İSLÂMİYET’TEN ÖNCE TÜRK ORDUSU VE ASKERÎ TEŞKİLATI - akademitarih

EN YENİ MAKALELER

Post Top Ad

Your Ad Spot

26 Şubat 2021 Cuma

İSLÂMİYET’TEN ÖNCE TÜRK ORDUSU VE ASKERÎ TEŞKİLATI

 



İSLÂMİYET’TEN ÖNCE TÜRK ORDUSU VE ASKERÎ TEŞKİLATI



Elif PAMUK

Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi

Giriş

    Ordu, bir devletin dinini, namusunu, vatan ve istiklâlini her çeşit yabancı taarruz ve tecavüze karşı koruyan en büyük askerî kuvvettir. Türklerin tarih boyunca devlet kurmalarında ve bu devletleri devam ettirebilmelerinde, ordu ve askerî teşkilat muhakkak çok büyük bir öneme sahiptir. Esasında ordu ve askerî teşkilatlanma, Türk devletinin ve mevcudiyetinin özünde ve gücündedir. 
Türkler gerek İslâmiyet’ten önce gerekse İslâmiyet’ten sonra, askerî alanda birçok devlete örnek olmuştur. Türklerin askerî alanda bu kadar disiplinli ve kabiliyetli olmasında hiç şüphesiz bozkır yaşamının zorlukları ve gereklilikleri etkili olmuştur. 
Bozkırın zor iklim şartları, bozkır göçebeliğinin disiplin ve çeviklik gerektirmesi gibi durumlar, Türkleri askerî alanda teşkilatlanmaya, askerî disiplin ve çeviklik çerçevesinde yaşamaya yönlendirmiştir. 

Öyle ki Türkler için askerlik bir meslek yahut sınırlı bir görev değildir. Her an savaşa hazır, çevik, disiplinli bir teşkilatlanma içerisindedirler. Bu sebepledir ki, Türkler için söylenen “Her Türk asker doğar.” cümlesi pek de yanlış bir cümle değildir. 

1) Türk Ordusunun Kuruluşu

    Ordu, “ortu” (orta) sözünden gelmektedir. Moğolcaya da “orda” şekliyle geçmiştir. Türkçede, karargâh, otağ yeri ve bazen de başşehir anlamında kullanılıyordu.  (Ordu Balık gibi.) 
M.Ö. 209 yılında Büyük Hun Kağanı Mete-Han tarafından ilk düzenli ordu kurulmuştur. Bu tarih, Türk ordusunun ve Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Kurulan bu düzenli ordu, “Onlu Sistem” adı verilen, onlu teşkilat sistemine göre oluşturulmuştur. Bu teşkilatta bulunan en büyük birlik 10.000 kişiden oluşmaktadır. Bu birliğe “Tümen” adı verilir. Tümenler, binli, yüzlü ve onlu olacak şekilde kademeli olarak küçülmektedir. Onlu Sistem, sonrasında değişikliklere uğramış olsa dahi Türk devletlerinde varlığını sürdürmüş ve yüzyıllarca devam etmiştir. 
Her on askerin başında sorumlu olarak bir “Onbaşı” bulunur. Onlu askerlerin on tanesi bir araya gelerek yüz asker oluşturur ve başlarında sorumlu olarak bir “Yüzbaşı” bulunur. Yüzlü askerlerin on tanesi bir araya gelerek bin asker oluşturur ve başlarında sorumlu olarak bir “Binbaşı” bulunur. Binli askerlerin on tanesi bir araya gelerek on bin asker oluşturur ve başlarında sorumlu olarak bir “Tümgeneral” bulunur. Ordunun bütününü ise “Başkomutan” yönetmektedir. 
Onlu Sistem içerisinde geliştirilen bu hiyerarşi, savaş başlangıcında yahut savaş esnasında orduya hız kazandırır ve ordu sistematik biçimde hareket eder. Başkomutanın diğer komutanlara verdiği emirler, onlu sistemin düzeni sayesinde askerlere daha hızlı ulaşır ve iletişim kopukluğu olmaz. Bu sayede savaş öncesinde ya da savaş esnasında düzen ve iletişim açısından herhangi bir sorun yaşanmaz. 

