Türk ve Rus |
TARİHSEL BENZERLİKLER TÜRKLER VE RUSLAR
ÖZET
Türk ve Rus
halkının ilişkileri çok eski
dönemlere uzanmaktadır. Ruslar’ın ortaya çıkış izleri bile Türk Devletleri’nin
gölgesi kalkmasından sonra ki olaylar silsilesinde oluşurken, Türkler ve Ruslar yüzyıllar boyunca farklı
nedenlerle sürekli etkileşim halinde olmuşlardır. Aynı coğrafyayı paylaşmaları,
birbirleri ile komşu olmaları, her iki halkın maddi ve manevi kültüründe büyük
izler bırakmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türk, Rus, tarihsel benzerlikler,
gelenek, tören, ilişki, kültür.
историческое сходство турок
и русских
РЕЗЮМЕ
Отношения турецкого и
русского народов уходят корнями в древние времена. Хотя даже следы появления
русских сформировались в последовательности событий после исчезновения тени
турецких государств, турки и русские находились в постоянном взаимодействии по
разным причинам на протяжении веков. Общая география и соседство друг с другом
оставили большой след в материальной и духовной культуре обоих народов.
КЛЮЧЕВЫЕ СЛОВА: турецкий, русский, историческое сходство,
Традиция, церемония, отношения, культура.
Catherine Evtuhov'un
"Rusya Tarihi" adlı kitaba yazdığı önsözde şöyle bir cümle var:
"Rusya Tarihi, Osmanlılar’ın ve çağdaş Türklerin tarihini anlamak için
şaşırtıcı şekilde elzemdir."
Ruslar’ın ortaya çıkışına
baktığımızda Nestor Klasiklerin de Varegler’den yardım alma söz konusu olsada,
Slav kabilelerinin birbiri ile münakaşası derken Ukrayna Steplerin’de bir Moskova
Knezliği’nin tartışmalar, çatışmalar, sonucunda ortaya çıkması ve akabinde
Rusya Devleti’ne giden yolda verdikleri mücadeleler benzerlik açısından Osmanlı
Devleti’nin Osman Oğulları beyliği, Anadolu’da var olan bazı beylikler ile
mücadele vermesi 2.Mehmed Han’ın Devleti, İmparatorluğa götürmesi ile
sonuçlanan mücadeleleri aynı örnekleri barındırması açısından oldukça ilginç ve
birbirlerine benzerdir.
Türk ve Rus tarihindeki
en ilginç benzerliklerden biri Bizans’ın mirası konusu, Roma İmparatorlukları
üç taneydi ve üçünde de farklılıkların bir arada var olması esastı. Osmanlılık
ise üçüncü ve son Roma’ydı. Birçok Türk tarihçisine göre Osmanlı 1453’de
İstanbul’u fethettikten sonra idareden, askeriyeye, mimariden, diğer kültür
alanlarına Bizans’tan bir çok şey almıştı. ‘’Pskov Manastırı Rahibi Filoyev; 3.
Vasili’ye sunduğu görüşünde: Dünya hakimiyetinin merkezi önceden Roma, daha
sonra ikinci Roma’yı temsilen İstanbul olmuştur. Her iki Roma da düşmüştür.
Halbuki üçüncü Roma ayaktadır; O da Moskova’dır. Hristiyanlık’taki ‘’Mukaddes
Üçlü’’ gereğince, dördüncü Roma olmayacaktır. Bu nedenle ‘’Moskova’’ dünya
hakimiyetinin yeni merkezidir’’ diye yazıyordu.[1]
Fakat ilginç olan
Rusya’nın da kendisini üçüncü Roma olarak görmesi. Ruslar 10. yüzyılda dinleri
incelerken Bizans kiliselerinin ihtişamından çok etkilenmişlerdi. Osmanlı’ya
benzer şekilde idareden kültüre birçok özelliği kendi ülkelerine taşıdılar.
Rusya’da dile getirilen üçüncü Roma teorisine göre ise, Moskova dünya
hâkimiyetinin yeni merkezi olmuştu. Moskova hükümdarları ise Bizans’ın
halefleri olarak Ortodoksluğun yüksek hamileri konumuna gelmişlerdi. Neticede
Bizans’ın kimi özellikleri her iki imparatorluk dahilinde çeşitli açılardan
yaşayageldi.
