Bir İmparatorluk enkazı üzerinde yükselen Türkiye
Cumhuriyeti Devleti çok kolay kurulmamıştır. Balkan bozgunu ile başlayan ve
Birinci Cihan Harbi ile devem eden geri çekilme ve yenilgi dönemleri, Türk
milletine aşağılayıcı bir bakış açısıyla yaklaşan başta İngiltere ve
müttefiklerinin son oyunu olarak ta Mondros Ateşkes Antlaşması ile dayatılan
bölünme.
Son kırk yılını sürekli savaşarak geçiren bir millet,
ekonomik olarak bitmiş, sanayisi yok denecek kadar az, kapitülasyonlarla sömürü
durumuna düşmüş bir devlet ve onun yorgun, bitkin aynı zamanda umutsuz halkı.
Böyle bir durumda yapılan ulusal mücadele.
İşte Milli Mücadele’yi farklı ve anlamlı kılanda bu
zor şartlar altında elde edilen başarı olsa gerek. Bu yokluk ve umutsuzluk
içinde bölünmüş bir milleti bir araya getirip tekrar hayaller gördürmek ve bunu
başarmak çok iyi bir yöneticiye ihtiyaç olduğunu gösterir. Bunca zorluk içinde
hedefi olan “Milli Devlet” fikrini önce arkadaşlarına inandırmak, ardından aynı
rüyayı millete göstermek ve bunu aşama aşama sabırla başarmak ancak Mustafa
Kemal Atatürk gibi dâhilerin işidir.
Türk Milli Mücadelesi sabırla hedefe koşmanın ve
başarının nasıl yazılacağını ve dünya mazlum milletlerinin esaret zincirlerini
kırması açısından evrensel değerler taşımaktadır. Bu Atatürk’ün sadece Türk
Milleti için değil, sömürgeleştirilen tüm dünya insanlığının da kurtuluş
reçetesidir.
Milli
Mücadeleyi ve değerini anlamak için hareketin öncesinde devletin ve mücadele
edilen ülkelerin durumunu bilmekte fayda vardır. Bilindiği gibi 1878 Berlin
Kongresi ile başlayan, I. Dünya Savaşı içinde yapılan bir dizi gizli anlaşmalar
ile şekillenen Osmanlı Türkiye’sinin paylaşım planı İmparatorluğun önüne Sevr
Barış Antlaşması olarak konulmuştu. Daha I. Dünya Savaşı sürerken, İtilaf
Devletleri arasında gizlice, Osmanlı toprakları üzerinde Anadolu’nun ve Orta
Doğu’nun paylaşılması ile ilgili Sykes Picot Antlaşması, Saint Jean de
Maurienne Antlaşması ve Balfour Deklarasyonu yapılmıştı.
I.
Dünya Savaşı’nı bitiren diğer barış antlaşmalarının aksine Sevr, Türkleri Avrupa’dan
hatta Anadolu’dan da sonsuza dek kovmak mantığıyla şekillenmiş ve Osmanlı’yı
Avrupa’dan tamamen silmek amacını gütmüştü. Bu durumu, en iyi ifade eden
zamanın Düyunu-u Umumiye Başkanı Sir Adam Block erken bir tarihte daha 1914
yılında şöyle der: “Almanya kazanırsa,
Alman sömürgesi olacaksınız; İngiltere kazanırsa mahvoldunuz!” İngiliz Başbakanı
Lloyd George’un sadece şu sözleri bile bu öngörüleri doğrulamaktadır: “Sulh şartları ilan edilince zaten Türklerin
deliliklerinden, kötülüklerinden, cinayetlerinden dolayı ne kadar ağır cezalara
çarptırılacakları görülecektir... Cezalar, onların en büyük düşmanlarını bile
kâfi derecede tatmin edecek kadar müthiştir.”
Başta
İngiltere olmak üzere Avrupalı devletler, kendi aralarında yaptıkları gizli
anlaşmalar neticesinde masa başında cetvellerle çizilen paylaşım planlarına uygun
politikalar takip etmişlerdi. Avrupa’nın emperyalist devletlerinin
stratejilerine göre; etnik ve dini temelli parselasyonlarla Osmanlı
İmparatorluğu’nun topraklarının parçalanması ve parçalanan bölgelerde yeni
devletlerin kurulması ya da bu bölgelerin dolaylı idare altına alınmasıyla “Doğu
Sorunu” çözülecekti.
1.
Dünya savaşı öncesinde kendisine müttefik arayan Osmanlı Devleti’nin tüm
girişimleri sonuçsuz kalınca devlet Almanya ile müttefik olmak zorunda kalmış
ve kendinden beklenenden fazla performans göstererek hem savaşın uzamasına, hem
de Rus Çarlığının yıkılmasına neden olmuştur. Ama tarihimizde hiçbir facia
Birinci Cihan Harbi kadar büyük olmadı. Osmanlı Tıp Merkezi’nin kayıtlarına
göre Kafkasya’da, Sarıkamış harekâtı dâhil, 219 bin şehit, Çanakkale’de 101 bin
şehit, Filistin Cephesi’nde 80 bin şehit… Liste uzayıp gidiyor. Harp sırasında
3 milyon insan ölmüş, yaralanmış sakatlanmış, kaybolmuştu. Silahaltına alınan
her üç kişiden sadece biri tekrar köyüne dönebilmişti. Elbette aynı coğrafyada
Ermeniler ve onlar kadar olmasa da Rumlar da facialar yaşadı. Ama bizim
yaşadığımız facialar anlatılır gibi değil. Sonuçta 30 Ekim 1918 günü
imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile fiilen savaş sona ermiştir.
Milli
Mücadele’nin başladığı 19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan Anadolu’daki şartlara yakından
bakıldığında yıllar süren ve birbirini takip eden harplerin ve Birinci Dünya
Savaşı’nı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren Mondros Ateşkes Anlaşması’nın
getirdiği tablo karşımıza çıkmaktadır. Dönemin Siyasi durumunu şöyle
özetleyebiliriz.
1. Mondros Ateşkes Anlaşmasının 30 Ekim
1918’de imzalanmasıyla devlet siyasi bağımsızlığını kaybetmişti. Bu anlaşmaya
göre ordu terhis edilmiş, silahları ve cephanesi toplanarak işgalcilerin
kontrolüne verilmişti. Yine aynı anlaşmanın 7. Maddesine göre İtilaf Devletleri
Osmanlı coğrafyasında istedikleri stratejik yerleri işgal edebilecekti.
2. Saltanat, Hilafet ve hükümet işgal
altında varlıklarını sürdürmeye çalışmaktaydı.
3. Devletin yönetim merkezi olan
Payitaht İstanbul 13 Kasım 1918’de işgal edilmişti.
4. Anadolu merkezden kontrol edilemez
olmuş böylece devletten ve hükümetten yoksun hale gelmişti. Bu ortamdan
yararlanan zararlı cemiyetler çıkarları için var gücüyle çalışmaktaydı.
5. En kötüsü de ülkenin tüm haberleşme
ve ulaşım hatları işgalcilerin kontrolüne geçmişti.
6. İşgal güçleri ve Duyun-u Umumiye
İdaresi başlı başına buyruk haline gelmişti.
7. Üst düzey komutanların bir kısmı
işgalcilerin isteği üzerine uydurma suçlardan gözetim altına alınarak Malta
adasına sürülmüşlerdi.