2) Askerî Kavram ve Unvanlar 

    Eski Türklerin kültüründe askeri yapı çok önemli bir yer tutuyordu. Çünkü askerlik ve ordu düzeni en sistemleşmiş toplumlar onlardı. Bu bağlamda çok sayıda kavram kullanılıyordu. Bunlardan bir kısmı askeri teşkilatla ilgili bir kısmı ise teşkilat yapılanması dışındaki kavramlardı. Bunların bu denli çok kavramının oluşu, Türklerin hayatında askerlik ve ordunun önemini ortaya koymaktaydı. 
En eski kavramlardan biri “sü” idi. Bu kelime “asker” karşılığında kullanılıyordu. Sü kelimesi aynı zamanda “ordu” anlamına da geliyordu. Çeriğ kelimesinin anlamı da “asker” idi. Urungu kelimesi ise, aynı şekilde “savaşçı” anlamına gelmekteydi. Bu kelimelerden askeri teşkilatı aydınlatacak kavramlar da üretilmişti. Bunlardan biri “Sü-başı= Sübaşı idi. Bu ise “ordu başı, ordu komutanı” anlamına geliyordu. Sü kelimesi ile birlikte bey kelimesi de kullanılmıştır. Bey boyun başında bulunan yönetici idi. İdari yöneticiler, aynı zamanda askeri yöneticiler de olduklarından sü-beyi, “ordu başı” anlamına da geliyordu. Çerig başı da aynı anlamı taşıyordu. Buradan başkomutan ve komutanların unvanları da ortaya çıkmaktadır. 

    Bozkır çevresinde uruş “savaş, mücadele” anlamına geliyordu. Aynı şekilde tütüş kelimesi de “savaş, harp, mücadele” anlamında kullanılıyordu. Uruğ kelimesi ise “döğüş, vuruş” karşılığında kullanılıyordu. Süngüş, kavram olarak “savaş, muharebe, savaşta saldırma” olarak biliniyordu. Yagıladaçı kelimesi de “mücahit, savaşkan, mücadeleci, savaşçı” anlamında idi. Akınçı ise “akıncı, geceleyin düşmanı basan asker” anlamına geliyordu. Basığ ise “gece baskını yapılacak olan ve ansızın düşmanın yakalanacağı yer” anlamında kullanılıyordu. Ilgar veya yılgar ise “baskın, hücum, akın, atlı hücum, dörtnala hücum” manasındaydı. 

    Yezek, yizek “asker öncüsü” anlamına geliyordu. Yelme “izci, keşşaf, piştar, öncül” anlamında kullanılıyordu. Yorçu “usta kılavuz” karşılığındaydı. Yirçi ve yirtçi de kavram olarak “rehber, kılavuz, yer gösteren” anlamındaydı. Tıngçı “haberci” idi. Körüg kelimesi ise “casus” için kullanılıyordu. 
Yağı, kavram olarak “düşman” karşılığındaydı. Kır-yağı ise “gizli düşman” anlamına geliyordu. Tutgun ve tutuğ “esir, tutsak, rehin” anlamlarında kullanılıyordu. Askeri unvanlardan biri de çabış, yani çavuş idi. Bu kavram için “savaşta safları düzelten, savaş olmadığı zaman da askeri zulmetmeye bırakmayan kimse” denilmektedir. Bu bilgiden, çavuşun önemli bir unvan olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ordunun savaş düzenine sokulması, safların karışmamasının sağlaması bakımından ordu içinde yetkin ve etkin olduğu görülmektedir. Bu işten sorumlu ne kadar görevlinin olduğu tam bilinmemekle birlikte her askeri birlik için birer çavuşun varlığı düşünülebilir. Bozkır çevresinde askerlik ve ordu büyük önem taşıdığından kahramanlık ve savaşla ilgili birçok kavram oluşturulmuştur. Bu kavramlar askeri yapıyı anlamaya büyük ölçüde imkân sağlamaktadır. En sık kullanılan kavramlar arasında kahramanlıkla ilgili olanlar dikkati çekmektedir. Bu bağlamda “alp, alpagut, er, tonga, sökmen” gibi adlandırmalar vb. çok sayıda terim bozkır çevresinde kullanılıp karşılık bulmuştur.

