OSMANLI DEVLETİ’NİN RUMELİ’NİN
İSKÂNINDA UYGULADIĞI YÖNTEM VE
STRATEJİLER
![]() |
| Dr. Hakan DOĞAN Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi |
Özet
Balkanların Osmanlılar
tarafından fethi, bu coğrafyada yeni ve parlak bir dönemin başlangıcı olmuştur.
Yaklaşık beş yüz yıl süren bu hâkimiyet sürecinde, bölgenin sosyal, ekonomik ve
kültürel yapısı büyük bir gelişme göstermiştir. Osmanlı Devleti, Rumeli’de
hâkimiyet kurduğu bütün bölgelerdeki halklara karşı hoşgörülü davranmış,
onların haklarını yaşadıkları yerlerde korumuştur. “İstimalet” adı verilen bu
uzlaştırıcı politika sayesinde gayr-ı müslim halkın gönlü kazanılmış ve düzenli
bir devlet idaresinin koruyucu güvenliğine kavuşturulmuştur. Osmanlılar
Rumeli’de sistemli bir iskân politikası izlemiş ve uzun yıllar boyunca
Anadolu’dan Balkanlar’a yapılan Müslüman- Türk göçleri sayesinde Rumeli’nin
büyük bir bölümü Türk yurdu haline getirilmiştir. Böylece, buradaki bazı muayyen
bölgeler, yoğun bir göç ve iskân hareketine sahne olmuş, teşkil edilen iskân birimleri
ile boşalmış olan topraklar şenlendirilmiş ve işlenmeye başlamıştır.
İskân, en geniş anlamıyla bir
beşerî yerleşmedir. Mevsimlerin durumuna göre yer değiştiren, yazın yaylalara
çıkan, kışın ise ovalara inen yarı göçebe unsurların bir süre yerleşmeleri;
insanların oturdukları bireysel mekân, çiftlik, köy, kasaba ve şehir, geçici ya
da sürekli, toplu ya da dağınık, küçük veya büyük bütün yerleşmeler iskân kavramını
meydana getirmektedir. Devletlerin teşekkülü ve parçalanması gibi olaylar, genellikle
büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti de
böyle bir olay sonucu tarih sahnesine çıkmıştır.[1]
Anadolu’da, Selçuklu
İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte, bu coğrafyada kurulan beylikler
içerisinde fütuhat alanı olarak kabul edilen Bizans sınırına yakın bir yerde
kurulan ve Anadolu’daki Moğol baskısı nedeniyle Türkmenlerin yoğun bir şekilde
iskânına maruz kalan Osmanlılar, XIV. yüzyılın ikinci yarısından sonra en önemli
faaliyet sahası olarak Balkanlar’ı seçmiştir.[2] Ayrıca, Bizans sınırında
yerleşmiş olmakla diğer Türk beyliklerine nazaran daha üstün bir konuma
gelmişlerdi. Gaza ve fetih açısından çok müsait olan bu durumu iyi kullanan
Osmanlılar, başlangıçta önemsiz gibi görünen bir uç beyliğinden, yaklaşık yüz
yıl içerisinde güçlü bir dünya imparatorluğu kurmakla, tarihte eşine ender
rastlanır büyük bir başarı elde etmişlerdir.
Osmanlıların elde ettiği bu
başarıda Rumeli’de yapılan fetihler ve uygulanan politikalar büyük rol
oynamıştır.[3]
Daha kuruluş yıllarında Osmanlıların Rumeli’deki faaliyetleri ve bu bölgedeki
bir dizi fetihleri, imparatorluğa giden yolda atılan en önemli adımlardır. Zira
Osmanlılar Anadolu’da siyasî bir güç olarak ortaya çıkmasına rağmen, gerçekte
bir Balkan İmparatorluğu olarak doğmuş ve gelişimini bu coğrafyada devam
ettirmiştir.[4]
Bu bağlamda Rumeli, Osmanlıların küçük bir uç beyliğinden cihan imparatorluğuna
giden yoldaki attıkları adımların ilk basamağını oluşturması nedeniyle devlet protokolünde
Anadolu’dan öncelikli olmuş ve “asıl vatan” statüsünü kazanmıştır.
XI. yüzyıl Anadolu’su gibi,
XIV. yüzyıl Balkanları da hem zengin hem de saldırı karşısında savunmasızdı.
Hem Bulgar hem de Sırp bölgelerindeki devlet inşa etme çabaları iflas etmişti;
Bizans’ta iç savaş çıkmıştı, tahtın talipleri birbiriyle çarpışıyordu.
Dolayısıyla esneklik, becerikli politikalar, şans ve elverişli coğrafyanın birleşimi,
Osmanlıların aradan sıyrılıp dünya imparatorluğuna giden yola koyulmasına ve
rakiplerine karşı üstünlük sağlamasına katkıda bulunacaktı.[5]
XIV. yüzyılın Balkan
Yarımadası’nda Osmanlılarınki gibi güçlü ve merkeziyetçi bir devlet bulunmamaktaydı.
Tam tersine bölge, feodal beyler ya da hanedan reisleri arasında taksim edilmiş
devletçiklerden oluşmuş bir yamalı bohçaya benzemekteydi.[6] Sırp
ve Bulgar devletleri eski güçlerini tamamıyla kaybetmişler, parçalanma sürecine
girmişlerdi. Bölgedeki Eflak, Boğdan, Bosna, Hersek, Arnavutluk, Makedonya ve
Erdel gibi küçük prenslikler ve derebeylikler ise birbirleriyle çatışma halindeydiler.
Balkanlarda siyasî bir birlik olmadığı gibi, dinî ve sosyal birliktelik de söz
konusu değildi. İnanç ayrılıkları, çatışma ve savaşlar yüzünden bölgeye tam bir
kargaşa ortamı hâkim olmuştu.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu
ve imparatorluğa geçiş aşamasında Balkanlar coğrafyasında Osmanlı ilerleyişini
durduracak güçlü bir siyasî yapının bulunmayışı, bunun yanı sıra Bizans
İmparatorluğu’nun XI. yüzyıldan başlayarak çöküş sürecine girmesi ve 1204
yılındaki IV. Haçlı Seferi’nin ardından da toprakları dâhilinde feodal Latin
devletlerinin kurulması, Osmanlı yayılmasını kolaylaştıran başlıca etkenlerdi.[7] Diğer taraftan Bizans’ın
yıkılmasına kadar geçen sürede imparatorluk içerisindeki kilise kavgaları, taht
mücadeleleri, isyanlar ve İtalyan devletlerinin hem birbirleriyle hem de Bizans
ile devam ettirdikleri savaşların yanında, Batı’nın egoist davranışları
neticesinde Bizans her açıdan büyük bir yıkıma uğramıştı.