8. Ulaşım işgalci devletlerin
kontrolünde olduğu için çok zor şartlar altında yapılmaktaydı.
Samsun’dan
Anadolu’daki genel duruma bakıldığında ordu dağıtılmış, silahları elinden
alınmış ve alınmaya devam ediliyordu. Halk ise bir lokma ekmeğe muhtaç,
kullanacak silahı ve atacak kurşunu yoktu..
“Şimdi
vazifemiz, halkı, vatanı ve esir Padişah’ı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir… Zamanında
hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül
etmemek başlıca dikkatimizi teşkil etmelidir… (Zamanı gelince) Fes kalkacak,
medeni millet gibi şapka giyilecek, Latin Harfleri kabul edilecektir…”
Yukardaki
sözler Mustafa Kemal Atatürk’ün asıl hedefini kısaca özetleyen sözler. Şimdi bu
hedefler ve Stratejiler ve aşamaları hakkında genel bir değerlendirme yapalım.
Mustafa
Kemal Atatürk Milli Mücadele öncesinde öncelikli hedef olarak İttihat ve
Terakki’den sonra kurulacak bir hükümette görev almak olmuştur. Bunanla
ilgilide çalışmalar yapmıştır. Daha Mütareke imzalanmadan önce Padişah
Vahdettin’e çektiği gizli bir telgrafta göndermiştir. 14 Ekim 1914 tarihli bu
telgrafta Mustafa Kemal, "Orduların muharebe kudretinden mührüm ve zaten
mevcut kuvvetlerimizin savunmadan aciz olduğunu” vurguladıktan sonra şunları
önerir.
“Düşman
her gün daha müsait ve ezici şartlar kazanmaktadır. Müttefiklerimizle, olmadığı
takdirde kendi başımıza ve derhal sulhu kararlaştırmak lazımdır. Bunan için
kaybedilecek bir an dahi kalmamıştır. Aksi takdirde memleketin bütünüyle elden
çıkması ve devletimizin giderilmesi kabil olmayan tehlikelere maruz kalması
ihtimal dışı değildir.
Muhterem
Padişahımıza olan sadakat ve bağlılığım ve vatanımın selametini temin
itibariyle arz ederim ki… Sadrazamlığın İzzet Paşa Hazretlerine verilmesi ve
onun da Fethi (Okyar), Rauf (Orbay), Azmi Canbulat, Şeyhülislam Hayri ve
acizlerinden (Mustafa Kemal’in Kendisi) oluşan bir kabine kurulması zaruridir”.
Ancak
Padişah Mustafa Kemal’in önerilerinin bir kısmını dikkate alır kendisine
hükümette görev vermez. Mustafa kemal bu defa İngilizlerle görüşmek ister ve en
azından fikirlerini sunup onlar aracılığı ile bir görev talep etmek ister. Bu
konuda Fethi Beyle beraber çıkardığı “Minber” gazetesinde ilk mesajını şöyle
verir:
“İngilizlerin
Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklaline riayette
gösterdikleri hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı
milletinin İngilizlerden daha hayırlı bir dost İngilizlerden daha hayırlı bir
dost olamayacağını kanaatiyle mütehassis olmaları pek tabidir.”
Mustafa
Kemal çalışmalarını mevcut hükümetin yıkılması ve kendisinin bu hükümette görev
alması için çalışmalarını basın yoluyla yoğunlaştırır. Minber Gazetesi, mevcut
Tevfik paşa hükümetinin çekilmesi ve yeni hükümetin kurulması için kampanya
yürütüyor. Tabii Mustafa Kemal Harbiye Nazırı olacağı yen hükümet… Burada yakın
arkadaşı Fethi Bey’in başkanlık yaptığı Ahrar Fırkası’nın iktidara gelmesi gerekmektedir.
Mustafa
Kemal hedeflerine ulaşmak için tüm ihtimalleri değerlendirir. Bu arada en büyük
umudu Mebusan Meclisi’nden destek bulmaktır. Bu açıklamalarıyla, hükümette yer
almak ister. Aynı zamanda İngilizlerin ve siyaset çevrelerinin dikkatini
çekmeye çalışır. Mustafa Kemal Paşa’nın bütün bu faaliyetleri iki taktik amacı
vardır. Bunlar için siyaset yapıyor. İngilizler, İttihatçı yönetiminde “düşman
Türkiye” ile savaşmıştı. Şimdi “dost Türkiye” olduğunu görerek, yapılacak barış
antlaşmasında adil davranır mıydı? Bu beklenti çok yaygındır. Padişah bu görüşe
saplanıp kalacak, Mustafa Kemal ise, İngilizlerin Mondros’a bile uymadıklarını görerek
mücadele yolunu seçecektir.
Mustafa
Kemal Paşa’nın ikinci taktik hedefi, mevcut Tevfik Paşa hükümetini düşürmek,
onun yerine Ahmet İzzet Paşa’nın kuracağı bir hükümete Harbiye Nazırı olarak
girmek, İstanbul’da iktidarı ele almaktır. Taha Akyol Lord Kinross’a atıf yaparak şu
ifadeleri kullanıyor; “ Mustafa Kemal şimdi de, acaba bizzat, Müttefikler
yoluyla bir iş başarabilir mi, diye düşünmeye başlıyor. Ne de olsa İtilaf
Devletleri memleketin kaderine hâkim durumdalar. Onun hiç yetkisiz olmaktansa
herhangi bir yetkili görevde bulunması, isteklerini (yani Lord Curzon’un
korktuğu milli ayaklanmayı) gerçekleştirmek için şarttı yorumunu yapıyor.
İngilizler’
den ve Osmanlı Padişah’ın dan istediği desteği alamayan Mustafa Kemal Milli
Mücadele için çare ararken aradığı ilk desteği İtalyanlardan alır. İtalyan Baş
delegesi Kont Sforza, İngilizlerin desteklediği Yunanistan’a karşı milliyetçi
bir hükümet kurmanın mümkün olup olmadığı konusunda Mustafa Kemal’in ağzını
aradı. Mustafa Kemal anlamıştır ki, İngiltere ve Yunanistan’a karşı İtalya’dan
yararlanmak mümkün.
Mustafa
Kemal gerçekten Kurtuluş Savaşı’nda İtalyan – Yunan karşıtlığından yararlanacak
ve batılı devletlerle ilk antlaşmayı İtalya ile yapacaktır. Atatürk Milli
Hedefe ulaşmak için işgalci güçlerin arasındaki sıkıntılardan çok iyi
yararlanmıştır. Bu konuda Emel Poyraz makalesinde Atatürk’ün stratejilerinde
eski Türk Devlet geleneklerini örnek aldığını ifade ediyor. Şöyle diyor Poyraz
“ Mete Han döneminde Türkler kendilerinden sayıca çok daha üstün olan
Çinlilerin ordularının hatları arasını keserek düşmanının birbiriyle
iletişimine ve koordinasyonuna izin vermeden rakiplerini yenmişlerdi….” İşte
bu taktikleri çok iyi geliştiren Mustafa Kemal önce İtalya ardından Fransa’yı
İngiltere ve Yunanistan ikilisinden koparacaktır.