    Alp kelimesi eski ve yeni birçok Türk lehçesinde “kahraman, cesur, yiğit, zorlu” manalarına gelmektedir. Bu kelime şahıs adı olarak kullanıldığı gibi, bir sıfat, bir unvan ve boy teşkilatı içinde bir asalet zümresinin adı olarak da ortaya çıkmaktadır. Türkçe sözlüklerde alp kelimesinin karşılığı “yiğit, kahraman, bahadır, cesur, zorlu” şeklinde geçmektedir. Bu kelimeden “alpagut, alpırkanmak, alpırkamak, alp yol” gibi kelimeler de türetilmiştir. Alpagut bir rütbedir. Alpırkanmak “yorulmadan ısrarla bir şey üzerinde çalışmak ve kahramanca davranmak” anlamına gelmektedir. Alpırkamak “kendisine yiğit süsü vermek, sebatla çalışmak” manasında kullanılmaktadır. Alp yol ise “tehlikeli, çetin yol” demektir. Alperen ise, “yiğit, bahadır” anlamındadır. Alplık “kahramanlık” olup, alplık etmek ise, “cesaret göstermek” anlamına gelmektedir. 

    Alp kelimesi ile aynı anlama gelen bagatur ve sökmen kelimeleri de bulunmaktadır. Bagatur kelimesi “bahadır, kahraman” anlamındadır. Sökmen kelimesi de “yiğit, kahraman” anlamına gelmekteydi. Ancak bu kelimeler Türk kültür çevresinde tek başlarına ya da diğer kelimelerle birlikte “alp” kelimesi kadar yer almamışlardır. Alp kelimesinin tek başına ya da diğer isimlerle birlikte uzun zaman diliminde yoğun olarak kullanıldığı görülmektedir. 
Er kelimesi de Türk kültür çevresinde uzun zaman diliminde yoğun olarak kullanılmıştır. Bu kelimenin sözlük anlamı “erkek, kahraman, yiğit, asker, nefer, işini iyi bilen, yetenekli, koca” olarak yer almaktadır.
 
    Er kelimesiyle birlikte kelimeler de kullanılmaktadır. Bunlar arasında “er adam, er kardaş, er oğlan, er oğlu” vb. kelimeler sayılabilir. Er adam “erkek”, er kardaş “erkek kardeş”, er oğlan “erkek çocuk”, er oğlu “asilzade” anlamlarına gelmektedir. Er kelimesi Türk kültür çevresinde yoğun kullanım alanı bulmuştur. Tek başına kullanıldığı gibi, başka isimlerle de kullanılmıştır. Bunlar arasında Er Basgan, Er Beg, Er Boz, Er Doğan, Er Doğmuş, Er Guş, Er Oğlı, Er Sığın, Er Taş, Er Tigin, Er Tokuş ve Er Tuğrul gibi isimler sayılabilir. 
Tonga kelimesi de Türk kültür çevresinde kullanılmıştır. Tonga “yiğit, kahraman, kuvvetli, şevketli” anlamlarına gelmektedir. Aynı zamanda rütbe ve unvan olarak da yer almaktadır. Bu kelimeden tongalık kelimesi de türetilmiş olup, bunun karşılığı “güçlü, kuvvetli” şeklindedir. Tonga, Bebür’e verilen addır. Bebür, kaplan cinsinden bir hayvan adıdır. Türkler arasında eskiden beri kullanılan bu kelime çok yaygın olarak bulunmamaktadır. Bu çerçevede Türk kültür çevresinde Alp Er Tonga, Alp Kılıç Tonga, Tonga, Tonga Alp Er, Tonga Tigin ve Tonga Tonga adları yer almaktadır. 