İç savaşlar sonucunda gücünü
iyice yitiren Bizans’ın karşısına bu sefer de genç ve dinamik bir Osmanlı
Devleti çıkıyordu. Bundan sonra Bizans’ta ve Balkanlar’da meydana gelecek
olayların başlıca âmili Osmanlılar olacaktı. Ayrıca Balkan ülkelerinin zayıf ve
Batı Hıristiyan dünyasının birlikten yoksun olması Osmanlılara büyük bir avantaj
sağlamıştı. Bu durumu iyi değerlendiren Osmanlılar 1354’te Rumeli’ye geçerek hızla
ilerliyor, daha başlangıçta Bizans’ın iç işlerine karışıyor ve Balkanlardaki devletlerin
zafiyetlerini görerek gelecekte düşündükleri fetihler için gerekli bilgileri kolayca
ve fazlasıyla elde ediyorlardı.[8]
Bizans’ta tam anlamıyla siyasî
bir kargaşa hüküm sürmekteydi. Bunun yanı sıra Doğu Trakya’da (Gelibolu’da)
meydana gelen şiddetli deprem surların yıkılmasına ve buraların harap olmasına
yol açtı. Halkın bir kısmı hayatını kaybetti, bir kısmı da soğuk ve kıtlık
yüzünden buradan kaçtı. Bu gibi sebeplerden dolayı Osmanlılar, artık savunmasız
ve boş kalan bölgeyi kolaylıkla elde ettiler.[9] Bu durumun neticesi olarak
Osmanlı padişahları ve ümerası, Rumeli’de fethettikleri yerleri yalnız işgalle
ve oralara askerî kuvvet göndermekle kalmayacaklar, bu bölgeleri tam anlamıyla
Türkleştirmek için teşkilatıyla da meşgul olacaklardı.[10]
Osmanlı Devleti, yayılma
döneminde Selçukluların uygulamasını devam ettirerek fethettiği bölgelerdeki
hâkimiyetini pekiştirecek bir iskân politikası izlemiştir.[11] Rumeli’deki yerleşme
Anadolu’dakinden farklı olup, Osmanlı Devleti’nin iskân politikasına uygun
olarak gelişmiştir. Bu politikada, Ortaçağda yaygın olan bir görüşün büyük
etkisi vardır. Bu doğrultuda devlet, fethettiği bölgelere Anadolu’dan nüfus
getirip yerleştirmiş, burada yaşayan halkı da kolayca denetim altında tutabilmek
için başka yerlere nakletmiştir. Fethedilen topraklarda ayaklanma ihtimali
yüksek görünen kitlelere karşı dikkatli olunmuş, bunlar Türk nüfusun yoğunlukta
olduğu yerlere nakledilip iskân edilmiştir. Osmanlı Devleti, Rumeli’nin iskânı
hususunda çok hassas davranmış ve iskân politikasını büyük bir özenle
uygulamıştır. Özellikle Anadolu’da konar-göçer olarak yaşayan kitlelere iskân konusunda
öncelik verilmiştir.[12] Çünkü Anadolu’nun en
aktif unsurunu meydana getiren, ancak devlet kavramına yabancı olan, aşiret düzeni
dışında hiçbir toplumsal düzen tanımayan, köylüye ve şehirliye karşı
disiplinsiz hareketlerde bulunan bu unsurlar, idarî otorite boşluğu olduğu zamanlarda
bir kargaşa ve anarşi unsuru oluyor; korumasız köylere ve şehirlere, tüccar kafilelerine
hücum, yağma ve tahripte bulunuyorlardı.[13] Bu sebeplerden dolayı
devlet, merkezî otoriteyi sağlamlaştırmak, sosyal düzeni sağlamak ve sağlıklı
bir biçimde gelir kaynaklarına ulaşmak açısından, konar-göçer grupların
iskânına özel bir önem vermiştir. Bu doğrultuda Osmanlılar, konar-göçerleri
geçici askerlik hizmetleri, devlet için ok ve yay imal etme, deniz kıyılarında
oturanları donanmaya malzeme hazırlama gibi görevlerde kullanmak suretiyle
vergilerden muaf tutma yoluna gitmiştir. Bu tedbirler neticesinde konar-göçer
unsurlar başıboş bırakılmamış ve siyasî otoritenin kontrolü altında tutulmaya
çalışılmıştır.[14]
Rumeli fatihi Süleyman Paşa[15] bu coğrafyada kalıcı
olabilmek için babası Orhan Gazi’den buralarda iskân edilmek üzere Anadolu’dan
Müslüman Türk halkının nakledilmesini ve bunun yanında, fetihlerin devamı için
de sürekli takviye kuvvet gönderilmesini istemişti. Bu arada, bölgeye gelecek
halkı yerleştirmek üzere de kardeşi Murad Bey (I. Murad) ile hazırlıklara
başlamıştı. Bu amaçla, Anadolu’da yeni fethedilen Karesi bölgesinden
konar-göçer Türkmen halkı hızlı bir şekilde göçe tabi tutularak Rumeli’ye
yerleştirilmeye başlandı.[16] Bölgede Osmanlıların
ilerleyişi hız kazandıkça, arkada kalan bölgelerde yoğun nüfusa sahip şehirler
yükselmeye, kasabalar ve köyler oluşmaya, ıssız, harap ve işlenmemiş topraklar
şenlenmeye başladı. Zira bu gelişmeler Osmanlı askerî ve mâlî idaresi için bir
gereklilik arz ediyordu. Çünkü timar sistemi her şeyden önce üretim yapabilecek
insan gücüne bağlı bir özellik gösteriyordu. Bu da verimli Rumeli topraklarında
insan gücü açığını kapatmak için göçleri teşvik ediyordu.[17] Bu göç hareketleri ise âdeta
fetihleri zorlamaktaydı.[18]
Rumeli’de iskân edilen bu ilk
grup, bir müddet Gelibolu’da kaldıktan sonra, Hayrabolu civarına geçerek gazâ
ve fütuhat hareketlerini devam ettirmişlerdir. Bu iskânlar neticesinde
Rumeli’de bir Türk nüfus yoğunluğu meydana geliyordu.[19] Osmanlı Devleti’nin bu
iskân faaliyetleri tarihî kayıtlara şu şekilde yansımıştır:
“
..Anadolu vilâyetlerinde hayli cerrara icâzet oldı, seyl-vâr akdılar gitdiler; Türkler
terekelerin terk idüp akıncılığa gönül berkidüp evlerin barkların bırakdılar gitdiler;
öküzlerin, danaların satup yat ü yarak, at ve don tahsil eylediler. Karesi nahiyesinde
göçer-konar hayli arab evleri var idi. Anlara âstân ı âsmân- nişandan fermân-ı
vâcibü’l- îz’ân var idi, göçdiler, Rum-ili nahiyesine göçdiler ve ol kenarlarda
olunan hisarlar civârında yerleşdiler. Vilâyet-i mezbûrede (Rumeli’de) esâs-ı
ikâmet-i kurup ol ma’mûrenin etrâf-ü eknâfı anlarınla dolup ba’zı âlât-ı
hırâset-i ve mühimmat-ı zirâ’ati görüp çift düzenin kurup ekine biçine meşgul
olup, bazı akına üşdiler..”[20]
Süleyman Paşa’nın 1357 yılında
vefatından hemen sonra da Rumeli’ye göçler devam etmiş ve bu sayede Rumeli’deki
uc güçlenmiştir. Orhan Bey’in, oğlu Süleyman Paşa adına yaptırdığı imârete ait
1360 tarihli vakfiyede, bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğe
tesadüf edilmektedir. Bu göç hareketleri Yunan kaynakları tarafından da
doğrulanmaktadır.[21] Böylece yeni fethedilen
harap memleketler şenlendirilerek askerî sevkıyatı ve erzak tedarikini
kolaylaştıracak biçimde yollar boyunca köyler ve kasabalar tesis edilmekte,
bunun neticesinde de siyasal ve askerî emniyet de güvence altına alınmaktaydı.
