ATATÜRK VE DIŞ TÜRKLER
TARİHÇİ-YAZAR
ŞEVKET ÖZSOY
Atatürk
Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği
Mustafa Kemâl Atatürk’ün
milleti tarifi şudur: “Zengin hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak
hususunda ortak arzu ve olurda samimi olan, sahip olunan mirasın korunmasına
beraber devam hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana
gelen cemiyete millet adı verilir. Türk milletinin teessüsünde etken olduğu
görülen tabiî ve tarihî oluşumlar şunlardır; Siyasî varlıkta birlik, dil
birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihî yakınlık ve ahlakî yakınlık.
ATATÜRK,
Türk milletini oluşturan tarihî gerçekleri "siyasî varlıkta birlik",
"dil birliği", "yurt birliği", "ırk ve menşe
birliği", "tarihî yakınlık" ve "ahlâkî yakınlık"
olarak sıraladıktan sonra Türk milletinin oluşumunda yer alan bu şartların
diğer milletlerin çoğunda olmadığını belirtmiştir. Bu kadar birlik noktasının
olmasına rağmen Türk insanının millî bilince ulaşmakta gecikmiş olmasının
zararlarını gördüğünü belirterek şunları söylemiştir:
"Biz, milliyet
fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz.
Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki,
milliyet kuramını, milliye
t ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan kuramların dünya
üzerinde tatbik kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hadiseler ve
gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu
göstermiştir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde fiilî tecrübelere
rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı
görülmektedir."1
Millet,
dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği
siyasî ve içtimai heyettir. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk
milleti denir”. Dünya yüzünde ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet
yoktur. Bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.
Atatürk'e göre; bir ulus, başka
uluslardan saygı görebilmek için, önce kendi ulusuna karşı saygılı olmak
zorundadır. Atatürk”ün bu konudaki şu sözlerinin unutulmaması yerinde olur; “Dünyanın bize saygı göstermesini
istiyorsak, öncelikle bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı,
hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki
ulusal benliğini bulamayan uluslar, başka ulusların avıdır.”2 Bu sözleri
ile milletlerin yaşayabilmesi için milli şuurun uyandırılması ve milliyet
fikrinin tatbikinin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan Atatürk; Türk
Milliyetçiliğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte şuurlu bir
devlet politikası olarak yürütmeye başlamıştır. Bu politikanın sonucu büyük
felaketler yaşayan milletimize yeniden güven duygusu kazandırmıştır.
Batıdaki
Türkoloji çalışmalarından etkilenen Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa ve Ali
Suavi gibi ilmî Türkçülerin yanı sıra Namık Kemal, Şemseddin Sami, Veled
Çelebi, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet, Hüseyinzâde Ali, Ahmet Ağaoğlu,
Yusuf Akçura, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin gibi Türk aydınları Türkçülük
akımının yaygınlaşmasında etkili olmuşlardır.3
Türk
Yurdunun ve Türk Ocak’larının alevlendirdiği Türkçülük fikirleri önce, devrin
iktidarını ellerinde bulunduran İttihat ve Terakki’cilere, özellikle Enver Paşa
ile arkadaşlarına, sonra da, Türk Milli devletinin kurulmasında Mustafa Kemal
Paşa ve arkadaşlarına tesir etmiştir. 4
Mustafa Kemal
ve Türkiye Cumhuriyetini kuran kadrolar, Türk milliyetçiliğinin bu gelişim sürecinde,
bu fikir atmosferi içinde yetişmişlerdir. Türk milliyetçiliğinin geçirdiği bu önemli
süreç, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne
de fikri açıdan temel teşkil etmiştir.
Atatürk, Türklük ve Türk dünyası
hakkında ne düşünmüştü ve ne hissetmişti? Bunun tartışmasını uzun uzadıya
yapmaya gerek yoktur. Çünkü "Benim hayatta yegâne fahrim ve servetim
Türklükden başka bir şey değildir." "Bu memleket tarihte Türktü halde
Türktür ve ebediyyen Türk olarak yaşayacaktır. diyen Atatürk, Türk milletine büyük bir güven duymuş ve
adeta ona hayran olmuş bir insandı.
Türk dünyasında bir kültür birliğinin
oluşmasını arzulayan ve bu konuda büyük gayret gösteren Atatürk, "Türkiye
dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle
ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müsbet ölçüde
ele almış bulunuyoruz. Büyük
Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal
ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. "
derken, izlediği Türkçülük siyasetinden, neyi arzuladığını ve hedeflediğini
açıkça ortaya koymaktaydı.5
Başka bir
konuşmasında; “Ben her şeyden
önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin,
bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya
onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum.
Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükûnunu bu
fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak,
güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.” diyerek de
Türk birliğinin kurulmasını ne kadar çok istediğini ve bunun bir gün mutlaka
olacağını söylemiştir. Ayrıca, “Türklerin
yaşadığı her yer Misak-ı Milliye dâhildir” demiş, 1933 yılında
ise Amerikalı General Mc.Artur’un görüşmesinde; “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri
alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım.” Diyerek
Türklerin yaşadıkları bölgelerin Türkiye’den kopmamaları üzerine hassasiyetini
belirmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk,
Türkiye dışında, Orta Asya, Balkanlar ve Orta Doğu’da yaşayan Türklerle sıkı
ilişkiler içine girmiş onlarda devamlı bağlantı içinde olarak ortak bir kültür,
ortak bir dil ve ortak bir tarih birliği yaratmaya çalışmıştır.