3) Askerî Teşkilât

    Eski Türklerde halk ile ordu düzeni aynı idi. Eski Türk devlet teşkilâtında, özellikle sulh zamanlarında, sivil ve ordu düzeni diye bir ayrım yoktu. Ordu, bir halk ve halk da bir ordu düzeninde yaşardı. Türklere göre Türk ordusu kurt gibi, düşmanınki ise koyun gibi idi. Fakat her Türk de diğer Türkler için bir kurttan farksızdılar. 
Atlı baskınlar, bir saat gibi kısa bir süre içinde olur ve sonuçlanırlardı. Bu sebeple Türk ailesi, “Dikkatli ol!” anlamına gelen eski bir deyimle, her an için “Sek” yani uyanık ve dikkatli olmak zorundaydı.     Bugün de Anadolu’da “Seh ol!” denir. Türklerin bir çeyrek saat içinde uyanıp, atlanıp, yerlerini almaları gerekiyordu. Çünkü, Türklerin savaş anlayışına göre baskın, ancak karşı baskınla durdurulabilirdi. 
İşte, bütün bu sebeplerden dolayı, boylar ve hatta küçük aileler bile uyurken, “Kargu” yani gözcüler ile “Yelme” denen öncüler çıkarmak zorundaydılar. Baskın haberi gelince, herkes yerlerini otomatik olarak alırdı. Çünkü yüzyılların meydana getirdiği “Orun” yani yer alma düzenleri ile diğer töreler, bunu kişilerin benlik ve iradelerine kadar sindirmişlerdi. Devlet içinde de durum aynıydı. Her büyük memur ve vali, aynı zamanda bir komutandı. 
    Ordu düzeninden boylar, boy düzeninden de ordu doğuyordu. Batı Göktürk Devleti, “On-Boy” Türklerinden meydana gelmişlerdi. Türklüğün en soylu ve en ileri kitleleri olan bu boylar, doğu ve batıda beşer tane olmak üzere, ikiye bölünmüşlerdi. Türk yazıtları ise bu boylara “On Ok” adını veriyorlardı. Boylar için, böyle bir ok deyiminin niçin kullanıldığı önemlidir. 
Çok eski Göktürk efsaneleri, Türk adlı bir ata ile onun on oğlundan söz açıyorlardı. Türklerin inancına göre On Oklar, bu on çocuktan türemişlerdi. Büyük Hun Devleti ile Attila Hunlarının ordu teşkilâtı da 24 Oğuz boyunun düzenini andırıyordu. 24 Oğuz boylarının bölümlere ayrılmasında ikili, dörtlü, altılı ve yirmi dörtlü bir bölüm düzeni vardı. 

    Oğuz boyları, “Boz Ok” ve “Üç Ok” olmak üzere, iki bölüme ayrılıyorlardı. Mete’nin kurduğu devlet teşkilâtında ise “sol ve sağ bilgeliği” diye ikili bir düzen vardı. Oğuz Han’ın altı oğlu vardı. Bu çocukların üçü “Boz Okları” ve diğer üçü de “Üç Okları” meydana getiriyorlardı. Mete’nin devletinde ise ordu, “Sol” ve “Sağ” bölümlerinin emri altında bulunan “Altı Boynuza” bölünmüştü. Oğuz Han’ın altı oğlundan her birinin dörder oğlu vardı. Mete’nin ordusuna gelince, orada da bunların yerini “Dört Köşeler” alıyorlardı. Oğuz Han’ın 24 torunu vardı. Bu torunların her birinden de birer boy türemişti. Mete’nin ordusunun tümü ise “24 tümenden” meydana geliyordu. 
Aslında “2, 4, 6, 12, 24” sayıları, birer takvim rakamları ile zaman birimlerinden başka bir şey değildiler. Bundan da anlaşılıyor ki, eski Türk devlet düzeni ile ordu düzeni, aritmetik rakamlar üzerine kurulmuşlar ve böyle işlemişlerdi. 
Eski Türk devletlerinde askerî teşkilât, boy veya bölge beyleri ile sınır garnizonları olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Eski Türklerde ordu komutanları, esas itibari ile Kağanların küçük kardeşleri olan “Şadlar” idiler. Fakat geniş bölgelerde birçok Şad bulunur ve bunların başına da “Yabgu”, “Kül-Çur”, “Apa-Tarkan” gibi büyük Başkomutanlar getirilirlerdi. Sınır garnizonlarını ise bağımsız Şadlar idare ederlerdi. Fakat bu sınır komutanları, doğrudan doğruya Kağan’a bağlı idiler. Moğolistan ve Batı Mançurya sınır Şadları ise “Küçük Kağan” emrinde idiler.
Boy ve bölge beyleri, sulh zamanında kendi bölümlerini idare ederler ve savaşta da askerleri ile Kağan’ın ordusuna katılırlardı. Bu düzen, eski Türk hayatında çok önemli bir kaide idi. Gerçi devletin toprakları, Kağan’ın akrabaları ile başarılı komutanları arasında bölünmüşlerdi. Fakat her bölgeyi idare eden beylerin tek amacı, kağanlarını desteklemek ve onun komutası altında ordunun bir parçasını teşkil etmekti. 

