HALİFELİK Mİ? SİYASAL GÜÇ MÜ? - akademitarih

EN YENİ MAKALELER

Post Top Ad

Your Ad Spot

15 Eylül 2020 Salı

HALİFELİK Mİ? SİYASAL GÜÇ MÜ?

 

Son Halife ve Kızı





Zehra ŞAHİN

Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi




Geçmişten Günümüze Halifelik!

Akademi Tarih Bloger sayfası sizleri bilgilendirmeye devam ediyor. Öneri ve istek üzerine halifelik meselesini kaleme almış bulunmaktayım. Siz değerli okurlarımıza keyifli okumalar dilerim.

Geçmişten günümüze birçok tartışmaya konu olan “Halifelik” meselesi nasıl ortaya çıktı? TBMM halifeliği neden kaldırdı? Gelin hep birlikte belgeler ve kaynaklar ışığında bu konuya bir açıklık getirelim.

“ Halef “ kelime olarak kendinden önce görev yapan kimsenin yerine geçmek onun yerini doldurmak anlamına gelir. “Hilafet” halef kelimesinden türetilmiştir.


NE KAVGASI DİN Mİ YOKSA STATÜKO MU?

İslam’ın doğduğu topraklar Hazret-i Muhammed’e peygamberlik verilinceye kadar bir devlet otoritesi ile karşılaşmamıştır. Güçlünün hakim olduğu, töre hukuku dediğimiz aslında güçlünün hukuku ile kabileler halinde yönetilmiştir. Yapılan çalışmalar devlet olmayınca adaletten de söz edilmediğini ortaya çıkarmıştır. Hatta Peygamberin çağrısına büyük muhalefet edilmesi de mevcut statükonun korunma çalışmalarıdır. Arap yarımadasına hakim aileler ellerinde ki siyasal ve ekonomik gücü kaybetme endişesiyle Hazret-i Muhammed ve onun getirdiği adalet dinine karşı son derece sert direnç göstermişlerdir. Zaten bakıldığı zaman ilk Müslümanların genellikle toplumun ezilen sınıflarından olan vatandaşlar olduğu göze çarpar. İşin aslı mesele müşrikler için dini inançtan ziyade ekonomik ve sosyal kast sisteminin elden gitme endişesidir. Bu sistemin sıkıntıları ve aşırı kavim sevicilik Peygamberin vefatından sonra İslam dünyasının arasında en büyük fitneye sebep olacaktır.


İLK OTORİTE MEDİNE DEVLETİ

Hazret-i Peygamberin Medine’de oluşturduğu ilk İslam Devleti küçük bir şehir devleti olmasına rağmen Arap Yarımadasın da ilk devlet örneği ve otorite olması açısından önemlidir. Daha sonra gelen İslam Devletleri bu dönemden bazı dersler alarak kendileri de uygulamışlardır. Müslümanlar arasında kardeşlik hukuku, Medine’de yaşayan Yahudilerle yapılan anlaşma ile bir nevi uluslararası hukuk aynı zamanda savaş hukukunun da temelleri bu dönemde atılır. Bu dönem bir şehir devleti olmasına rağmen bölgedeki kardeş kavgalarına son verdiği gibi tarihi yarımadada kabileler arasında yaşanan savaşlara son vermiş, adeta kast sistemi şeklinde yaşayan Arapları da eşit seviyeye getirmiştir.