2.1.3. Tek Çare Anadolu ve Milli Bir Mücadele Fikri
Mustafa
Kemal Paşa’nın İstanbul’da yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır. Ardından İngilizler’
in de Mondros Mütarekesine aykırı olarak davranmaları çarenin milletin bağrı
olan Anadolu’da olduğu fikri hâkim olur. Paşa kendisine yakın gördüğü
arkadaşlarına konuya açmak, destek almak için Şişli’de bulunan evini karargâh
haline dönüştürür. O dönemde çalmadık kapı bırakmaz. Aldığı izlenimler
şöyledir;
“Temas
ettiklerim arasında eski İttihatçılardan yahut İtilafçılardan, işgal kuvvetleri
ile beraber çalışanlardan birçok kimse vardı. Ayrıca Mondros Ateşkes Anlaşması
gereği ordunun terhis edilmesi üzerine İstanbul’a dönerek boşta kalanlar ile
Harbiye Nezareti’nde görevli subaylardan nasıl istifade ederim düşüncesiyle
kendilerini münasip şekilde yokladım. Hiç birinin Anadolu’ya geçmek şöyle
dursun, yerinden bile kıpırdamak istemediklerini üzülerek gördüm”. Ne
acı ve düşündürücüdür ki! Mustafa Kemal Paşa, yaptığı temaslar sonunda koca
imparatorlukta milli mücadelenin Anadolu’dan başlatılmasına inanan kendisi
dâhil sadece 5 kişi bulabilmiştir. Ama ne olursa olsun düşüncesini eyleme
geçirecektir. Çünkü inancını ve idealini her çeşit olumsuzluğa rağmen
kaybetmemiştir. Bunun için Yaveri Cevat Abbas’a Şişli-Üsküdar
Tavşancıl-Yarımca-Değirmendere-İznik güzergâhını takiben gizli olarak
Anadolu’ya “Geçiş Planı” hazırlatmıştır.
Mustafa
Kemal’in İstanbul’daki bu çalışmalarını “siyasi çözüm arayışı olarak”
niteleyebiliriz. Bu çalışmaları Mart ortalarına kadar sürüyor. Mart
ortalarında, İstanbul’da bir şeyler yapmanın mümkün olmadığı netleşiyor… O
sırada Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar, Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek,
Milli Mücadele düşüncesiyle tayinlerini Anadolu’ya yaptırıyorlar.
Özetle
Mustafa Kemal’in asıl hedefi olan Milli Mücadele için İstanbul’da ki çabası,
bir şeyler yapmak için, askeri ve siyasi bir kuvvet ele geçirmektir. Fakat
İngilizlerden de bir şey çıkmıyor. Artık tek yol Anadolu’dur. Aradığı askeri ve
siyasi gücü, padişah fermanı ile alacak ve 9. Ordu Müfettişi olarak o şekilde
Samsun’a çıkacaktır.
2.1.4. Milli Mücadele Hedefine Yürürken İç ve Dış Stratejiler
Siyasi
gelişmeleri bu kadar yakından takip eden bir kurmay olarak Mustafa Kemal Paşa,
Samsun’a çıkarken elbette hangi güçlere dayanabileceğinin bir analizini
yapmıştı. Hareketin meşrutiyet temeli “Hâkimiyet-i Milliye” olacaktı.
Peki,
dünya politik dengelerinde hangi kuvvetlere dayanacak, nelerden destek alacak,
İngilizlere karşı hangi politik güçlerle ittifak yapacaktı? Bu sorunun
cevabında Milli Mücadele’nin temel ideolojisi yatıyor, yani “Doğu Mefkûresi”,
bir başka değişle Doğu milletlerinin kurtuluşu amaçlayan, antiemperyalist bir
İslam ve sol anlayışı…
Daha
Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru umutsuz İstanbul’un kapkara
semalarında uzaktan görünen iki yıldız, biraz umut uyandırdı. Çarlığı deviren
ve “Mazlum Milletler”e özgürlük vaat eden Bolşevik Devrimi ve İslam dünyasında
Türkiye lehine İngiltere’nin aleyhine baş gösteren kıpırdanışlar.
Anadolu’ya
çıkmış olan Mustafa Kemal Paşa bu tabloyu çok iyi görüyor, İslam Âlemine
beyanname yayınlıyor, Meclis’i dualarla, tekbirlerle açıyor, Hilafeti kurtarmak
için çarpıştığını ilan ediyor… Lenin’e mektuplar yazıyor, Bolşevizm’i övüyor,
Ankara’da bir Komünist Partisi kurduruyor, emperyalizme ve kapitalizme karşı
mücadele ettiğini defalarca söylüyor.
2.1.5. Dış Siyaset Stratejisi
a- İslam Etkeni: Bu etken içerde Müslüman halkı birleştirmek,
dışarda ise İngiltere’ye karşı Türkiye lehine ciddi bir baskı oluşturmada son
derece yararlı oldu. Bilhassa Hindistan (bugünkü Pakistan dâhil) Müslümanların
“Hilafet Hareketi”, kökleri Balkan Savaşı’na kadar inen, güçlü ve yaygın
hareket olarak Türkiye’ye büyük destek sağlayacak, İngiltere üzerinde ciddi
suretle frenleyici etki yapacaktır.
b- Bolşevik – Rusya Etkeni: Bolşevikler ve Milli Mücadele bu
aşamada aynı saftadır. İngiltere’ye karşı direniş ve mücadele. Mustafa Kemal’le,
Lenin arasında yazışmalar vardır. Bolşeviklerle antlaşmalar imzalanmıştır.
Bolşeviklerden büyük çapta silah ve para yardımı alınmıştır. Her iki tarafta da
bundan büyük siyasi ve askeri yarar sağlamıştır.
c- Müttefikler Arasında Ayrılıklar: Bu konuyla ilgili yukarda az da
olsa bilgi vermiştik. İsterseniz biraz konuyu açılım.
Milli
mücadele kadrosu ve Mustafa Kemal Paşa, Birinci Cihan Harbi bittikten sonra
menfaatleri çatallaşan, çeşitli konularda birbirleriyle çelişen İtilaf
Devletleri arasında ki menfaat çatışmalarından yararlanmayı bilmiştir. İngiliz,
Fransız ve İtalyanlara karşı siyasetinde buna dikkat etmiş Amerika’yı gözden
kaçırmamıştır.
2.1.6. İç Siyaset Stratejisi
Mustafa
Kemal Paşa Milli Mücadele hedefinde Milli bir Türk Devleti olmasına rağmen bunu
en yakınları haricinde kimseyle paylaşmıyor. İç siyasette sürekli İslami ve
milli söylemler geliştirirken bir taraftan da hareketin Halife padişahı
kurtarmak olduğu izlenimi veriyor. Bunanla ilgili birkaç örnek vermekte fayda
var.
3
Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Sırtın da üniformasıyla, “3. Ordu Müfettişi” ve
“Fahri Yaver-i Hazret-i Şehriyari” sıfatıyla, Erzurum’a geliyor. 4 Temmuz,
Sultan Vahideddin’in “cülus” yani tahta çıkmasının birinci yıldönümüdür.
Mustafa Kemal paşa Erzurum'da “Cülûsu hümayunu cenab-ı padişahî münasebetiyle”
tören düzenliyor. Mülki, idari ve askeri erkânın tebriklerini padişah adına
kabul ediyor. Sivas Valiliği’ne bir telgraf çekerek, padişahın tahta çıkış yıl
dönümüne kutladıklarını bildiriyor, bu vesile ile “vatan ve milletin giriftar
olduğu vaziyettin güzel tecellilerle kurtulması ve mutlu bir netice aydınlığa
ve ferahlığa ulaşmasını” temennisini iletiyor.