Türk ve Rus tarihlerinde
ilginç noktalardan biri de denizcilik alanındaki çabalarıydı fakat bu çabaların
seyri birinin başarılı olmasına, birinin de gerilemesine neden oldu.
Osmanlı’nın çöküş nedenlerini irdeleyen Doğan Avcıoğlu’na göre: Sanayileşme
emarelerinin belirdiği Osmanlı’da gerilemenin başlıca sebebi denizlerdeki
hakimiyetin kaybedilmesiydi. Rusya’da ise Büyük Petro denizciliği geliştirerek
hem bölgedeki hakimiyetini artırdı hem de Osmanlı’ya büyük bir darbe
vurulmasına neden oldu. Bugünse her iki ülkenin denizcilik alanındaki çabaları
gelecekleri ve yeni stratejik dengeler açısından önemli olacağa benziyor.
Hem Osmanlı’da hem de
Çarlık Rusya’sında 18. ve 19. yüzyıllarda Batılılaşma çabaları yoğunlaşmıştı.
Esas olarak idareyi ve askeriyeyi geliştirmek üzere yola çıkılan adımlar her
iki imparatorlukta da Batılı fikir ve siyasi akımların yayılmasına neden oldu. Nitekim
Osmanlı’da 2.Mahmud Han’ın başlattığı reform hareketi ile Rusya’da Çar 1.
Petro’nun girişimleri benzerlik açısından harika bir örnek oluşturabilir. Her
ikiside Batı’yı takip etmeleri ve kendi imparatorluklarında yaşatmak
istedikleri reformları bir bir hayata geçiriyorlardı. Fakat daha da ilginci
Batılılaşmaya karşı gelişen refleksin her iki ülkede de süregelmesi. MGİMO
öğretim üyesi Dr. İrina Svistunova’ya göre Türkiye ve Rusya ortak bir soruya
yanıt aramıştı: “Yabancı medeniyetlerden yapılan benimsemelerin sınırı ne
olmalıydı ki, bu benimsemeler kendi milli ve kültürel değerlerine zarar
vermemeliydi.” Sınırların ne olacağının tartışılması yanında her iki ülkede de
tarih boyunca Batılılaşmayı külliyen reddeden yaklaşımların olduğunu biliyoruz.
Türkler ve Ruslar tarih
sahnesine çıktıklarından bu yana coğrafyalarının kesişmesi nedeniyle hem
savaştılar hem de iş birliği yaptıkları dönemler oldu. Fakat her halükarda
birbirlerinin kültürünü etkilediler. İki imparatorluk önemli savaşlar yaşadı ve
Osmanlı’nın yıkılışında bu savaşların önemli etkileri oldu. Özellikle
Karadeniz'de hakimiyet kurmak üzere
giriştikleri çatışmalar önemliydi. İlber Ortaylı’nın dediği gibi sonunda iki
imparatorluk da bundan zarar gördü ve yerlerini yeni devletler aldı. Türkler ve
Ruslar kültürel etkileşimleri yanında birbirleriyle ticaret yapmaya da önem
verdiler. Ekonomik ilişkiler, göç, diplomatik ilişkiler her daim canlı bir
etkileşim kurulmasına yol açtı.
Yeni devletlerin ortaya
çıkması başka bir ortak noktada
buluşturdu onları. Her iki devlet de emperyalizme karşı savaşıyordu ve bu
noktada kendi aralarındaki sorunları çözerek birbirlerine yardım ettiler.
Atatürk ve Lenin arasındaki bu yakınlaşmanın önemli etkileri olmuştu. Kurtuluş
Savaşı sırasında Sovyetler Birliği tarafından önemli yardımlar yapıldı. 1920’li
ve 1930’lu yıllardaki Türk Sanayileşmesine bu işbirliğinin çok önemli katkıları
olmuştu.
Her iki devletin de Batı
ile ilişkileri hep sorunlu oldu. MGİMO öğretim üyesi Dr. İrina Svistunova bu
noktada şöyle bir tespitte bulunuyor: “Doğal ve kültürel sebeplerden dolayı
Batı bizim ülkelerimizi ayrıcalıklı ortak veya stratejik müttefik olarak kabul
etmekte, hiçbir şekilde kendisinin organik devamı olarak görmemektedir.”
Başka bir benzerlik her
iki kültürün dini ele alış çabalarıyla ilgili. Öncelikle her iki imparatorluk
da dini siyasi amaçları için kullandılar. Ruslar Hristiyanlık öncesi Pagandı.