SİYASİ KAVGALAR

Hz Peygamber’in 632 yılında vefat etmesinden sonra ilk sıkıntılar yaşanmaya başlamıştır. Medine ahalisinin Hilafeti istemesi Müslümanlar arasında sıkıntıya yol açmış ardından Hazret-i Ömer’in, Hazret-i Ebu Bekir’i aday göstermesi ve toplumun da Hazret-i Ebu Bekir’e sevgisi ve onun Peygamberin hastalığında yerine bakması Müslümanlar arasında ki yaşanacak kavgayı ertelemiştir. Hz. Ebubekir 2 yıl, Ömer bin Hattap 10 yıl, Osman bin Haffan 12 yıl, Ali bin Ebu Talib 5 yıl halife olarak görev yapar. Bu dönemde İslam Devleti toprakları batıda Trablusgarp doğuda Horasan ve kuzeyde Kafkasya kadar genişletilmiştir. İslamiyet iyice yaygınlaşır. Asya ve Afrika’daki çeşitli kavimler İslam’ı benimser. Topraklar büyüdükçe yeni kural ve kaidelere ihtiyaç duyulur. Bugün şerri hüküm dediğimiz birçok uygulamaların temeli bu dönemde atılır. Hilafet makamı dini ve siyasi özelliğini bu dönemde birlikte yürütür.


SİYASET HİLAFETİN ÖNÜNE GEÇİYOR

Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesiyle birlikte ertelenen siyasal güç kapma yarışı ve Arapların genlerinde bulunan kavmiyetçilik Hazret-i Osman’ın iktidarında yeniden gündeme gelir. Önce Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve ardından Hz. Ali’nin iktidarında yaşanan olaylar Halifelik makamını tamamen dini liderlikten çıkarır ve siyasal güç kapma yarışına sokar. Öyle ki aradan geçen binlerce yıla rağmen hala İslam dünyası bu siyasi kavganın ve bölünmenin sıkıntısını yaşamaktadır. Kamel ve Kerbela hadiselerinden sonra Halifeliğe artık dini makam demek mümkün değildir. Çünkü Emevilerle birlikte dünyanın bilinen en faşizan yönetimi iktidara geldiği gibi başta Hazret-i Peygamber’in torunları olmak üzere çok sayıda Müslüman kılıçtan geçirilmiştir. Yine Halifelik siyasete alet edilmiş ve Emevi Camilerinde Ehli Beyt’e[1] hakaretler edildiği birçok kaynakta geçmektedir. Hoş görü dini olan İslam’ın temsilcilerinin bunu İslam adına yaptıklarını söylemesi de “Dinin siyasete alet edilmesinin ilk ve en acı örneği olarak tarihteki yerini almaktadır. Halifelik artık dini bir makam değil gücün ve siyasetin aracı olarak kullanılmıştır.


TÜRKLER VE HALİFELİK

Emeviler döneminden sonra güç kimdeyse halife odur mantığı ortaya çıkmıştır. Bazı Emevi ve Abbasi halifelerinin tebaya zulüm ettiği, alkol ve eğlenceye düşkün olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir. Türkler İslami unsurlarla özellikle Abbasiler döneminde iç içe olmuşlar Abbasilerin güçsüz düştüğü dönemde önce Gazneliler ardından da Selçuklular hem İslam’ın hem de Halifenin koruyucusu olmuşlardır. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Bağdat’a geldiğinde kendisini karşılayan Abbasi Halifesine “Sen dünyalık işlere karışma o benim işim. Sen insanların imanını kurtar” diyerek Türk Devlet geleneğinde her zaman olan Din- Devlet ayrımını uygulamıştır. Yani bugün Laiklik olarak bildiğimiz anlayışı ortaya koymuştur. Selçuklunun güçsüz düşmesinden sonra başta Fatimiler olmak üzere halifelik güçlülerin elinde gezmiş durmuştur. Hatta Endülüs Emeviler döneminde biri Mısır’da biri Endülüs’te iki İslam Halifesi bulunmaktadır. Buda Halifeliğin dini bir otoriteden ziyade siyasi bir güç kapma yarışı olduğunu gösterir.