Mustafa
Kemal Paşa askerlik mesleğinden istifa ediyor. Ya da Padişah görevden alıyor.
Bu dönemde bile siyasetine devam ediyor. “ Şimdiye kadar gerek çok kutsal zât-ı
hümayunlarınıza ve gerek Harbiye Nezaretine yaptığım sunuşlarda vatan ve
milletin, yüce hilafet makamına uğradığı ve halen içinde bulunduğu acı
durumları ve buna karşı duyulan milli elem ve acıları bütün aşamalarıyla ve
gerçekleriyle arz ettim. Bunu yapmakla mukaddesatımın âciz nefsime yüklediği en
yüksek ve en vicdanî vazifelerden birini yapmış oldum…
Yüce
saltanat ve hilafet makamlarının ve necip milletlerinin hayatımın son noktasına
kadar daima hırslı ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir ubudiyetle arz ve
temin ettim. Yüce şahsınızın sıhhat ve afiyeti için dua ve h9er türlü
afetlerden korunmasını Cenab-ı Kibriya’dan niyaz…
Daha
sonra 23 Nisan 1920’de açılacak olan Türkiye Büyük Meclisi’nin açılışı Cuma
gününe denk getirilip dualar tekbirler kurbanlar kesilerek açılmıştır. Mustafa
Kemal Paşa yürüttüğü Türk Milli Mücadelesinin ana hedefi olan “Milli Türk
Devleti’ni” kuruncaya kadar bu siyasetler ve stratejiler eşliğinde çalışmıştır.
Milli
mücadele dönemi aşamalarını şu başlıklar altında inceleyebiliriz.
1-
Mondros Ateşkes Antlaşması ve düşman işgalinden sonra Mitingler, protestolar
şeklinde tepkiler dönemi.
2-
Kuvva-i Milliye Dönemi
3-
Heyet-i Temsiliye Dönemi
4-
Düzenli ordu ve askeri harekât dönemi
5-
Meydan Muharebeleri Dönemi
6-
Barışa Dönüş Dönemi (Mudanya ve Lozan)
3.1.1. Mondros Ateşkes Antlaşması ve düşman işgalinden sonra mitingler,
protestolar şeklinde tepkiler dönemi.
19
Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gelen Mustafa kemal Paşa hem
Milli Mücadele’yi hem de ilk aşama olan tepkiler dönemini başlatmıştır. Paşa
çeşitli tarihlerde çektiği telgraflarla hem İstanbul Hükümeti ve işgalcilere
mesaj verirken hem de milletin direniş başlatmasını istiyordu. 22 Mayıs’ta
İstanbul’a çektiği şu telgrafta İzmir’in işgalini protesto ediyordu.
Rumların
İslamları üzen fiillerden vazgeçerlerse eşkıyalığın ortadan kalkacağı,
böylelikle İslam çetelerinin de ortadan kaldırılmasının mümkün olacağı ve lüzum
görülürse askeri tedbirlerle bastırılmasının tabi olacağı en göze çarpan
hususlardı. Ayrıca İngilizlere, Türklüğün yabancı idaresine tahammülünün
olmadığı, İngilizler gibi medenî milletlerden müşavirlerin iyi karşılanacağı,
Yunanlıların Osmanlı topraklarının hiçbir parçasını idareye haklarının
olamayacağı söylenmiştir. İzmir hakkındaki İngilizlerin sorularına verilen
cevapta, olayın devlet için tamamen millî ve hayati bir mesele ve İzmir’in
Türkler için İstanbul kadar önemli olduğu ve en basit bir Türk köylüsünün bile
aynı tarzda düşündüğü şeklindeki cümleler en göze çarpanlardı. Hiçbir yabancı
özellikle de Yunanistan gibi hayalperest bir hükümetin işgaline razı
olunamayacağı, kuvvetle yapılan işgalin geçici olacağı, milletin yekvücut olup,
millî hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef alarak iş başındaki hükümeti
tüm gücüyle destekleyip itaat edeceğine de vurgu yapılmıştı. Bu
sözlerle Mustafa Kemal Paşa, İstanbul hükümetine Türk Milleti’nin işgalleri
kabullenmeyeceği ve karşı çıkacağı mesajını vermişti.
Mustafa
Kemal Paşa 23 Mayıs 1919’da 15. Kolordu Kumandanlığına gönderdiği telgrafında,
İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti’nin varlığı aleyhine İzmir’i Yunanlılara
işgal ettirmek suretiyle haksız tutumlarına karşı her tarafta başlayan
tezahüratların ve müracaatların ardının kesilmeyerek bir fiili bir netice
verinceye kadar sürdürülmesini ve her yerde millî galeyanların iyi bir şekilde
idare edilmesini elzem görmekteydi. Hilafetin ve millî istiklalin devamının
ancak milletin heyecanının süratle ve müessir bir şekilde dışarıya
aksettirilmesine bağlı olduğunu ileri süren Mustafa Kemal Paşa, yapılan
mitinglerin elde edilecek başarıların devletin bekasının korunmasına yardımcı
olacağını hatırlatmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, hükümet ve askeriye el
ele vermek suretiyle Millî Mücadele’yi organizede millete yardımcı olmalı,
memurlarla askerlerin Millî Mücadele’ye yönelik hizmetleri afişe olmamalı,
mitinglerin halkın yüreğinden doğduğu ve adaletin zuhurunun beklenildiği
İstanbul’daki İtilaf temsilcilerine duyurulmalıydı.
Mustafa
Kemal Paşa Havza’dayken 29 Mayıs’ta meşhur Havza Bildirgesi’ni yayımlamıştı.
İzmir’in ve Manisa’nın işgalinin gelecekteki tehlikeyi daha da açık bir hale
getirdiğini ve vatanın bütünlüğünü muhafaza için yapılan mitinglerin daha canlı
olarak devam ettirilmesinin altını çizen Mustafa Kemal Paşa, bağımsızlığı yok
eden işgal ve ilhak gibi hadiselerin milletin yüreğini kanatıp teessürünü
artırdığına vurgu yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, tahammülü mümkün
olmayan bu durumun derhal ortadan kaldırılması için adaletle hareket eden tüm
medeni milletlerin dikkatlerinin çekilmesi gerekiyordu. Bunun için bir hafta
sonra heyecanlı mitingler yapılıp bu mitinglerin diğer yerlere de yayılmasını
isteyen Mustafa Kemal Paşa, yapılması gerekenleri şu şekilde sıralamıştır: Tüm
İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Babıali’ye müessir telgraflar çekmek,
memlekette bulunan bazı yabancıların bunlardan etkilenmesinden ötürü yapılan
mitinglerde adap ve sükûneti muhafaza etmek, Hristiyan halka karşı husumetvari
tavırlara girişmemek. Havza Genelgesi’yle Mustafa Kemal Paşa Samsun’da yaktığı
bağımsızlık ateşini tüm yurda, tabana yaymak için mitingler tertip edilmesini
istemişti. Elbette ki düşüncesi teslimiyet içindeki İstanbul hükümetinin ve
Batı kamuoyunun dikkatini işgallere çekmek özellikle de Wilson İlkeleri’nin
Osmanlı ile ilgili maddelerini gündeme getirmek istemekteydi. Harekete geçmeden
evvel bir sonraki adımını dikkatlice düşünüp tartan Mustafa Kemal Paşa,
yapılacak mitinglerde taşkınlıklardan kaçınılmasını özellikle de Hristiyan
halkın korunmasını elzem görmekteydi. Zira Mondros Mütarekesi’nden sonra
başlayan işgallerin gerekçelerinden biri Hristiyan halkın tehlikede olmasıydı.
