Türk Kadını ve Tarihsel Gelişimi M. Mine ÇUHADAR |
M.Mine ÇUHADARKırıkkale Üniversitesi Tarih Bölümü
Akademi Tarih son yıllarda artan "Kadın Cinayetleri" ne dikkat çekmek amacıyla Türk Milletinin kadına verdiği önemi araştırdı. Bu araştırma sizlere kadın konusunda gelinen yozlaşmayı ortaya koyacak. Çalışması ve bizleri aydınlatması nedeniyle Akademi Tarih editörlerinden Mine Çuhadar'ın makalesini sunuyor ve teşekkür ediyoruz.
İslamiyetten Önce Türklerde Kadın
GİRİŞ
Türk milleti
tarihin herhangi bir dönemde kadın erkek ayrımı yapmadığı gibi kadını mukaddes
olarak değerlendirmektedir. Tarihin birçok kesitinde kadın olduğundan daha
farklı bir rollerde figüran olarak görülmenin yanında erkeği baştan çıkaran
nefsi duygulara hizmet eden insan yerine dahi konulmayan sadece erkeğin
isteklerini yapmakla mükellef bir köle olarak görülmekteydi.Bunun yanı sıra
Türklerde kadın profili bahsettiğimizden oldukça farklıydı.Türklerde kadın;
sadakati,bilgeliği,askeri gücü,han-ı,toplumun temel yapı taşını temsil etmektedir.Türkler
İslamlamiyete girmeden evvel siyasi alandan tutalım ki ekonomik sosyal
hayata kadar bunları düzenleyen belli
kanun ve yasalar vardı.Biz bunlara bilindiği üzere töre diyoruz.Türkler
müslüman olmaya başladıktan sonra bu törelerin yanı sıra bunlara şeriat
kuralları da eklendi.
Türklerde
ve Moğollarda Töre Anlayışı ve Kadın
Bilineceği üzere kanunlar toplumların ve devletlerin
ihtiyaçlarına göre yapılmakta ve siyasi ve sosyal değişimlere paralel olarak
yeniden düzenlenmekte ve yorumlanmaktadır. Orta Asya’da ki Türk ve Moğol
toplumları da, kendi liderleri ve kabilelilerinin önde gelenleri tarafından
yapılan törelere göre organize olmuş ve yönetilmişlerdir. Ama bu kanunlar
yazıya geçirilmemiş, sözlü olarak nesilden nesile aktarılmışlardır. Abdülkadir
İnan’a göre “töre” terimi “kanun, nizam” anlamını ifade etmekte ve bu kelime
“il” kelimesiyle birlikte (il törüsü) “devlet nizamı, kanunu” anlamına
gelmektedir.[1]
İslamiyet’ten
Önce Türklerde Kadın
İslamiyet
öncesi Türkler de kadının mevki ve rolüne dair Bilge Kağan kitabesinde:‘Tanrı
Türk milleti yok olmasın diye babam İl-teriş Kağan ile anam İl-bilge Hatunu
yükseltti’ ibaresi kadının siyasi ve içtimai mevkiinin ne derece ileri olduğunu
göstermeye kafidir.[2] Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar,
Uygurlar, Göktürkler) kadınlar önemli hak ve yetkilere sahipti. Örneğin
İskitlerde her kadının erkekler gibi savaştı yetiştirilme geleneği vardı. Öyle
ki savaşlarda dahi kadınlar erkekleriyle birlikte savaşıyorlardı. Türk kadını
her türlü faaliyetti büyük bir vakar ve hassasiyetle yürütüyordu. Hatta siyasi
yaşamda, Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile yapılan ilk barış anlaşmasını
Mete Han’ın hatunu imzalamıştır. Hatunlar, bazı zamanlarda kağan olmadan elçileri kabul
ederlerdi. Örnek olarak, Avrupa Hun Devleti'ne gelen elçiler Atilla'nın eşi
Arık Han tarafından kabul edilir ve devlet işleri hakkında görüşürlerdi. Kabul
törenlerinde, ziyafetlerde ve şölenlerde hatun kağanın sol tarafına otururdu.
Siyasi ve idari görüşleri dinler ve fikir belirtirlerdi. Ziya Gökalp bu
durumu şöyle ifade ediyor: “Eski ırkların hiçbiri kadınlara Türkler kadar hak
vermemiş ve saygı göstermemiştir”[3]
Türklerde
Hatun ‘Tektir’
Tek eşlilik Türk ailesinin vazgeçilmez bir
özelliğidir[4].
Eski Türklerde tek eşli evliliğinin esas olduğu bilinmekle beraber yönetici
konumda olanlar ile zengin olan bazı kişilerin ikinci eş aldığını, Çin ‘den
alınan prenseslere “Konçuy” adını verdikleri görülmektedir. [5]Türklerde
tarih boyunca evlilik ve aile çok önemli görüldüğünden dolayı bu kurum sağlam
temeller üzerine oturtulmuştur. Evlilikler, annenin izni olmadan gerçekleşmemekte
ve onun fikrine göre hareket edilmektedir. Evlenecek olan kıza erkek tarafı bugünkü
mihrin karşılığı olan “Kalıng” vermek mecburiyetinde idi[6] .
Aile toplumu ayakta tutan en güçlü kurum olduğundan dolayı günümüzde de olduğu
gibi boşanmaya pek hoş bakılmamış ve boşanmaların engellenmeye çalışıldığı
bilinmektedir. Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (iskitler, Hunlar,
Göktürkler, Uygurlar) kadın önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır.
Örneğin iskitlerde, her kadının iskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak
yetiştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki iskitli göçebe kadınlar her
savaşta erkekleriyle birlikte çarpışıyorlardı.Türk devletlerinde Türk kadınları
bu tür faaliyetleri büyük bir vakar ve haysiyetle yürütmüşlerdir.
Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı
yapılmadığı ve kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız
hiçbir iş yapılmazdı. Hatta öyle ki kağanın emirnameleri sadece „Hakan
buyuruyor ki‟ ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı
devletlerin elçileri sadece hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü
esnasında hatunun da hakanla beraber olması gerekirdi[7] .
Bazen de hatunlar tek başlarına elçileri kabul ederlerdi. Örneğin; Avrupa Hun
ülkesine gelen elçiler Attila‟nın eşi Arıg-Han tarafından kabul edilerek devlet
işleri görüşülebilmektedir[8].
Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, Ģölenlerde hatun hakanın solunda oturur. Siyasî
ve idarî konulardaki görüşmeleri dinleyerek fikrini beyan eder hatta harp
meclislerine bile katılırdı. Gökalp bu durum “Eski kavimler arasında hiçbir
kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişler”
şeklinde izah edilebilmektedir[9].
Eski Türk toplumlarında kadının yüksek bir mevkiinin bulunduğuna dair genel bir
düşünce vardır. Türk mitolojisinde kadın gayet yüksek
bir mevkide tasvir edilmektedir. Yaradılış Destanı‟na göre kadın kâinatın
yaratılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmüştü. Göktürklerde ve
Uygurlarda kağanın karısı hatun devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz
sahibidir. Emirnamelerin yalnız Kağan namına değil kağan ve hatun namına
ortaklaşa imza edilmektedir. Aile içinde de kadın yüksek bir mevkie sahiptir.
Anne olarak çocukların yetiştirilmesi ve evin idaresi ile uğraşırdı.[10]
Kadına kutsallık katan töreye göre, dövülmesi,
horlanması veya itilip kakılması mümkün değildir ki zaten Türk kültüründe ve
destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın
daima erkeğinin yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Kahramanının
yanında savaşan kadın motifi Dede Korkut hikâyelerinde de mevcuttur Dede Korkut
hikâyelerinden biri olan "Deli Dumrul hikâyesinde” Dumrul canının yerine
can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden
"canını vereceğini" söylemiştir. Ayrıca Türk kültüründe destan
kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek
istemektedir. Nitekim Dede Korkut hikâyelerinden olan Bamsı Beyrek hikâyesinde
yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel örneklerden biridir[11].
Bir başka örnek ise Selcen Hatun‟dur. Selcen Hatun düşmanların gece kocasına
baskın yapmasından korkmaktadır. Kocasını uyarır, savaş başlar. Mücadele
esnasında kocasının atı yaralanır. Savaşa hazır bir şekilde kenarda bekleyen
Selcen Hatun atını düşmanların üzerine sürer ve düşmanları kılıçtan geçirmeye
başlar. Yine Manas Destanı‟nda ise kahraman Manas‟a zehir verilerek atıldığı çukurdan kurtaran eşi
Kanikey Hatun ile oğlu Uruz‟u kurtarmak için düşman ile savaşan Kazan Bey‟in
karısı Burla Hatun kadın kahramanlardan bir kaçıdır.[12]
SONUÇ
Sonuç olarak Kadının toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle
ilişkiye geçildikten sonra önemli oranda değişti ancak hiçbir zaman eski Türk
geleneklerinden tam olarak kopulmadı. Eski yaşam biçimleri ve alışkanlıklar,
önemli oranda korundu. Anadolu Türkleri’nde kadınlar, eskisi kadar olmasa
da toplumsal yaşam içindeki önemli yerlerini korudular. Özellikle nüfusun büyük
çoğunluğunu oluşturan kırsal kesimde, üretimden ve ev dışı yaşamdan kopmadılar.
Türk kadını hem toplum hem de devlet içerisinde bir değere sahiptir. Kadınlar
doğrudan toplum içerisinde faal bir şekilde hayatını devam ettirmektedirler.
Kız çocukları erkek çocukları gibi silah kullanabilmekte ve gerektiğinde elde
silah savaşabilmektedir. Türk devletlerini idare eden hanedanlar arasında
akrabalık kurulması için veya daha başka nedenlerle siyasi evlilikler
yapılmıştır. Toplumda kadına büyük değer verilmektedir. Günümüz Türk toplumunda
zaman zaman görülen kadına karşı şiddet olayları kadınla erkeğin tıpkı bir
elmanın yarısı gibi birbirini tamamlayan parçası olduğunun şuuruna varmamış
insanlar tarafından yapılan münferit olaylar olarak değerlendirilmelidir. Türk
insanı geçmişini yeniden öğrendiğinde veya maneviyatına döndüğünde Türk kadını
da tarihte olduğu gibi layık olduğu yeri bulacaktır.
[1] (İnalcık,2000: 21)
[2]( Turan,Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi,2020 s.141)
[3] (Gökalp,Türkçülüğün Esasları,1970 s.35)
[4] (Ögel,Türk Kültürürünün Gelişme Çağları,1979 s.179)
[5] (Gökalp,Türk Medeniyet Tarihi,1976 s.142-143)
[6] (Öğel,Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları,1998 s.256)
[7] (Sevinç,Eski Türklerde Kadın ve aile,1987 s.31)
[8] (Ahmetbeyoğlu,Avrupa Hun İmparatorluğu,2001 s.151)
[9] (Gökalp,Türkçülüğün Esasları,1970s.35
[10] İzgi,İslamiyetten önce Türk kadınları,Türk kültürü araştırmaları 1975s.145155)
[11] (Ergin,Dede Korkut Kitabı, 2001 s.64)
[12] (İnan,Manas Destanı,1972 s.60)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.