OSMANLI VE HALİFELİK

Tarih kitaplarımızda sürekli karşılaştığımız “Halifelik Mısır’ın Fethi ile Osmanlı’ya Sultan Selim döneminde bir törenle geçmiştir” bilgisi çok da doğru bir bilgi değildir. Yavuzdan önce halife unvanını kullanan Türk hükümdarlar da bulunmaktadır. Osmanlı padişahlarının halifelik unvanı Mısır’ın Fethinden çok sonra sınırları dışında ki Müslümanlar üzerine etki oluşturmak amaçlı ön plana çıkarmıştır. Yavuz Sultan Selim Mısır’ın Fethinden 2,5 asır sonra törenle alındığına dair söylentiler ortaya atılmıştır. Geçmişte hilafet bir hükümranlık ifadesi olarak kullanılmıştır ve meseleye şerri dayanak bulmak için “hakka riayette adaleti yerine getiren ve Şeriatı uygulayan sultanlar kendi ülkelerinde halife sıfatını kullanabilir” şeklinde yorumlar yapılmıştır.

Bu konuyla iki büyük Tarih otoritesinin açıklamaları şöyledir. Porf. Dr. Halil İnalcık;

“ Abbasi halifesi el-Mütevekkil’ İstanbul Ayasofya Caminde resmi bir törenle halifeliğin bütün haklarını Sultan Selim'e devrettiği söylentisinin tarihi bir dayanağı yoktur.”

Prof. Dr. İlber Ortaylı da konuyla ilgili şu açıklamaları yapar;

“ Halifelik Osmanlı Sultan Selim döneminde geçmemiştir. Halifelik papalık gibi ruhani bir kurum değildir. Yaşanan devirde İslam’ın komutanı kim ise Halife odur. Fatih’te halifeydi” şeklinde konuyu özetlemektedir.

Lütfü Paşa’nın konuyla ilgili yazdığı bir risalede Osmanlı Devleti gaza kılıcını elinde tuttuğu için İslam âleminin hamisi olduğu tezi ön plana çıkarır. "I. Süleyman'a kadar olan süreçte halifeliğin önemi çok fazla olmuştur. Fakat I. Süleyman dan sonra hilafet makamına ilgi duyan başka bir Sultan daha olmamıştır. Böylece halifelik unvanı ve hilâfet makamı uzunca bir süre işlevsiz kalmıştır. Çünkü Devlet o dönemin en büyük gücüdür ve Halifeliğin kendine getirecek bir siyasi gücü yoktur."


II. ABDÜLHAMİD’İN KEŞFİ

Osmanlı Devletinin gücünü kaybettiği dönemlerde meseleye İngilizler ve Almanlar el atmış güçsüz Osmanlı üzerinden İslam dünyasını sömürme girişiminde bulunmuşlardır. Çünkü Osmanlı Padişahları her ne kadar Halife olsalar da İslami konularda kararı Şeyhül İslam makamı vermektedir. Halife şerri konularda Şeyhül İslam’ın verdiği kararlara uymaktadır. Eğer Halifelik dini bir makamsa kararı dini konularda neden bir başkası veriyor bunu anlamak mümkün değildir. Bu da hilafet makamının dini değil siyasi bir alan olduğunun başka bir göstergesidir. Neyse konumuzu fazla dağıtmadan gelelim asıl meseleye.

Osmanlı 18. Yüz Yılda yok olmaktan kurtulmak için birçok ideolojiye sarılır. Bunlardan bir tanesi de ümmetçiliktir. 1774 yılında Küçük Kaynarca Anlaşmasında Rusya’nın Osmanlı Topraklarında bulunan Ortodoksların hakkını istemesi ve onların koruyucusu olacağını söylemesi üzerine II. Abdülhamid yüzlerce yıl sonra Halifeliği keşif etmiş ve antlaşmaya “kendisinin İslam halifesi olduğunu ve Rusya topraklarında bulunan Müslümanların ‘da kendisinin koruması altında olduğunu” söyleyerek maddelere ekletmiştir. Böylece ilk defa uluslararası bir antlaşmada Osmanlı Padişahının Müslümanların halifesi olduğu metni geçmiş olmuştur.