Anadolu’dan yeni gelen ailelere yurtluk, toprak, timar ve imtiyazlar verilerek
kolonizasyon teşvik edilmekteydi.
Rumeli’de Osmanlı yerleşmesi
sistemli bir şekilde yürütülmüştür. Osmanlı fetihleri, uc bölgesinde
yoğunlaşmış olan Anadolu halkı için yeni gaza ve yerleşme sahaları açmakta idi.
Gazânın liderliği Osmanlılara geçince, Anadolu’nun savaşçı unsurları gittikçe
artan bir sayıda Rumeli uc’larına intikal edip, Hacı İlbey ve Evranos Gazi gibi
hareket serbestîsi olan kumandanların idaresi altında bu kuvvetler devamlı taarruz
ve ilerleme halinde yeni hatlara yerleştiler. Osmanlı fetihleri yalnız kılıçla
değil, istimâlet [22] adı verilen uzlaştırıcı
bir politika sonucunda gerçekleşmekteydi. Bu doğrultuda Osmanlı idaresi, yoğun
bir propaganda yaparak İslam şeriat hükümleri çerçevesinde, gayr-ı müslim
unsurlara can ve mal güvenliği ile dinlerinde serbestlik tanıyor, özellikle
köylüleri feodal yapının angaryalarından kurtarıyorlardı. Böylece Hıristiyan
ahali, düzenli bir devlet idaresinin koruyucu güvenliğine kavuşmakta idi. Bu uygulamanın
sonucu olarak köyler, kasabalar ve şehirler kendiliklerinden Osmanlı hâkimiyetini
kolayca tanımakta idi.[23]
Osmanlıların Rumeli’deki bu
faaliyetlerinden anlaşılacağı üzere, henüz yeni kurulmakta olan imparatorluğun
bu bölgede hızlı bir şekilde yayılmasının temelinde sadece gerçekleştirdiği
fetihler ve devletlerarasındaki anlaşmazlıklardan yararlanması yatmamaktadır.
Bu sebeplerin yanında yukarıda bahsettiğimiz istimâlet politikası ve diğer
manevî sebeplerin de büyük tesiri vardır. Ancak bu sayede Osmanlılar Rumeli’de idaresi
altına aldıkları geniş ülkeleri bir avuç kuvvetle ellerinde tutmuşlar ve yine
bu sayede Timur felaketi neticesinde Anadolu’da parçalandığı halde, Rumeli’de
dimdik ayakta kalmışlardır.[24] II. Murad ve Fatih Sultan
Mehmed devirlerine ait timar ve tahrir defterlerine göre, Balkanlarda Osmanlı
yayılışının tamamıyla muhafazakâr bir karakter taşıdığı, âni bir fetih ve
yerleşmenin söz konusu olmadığı, eski Rum, Sırp ve Arnavut asil sınıfları ve
askerî zümrelerinin yerinde bırakılarak önemli bir kısmının Hıristiyan timar-erleri
olarak Osmanlı timar kadrosuna sokulduğu, XV. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
hiçbir şekilde bir İslamlaştırma politikası takip etmediği görülmektedir.[25]
Osmanlı Devleti’nin Balkanlar
coğrafyasında yayılmasında başka faktörler de bulunmaktadır. Osmanlılar,
köylülerin yanı sıra eski Sırp, Rum, Arnavut ve Bulgar feodal beylerini devlet
hizmetine alarak onları kazanma yoluna gitmiş, onlara karşılıklı itimada
dayanan vazifeler vermiştir. Voynuk, Martolas, Eflak vs. gibi geri hizmet kurumları
içerisinde, hatta yukarıda da belirttiğimiz üzere timar sistemi içinde yer almışlar,
vergi muafiyeti elde etmişlerdir.[26] Osmanlıların önce
Anadolu’da, daha sonra Balkanlar’da daimi bir hâkimiyet tesis etmelerinde bir
takım faktörler etkili olmuştu.
Osmanlı gücünün Balkanlar’a
ilk geldiğinde yarımadada, senyörler veya hanedan reisleri arasında bölünmüş
devletçiklerden oluşan feodal bir yapı söz konusuydu. Osmanlılar işte bu yerel
yöneticiler arasındaki rekabetten faydalanarak, önce onların müttefiki, sonra
da hâmîsi olarak bölgede kendi denetimlerini kurmuşlardır. Bunda ayrıca
Balkanlar’da hüküm süren toplumsal koşullarda etkili olmuştur. Küçük feodal senyörler
ayakta kalabilmek için, toprak ile köylüler üzerindeki kontrol ve sömürülerini pekiştiriyor,
onlara daha ağır vergiler ve emek yükümlülüklerini dikte ediyorlardı. Buna karşın
Osmanlılar bu bölgede güçlü ve merkeziyetçi bir yapı kurmuşlardı. Sözünü ettiğimiz
feodal beylerin tersine, bölge halklarına daha hafif vergi yükümlülükleri getirmişler,
ibadetlerini özgürce yapabildikleri ve can-mal güvenliğine sahip oldukları bir
ortam hazırlamışlardır. Osmanlıların tesis ettikleri ve adına Pax Ottomana
(Osmanlı Barışı) denilen bu sistem yerli halk tarafından kolayca benimsendi.