Türkler ise Şamandı. Rusya Ortodoksluğu seçerek kendi dilini ve kültürünü daha
çok koruyarak kimi Pagan inançlarının yaşatılmasını sağladı. Ruslar Ortodoks
milletleri himaye etme yönünde bir amaç da belirlemişti. Osmanlı ise halifeliği
taşıyarak Müslüman milletleri himaye ve liderlik misyonu edinmişti. Fakat
Osmanlı döneminde Türk dili ve kültürü Ruslar’la aynı bilinçle korunamadı.
Bizim kendi dilimiz ve kültürümüze sahip çıkmamızı asıl olarak Atatürk sağladı.[2]
Kültürel
Benzerlikler
Kültürel bazda iki
milletin birbirlerine benzer görenek, ilişki, kültür yaklaşımları son derece
iki millet ve devlet açısından benzerlik
göstermektedir. Türkler’in ve Ruslar’ın yılın belirli günlerinde, aile ve
toplum yaşamının en önemli anlarında, hastalık, doğal afetler vs. karşısında
yerine getirdikleri, kendilerine özgü birçok gelenekleri olmuştur. Bazen bu
geleneklerin ilginç bir şekilde örtüştüğünü görmek mümkündür. Bu durum bazı
bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. Büyük Kazak şairi ve bilim adamı Olcas
Süleyman, Ruslar’ın en eski destanı sayılan “Slovo o Polku İgoreve” (İgor
Yürüyüşü Destanı) eserini farklı bir bakış açısıyla incelerken bir hususa
özellikle dikkat etmiştir. Destanda Kıpçaklar üzerine yürüyüş yapan fakat esir
düşen Knez (Bey) İgor anlatılırken Knez Svyatoslav’ın rüyası ve onun yorumuna
da yer verilmiştir. O. Süleyman, “Az’ı Ya” isimli eserinde şöyle yazar: “Svyatoslav
rüyada görmüş ki onu Türk, Tengri âdetine göre defne hazırlıyorlar”. Her halkın
örf ve âdetleri arasında çok özel bir yeri olan cenaze töreni geleneklerinin
başkaları tarafından kolaylıkla benimsendiği söylenemez. I. Petro’ya kadar
bütün Rus Knez ve Çarları’nın başka ülkelerden gelen elçileri karşılama
merasimlerinde tamamen Türk geleneklerine uydukları kaynaklarda belirtilmiştir.
Birbiriyle örtüşen geleneklerin bazıları Pagan düşüncelerinin izleridir.
Onların araştırılması bizi daha eski dönemlere götürmektedir. Onlardan
bazılarını gözden geçirelim: XX. yüzyılın başlarına kadar Ruslar arasında
“opahivaniye” (toprak sürme) isimli bir gelenek varlığını sürdürmüştür. Bu
geleneğin tasvirini etnografik çalışmalar dışında, İ. Bunin’in “Köy” isimli
öyküsünde ve M. Musorgsky’nin “Hovanşina” operasında görmek mümkündür. V. İ.
Dal’, ‘’Tolkovıy Slovar Russkoga Yazıka’’ isimli kapsamlı sözlüğünde bu
gelenekten bahsetmiştir. E.V. Pomerantseva tarafından geniş tasviri verilmiş
olan “opahivaniye” törenini şöyle özetlemek mümkündür: Bulaşıcı insan ve hayvan
hastalıkları baş gösterdiğinde köyün daha çok kadınları tedbir alırlar. Önceden
kimsenin dışarı çıkmaması tembih edilir. Gecenin karanlığında kadınlar
toplanırlar. Önde bir genç kız aziz tasviriyle gider, arkasından bir kadın ya
süpürge üstünde ya da karasabanla kendinden geçmiş bir şekilde dans ederek büyü
sözleri söyler. Diğer kız ve kadınlar ellerinde maşalarla, oraklarla,
tırpanlarla korkunç gürültü yaparak onu takip ederler. Söyledikleri şarkı
sözlerinde kadınların sayısı genellikle dokuz kız, dokuz karı, üç dul kadın, üç
evli kadın diye geçer. Hepsi yalınayak ve saçları açık bir şekilde beyaz
geceliklerle köyün etrafında dönerler. Tehditkâr sözleri ve gürültüleri ile
hastalıkları korkuttuklarını düşünürler. E.V. Pomerantseva, bazı halklarda da (örn.