 

Aynı Abdülhamid Fethi Okyar’a Halifeliğin sadece adının olduğunu devletin içinde bulunan ulemanın dinen çok cahil olduğunu ve devletin bilimsel olarak gelişmesini engellediklerini söyler. Okyar Sultan’ın kendisine “Bu adamlar çiçek aşısına gerek yok biz dua ederiz” dediğini söyleyip “ah çektikten sonra bunları ülke dışına göndermekten korktum. O kadar cahillerdi ki İslam’a da devlete de büyük zarar vereceklerdi” şeklinde kendisine dert yandığını söyler. Şimdi düşünün Halife yani bugün ki anlayışla dini lider emrinde bulunan ulemaya güç yetiremiyor. Siyasi bir makam olan Halifeliği II. Abdülhamid’ten sonra, Mehmet Reşat Birinci Cihan Harbinde düşmanlara karşı kullanmak istemiş İslam dünyası oralı bile olmadığı gibi Şerif Hüseyin İngilizlerle birlikte olarak İslam Halifesine karşı bayrak açıp savaşmıştır.


Halifeliği kullanan son Padişah Vahdettin olmuştur. Yalnız o yani literatüre göre Hz. Peygamber’in makamında oturan Halife İngiliz, Fransız, İtalyanların isteği doğrultusunda Anadolu’da İslam’ın onurunu kurtarmak isteyen Atatürk ve arkadaşları için kullanmıştır. Ancak halifelik makamını kimse takmamış hatta başta Hindistan ve Kafkasya Müslümanları olmak üzere çok sayıda Müslüman milletler İslam Halifesinin “katli vaciptir dediği” Atatürk ve arkadaşlarına maddi manevi yardımda bulunmuştur. Libya’dan gelen Atatürk’ün yakın dostu Şeyh Sunisi TBMM’de birde konuşma yaparak Milli Mücadeleye destek vermiştir. Buna rağmen Atatürk birçok defalar mücadelenin hilafeti kurtarmak olduğunu ifade etmiştir. Örnek vermek gerekirse;


23 Temmuzda 1919 da Erzurum itilaf Devletlerinin İstanbul’u işgal ettikleri milli onurumuzun, hilâfet ve saltanat makamının, hükümetin haysiyetinin saldırıya uğradığını belirten konuşmanın sonunda şu dua da bulunur.

“ En son duam şudur ki, istekleri gerçekleştiren Büyük Allah, sevdiği Hz. Muhammed hürmetine bu kutsal vatanın sahibi ve savunucusu, kıyamete kadar Hz Muhammed’in dinin en sadık koruyucusu olan necip milletin ile saltanat ve yüce hilafeti korusun ve mukaddesatımızı düşünmekle sorumlu olan heyetimizi başarılı kılsın!”  

TBMM açıldıktan sonra Halife ve Hilafetle ilgili konuşması şöyledir;

 “ İstanbul düşmanın resmen ve fiilen işgali altındadır. Bu gün İstanbul demekle Londra arasında hiçbir fark yoktur. İşte Londra durumunda olan İstanbul da ne yazık ki bütün İslam âleminin taparcasına bağlı olduğu halifemiz ve büyük ecdadımız bize en kıymetli armağanı olan Padişahımız kalmış oluyor.”

Meclis başkanı seçildikten sonra yaptığı meclis konuşmasında:

“ İnşallah âlemin sığınağı padişah efendimiz hazretlerinin sıhhat ve afiyetlerle her türlü yabancı kayıtlardan uzak olarak kutlu tahtlarında sürekli kalmasını Allah’tan tazarru       ( yalvarma) eylerim” der.