Öyle ki, “Türk sarığı, kardinal külahından yeğdir” sözü de bunu doğrular bir
nitelik taşımaktadır.[27]
Osmanlılar, imparatorluğun
gelirlerini arttırmak ve reâyadan en iyi verimi almak amacıyla Balkanlarda
uyguladığı tehcir ve iskân politikasının yanı sıra, başka uygulamaları da
faaliyet sahasına koymuşlardır.[28] Bu uygulamalardan ilki,
Ömer Lütfi Barkan’ın belirttiği üzere; yeni fethedilen harap bir memleketi
şenlendirmek, askerî sevkıyâtı ve erzak tedârikini kolaylaştıracak şekilde
yollar boyunca köyler ve kasabalar kurarak nakliyât ve sevkıyâtı teşkilâtlandırmak
ve nihayet yabancı bir memlekette diğer düşman unsurlar arasına yerleştirilecek
Türk ve Müslüman muhacirler ile siyâsî ve askerî emniyeti sağlamak gibi
gayeleri gerçekleştirmek için imparatorluğun sıkça müracaat ettiği “sürgün”
usulüdür. Bu uygulamanın temelinde, imparatorluğun tebaası üzerinde istediği
gibi tasarruf etmek ve onları kendi çiftliğinin demirbaş insan malzemesi olarak
kullanmak salahiyetini kendisinde görmesi yatmaktadır. İmparatorluğun, halkı
mecburî göçe zorlayarak yeni fethedilmiş bölgelerde istediği gibi yerleştirmek
hususunda kendisini hür görmesi gâyet doğal kabul edilmekteydi. Zira bu gibi
tedbirlerin imparatorluğun hayatında devamlı neticeler verecek olan büyük çapta
iskân ve kolonizasyon hareketlerine yol açtığı görülmektedir. Bunun en güzel
örnekleri Rumeli’nin iskânı için yapılan sürgünlerde görülmektedir.[29] Sürgün usulüyle imparatorluk,
problem çıkaran ya da çıkarması muhtemel olan başıbozuk göçebeler ya da bir
köyün hatta bir şehrin isyancı nüfusunu imparatorluğun uzak bir köşesine nakletme
yoluna gitmiştir. İnalcık, sürgün uygulamasıyla ilgili olarak kroniklerde
birçok kayıtın bulunduğunu, sonraki dönemlerin belgelerinin ise bu sürgün
geleneğini teyit ettiğini belirtmektedir.[30]
Osmanlı kroniklerinde yer alan
bilgilere göre, Osmanlılar Rumeli’ye geçip bölgede fetihlere başladıkları andan
itibaren, bu fetihlerin zorunlu bir neticesi olarak, buralara Anadolu’dan
insanlar getirip yerleştirmeye başlamışlardır. Sürgün uygulaması ilk dönem
kroniklerinde şöyle anlatılmaktadır: “Bu
tarafda atası Orhan Gâzi’ye göndürdü kim: “Devletlü hanumun himmetinde ve Hak
Ta’âlâ’nun inâyetinde ve Muhammed mu’cizâtında Rumili feth olunmaklıgına sebeb
olındı. Küffârun gâyet zebûnlugı vardur. İmdi şöyle ma’lum olına kim
hazretünüze bu tarafda feth olınan hisârlara komag-içun ve vilâyetlerine ma’mûr
olmaga ehl-i İslam’dan hayli adam gerek. Bu feth olınan hisârlara koyavuz ve
dahi yarar gâzi yoldaşlardan dahi göndersüz” didi. Orhan Gâzi bu habarı
işidicek gayet ferah oldı. Bu Karasi vilâyetine hayli göçer ‘Arab evleri
gelmişler-idi. Hemân-dem buyurdı; anları sürüp Rumili’ne geçürdiler. Bir zaman
Gelibolı nevâhisinde sâkin oldılar… Ammâ yevmen be yevmen bu tarafda Karasi
vilâyetinün halkı dahı gelür oldılar ve gelenleri yurt tutup gazâya meşgûl
oldılar. Elhâsılı kelâm ehl-i İslam hayli arkalandı ve kuvvet tutdı Hak Ta’âlâ
inâyetinde.”[31]
XV.
yüzyıl kroniklerinden Mehmed Neşrî’nin tarihinde ise Osmanlıların Rumeli’deki
iskân faaliyetleri şu şekilde nakledilmektedir: “Çünki Süleyman Paşa Rum-İli’ne
geçti, evvel atası Orhan Gazi’ye haber gönderdi kim “devletlû sultanımın
himmetiyle Rum-İli’ni feth itmeğe sebeb olındı. Küffârûn gâyetde zebunluğı
vardur” didi. “Ve bu tarafda feth olan hisarlarda komağa çok âdem gerek. Lûtf
idüb yarar yoldaş gönderesiz” didi. Orhan Gazi dahi bu sözi işidüb ferahnâk
oldı. Karasi vilâyetinde göçer ‘arab olurdı. Göçer evlerle gelmişlerdi. Anda
olurlardı. Anları Orhan Gazi sürüb, Rum-İli’ne geçürdi. Bir zaman Gelibolu nevâhisinde
sâkin oldılar… Ve bu tarafdan Karasi vilâyetinün halkı dahi gelür oldılar ve
gelenler yurd tutub gazâya meşgul oldılar. Ve bi’l- cümle ehl-i İslam Hak Teâlâ
‘inâyetiyle şevket tutub, her ne tarafa ikdam iderlerse, küffâr önlerine
turamaz oldı..[32]
Yine XV. yüzyıl kroniklerinden
olan Oruç Beğ Tarihi’nde de, Rumeli’de ilk fetihleri yapmak üzere babası Orhan
Bey tarafından görevlendirilen Süleyman Paşa’nın, sadece fethedilen kalelere
değil, vaktiyle Karesi vilayetine diğer göçebe unsurlarla birlikte gelmiş olan
göçebe Arapların da Gelibolu’ya iskân edilmek üzere sürgüne tâbi tutulduklarına
ve böylece Rumeli’ye göç edenlerin sayısının artmaya başladığına işaret etmektedir.