Sonuç itibariyle beklenen tepkileri getiren Havza Genelgesi doğrultusunda
birçok yerde mitingler yapılmıştır.
3.1.2. Milli Mücadele’de Kuvva-i Milliye ve Kongreler Dönemi.
3.1.2.a. Kuvva-i
Milliye
Kuvay-ı
Milliye hareketini meydana getiren ve yönlendiren millî cemiyetler olmuştur.
Her bölgenin âdeta başının çaresine baktığı bu dönemde, o bölgenin müdafaası
hususunda bu cemiyetler oldukça başarılı olmuşlardır. Belli başlı cemiyetler
şunlardı:
a. Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi: 1919 Haziranından
itibaren Yunan kuvvetleri Trakya’ya girmeye başlamış, henüz Edirne düşmemişti.
I. Ordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa, halkı toplayarak genel siyasî durumu
anlattı ve Edirne’nin ileri gelenlerini teşvik ederek 2 Aralık 1918 tarihinde
“Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi” adlı cemiyeti kurdu.
b. İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti: Mondros
Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İzmir’in Yunanlılara verileceği
söylentilerinin çıkması üzerine İzmir aydınları 2 Aralık 1918’de İzmir
Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’ni kurdular. Cemiyetin amacı, İzmir’in
Türklüğü hakkında dünya kamuoyunu aydınlatmak ve barış konferansı nezdinde
gerekli teşebbüslerde bulunmaktı.
c. Redd-i İlhak Cemiyeti: İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye
Cemiyeti’nin kurulduğu sıralarda aynı maksatla “Müdafaa-i Vatan Heyeti”
çalışmalara başlamıştı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden bir gün önce
bu kuruluş “Redd-i İlhak” adını aldı. Cemiyeti meydana getiren İzmir Türk
Ocağı’na mensup gençler Bahri Baba Parkı’nda bir toplantı yaparak İzmir’in
müdafaasını kararlaştırdılar. Ertesi gün başlayan Yunan işgali karşısında
tutunamayan teşkilât mensupları civar şehir ve kasabalara çekilerek “Müdafaa-i
Hukuk” cemiyetinin kurulmasına kadar Batı Anadolu’da millî mücadelenin
kökleşmesini sağladı. Cemiyet mensuplarından gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres),
15 Mayıs günü Yunanlılara ilk kurşunu sıkarak millî direnişi fiilen başlattı.
Yunanlılar tarafından şehit edildi.
d. Millî Kongre Cemiyeti: II. Meşrutiyet döneminde Türkçülük
ülküsünü ve Türk milliyetçiliği hareketini millî eğitim vasıtasıyla yaymak için
kurulmuş olan “Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti” üyeleri 29 Kasım 1918’de
İstanbul’da cemiyet merkezinde toplanarak “Millî Kongre”yi meydana
getirdiler.
e. Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti: Merkezi
İstanbul’da olup Prens Sabahaddin tarafından ortaya atılmış olan Adem-i
Merkeziyet fikrini savunmakta idi.
f. Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti: Trabzon’un Osmanlı
Devleti’nin ayrılmaz bir parçası olduğunu ispat etmek, millî haklarını korumak,
bu haklara dokunulmamasını sağlamak için etkili teşebbüslerde bulunmak amacıyla
kuruldu. Merkezi Trabzon’da idi. Cemiyet 12 Şubat 1919 tarihinde kuruldu.
g. Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti: Merkezi
İstanbul’da olmak üzere 4 Aralık 1918’de kuruldu. Erzurum ve Elazığ’da şubeler
açan cemiyetin gayesi Doğu illerimizin Ermenilere verilmesini önlemektir.
g. Diğer Millî Cemiyetler ve Kuvay-ı Milliye Kuruluşları: Düşmana
karşı koymak için kurulan cemiyetlerin içinde yer alan Karakol Cemiyeti de
oldukça önemlidir. Bu cemiyet 19 Kasım 1919’da İstanbul’da kurulmuştur. Ayrıca
Anadolu’daki Millî Mücadele’ye silah ve mühimmat kaçırılma işinde İstanbul’da
Felah Grubu ile M.M. Grubu da büyük hizmetler görmüşlerdir.
Daha
sonra bu dernekler Kuvva-i Milliye çatısı altında birleştirildi. Kısaca Atatürk
Kuvva-i Milliye’yi şöyle açıklar: “ Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi
içindeydi. Siyasal ve askerî bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde
yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere
emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel
görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi
olan ordu da, 'ordu' adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine
getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan
temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyor. Buna
Kuvva-i Milliye diyoruz.”
3.1.2.b. Genelge ve Kongreler Dönemi
a. Amasya Genelgesi (22
Haziran 1919)
19
Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa ve heyeti kısa bir süre
Samsun’da kaldı. 25 Mayısta Havza’ya giden Mustafa Kemal Paşa, 13 Haziran 1919
tarihinde Amasya’ya geçti. 19 Haziran 1919 tarihinde Ankara’daki 20. Kolordu
Komutanı Ali Fuad Cebesoy Paşa ile eski Bahriye Nazırı Rauf Orbay Amasya’ya
geldiler. Durumu 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya bildiren Mustafa
Kemal, Amasya’da çalışmalara başladıklarını bildirdi. Bu sırada 3. Ordu
Komutanı Refet Bey de Amasya’ya geldi. Varılan anlaşmayla Sivas’ta bir kongre
toplanması kararlaştırıldı. Durum tekrar Kâzım Karabekir’e bildirildi. Ancak
Kâzım Karabekir, Doğulu ve Trabzonlu Kuvay-ı Milliyecileriyle 10 Temmuz’da
Erzurum’da bir kongrenin toplanmasına karar vermişlerdi. Bu durum karşısında 21
Haziran tarihinde yapılan son toplantıda delegelerle yapılacak olan kongrenin
Erzurum Kongresi’nden sonra yapılmasına karar verildi. Bu karar 22 Haziran 1919
tarihinde yayınlandı. Amasya Genelgesi şu hususları kapsamaktadır:
1.
Vatanın toprak bütünlüğü ve milletin istiklâli tehlikededir.
2.
İstanbul’daki hükümet üzerine aldığı selahiyetleri hakkıyla kullanamamaktadır.
3.
Milletin istiklâli, yine milletin azmi ve kararı ile kurtulacaktır.
4.
Duruma çare bulmak, milletin hak isteyen sesini dünyaya duyurmak için her türlü
tesir ve kontrolden uzak bir millî heyetin kurulması lâzımdır.
5.
Anadolu’nun en emin yeri olan Sivas’ta bir millî kongrenin derhâl toplanması
kararlaştırılmıştır.
6.
Her vilayetten üçer temsilcinin derhâl yola çıkarılması gerekmektedir.
7.
Her ihtimâle karşı durumun millî bir sır olarak tutulması gereklidir.
Tamimin
yayınlanmasından bir gün sonra 24 Haziran 1919 tarihinde İçişleri Bakanlığı’nın
gizli şifresiyle Mustafa Kemal’in görevden alındığına dair telgraflar çekilmiş
ve vereceği emirlere uyulmaması istenmişti.
