ve sefâretnâmesi, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Kırıkkale.
Tabakoğlu,
H. S. (2008). XVIII. Yüzyılın sonunda Osmanlı-İspanya ilişkileri: İlk ispanya
elçisi Don Juan De Bouligny örneği. Turkish Studies International Periodical For
the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 3 (7), 812-840.
Tayyârzâde
Atâ, (2010). Osmanlı Saray Tarihi–
Târîh-i Enderûn, I, Mehmet Arslan (hzl.), İstanbul: Kitabevi Yayınları.
TSMA
(Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi), E. (Evrak), nr. (numara) 11976/14. Turan, A. N.
(2002). Bir pîşkeş defteri için. OTAM
(Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi),
(13), 59-74.
Unat, Faik
Reşit, (1999). Osmanlı Sefirleri ve
Sefaretnameleri, Türk, Ankara: Tarih Kurumu Basımevi.
Uzunçarşılı,
İ. H., (2003). Osmanlı Tarihi, III/2,
Ankara: TTK Basımevi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.