“Çün hal böyle oldu. Ayancık’tan âdemler geldiler gemilerle geçtiler. Rumeli
tekbir avâzile doldu.”[33] Osmanlıların Rumeli’deki
faaliyetlerine dair orijinal bilgiler yer alan XVI. yüzyıl Osmanlı
kaynaklarından Hadîdî’nin eserinde ise, bu hususta şu manzum kayıtlar yer
almaktadır:
“…Bir
iki gün içinde daşınub er
İki
binden ziyâde geçdi leşger
“…On
oğlan gönderür mahbûb u dil-keş
Dahı
on nâzenin zîbâ karavaş
Elinde
kiminün sîmin sürâhı
Kiminün
zer zırıh dürlü silâhı
İşâret
oldı kâsıd bindi göçdi
Gemiye
girdi vü deryâyı geçdi
“…Hem
alduk Rûm-eli’nün üç hisârın
Tekür-tağı,
Gelibolı diyârın
Gazâ
içün bize leşger gerekdür
Hisârun
hıfzı içün er gerekdür…”[34] Bahsettiğimiz bu
kaynaklardan başka, dönemin diğer kaynaklarında da benzer bilgilere tesadüf
edilmektedir.[35]
Rumeli’de iskân edilecek
nüfusta da bazı özellikler aranmaktaydı. Buna göre iskân edilecek aileler
köylü, sanatkâr gibi toplumun her kesiminden seçilecekti. Ayrıca yeni
fethedilen bölgeye gönderilecek olanlar içerisinde yetersiz miktarda veya
verimsiz toprağı olan köylüler, fakir fukara, işsiz güçsüz ve başıbozuk
serserilere öncelik verilecekti.[36] Bu sürgün politikasının
en önemli özelliği Rumeli bölgesinde iskâna tâbi tutulan kimselerin geldikleri
yerlerde ayrı ayrı yerleşim birimleri oluşturmalarıdır. Müslüman Türkler,
Hıristiyan köylere yerleştirilmedikleri gibi şehirlerde dahi ayrı mahalleler
kurmuşlardır. Bunun neticesinde de Hıristiyan nüfus ile Müslüman nüfusun bir
arada olması engellenmiştir. Örneğin; Filibe, Sofya, Eski Zağra ve Tatar
Pazarı’nda Türk ve gayri müslim mahalleler ayrı ayrıydı. Yani Türk mahallelerin
hiçbirinde gayri müslim nüfus bulunmamaktaydı. Buna karşın gayri müslim
mahallelerinde de hiçbir Türk nüfusa tesadüf edilmemekteydi. Bu husus
Rumeli’de, Osmanlı idaresinde bulunan gayr-ı müslim unsurun hiçbir surette
İslamlaştırma gibi bir politikaya tâbî tutulmadıklarına bir delil teşkil
etmektedir.[37]
Barkan, Osmanlıların
Rumeli’deki faaliyetlerine ne denli önem verdiğini ve bu hususta ne kadar
dikkatli hareket ettiklerini şöyle izah etmektedir: “Türklerin ilk zamanlarda
fethettikleri memleketlerde yerleşip kalmak ve bu maksatla ellerinde mevcut olması
lâzım gelen bol insan malzemesiyle oraları iskân ederek Türkleştirmek arzuları
o kadar kuvvetli ve işgal edilen memleketlerin mukadderâtını kat’î olarak tayin
bakımından o kadar tehlikeli ve müessir bir teşebbüs idi ki, münâsebette
bulundukları komşu memleketlerle akdettikleri muahedelerde bazen muhacir
yerleştirmek veya yerleştirmemek kayıtları ehemmiyetli bir bahis mevzuu teşkil
etmiş bulunuyordu”. Barkan, bu duruma örnek olarak da I. Bayezid ile Bizans
İmparatoru Manuel arasında geçen bir pazarlığı vermektedir. Buna göre; Yıldırım
Bayezid’in İstanbul’u kuşatma tehdidi karşısında İmparator Manuel’in, Sirkeci
tarafında Müslümanlara mahsus bir mahalle tesis edilmesine ve şehir dâhilinde
Müslüman göçmenler için yedi yüz ev verilmesine razı olduğu kaydedilmektedir[38]
Osmanlıların Rumeli’nin
iskânında uyguladığı yöntemlerden bir diğeri de, Balkanlardaki Müslüman-Türk
tarikat şeyhleri ve dervişlerin propaganda faaliyetleridir. Bu kişiler,
Balkanlar’da kurmuş oldukları zaviye ve tekkeler vasıtasıyla bölgenin gayr-ı müslim
halkına etkide bulunuyorlar ve âdeta Osmanlı ordusunun gelip bölgeyi fethetmesinden
önce, bir bakıma psikolojik olarak fethe hazır hale getiriyorlardı.[39]
Farklı tarikatların önderleri,
İslam şövalye ve liderleri olarak da adlandırılan bu dervişler içinde özellikle
Âşık Paşazâde tarihinde Gaziyân-ı Rum, diğer tarihlerde Alpler (kahraman
manasına) veya Alp Erenler nâmıyla geçen ve daha İslamiyet’ten önce bütün Türk
dünyasında var olan eski ve geniş bir teşkilata mensup Türk şövalyeleri
mevcuttu.[40]
Bu Türk şövalyelerinden birisi de, efsanevî bir şahsiyet olan “Sarı Saltuk[41]”tur. Onun Rumeli’de
gerçekleştirdiği faaliyetler, bölgenin Osmanlı fetihlerinden çok önceleri
İslam’la tanıştıklarını ortaya koymaktadır.[42] Sarı Saltuk’un idaresi
altındaki Türkler, başta adını bu kişiden alan Babadağı olmak üzere Dobruca’da
birçok yerleşim merkezi tesis etmişlerdir.[43] Anadolu’dan bu bölgeye
göç edenlerin yaklaşık on on iki bin hane civarında ve Oğuzların Çepni boyuna
mensup olduğu tahmin edilmektedir. Ancak bu hususta kaynaklarda herhangi bir
ayrıntıya tesadüf edilememektedir.[44] Sarı Saltuk ve
mâiyetindeki gazilerin Rumeli’ye geçişleri, Kemal Paşazâde’nin “Tevârih-i Âl-i
Osman” adlı eserinin, Osmanlıların Rumeli topraklarında ilerleyişi açısından
bir dönüm noktası olan Mohaç Seferi (1526) ni anlatan kısmında şu şekilde nakledilmektedir:
“… Ol
uçda bazar-ı kar- zar tagılub savaş kumaşına revac kalmayub, meta-ı cihad kesad
bulıcak, cevahir-i zevahir-i ganayim ü sevayime ragıb olub, sevâb-ı cemîl ü
ecr-i cezîl-i cihâda tâlib olanlar deryây-ı gazâya tâlib Sinob’dan, Samsun’dan
gemilerle Rumili cânibine geçdiler Dobruca Kırı didikleri yerde sahib-i serîr-i
velayet, tâc-dâr-ı iklim-i kerâmet Saru Saltuk Sultanın ki havârik-i âdât-ı
kâhire ve bevârik-i kerâmet-i bahireyle zâhir olan emîr- sûret, fakir- sîret
azizlerdendi…”[45]
Barkan, bu kolonizatör Türk
dervişlerinin Rumeli’nin Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında olan katkılarını
şöyle ifade etmektedir: “Fütuhatı
başarmak için Osmanlı ordularına yalnız teşkilatlı ve imanlı muharib temin
etmekle kalmayıp, bu misyoner dervişlerin dinî ve sosyal fikirler propagandası
ile de, halk kütleleri arasında çok faal bir maya gibi faaliyete geçerek, o
memleketlerin sosyal bünyesinde ve siyasî kuruluşunda büyük yenilikler yapmak
için müsait kaynaşmayı yaratmakta, temsil ve fütuhat işlerini kolaylaştırmakta
âmil oldukları da muhakkaktır.”[46]
Cengiz Orhonlu da imparatorluğun fethettiği bölgelerin esas fatihi olarak,
buralara yerleşerek yaptıkları propaganda ve diğer faaliyetleri ile yöre
halkını etkileyen dervişlere dikkat çekmektedir.[47]
Osmanlıların Rumeli’deki
faaliyetlerinde uygulama sahasına koydukları bir başka uygulama ise,
imparatorluğun umumî hayatında bir iskân ve imar metodu olan vakıflardır.