Ukrayna, Alman, Çek, Mordva) görülen bu hastalıkla mücadele şeklinin zamanında
Çuvaşlarda höraki, hiraki adıyla yaygın olduğunu, hatta bazı araştırmacılara
göre Çuvaşlar’dan, Ruslara geçmiş olabileceğini belirtmiştir. İnsanların ve
hayvanların kötü ve bulaşıcı hastalıklardan korunması için yapılan bu
etkileyici tören, Sahaların çocuk isteme ile ilgili eski şaman geleneklerine de
benzemektedir. N. A. Alekseyev, kökünün çok eskilere uzandığını belirttiği bu töreni
özetle şöyle anlatmaktadır: Kışın çadırda, yazın avluda yapılan tören şaman
tarafından yönetilmektedir. Fakat şaman geleneksel kıyafetini değil, beyaz
giyer. Dokuz genç kız ve dokuz delikanlı şamanın sağ ve sol tarafında durarak
at kılından yapılmış ipe tutunurlar. Çocuğu olmasını isteyen kadın iki yaşlı
kadının arasında oturur. Onlar önlerini iliklemez ve saçlarını açarlar. Onların
neşeli bir şekilde gülümsemesi şarttır. Şamanın duası katılımcılar tarafından
tekrarlanır, tanrıça Ayıısıt’tan çocuk istenir. Görüldüğü üzere bazı
farklılıklarla (dokuz delikanlının bulunması, gülümseme, ipe tutunma gibi
motifler) beraber benzerlikler çoğunluktadır. Beyaz kıyafetler, dokuz genç kız,
üç kadın, saçların açılması vs. yine
kötü ruhları korkutmak için saçlarını, kemer ve düğmelerini açarak gürültü
yapma çocuk doğumu sırasında gerçekleştirilir.
İlkbaharın ilk gök
gürültüsü hem Türkler de, hem de Ruslar da önemli bir olay sayılmış ve bununla
ilgili çeşitli ritüeller yapılmıştır. Eski inançlara göre kıştan sonra ilkbahar
fırtınası insanları hastalıklardan ve kötülüklerden arındırır, sağlık ve iyilik
sağlar. Türklerde de Ruslarda da bu durumda ritüellerin bazıları için ağaç
kullanılması eski ağaç kültü ile açıklanabilir. Yüzün yıkanması, mum ve ardıç
yakılması da benzer motifler arasındadır. Ayrıca dolu yağarken onun ekine zarar
vermesi korkusuyla yapılan işlemler arasında da ortak özellikler görülebilir
(örn: çocuğun bir veya üç dolu tanesini ısırması). Eski geleneklerin birçoğu
zamanla unutulmuş ve kaybolmuştur. Fakat hâlâ izlerini dilde korumakta olan
gelenekler de vardır. Rusça’da olan
“kudıkinı gorı”, “ni puha ni pera” gibi deyimler eski avcılık geleneklerinde
kullanılan tabuları yansıtmaktadır. Çağdaş Rusça’da gidilecek yerin belli
olmaması veya belirtilmesinin istenmediği zamanlarda “kudıkinı gorı” ifadesi
kullanılır. “ni puha ni pera” deyimi ise şakayla başarı dileme ifadesidir. Bu
deyimin kelime anlamı “ne bir ince tüy, ne de kalın tüy” diye çevrilebilir. İlk
önceleri avcılar doğrudan başarı dilemelerinin başarısızlığa götürebileceğine
inanırlardı. Başarısızlık dileği ile av hayvanlarının kandırıldığı düşünülürdü.