 

NÜ RESİM YAPAN HALİFE

Hilafet makamının Türk kurtuluş savaşına karşı düşmanca tutum sergilemesi ve Vahdettin’in İngilizlere hayatının tehlikede olduğu ve sığınma hakkı isteyen telgrafı bardağı taşıran son damla olmuştur. İki başlılık özellikle İngilizlerin işine gelmektedir.  Bu iki başlılığı ortadan kaldırmak için TBMM hükümeti 1 Kasım 1922'de TBMM iki farklı kanunla saltanat ve hilafeti birbirinden ayırarak önce saltanatı kaldırır. Halifeliğe iyi bir ressam olan aynı zamanda Milli Mücadeleye gizliden destek veren Abdülmecid Efendi getirilir. İslam Halifesi olan görevlendirilen Abdülmecid Efendi özellikle NÜ resimleriyle ünlü bir sanatçıdır. Neyse konuyu fazla dağıtmadan artık bitirelim.

Abdülmecid Efendi’nin siyasi otorite olmadan sadece dini lider olması her ne kadar İslam tarihinde bir ilk gibi görünse de yukarda Tuğrul Bey döneminde hatırlattığımız dönemde de siyasi ve dini iktidar farklı kişilerin elindedir ve Halifenin hiçbir siyasi yaptırım gücü yoktur. Yani Selçuklu dönemine kesin dönüş yapılmıştır. Abdülmecid Efendiye halife olmak yetmemiştir. O gösterişli selamlık törenleri yapmaya başlamış, Ankara ile eskisine göre ihtilaflı konulara girmiş, mali sıkıntıları için sürekli ek para istemesi Ankara tarafından hoş artık karşılanmaz. Her ne kadar çift başlılık ortadan kaldırılmak istense de Abdülmecit Efendi’nin tutumları buna müsaade etmez.

Atatürk bu durumu düzeltmek gerektiğini arkadaşlarıyla uzun süre tartışır. Sonun da bu çift başlılığın ortadan kalkması gerektiği, meclisin şahsında Hilafetin de meclise geçmesi gerektiği oy birliği ile kabul edilir. Artık hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin elindedir. 3 Mart 1924’de Hilafetin ilgasına ve Hanedan- ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun TBMM de kabul edilmesi üzerine hilafet kaldırılır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dini ihtiyaçlarına cevap vermek için dini görevleri ile ilgilenmesi için Diyanet İşleri Bakanlığı kurulur. Böylece gerçekte var olan din ve devlet işlerinin farklı uygulaması resmiyet kazanır.


Kaynakça

BUZPINAR Tufan, Osmanlı Hilafeti Meselesi Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt2 say:1 2004, 113-131

AVCI Casim, TDV İslam Ansiklopedisi

ORTAYLI İlber, Hürriyet Gazetesi, Halifelik 2019

BOZKURT Hakan, Osmanlı Sultanının Halifeliği Meselesi, Bir Gün Dergisi, 2019

İNALCIK Halil, Sabah Gazetesi, 2019

Hilafetin Osmanlı' ya Geçişi ve Halifelik Unvanının Osmanlı’da Kullanımına Dair, Malumofuruş Dergisi, 2018

YANARDAR Merdan, Hilafet Osmanlıya Geçti mi ? Abdülhamit Halife miydi? , Tele1 Dergisi

DEDE Muhammed, Devlet-i Aliyye' de Halifelik Sorunu, Millet Blog, 2014

BOYACI Ramazan, Atatürk' ün Hilafetle ilgili Görüşleri

KAŞALI Ali Rıza, Halifelik, Merve Yayınları

AYTEPE Oğuz, Yeni Belgelerin Işığında Halifeliğin Kaldırılması ve Hanedan üyelerinin Yurtdışı Çıkmaları, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, s. 29-30, Mayıs – Kasım 2002

Okyar Fethi, 3 Devir 1 Adam, Tercüman Yayınları, 1980, İstanbul

İbnü’l Esir, İslam Tarihi, El Kamil Fi't Tarih, 2008, İstanbul



[1] Ehli Beyt: Hazret-i Muhammed’in ailesi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.

Post Top Ad

Your Ad Spot