Mustafa
Kemal, 25 Haziran’da Amasya’dan ayrılarak 27 Haziran 1919 tarihinde Sivas’a, 2
Temmuz’da Erzincan’a, oradan da 3 Temmuz’da Erzurum’a vardı. 5 Temmuz tarihinde
verdiği emirle önemli haberleşme merkezleri Türk ordusunun kontrolü altına
alındı. 8 Temmuz tarihinde İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal’in görevden
alındığını bildiren bir şifreyle 3. Ordu’ya bağlı kolordulara durumu bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa ise aynı gün, yalnız ordu komutanlığından değil aynı zamanda
askerlik mesleğinden de ayrıldığını bildiren bir bildiri yayınlandı.
Erzurum’a
gelen Mustafa Kemal ve Rauf (Orbay) Paşaların kongreye katılmalarını
sağlayabilmek için iki delege istifa ederek bu imkânı sağlamıştır. 10 Temmuz’da
başlaması gereken kongre, bazı delegelerin gecikmesi sebebiyle 23 Temmuz’a
ertelendi. Kongre sırasında İstanbul’dan Harbiye Nezareti’nin yeni bir emri 15.
Kolordu Komutanlığı’ndan Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in tutuklanmalarını
istemekteydi (30 Temmuz 1919). Kâzım Karabekir Paşa cevabında İstanbul’un bu
isteğini reddetmiştir (1 Ağustos 1919).
b. Erzurum Kongresi (23 Temmuz-7 Ağustos 1919)
Kongre
hazırlıkları bir taraftan devam ederken Mustafa Kemal Paşa 13 Temmuz tarihinde
birliklere, komutanlara bir telgraf çekerek, itilâf kuvvetlerinin emirlerinin
dinlenilmemesini, her komutanın görevinde kalmasını yerlerinden ayrılmamalarını
bildirdi. Nihayet Kongre 23 Temmuz tarihinde açıldı. 56 delege ile açılan
Erzurum Kongresi geçici başkan Raif Efendi’nin konuşmasıyla açıldı. Mustafa
Kemal Paşa, oy çokluğu ile Kongre Başkanlığı’na getirildi. Uzun görüşmelerden
sonra alınan kararlar tespit edildi. Bu arada bir de Heyet-i Temsiliye seçildi.
9 kişiden oluşan bu Heyet-i Temsiliye şunlardan oluşmuştu: Mustafa Kemal Paşa,
Rauf Orbay, İzzet Bey (Eski Trabzon Milletvekili), Servet Bey (Eski Trabzon
Milletvekili), Hoca Raif Efendi (Eski Erzurum Milletvekili), Sadullah Efendi
(Eski Bitlis Milletvekili), Bekir Sami Bey (Eski Trabzon Valisi), Ahmet Fevzi
Efendi (Erzincan’da Nakşibendî Şeyhi), Hacı Musa Bey (Mutki’de aşiret reisi).
Alınan Kongre kararları 7 Ağustos tarihinde yayınlandı. Erzurum Kongresi
Beyânnâmesi aynen şöyledir:
1.
Trabzon İli, Samsun Sancağı ile Doğu Anadolu illeri (Erzurum, Elazığ,
Diyarbakır, Van, Bitlis, Sivas) ve bu bölgedeki bağımsız sancaklar, hiçbir
sebep ve bahane ile birbirlerinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılması mümkün
olmayan bir bütündür. Mutlulukta ve felâkette ortaklığı kabul eder ve aynı
amacı hedef edinirler. Bu bölgede yaşayan bütün Müslümanlar birbirlerine karşı
fedakârlık duygusu ile doludurlar. Sosyal ve sosyal durumlarına saygılı, öz
kardeştirler.
2.
Osmanlı vatanının bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının sağlanması, saltanat ve
hilâfet makamlarının korunması için millî kuvvetleri yapıcı duruma getirmek ve
millî iradeyi egemen kılmak esastır.
3.
Her türlü işgal ve müdahale Rumluk, Ermenilik kurulması amacına yönelme
sayılacağından birlikte savunma ve karşı koyma esası kabul edilmiştir. Siyasî
egemenliği ve sosyal dengeyi bozacak surette, Hıristiyanlara yeni imtiyazlar
verilmesi kabul edilmeyecektir.
4.
Hükümetin buraları bırakmak veya buralarla ilişiğini kesmek zorunda kalması
ihtimâline karşı saltanat ve hilafete bağlılığı ve millî hakları koruyucu
tedbirler ve kararlar alınmıştır.
5.
Vatanımızda, öteden beri birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan kimselerin,
kanunlarla pekiştirilmiş müktesep haklarına tamamıyla uyarız. Mal, can ve
ırzlarının korunması, esasen dinimizin, millî geleneklerimizin ve yasalarımızın
gereği olduğundan, bu esas, kongremizin genel fikri ile de
sağlamlaştırılmıştır.
6.
İtilâf devletlerinden; Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918
günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu
illerinde, büyük çoğunluğu Müslüman olan, kültürel ve ekonomik üstünlüğü
Müslümanlara ait olan, birbirlerinden ayrılmaları imkânsız öz kardeş, dindaş ve
soydaşlarımızın oturduğu memleketlerimizin bölünmesi düşüncesinden vazgeçerek,
varlığımıza ve tarihî, ırkî, dinî haklarımıza saygı gösterilmesi ve bu suretle
hak ve adalete dayanan bir karar verilmesi beklenir.
7.
Milletimizin insanî ve asrî amaçları yücedir. Fen, sanayi ve ekonomi bakımından
ihtiyaçlı durumumuzu takdir eder. Bundan ötürü; devlet ve milletimizin iç ve
dış bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak üzere, altıncı maddede
açıklanmış olan sınırlar içinde, milliyet esaslarına uygun ve memleketimize karşı
istilâ isteği olmadan herhangi bir devletin teknik, endüstriyel ve ekonomiye
ait yardımlarını hoşnutlukla karşılarız. İnsanlığın esenliği ve umumun huzuru
adına, böyle insanî ve adaletli kuralları kapsayan bir barışın tez elden
kararlaştırılması en büyük millî arzumuzdur.
8.
Milletlerin kaderlerini kendilerinin çizdiği bu tarihî çağda İstanbul
Hükümeti’nin de millî irâdeye boyun eğmesi zorunludur. Çünkü millî iradeye
dayanmayan hükümetlerin kendi başlarına verdikleri kararlara milletçe
uyulmadığı gibi, bu kararların dışında da itibarı olmadığı ve olmayacağı
şimdiye kadarki olaylar ve sonuçlarıyla ispatlanmıştır. Bundan ötürü, milletin,
içinde bulunduğu korkulu durumdan ve kuşkudan kurtulma çarelerine başvurmasına
hâcet kalmadan hükümetimizin hemen millî meclisi toplaması ve bu suretle
milletin ve memleketin kaderi hakkında alacağı bütün kararları millî meclisin
denetiminden geçirmesi zorunludur.
9.
Vatanımızın karşılaştığı üzücü olaylar ve aynı amaçla millî vicdandan doğan
derneklerin anlaşma ve birleşmeleri ile meydana gelen kitle bu kere “Doğu
Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” adında bir topluluk hâline getirilmiştir.
Cemiyet her türlü particilik akımlarının dışındadır. Bütün Müslüman yurttaşlar
derneğin tabii üyesidir.
10.