Osmanlılar bu doğrultuda, Rumeli’de fethettikleri bölgelerde iskân ve imar için
idarî-malî müstakil birer müessese mahiyetinde olan birtakım arazi vakıfları
tesis etmişlerdir. Fethedilen yerlerde kurulan bu arazi vakıfları sayesinde o
bölgenin arazi sayım ve döküm istatistikleri yapılıyordu. Böylece, imar ve
iskân işleri sistemli bir şekilde yürütülerek bölge toprakları denetim altında
tutuluyordu.[48]
Rumeli’nin iskânıyla ilgili
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yüzlerce kayıt sûreti bulunmaktadır. Bu belgeler
XIV. ve XV. yüzyıllar boyunca, Türklerin kendi istekleriyle ya da Osmanlı
ricâlinin baskısıyla, bireysel veya toplu halde Rumeli’ye geçerek çeşitli
bölgelere yerleştiklerini ortaya koymaktadır. Bu hususta, konuyla ilgili çalışmalarda
bulunan M. Münir Aktepe, XV. yüzyıla ait bir kayıt sûretini örnek olarak vermektedir:
“Timar.
Umur Hoca, Hatib ve Pir Ali Engürülü, sürülüb gelmiş, merhum Sultan [Çelebi
Mehmed] zamanında Mehmed ve Toros ve Süleyman yirmiş, sonra Nusret’e ve mezkûr
Pir Ali’ye vermişler… Karye-i Sıkrati nahiye-i Edirne…”[49]
Osmanlıların uyguladığı bu
politikalar, Rumeli’deki fetihlerin geçici bir macera ve çapulcu hareketi
değil, aksine kesin bir yerleşme ve yurt tutma amacını taşıdığının en önemli
göstergesidir. Bu faaliyetler neticesinde bölgedeki bazı muayyen bölgeler, yoğun
bir göç ve iskân hareketine sahne olmuş, tesis edilen yerleşim birimleri ile boşalmış
olan topraklar şenlendirilmiş ve işlenmeye başlanmıştır. Bu coğrafyada iskân edilen
Türkler, zaman içerisinde buralarda han, hamam, köprü, medrese, zaviye, imaret,
tekke, cami ve mescit gibi Türk-İslam eserleri vücuda getirmişler ve böylece Balkanlar’ı
bir Türk yurdu haline getirmişlerdir.[50] XIV. yüzyılın ikinci
yarısında Rumeli’ye yerleşmeye başlayan Osmanlı Devleti, XX. yüzyılın başlarına
kadar bu coğrafyada en etkin siyasî güç olarak varlığını devam ettirmiştir.
Günümüzde de, bu topraklar üzerinde bulunan Bulgaristan, Yunanistan,
Arnavutluk, Bosna Hersek, Makedonya gibi devletlerin bünyesinde birçok Türk
vatandaşı varlıklarını devam ettirmektedirler.
KAYNAKÇA
AKTEPE
M. Münir, “XIV. ve XV. Asırlarda Rumeli’nin
Türkler Tarafından İskânına
Dâir”, Türkiyât Mecmuası,
c. X, İstanbul, 1953.
Âşık
Paşazâde, Osmanoğulları’nın Tarihi, (Haz; Kemal Yavuz- M. A. Yekta Saraç),
Koç
Kültür Sanat Tanıtım A.Ş., İstanbul, 2003.
BARKAN
Ömer Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir
İskân ve Kolonizasyon Metodu
Olarak Sürgünler”,
İÜ İFM, XIII/1–4, İstanbul, 1953.
BARKAN
Ömer Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir
İskân ve Kolonizasyon Metodu
Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstilâ Devirlerinin
Kolonizatör Türk Dervişleri ve
Zaviyeler”, VD,
II, Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı,
Ankara, 1942.
BARKAN
Ömer Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir
İskân ve Kolonizasyon Metodu
Olarak Vakıflar ve Temlikler-II, Vakıfların Bir İskân
ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Kullanılmasında Diğer Şekiller”, VD,
II, Ankara, 1942.
BAŞTAV
Şerif, “ Osmanlı İmparatorluğu’nun
Kuruluşunda Bizans ve Avrupa”, XIII.
Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999, c. III, I. Kısım,
TTK
Yay., Ankara, 2002.
BAŞTAV
Şerif, “Osmanlı İmparatorluğu’nun
Yeniden Kuruluşunda Rumeli’nin
Katkısı”, XI. Türk Tarih Kongresi, TTK Yay., Ankara, 1994.
DELİLBAŞI
Melek, “ Balkanlar’da Osmanlı Fetihlerine
Karşı Ortodoks Halkın
Tutumu”, XIII. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999, c.
III,
I. Kısım, TTK Yay., Ankara, 2002.
DOĞRU
Halime, “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de
Fetih ve İskan Siyaseti”, Türkler,
IX,
Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002.
Edirneli
Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, (Haz.Atsız), Tercüman 1001 Temel Eser, 1972.
EMECEN
Feridun, “Gelibolu”, DİA, XIV, İstanbul, 1996.
EMECEN
Feridun, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan
Fetret Dönemine”, Türkler,
IX,
Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002.
Hadîdî,
Tevârih-i Âl-i Osman (1299–1523), (Hazırlayan; Necdet Öztürk), Marmara
Üniv.
Fen-Edebiyat Fakültesi Yay, İstanbul, 1991.
HALAÇOĞLU
Yusuf, XVIII. Yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti
ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, 2. Baskı, TTK Yay., Ankara, 1991.
Hoca
Sadettin Efendi, Tacü’t- Tevârih, (Hazırlayan; İsmet Parmaksızoğlu), c. I, Kültür
Bakanlığı
Yay., Ankara, 1999.
ITZKOWİTZ
Norman, “Algılamalar Sorunu”, İmparatorluk Mirası Balkanlar’da
ve
Ortadoğu’da Osmanlı Damgası (Derleyen; L. Carl Brown), İletişim Yay., İstanbul,
2003.
İbn-i
Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, (Neşreden; Şerafettin Turan), c.II, TTK Yay.,
Ankara,
1983.
İLGÜREL
Mücteba, “İstimâlet”, DİA, XXIII, İstanbul, 2001.
İNALCIK
Halil, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Söğütten İstanbul’a Osmanlı
Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, (Derleyenler; Oktay Özel, Mehmet Öz),
İmge
Yay., Ankara, 2000.
İNALCIK
Halil, “Stefan Duşan’dan Osmanlı
İmperatorluğuna”, Fatih
Devri Üzerinde
Tetkikler ve Vesikalar I, TTK Yay., Ankara, 1995.
İNALCIK
Halil, “Türkler/ Osmanlılar”, İA, XII/II, İstanbul, 1988.
İNALCIK
Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik
ve Sosyal Tarihi, c. 1
(1300-1600), (çev;
Halil Berktay), Eren Yay., İstanbul, 2000.
İNBAŞI
Mehmet, “Balkanlar’da Osmanlı Hakimiyeti
ve İskân Siyaseti”, Türkler, c.
IX,
Yeni Türkiye Yay., Ankara, 2002.
İNBAŞI
Mehmet, “Balkanlarda Osmanlılar: Fetih ve
İskân”, Balkanlar
El Kitabı, c. I:
Tarih,
Karam& Vadi Yay., Çorum/ Ankara, 2006.