4) Savaş ve Fetih ile İlgili İsimler ve Unvanlar

    Üstün nitelikli savaşçılar, özellikle silah kullanmada, düşmana baskın yapmada, düşmanı pusuya düşürmede, düşman safları yarıp parçalamada, düşman kuvvetlerini kuşatmada ve imha etmede son derece ustadırlar. Başka bir deyişle onlar, yüksek savaşçılık yetenekleriyle savaşları ve akınları zafere ulaştırırlar. Türklerde böyle kişiler kahraman olarak vasıflandırılır ve onlara karşı büyük saygı ve hayranlık duyulurdu. Yeni doğan çocuklara da onların savaşta gösterdikleri başarılarıyla ilgili birer isim verilirdi.
Meselâ “Yağı Basan” (düşmana baskın yapan), “Yağı Bastı-Yağı Sıyan” (düşmanı basan, düşmanı kıran), “Sü Sıyan” (asker kıran), “Er Basgan” (düşman askerlerine baskın düzenleyen), “Er Biçen” (asker doğrayan), “İl Gazi” (İl=Devlet), “İl Almış”, “İl Aldı Bey”, “İl Basmış”, “İl Katmış”, “İl Basar Bey”, “İl Urmuş” (ülke zeptetmiş), “Sancar” (mızrak saplayan), “Bozan” (düşman ordusunu bozan), “Çalık” (vurucu, kırıcı, zarar verici) gibi isimler, hep savaşlarda, akınlarda ve çarpışmalarda gösterilen başarılarla ilgilidir. 
Türkler, zafer kazanan ve ülkeler fetheden fatih komutanlar için de “Kapgan” veya “Kapan” unvanını kullanmaktaydılar. “Kapgan” veya “Kapan” sözü, Türkçe “kapmak” fiilinin köküne geniş zaman eki getirilmek suretiyle yapılmış bir isimdir. “Kapan, alıp kaçan, elde eden, fetheden” anlamına gelmektedir. Arapça kökenli “Fatih” sözünün tam bir karşılığıdır.  




Sonuç

    Türkler, tarih boyunca kurdukları devletleri, fethettikleri bölgeleri ve halkın güvenliğini askerî teşkilatlanma sayesinde koruyabilmiş ve geliştirmişlerdir. Farklı kavimlere örnek olmaları bir yana, kendilerinden sonra kurulacak olan Türk devletlerinin ve Müslüman-Türk devletlerinin askerî teşkilatlanmalarına da örnek teşkil etmişlerdir. 
Farklı kavimlerin aksine, Türk ordu ve askerî teşkilâtında ücretli yahut sınırlı askerlik yapılmamıştır. Ordu halk, halk ordu olmuştur. Ordu sistematik hesaplamalar ve stratejik planlar ile yönetilmiş, askerlik ise tam disiplin ile yürütülmüştür. Ordu içerisinde oluşturulan hiyerarşik düzen, askeri teşkilâtlanmanın neredeyse temelini oluşturmuş ve sonraki dönemlerde geliştirilmiştir. 
Türklerde askerî teşkilât hiçbir zaman pasif kalmamış, her zaman dinamik, hazır ve çevik durumda bulunmuştur. Savaşlarda ve baskınlarda kahramanlık gösteren askerler, yüce ve kutlu unvanlar ile onurlandırılmıştır. Adları, sonraki nesillere miras misali verilmiş ve birçoğu günümüze kadar aktarılmıştır. 
Şanlı Türk ordusunun yüce neferlerinin her birine, tarihin her döneminde müteşekkir olduk ve olmaya da devam edeceğiz. 






KAYNAKÇA

DURMUŞ, Eda, Eski Türklerde Askerî Yapı, Asya Araştırmaları Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, IV. Cilt, 2020.
KOCA, Salim, Selçuklular’da Ordu ve Askerî Kültür, Berikan Yayınevi, Ankara, 2005.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Kömen Yayınları, Ankara, 1979.
TEKİNOĞLU, Hüseyin, Hun Türkleri, Kamer Yayınları, İstanbul, 2017.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.

Post Top Ad

Your Ad Spot