Kongre tarafından seçilen bir Heyet-i Temsiliye kabul edilmiş ve köylerden il
merkezlerine kadar olan millî kuruluşlar birleştirilmiş ve sağlamlaştırılmıştır. Yayınlanan
beyânnâmeden de anlaşılacağı üzere Erzurum Kongresi tam bir Millî Mücadele ve
onun başlangıç noktasıdır.
c. Sivas Kongresi (4-12 Eylül 1919)
İstanbul
hükümeti bütün gücüyle Sivas Kongresi’nin yapılmamasına çalışıyordu. Bu arada
İtilâf Devleri de bu amaçla çaba sarf etmekteydi. Bölgede bulunan Fransız
subayları “Kongrenin yapılması hâlinde işgale uğrayacaklarını” Sivas valisi
Reşit Paşa’ya tehdit yolu ile bildirmişlerdi. Fransız Binbaşısı Brüno ise
İtilâf kuvvetleri aleyhine bir karar çıkmazsa Kongreye müdahale edilmeyeceğini
bildiriyordu. Bu sebeple Sivas valisi kongrenin ertelenmesini Mustafa Kemal
Paşa’dan istemişse de Mustafa Kemal Paşa valinin tereddüdünü gidermeyi başardı.
29 Ağustos 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa Erzurum’dan ayrıldı. 2 Eylül 1919
tarihinde Sivas’a gelen Mustafa Kemal Paşa hemen çalışmalara başlamıştı. 4
Eylül günü çalışmalara başlayan kongreyi Mustafa Kemal Paşa açtı. Uzun bir
konuşma yaparak memleketin genel durumu hakkında delegelere bilgi verdi. Sivas
Kongresi, Erzurum Kongresi’nde temeli atılan Millî Mücadele kararının bütün
millete, memlekete mal edilmesi amacıyla yapılıyordu. Delege sayısı 38’dir.
Başkanlık seçimine gidildiğinde Mustafa Kemal Paşa oy çokluğuyla başkan
seçildi. Sivas Kongresi’nde alınan kararlar ise şunlardı:
1.
Osmanlı Devleti ile İtilâf Devletleri arasında yapılmış olan Mondros
Mütarekesi’nin imzalandığı 20 Ekim 1918 günündeki sınır içinde kalan ve her
bölgesi Müslüman çoğunluğu ile dolu bulunan Osmanlı Ülkesinin bölgeleri
birbirinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılmaz, bölünmez bir bütündür. Bu
bölgelerde yaşayan bütün Müslümanlar birbirlerine karşılıklı saygı ve
fedakârlık duygularıyla doludurlar. Sosyal hakları ile bölgesel kurallarına
saygılı öz kardeştirler.
2.
Osmanlı topluluğunun bütünlüğünün ve millî bağımsızlığının sağlanması, hilâfet
ve saltanat makamlarının korunması için millî kuvvetleri yapıcı duruma getirmek
ve millî iradeyi egemen kılmak esastır.
3.
Osmanlı ülkesinin herhangi bir parçasının işgaline veya herhangi bir müdahaleye
ve özellikle vatanımız için bağımsız Rumluk veya Ermenilik kurulması amacına
yöneltilmiş hareketlere karşı (Aydın, Manisa, Balıkesir cephelerindeki millî
mücadele çabalarında olduğu gibi) birlikte savunma ve karşı koyma esas olarak
kabul edilmiştir.
4.
Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan kimselerin
her türlü vatandaşlık hakları saklı kalacağından, bunlara, siyasî
egemenliğimizi ve sosyal düzenimizi bozacak yeni imtiyazlar verilmesi kabul
edilmeyecektir.
5.
Osmanlı Hükümeti, bir dış baskı karşısında, ülkemizin herhangi bir parçasını
bırakmak veya onunla ilgilenmemek zorunda kalırsa Hilâfet ve Saltanat makamları
ile yurdun ve milletin korunmasını ve bütünlüğünü sağlayacak her türlü
tedbirler ve kararlar alınmıştır.
6.
İtilâf Devletleri’nden; Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918
günündeki sınırımız içinde kalan, Müslüman çoğunluğunun oturduğu, kültür ve uygarlık
üstünlüğü Müslümanlara ait ülkemizin millî bütünlüğünün bölünmesi düşüncesinden
tamamen vazgeçilerek bu topraklar üzerindeki tarihî, coğrafî, sosyal ve dinî
haklarımıza saygı gösteren, buna aykırı davranışları ortadan kaldıran haklı ve
adaletli bir karara varmalarını bekleriz.
7.
Milletimiz insanî ve modern gayeleri yüceltir, teknik ve ekonomik durum ve
ihtiyaçlarımızı takdir eder. Bundan ötürü devlet ve milletimizin iç ve dış
bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalma şartıyla, altıncı maddede
belirtilen sınırlarımız içinde milliyet esaslarına saygılı ve ülkemizi ele
geçirmek isteği olmayan herhangi bir devletin teknik, endüstriyel ve ekonomik
yardımlarını hoşnutlukla karşılarız. Adaletli ve insanî kuralları kapsayan bir
barışın tez elden kararlaştırılması da insanlığın selâmeti ve umumun huzuru
adına, özellikle, millî emellerimizdendir.
8.
Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin çizdiği bu çağda hükümetimizin de
millî iradeye uyması zorunludur. Çünkü millî iradeye dayanmayan hükümetlerin
kişisel ve keyfî kararlarına milletçe uyulmadığı gibi, bu kararlara dışta da
itibar edilmediği ve edilmeyeceği bugüne kadar ki olaylar ve sonuçları ile
belli olmuştur. Bundan ötürü milletin, kendiliğinden, içinde bulunduğu kuşku ve
güvensizlikten kurtulma çarelerine başvurmasını beklemeden, hemen Millî
Meclisin toplantıya çağrılması ve böylece millet ve memleketin mukadderatı
hakkında alınacak kararların millî meclisin denetimine sunulması zorunludur.
9.
Vatanımızın ve milletimizin uğradığı zulüm ve katlandığı acılara ve tamamen
aynı amaçla millî vicdandan doğan vatanî ve millî derneklerin birleşmesinden
meydana gelen topluluk bu kere (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti)
olarak adlandırılmıştır. Bu cemiyet her türlü particilik akımlarından ve ferdî
tutkulardan arınmıştır. Bütün Müslüman yurttaşlarımız bu cemiyetin doğal
üyeleridirler.
10.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 4 Eylül 1919 gününde Sivas’ta
toplanan genel kongresince kutsal amacı izleyerek genel kuruluşları yönetmek
için bir Heyet-i Temsiliye seçilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar bütün
millî kuruluşlar birleştirilip kuvvetlendirilmiştir.