İNBAŞI
Mehmet, Rumeli Yörükleri (1544-1675), Atatürk Üniversitesi Yay., Erzurum,
2000.
KARPAT
Kemal H., “Dobruca”, DİA, IX, İstanbul, 1994.
Kemal
Paşa-zâde, Tevârih-i Âl-i Osman, X. Defter (Hazırlayan; Şefaettin Severcan),
TTK,
Yay., Ankara, 1996.
Mehmed
Hemdemî Solakzâde, Solakzâde Tarihi,
(Hazırlayan; Vahit Çabuk) c. I,
Kültür
Bakanlığı Yay., Ankara, 1989.
Mehmed
Neşrî, Kitâb-ı Cihan-Nümâ Neşrî Tarihi, I. Cilt, (Yayınlayanlar; Faik Reşit
Unat-
M. Altay Köymen), TTK Yay., Ankara, 1995.
OCAK
Ahmet Yaşar – FAROQHI Suraıya, “Zaviye”, İA, XIII, İstanbul, 1986.
OCAK
Ahmet Yaşar, Sarı Saltık Popüler İslam’ın
Balkanlar’daki Destanî Öncüsü
(XIII. Yüzyıl), TTK
Yay., Ankara, 2002.
ORHONLU
Cengiz, Osmanlı Aşiretlerinin İskânı, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1987.
ÖZÇELİK
İsmail, “Osmanlı Toplumunun Genel Yapısı
ve Konar-Göçerler”, Oğuz
Geleneği Çerçevesinde Tarihten Günümüze Karakeçililer, (Editör: İsmail Özçelik),
Ankara,
2003.
QUATAERT
Donald, Osmanlı İmparatorluğu (1700-1922), (Çeviren; Ayşe Berktay),
İletişim
Yay., İstanbul, 2002.
SARICAOĞLU
M. Esat, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluş
Döneminde Anadolu’da
Ekonomik Durum”, Bilim Yolu, KKÜ,
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, II, Kırıkkale,
1999.
SELÇUK
Havva, “Tapu Tahrir ve Maliyeden
Müdevver Defterlere Göre Rumeli’de
İhtida Hareketleri”,
Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 12,
Yıl:
2002.
ŞENTÜRK
M. Hüdai, “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de
Uyguladığı İskân Siyaseti ve
Neticeleri”, Belleten, c.
LVIII, Sayı: 218, Nisan, 1993, TTK Yay., Ankara, 1993.
TABAKOĞLU,
Ahmet, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana
Hatları”, Osmanlı, c. 4, Yeni
Türkiye
Yay., Ankara, 1999.
TEKİNDAĞ
M. C. Şehabeddin, “Süleyman Paşa”, İA, XI, İstanbul, 1993.
UZUNÇARŞILI
İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, c.I, TTK Yay., Ankara, 1982.
YÜCE
Kemal, Saltuk-nâme’de Tarihî, Dinî ve
Efsânevî Unsurlar, Kültür ve Turizm
Bakanlığı
Yay., Ankara, 1987.
YÜCEL
Yaşar, “Balkanlarda Türk Yerleşmesi ve
Sonuçları”, Bulgaristan’da
Türk
Varlığı
(Bildiriler) 7 Haziran
1985, TTK Yay., Ankara, 1987.
[1]
Yusuf Halaçoğlu, XVIII.
Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin
Yerleştirilmesi, s. 1.
[2] Mehmet
İnbaşı, “Balkanlar’da Osmanlı Hakimiyeti ve İskân Siyaseti”, Türkler, c. IX, s.
154.
[3] Şerif
Baştav, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşunda Bizans ve Avrupa”, XIII. Türk
Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999, c. III, I. Kısım, s.
11.
[4] Mehmet
İnbaşı, “Balkanlarda Osmanlılar: Fetih ve İskân”, Balkanlar El Kitabı, c. I, s.
292.
[5] Donald
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu (1700–1922), Çev. Ayşe Berktay, s. 49–50.
[6] Halil
İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, c. 1 (1300–1600),
(çev; Halil Berktay), s. 50.
[7] Melek
Delilbaşı, “ Balkanlar’da Osmanlı Fetihlerine Karşı Ortodoks Halkın Tutumu”,
XIII. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999, c. III, I.
Kısım, s. 31.
[8] Şerif
Baştav, “ Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşunda Bizans ve Avrupa”, XIII. Türk
Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler 4-8 Ekim 1999, c. III, I. Kısım, s.
11.
[9] Feridun
Emecen, “Gelibolu”, DİA, XIV, s. 1.
[10] M.
Münir Aktepe, “XIV. ve XV. Asırlarda Rumeli’nin Türkler Tarafından İskânına
Dâir”, Türkiyât Mecmuası, c. X, s. 299–300.
[11] Ahmet
Tabakoğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı, c. 4, s. 26.
[12] Halime
Doğru, “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de Fetih ve İskan Siyaseti”, Türkler, IX, s.
167.
[13] M. Esat
Sarıcaoğlu, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Anadolu’da Ekonomik Durum”,
Bilim Yolu, KKÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, II, s. 172.
[14] İsmail
Özçelik, “Osmanlı Toplumunun Genel Yapısı ve Konar-Göçerler”, Oğuz Geleneği
Çerçevesinde Tarihten Günümüze Karakeçililer, (Editör: İsmail Özçelik), s. 63.
[15]
Süleyman Paşa’nın hayatı ve kişiliği hakkında geniş bilgi için bkz; M. C.
Şehabeddin Tekindağ, “Süleyman Paşa”, İA, XI, s. 190–194.
[16] M.
Hüdai Şentürk, “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de Uyguladığı İskân Siyaseti ve
Neticeleri”,
Belleten, c. LVIII, Sayı: 218, Nisan, 1993, s. 92.
[17] Feridun
Emecen, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan Fetret Dönemine”, Türkler, IX, s. 24.
[18] Yaşar
Yücel, “Balkanlarda Türk Yerleşmesi ve Sonuçları”, Bulgaristan’da Türk Varlığı
(Bildiriler) 7 Haziran 1985, s. 69.
[19] Şerif
Baştav, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yeniden Kuruluşunda Rumeli’nin Katkısı”, XI.
Türk Tarih Kongresi, s. 830.
[20] İbn-i
Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, (neşreden; Şerafettin Turan), c.II, s. 156–157.
[21] Mehmet
İnbaşı, Rumeli Yörükleri (1544–1675), s. 12.
