KAHVEYİ İÇİYORUZ, KAHVEHANEYE
GİDİYORUZ PEKİ TARİHİNİ BİLİYOR MUYUZ?
Bugün
sizlerle kahvenin kısaca tarihi ve Türklerde kahvehane kültürü hakkında biraz
sohbet etmek istedim. Sohbetlerin en güzelinin
kahvelerin yudumlanırken yapıldığına
inananlardanım. Kahvemi aldım, sizde kahvelerinizi aldıysanız sohbetimize başlayabiliriz.
Yüzyıllar
boyunca geniş coğrafyalarda bulunan Türkler gerek yabancı seyyah ve yazarların
gerek fetih ve savaşların sayesinde Türk mutfağının zenginliklerini anlatmış ve
dünyanın en zengin mutfağına sahip 3 ülkeden biri olmuştur. Türk mutfağının
zenginlik sebebi yiyecek ve içeceklerimiz in hammaddesinde ki çeşitlilik ve
bolluktan gelmektedir. Bir diğeri ise milletimizin derin bir tarih ve uygarlığa
sahip oluşudur. Türkler birçok millete komşuluk etmiş ve milletlere kültürümüzü tanıma fırsatında
bulunmuştur.
Türk
mutfağımızın bir diğer zenginliği ise Türk kahvesi dir. Aslına bakılırsa kahve
bitkisi Türkiye'de değil Habeşistan’da
yetişmektedir. Kahvenin Türklere gelişi hakkında kaynaklarda pek fazla
bir bilgi bulunmamakla birlikte, tarihçiler tarafından ilk defa 1519 yılında I.
Selim'in Mısır seferinden sonra İstanbul'a geldiği belirtilmektedir.
Kahve
Türklerde yapılışı ve sunumu ile farklılık göstermiştir. Osmanlı döneminde
kahvenin uzun saplı cezvelerde yapılması, sunumu yapılırken yanına su, lokum,
kolonya konulması ve servis edilirken törene benzeyen bir havayla misafirlere
sunulması, kahvenin zenginleştirilmesi Türklere özgü bir şey olduğu için ismi
Türk kahvesi olmuştur. Kahvenin yanında suyun ikram edilmesi misafirin aç veya
tok olduğunu anlamak içindir. Misafir ilk önce suyu içerse karnının aç olduğunu
anlarlar ve hemen çeşitli yemeklerle misafire ikram ederlerdi. Türkler kahveyi
öylesine benimsemişlerdir ki sarayda kahvecibaşı denilen makamlar
oluşturmuşlardır. Türklerin kahveyi bu kadar sahiplenip ve zenginleştirmesi
kahvenin artık “ Türk'ün Kahvesi” olarak anılmasını sağlamıştır.
Şimdi
gelelim Türklerde kahvehane kültürüne. 16.yy'da
Mekke, Kahire ve Şam’da çıkmıştır. Osmanlıya ise 16.yy ortalarında gelmiştir.
İlk olarak 1554-1555 tarihlerinde Halepli Hakem ve Şamlı Şems Tahtakale de bir
Kahvehane açmışlardır. Tarihte ilk kahvehane olarak bilinmektedir. Devlet memurlarının, halkın toplanma yeri
olmuştur. Misafirler artık evde değil kahvehanelerde ağırlanmaya başlanmıştır. Kahve
içme bahanesiyle evrelerinden çıkan adamlar orada oturur dönemin eleştirilerini
yaparlardı. Hal böyle olunca dedikodu da çokça artmaya başlamıştı. Dönemin yöneticisi bu durumdan hiç hoşnut
olmamış ve bu sebeple kahvehaneleri kapatmış kahvehanecileri de idam ettirmişti.
1826 yılında yeni çeri ocağının kaldırılmasıyla birlikte kahvelerde teker teker
yıkılmıştır.
17. Yy da kahvehaneler
tekrardan gündelik hayatta yerini almıştır. Her mahallede yeniçeri yerine
tulumbacılar bulunmaktaydı. Tulumbacılar kahvehaneleri tekrardan açmıştır.