Türk
kültürel birliğinin hudutlarımız dışında kalan kısmına Atatürk’ün kayıtsız
kalması düşünülemezdi. Türk Tarih ve Dil Kurumlarını ihdas etmesi bu kültürel
birliğin araştırılması için yapılması gerekenleri göstermekteydi. Atatürk’ün
asker, devlet ve kültür adamı olarak vasıflarının yanı sıra bilim ve bilimsel
düşünceye verdiği önem de bu hususu açık olarak ortaya koymaktadır. Şahsi
kütüphanesinde bulunan beş bine yakın kitap ve özellikle Türk tarihi ve diliyle
ilgili olarak Orhun Abideleri ve Divanü Lügati’t-Türk’ü bazı
önemli gördüğü yerlerin altını çizmesi; Deguienes’in Hunların, Moğolların ve
Daha Sair Garbi Tatarların Tarih-i Umumisi adlı beş ciltlik eserini okuyup bazı
yerleri işaretlemesi onun bu yöndeki hassasiyetini göstermektedir.
Türkiye
dışında yer alan Türk Dünyası’nın varlığına işaret ederken; bir konuşmasında
ise: “Türkiye dışında kalmış olan Türklerin kültür meseleleriyle yakından
ilgilenilmelidir. Nitekim biz Türklük davasını böyle müspet bir ölçüde ele
almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin
lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut
Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz ” ifadesi ile Türk
Dünyasına ve Türk Dünyasına ait meselelere kayıtsız kalınmaması
gerektiğini önemle vurgulamıştır.
Türk Birliği Düşüncesi ve Türk Dünyası
Atatürk’ün
Türk Dünyasına olan ilgisini birkaç örnek ile daha net bir biçimde göstermekte
fayda vardır. Atatürk daha 11 Ekim 1920’de mecliste alınan bir karar ile TBMM
üyeleri Tevfik Rüştü, İsmail Suphi, Ali Fuat ve Besim Atalay Beylerden oluşan
bir heyeti Sovyet Rusya egemenliğinde bulunan Türkler hakkında incelemelerde
bulunmak üzere Moskova’ya göndermiştir. Nitekim heyette yer alan İsmail Suphi
Bey, 1921 yılı Temmuzunda Buhara’ya ulaşmış ve Eylül ayında döndüğünde Sovyet
egemenliğindeki Türkler hakkındaki tafsilatlı raporunu Atatürk’e sunmuştur.
Atatürk’ün
Türk dünyası ile ilgili pek çok nutku içinde görüşlerinin en vecizi şüphesiz
Cumhuriyetin onuncu yılı kutlamaları çerçevesinde Ankara’daki Ziraat Bankası
lokalindeki yaptığı konuşmadır:
Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur,
komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne
olacağını hiç kimse kestiremez. Tıpkı Avusturya-Macaristan gibi, tıpkı Osmanlı
gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler ellerinden
kaçabilirler. Dünya yeniden bir dengeye girer. O zaman Türkiye ne yapacağını
bilmelidir. Bugün bizim dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir
kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya, onları arkalamaya hazır olmalıyız.
Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak lazımdır.
Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir
köprüdür... İnanç bir köprüdür...Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve
olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Bugün biz bu kitlelerden
dil, gelenek görenek ve tarih bakımından kopmuş, ayrılmış, çok uzaklara
düşmüşüz. Türkçemiz bile batı Türkçesi. Demek ki birde Doğu Türkçesi var. Bizim
kullandığımız dil mi doğru, onların kullandıkları mı? Bunun hesabını yapmakta
fayda yoktur.
Onların bize yaklaşmasını
bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gereklidir. Tarih bağı, folklor bağı
kurmamız lazım, Türkoloji alanında merhaleler aşmamız lazım. Kim yapacak
bunları? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz: Dil encümenleri,
tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya ve böylece
birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz. Tarihimizi onlara
yaklaştırmaya çalışıyoruz, ortak bir mazi idrakine varmak peşindeyiz. Bunlar
açıktan yapılamaz! Bunlar, devlet ve milletlerin derin düşünceleridir.
29 Ekim 1933 Mustafa Kemal Atatürk
KAYNAKÇA:
1- AVCI, Cemal, Atatürk'ün
Milliyetçilik Anlayışı, Atatürk ve Atatürkçü Düşünce, Genelkurmay Askeri Tarih
ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Genelkurmay Basım Evi, Ankara 2003, S.76
2. KOCATÜRK, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara,
1984, s.207
3- ÇELEBİ, Ercan, Atatürk Ve Türk Dünyası, Kastamonu Eğitim Dergisi Ocak 2010 Cilt:18
No:1,s.200,
4. SARAY, Mehmet,
Atatürk ve Türk Dünyası, TTK Yayınları, Ankara,1995, s.24
5. KOCATÜRK, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara,
1984, s. 86
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.