[22] Sözlük
anlamı “meylettirme, cezp etme, gönül alma” olan istimalet, Osmanlı
kroniklerinde “halkı ve özellikle gayr-ı müslim tebaayı gözetme, onlara karşı
hoşgörülü davranma, raiyyetperverlik” anlamında kullanılmıştır. Fethedilen
yerlerin halkına iyi davranma, onları himaye etme, dış düşmanlara karşı can ve
mal güvenliğini sağlama, dini konularda serbestiyet verme, vergi hususunda
kolaylık gösterme Osmanlı istimâletinin başlıca unsurlarıdır. Osmanlıların
Seçuklulardan devraldığı bu istimalet politikası, Osmanlı fetihlerini
kolaylaştıran
önemli bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu politika
sayesindedir ki; eskisine oranla daha güvenli bir hayata ve koruma altına
alınmış haklara sahip olan gayr-i Müslim tebaa ile uzun yıllar problem
çıkmamış, Osmanlılar asırlarca Balkanlarda ve Orta Avrupa’da tutunabilmiştir.
Bu hususta daha geniş bilgi için bkz; Mücteba İlgürel, “İstimâlet”, DİA, XXIII,
s. 362–369.
[23] Halil
İnalcık, “Türkler/ Osmanlılar”, İA, XII/II, s. 291.
[24] İ.
Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.I, s. 185.
[25] Halil
İnalcık, “Stefan Duşan’dan Osmanlı İmperatorluğuna”, Fatih Devri Üzerinde
Tetkikler
ve Vesikalar I, s. 141.
[26] Doğru,
agm, s. 166.
[27] Norman
Itzkowitz, “Algılamalar Sorunu”, İmparatorluk Mirası Balkanlar’da ve
Ortadoğu’da Osmanlı Damgası (Derleyen; L. Carl Brown), s. 52–53.
[28] İnbaşı,
age, s. 13.
[29] Ömer
Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Sürgünler”, İÜ İFM, XIII/1-4, s. 57-58.
[30] Halil
İnalcık, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Söğütten İstanbul’a Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşu
Üzerine Tartışmalar, (Derleyenler; Oktay Özel, Mehmet
Öz), s. 465–466.
[31] Âşık
Paşazâde, Osmanoğulları’nın Tarihi, (Haz; Kemal Yavuz- M. A. Yekta Saraç), s.
376–
377.
[32] Mehmed
Neşrî, Kitâb-ı Cihan-Nümâ Neşrî Tarihi, I. Cilt, (Yay; Faik Reşit Unat- M.
Altay
Köymen), s. 181–183.
[33] Edirneli
Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, (Hazırlayan; Atsız), s.37.
[34] Hadîdî,
Tevârih-i Âl-i Osman (1299–1523), (Hazırlayan; Necdet Öztürk), s. 74–75.
[35] Bu
hususta ayrıca bkz; Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t- Tevârih, (Haz; İsmet
Parmaksızoğlu), c. I, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1999; Mehmet Hemdemî
Solakzâde, Solakzâde Tarihi, (Haz;Vahit Çabuk) c. I, Kültür Bakanlığı Yay.,
Ankara, 1989.
[36] Halil
İnalcık, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Söğütten İstanbul’a Osmanlı Devleti’nin
Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, (Derleyenler; Oktay Özel, Mehmet Öz), s. 466.
[37] Havva
Selçuk, “Tapu Tahrir ve Maliyeden Müdevver Defterlere Göre Rumeli’de İhtida
Hareketleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 12,
Yıl: 2002, s. 96.
[38]
Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı
İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”,
İ.Ü İFM,
XIII/1-4, s. 65.
[39] İnbaşı,
age, s. 14.
[40] Ömer
Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Vakıflar ve Temlikler I, İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve
Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, II, s. 282.
[41] Sarı
Saltuk’un yaşadığı dönem olan XIII. yüzyıldan Osmanlıların Rumeli’de yayılmaya
başladığı XV. yüzyıla kadar birçok tarih kitabı yazılmış olmasına rağmen, bu
eserlerin çoğunda Sarı Saltuk hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. XIII.
yüzyılın sonlarına doğru İbn-i Bibî tarafından Selçuklu sultanı III. Gıyaseddin
Keyhüsrev’in hazineleri için yazılan “El evâmirü’l – alâiyye fi’l umûri’l-
alaiyye” adlı eser bu hususa bir örnek teşkil etmektedir. Bu eserde Sarı
Saltuk’un idaresi altındaki Türkmenlere Dobruca ve civarında toprak tahsis eden
Selçuklu sultanı II. İzzeddin Keykâvus’dan bahsedildiği halde, eserin
müellifinin aynı çağda yaşadığı Sarı Saltuk ve maiyetindekilerin Dobruca’ya
yerleşmelerinden buradaki faaliyetlerinden ve buradan Kırım’a göç etmelerinden
bahsedilmemektedir. Yine aynı şekilde Kerimüddin Aksariyî’nin Oğuz Han’dan
başlayarak 1323’e kadar olan olayları anlattığı “Müsâmeretü’l Ahbar” adlı
eserde de Sarı Saltuk’un ismi geçmemektedir. Bunun temel sebebi, Sarı Saltuk’un
menkıbevî ve efsanevî bir şahsiyet olmasıdır. Ancak Osmanlı döneminde
Yazıcızâde Âli tarafından yazılan “Târih-i Âl-i Selçuk” adlı eserde ve bazı
diğer kaynaklarda Sarı Saltuk ve mâiyetindekilerin Dobruca’ya göçü ve buradaki
Babadağı mevkiini yurt tutmaları hadisesi detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
(Kemal Yüce, Saltuk-nâme’de Tarihî, Dinî ve Efsânevî Unsurlar, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay., Ankara, 1987, s. 22.)
[42] Ahmet
Yaşar Ocak- Suraıya Faroqhı, “Zaviye”, İA, XIII, s. 468–470.
[43] Kemal
H. Karpat, “Dobruca”, DİA, IX, s. 483.
[44] Ahmet
Yaşar Ocak, Sarı Saltık Popüler İslam’ın Balkanlar’daki Destanî Öncüsü (XIII.
Yüzyıl), TTK Yay., Ankara, 2002, s. 31.
[45] Kemal
Paşa-zâde, Tevârih-i Âl-i Osman, X. Defter (Hazırlayan; Şefaettin Severcan), s.
281. (H. 699- 933 yılları arasındaki olayları ihtiva eden bu eserin Kanûn-i
Sultan Süleyman’ın Mohaç Seferi’ni anlatan bu bölümü, Fransızca’ya tercüme
edilerek “Pavet du Courteille, Historie de la Campagne du Mohacz” adıyla 1859
yılında Paris’te yayınlanmıştır.
[46] Ömer
Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Vakıflar ve Temlikler I, İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve
Zaviyeler”, VD, II, s. 283.
[47] Cengiz
Orhonlu, Osmanlı Aşiretlerinin İskânı, s. VII.
[48]Ömer
Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Vakıflar ve Temlikler-II, Vakıfların Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak
Kullanılmasında Diğer Şekiller”, VD, II, s. 354.
[49]
Aktepe, agm,
s. 301, 10 no’lu dipnot. İmparatorluk tarafından zorunlu göçe tabi tutulanların
göç ettikleri yerler ve göç edenlerin isimleri için ayrıca bu makalenin
302–311. sayfalarına bakınız.
[50] İnbaşı,
age, s. 15.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.