Osmanlı’nın
son dönemlerinde devlet memurlarının, halkın sürekli gittikleri sohbet
ettikleri en ünlü yer Fevziye Kıraathanesi olmuştur.
Şimdi
sizlere ünlü edebiyatçılarımızın sürekli gittikleri edebiyatımıza renk veren yazıların
kaleme alındığı, hangi Edebiyatçımızın hangi kahvehanelere gittiklerini çok kısa sizlere aktarmak istiyorum.
Tanzimat döneminden
sonra artık kahvehaneler edebiyat, sanat yuvası olmuştu. Bu dönemlerde
en ünlü kahvehane Arşap ve Kafe Flyin di . Şinasi, Abdülhak Hamit gibi dönemin ünlü edebiyatçılarının uğrak yeri
olmuştur. 19.yy da İstanbul boydan boya kahvehanelerle dolmuştu. Özellikle
Tophane ve Galata yabancı yazarların dikkatini çekiyordu. Bilim adamlarının,
edebiyatçıların, sanatçıların gittiği bir diğer Kahvehane de Çiçek Kahvehanesidir.
Bu mekana da ünlü edebiyatçılarımızdan Muallim Naci ve Şeyh Basvi gitmekteydi. Kahvehaneler öyle güzel insanlarla dolmuştu ki
, Dar-ül Talim Kahvehanesinde Ahmet
Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü eserinin romandaki
karakterlerinin bir bölümünü buradan esinlenmiştir.
Kahvehaneler
Ramazan aylarında ise başka güzel
olurdu. Okçular başında ki Şerafim Efendi’nin Uzun Kahvehanesi ramazan
ayında şiir edebiyat yuvası olmuştu. Bu dönemde ise sürekli orda bulanan
edebiyatçılarımız Namık Kemal, Hasan Suphi idi. Bu kahvehanenin başka
bir özelliği ise kitap satışının olması ve yazarlara gelen mektupların okunup
cevaplanmasıydı.
1930 yılında
Beyazıt da bulunan Küllük Kahvehanesi
‘nin de ayrı bir anlamı bulunmaktaydı. Adına şiir yazılan, dergi
çıkarılan bir Kahvehaneydi. Yahya Kemal’in kaleminden bir çok
şiir burada yazılmıştır. Faruk Nafiz Çamlıbel, Abdülbolu Gülpınar da bu
kahvehaneyi mesken tutanlardandı.
1940ların
başında Beyazıt’ta ki Ünlü Marmara Kahvehanesi
1959-1974 yıllarında en yoğun zamanlarını yaşamıştır. Sağ sol çatışmalarının
çok fazla olduğu bu dönemde sağcıların uğradığı bir yer olmuştu. Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç gibi
edebiyatçılarımız da burada görünürdü.
Son olarak
bahsedeceğim kahvehane de Yeni Kapı Kemal bey Kahvehanesi dir. Bu
kahvehanenin en sevdiğim özelliği ise bir kitap okuma odasının bulunmuş
olmasıdır. Bu şekilde insanları kitap okumaya teşvik etmiş olmaları Taktire
şayandır. Bu güzel kahvehanede de yeni yeni ünlenen yeşil çam oyuncuları görülmektedir.
Tarihimizde
kahvehanelere geniş baktığımız zaman kaliteli zamanların geçirildiği, kaliteli
insanların bulunduğu, eğitim yuvası, ilim irfan sahibi insanların çokça bulunduğu
bir yer olduğunu görüyoruz. Şimdi ise
bununla ilgisi dahi olmayan kahvehanelerle karşılaşmış bulunmaktayız. 12 Eylül
darbesinden sonra değişen kahvehaneler artık eğitim yuvasından ziyade oyun
yuvası olmuştur.
Bu zamana
kadar kahve kültürümüzü koruyabildiğimiz kadar keşke kahvehane kültürümüzü de koruyabilseydik
Sağlıcakla
Kalın..
Kaynak
SÜREN Tufan
, BULDUK Sıdıka , Türk Mutfak Kültüründe Kahve


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.