Böylece avcı onları rahatlıkla avlayabilirdi. Türk topluluklarında da avla
ilgili çok ciddi kurallar, yasaklar ve tabular mevcut olmuştur. Avla ilgili
yüksek sesle konuşmama, av hayvanlarının isminin değiştirilmesi vs. bu konuda da onlar arasında benzer motifler
görülebilir. Rusça’da “leylek” anlamında olan “aist” kelimesi de dikkat
çekicidir. Diğer Slav dillerinde görülmeyen ve sadece Rusça’da olan aist
kelimesi, Eski Türk inanç ve gelenekleri ışığında incelenebilir. Rusça’da bu
kelimenin kesinlikle yabancı olduğu ve gagasının uzunluğu nedeniyle Türkçe
“agıs” (ağız) kelimesinden geldiği kanaati vardır. Bize göre ise aist, ayıısıt
kelimesinden gelmiş olabilir. Ayıısıt Türkçe ana tanrıça Humay’ın isimlerinden
biridir. Eski inanışlara göre bir ailenin çocuğa sahip olması yalnız Humay’la
ilgilidir. Humay’ın çeşitli görüntüleri
arasında onun kuş şeklinde görünmesi de yer almaktadır. Ruslarda da şöyle düşünce
olmuştur; ailelere çocukları leylekler gagasında getirir. Göçebe kuşlar olan
leyleklere saygı geleneği vardır ve onu öldürmezler. Rusça’nın kelime
hazinesinin bu açıdan incelenmesi eski Rus geleneklerine olduğu gibi eski Türk
geleneklerine de ışık tutabilir ve eski kültür ilişkilerinin incelenmesinde
yardımcı olur.
SONUÇ
Coğrafi ve Kadersel olarak aynı yarım kürenin iki
devleti ve milleti açısından benzerliklerin olması, bize açıklanabilir bir
bağın olduğunu göstermektedir ve göstermiştir. Türkler ve Ruslar tarih
sahnesine çıkmalarından bu yana aynı coğrafyayı paylaşan bu iki devletin
siyasi, kültürel, açıdan benzerlikler göstermesi son derece güzel ve kayda
değer yönü olması kaydıyla güzeldir. Bu tarihi etkileşimler bizlere bir gerçeği
daha göstermiştir buda Türkler ve Rusların aynı coğrafyada yaşayan partner diye
niteleyebileceğimiz bir kardeşlik bağınında oluşmasının önünü göstermesi
açısından önemlidir. Her iki millet ve devletin ilişkilerini güçlendirmesi bize
yansıyacağı olumlu gelişmeleri açısından nihayi önem kazanmaktadır.
KAYNAKÇA
Erkeç, Berkan, ‘’
Bizans’ın Varisçileri Ruslar Mı ?’’ Blogger/AkademiTarih, 2020.
Güven, Samih, ’’ Türk ve Rus Tarihlerinde İlginç
Benzerlikler’’ MedyaG, 2020.
Hacızade, Leyla, ‘’
Eski Türk ve Rus Geleneklerinin Etkileşim İzleri’’ Dergipark, a.g.m. Gazi
Üniversitesi.
N.A, Alekseyev,
‘’Ranniye
Formı Religii Tyurkoyazıçnıh Narodov Sibiri, İzd.’’, “Nauka” (Sibirskoye
Otdeleniye), Novosibirsk, 1980.
Çernıh P.Y, ‘’İstoriko-Etimologiçeskiy Slovar’
Sovremennogo Ruskogo Yazıka’’, 1 t. ,İzd. “Russkiy Yazık”, Moskva, 1999.
V.İ. Dal’, ‘’Tolkovıy
Slovar’ Russkogo Yazıka’’ (Sovremennaya Versiya), İzd. EKSMO- Press,
Moskva, 2001.
Kononov A.N, ‘’İstoriya
İzuçeniya Tyurkskih Yazıkov v Rossii’’, İzd. “Nauka” (Leningradskoye
Otdeleniye), Leningrad, 1972.
Pomerantseva E.V, Rol ’’
Slova v Obryade Opahivaniya, “Obryadı i Obryadovıy Folklor”, İzd. ‘’Nauka’’, Moskva, 1982, s.25-36.
Sagalayev, A.M,
‘’Uralo-Altayskaya Mifologiya. Simvol i
Arhetip’’, İzd. “Nauka” (Sibirskoye Otdeleniye), Novosibirsk, 1991.
O, Süleyman, ‘’Az
i Ya’’, (Rusça aslından çeviren N. Seferoğlu; hazırlayanlar: Prof. Dr. K.V.
Nerimanoğlu, Prof Dr. F. Türkmen, Araş. Gör. M. Öner), Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1992.
N.M. Şanskiy, V.İ. Zimin, A.V. Filippov, ‘’Şkol’nıy Frazeologiçeskiy Slovar’’,’’ Russkogo
Yazıka’’, İzd. “Drofev”, Moskva, 2001.
Tolstıye N.İ. i S.M. Pervıy Grom v Polesye. Zasçita ot
Grada v Polesye. “Obryadı i Obryadovıy
Folklor”, İzd. “Nauka”, Moskva,1982,s.49-83; Alekseyev N.A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.