3.1.3. Heyet-i Temsiliye ve Dönemi
Sivas
Kongresi’nde de bir Heyet-i Temsiliye seçildi. Mustafa Kemal Paşa’nın
başkanlığında oluşan bu heyet 16 delegeden oluşmuştu. Hedefine adım adım
yaklaşan Mustafa Kemal Paşa 13/14 Eylül günü bir genelge yayınlandı. Durumu
önleyemeyen ve millet nazarında itibarını tamamen kaybeden Damad Ferid Paşa
kabinesi düştü. 2 Ekim 1919 tarihinde Sadrazamlığa getirilen Ali Rıza Paşa yeni
hükümeti kurdu. Millî Mücadele hareketine yakınlığı ile tanınan Sadrazam Ali
Rıza Paşa ve hükümetinin ilk işi seçimlere gitmek ve Osmanlı Mebusan Meclisi’ni
toplamak oldu. Yeni hükümet, Heyet-i Temsiliye başkanı Mustafa Kemal’le görüşmek
üzere Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı Amasya’ya gönderdi. Amasya Protokolü olarak
geçen bu buluşma 20-22 Ekim 1919 tarihinde oldu. Mustafa Kemal Paşa bu
protokolle, Erzurum ve Sivas kongresince alınmış olan kararları Salih Paşa’ya
bildirdikten başka bu hususta prensip anlaşmasına varıldı. Böylece memleket
içinde yeni seçimlerin yapılması hususunda ileri bir adım atılmış oldu. Heyeti
Temsiliye görevini Mebusan Meclisi’nin “Misak-ı Milli” kararlarından sonra
dağıtılmasından ve 23 Nisan 1920’ye yani Türkiye büyük Millet Meclisi’nin
açılıncaya kadar görevini sürdürmüştür.
3.1.4. Düzenli ordu ve askeri harekât dönemi
Büyük
Millet Meclisi kurulduktan sonra sıra düzenli ordunun kurulmasına gelmişti.
Ancak Mondros mütarekesi ile düzenli ordu dağılmıştı. Anadolu’da bir biçimde
kalmasına izin verilen birliklerde de yoğun firarlar mevcut sayılarda
eksilmeler vardı. Birliklerde yalnız askerler değil, subaylarda erimiş
durumdaydı. Bu tarihlerde Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Hükümet Başkanı
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da Yunan ilerleyişine başarılı bir biçimde karşı
koyabilmek için düzenli ordu kurulması gerektiğine inanıyordu.
Yaşanan iç isyanlar ve Çerkez Ethem Olayı artık düzenli ordunun kurulmasının
gerektiği fikrini olgunlaştırdı.
Askerden
kaçışlar için çıkarılan yasa ile güvenliği sağlamak için kırsal alanda görev
yapacak gezici Jandarma birlikleri oluşturuldu. Ankara’da subay eksikliğini
gidermek için bir subay okulu açıldı. Ordunun gereksinimleri hükümet tarafından
karşılanmaya çalışılıyordu. Ardından seyyar güçleri bir disipline sokmak için
atak yapıldı: Kuvva-i Milliye birlikleri, Savunma Bakanlığına bağlandı.
Bu
düşünceler doğrultusun da hemen harekete geçildi. Batı Anadolu’da düşman
ordusuna karşı cephe oluşturulmuştu. Bu cephe ikiye bölünerek güney kısmına
komutan olarak Atatürk’le birlikte Samsun’a çıkanlardan Refet Bey (Bele), batı
kısmına da İsmet Bey (İnönü) komutan olarak atandı. Bütün bu düzenlemelerde,
ordu komutanı olarak Mustafa Kemal Paşa belirleyici oldu. O günkü askerlik
tekniği açısından bu gerekli ve belki de ordu için kaçınılmaz bir oluşumdu.
3.1.5. Meydan Muharebeleri Dönemi ve Cepheler
3.1.5.1. Güney Cephesi
Güney
Cephesi (Cenup Cephesi), Fransız Cephesi veya Kilikya Cephesi I. Dünya
Savaşı'nın ardından Fransız kuvvetleri ve beraberindeki Ermeni Lejyonu ile TBMM
idaresindeki Kuvâ-yi Milliye arasında gerçekleşen muharebelerden meydana gelen
cephedir. Fransa, Sykes-Picot Anlaşması ve ardından Ermeniler ile imzalanan
antlaşma ile kendisine düşen topraklara yönelmiştir. 20 Ekim 1921 tarihli
Ankara Anlaşması ile cephe kapanmıştır.
3.1.5.2. Doğu Cephesi
Kazım
Karabekir Paşa’nın kumamda ettiği Doğu Cephesin de Türkiye Büyük Millet Meclisi
ilk önemli zaferini kazanmıştır. Kazım Karabekir'in harekât boyunca isabetli
kararları, cesareti ve sağduyusu olmasaydı Kurtuluş Savaşı'nın akıbetinin zor
bir safhaya gireceği şüphesizdir. Karabekir, Türkleri Ermenilerin ayakları
altında ezdirmemiş, ele geçirdiği yerlerdeki Ermenilere ayrım yapmadan
hoşgörüyle yaklaşarak örnek bir insanlık dersi vermiştir. Kâzım Karabekir, Doğu
Cephesi harekâtında kazandığı zaferle, Elviye-i Selâse'nin büyük bir kısmını (Kars,
Ardahan, Artvin'i) tekrar anavatana katmıştır. Bu gelişme siyasi olarak
T.B.M.M.'nin yasal platformda tanınmasına, ciddiye alınmasına sebep olmuştur.
Osmanlı Hükümeti yerine, anlaşma yolları artık TBMM Hükümeti'yle aranmıştır.
Doğu Cephesi'ndeki tehdit ortadan kalkınca serbest kalan doğu ordusunun birlikleri
ve silâhları Batı Cephesi'ne nakledilmiştir. Eğer harekât başarısızlığa
uğrasaydı, Türk yurdu ve insanı Ermenilerin haricinde daha pek çok işgal
hareketlerine ve züllüme maruz kalabilirdi. Neticede Ermenistan, Azerbaycan ve
Türkiye arasında mümkün olan en zararsız sınırlar içerisinde kaldı ve tekrar
Türkiye'yi tehdit etmesi engellenmiş oldu.
3.1.5.2. Batı Cephesi
a. İnönü Savaşları
a.a. 1. İnönü Savaşları
6 Ocak 1921 tarihine kadar Uşak ve Bursa bölgesinde
hazırlıklarını sürdüren Yunanlar, Türk-Batı Cephesi birliklerinin Çerkez Ethem
Kuvvetlerinin Tenkili harekâtı ile meşgul olmasından da faydalanarak,
İnönü-Eskişehir istikametinde taarruza başladılar. 6-9 Ocak 1921 tarihleri
arasındaki muharebeler, örtme ve emniyet kuvvetleri harekâtı şeklinde cereyan
etti. İnönü mevzilerindeki muharebeler 10 Ocak 1921 tarihinde başlamış, Yunan
kuvvetlerinin taarruz çıkış hatlarına çekildiği 11 Ocak 1921 tarihine kadar
sürmüştür.
Türk
tarafı, her ne kadar sürekli geri çekilmiş olsa da, Yunan kuvvetlerinin
Eskişehir yönünde ilerlemesini durdurmuş olduklarını ileri sürerek savaşı,
kesin bir zafer olarak tanımlamaktadırlar. Yunan tarafı ise, harekâtın zaten
sınırlı hedefli olduğu ve planlanan hedeflere ulaşıldığı gerekçesiyle bunu
reddetmektedirler. Bu tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Savaşı, Türk
tarafının zaferi olarak değerlendiren çevrelerde ileri sürülenlerin görüşler
temelde, Türk tarafının belirli bir miktar malzeme kaybetmesine, bölgedeki
demiryollarının imha edilmiş olmasına karşın, toprak kaybetmediği olgusuna
dayanmaktadır. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesinin ise, plan ne olursa olsun,
gerek Türk, gerek dünya ve gerekse de Yunan kamuoyunda, Yunan kuvvetlerinin
zaferi olarak algılanmadığı ileri sürülmektedir. Çünkü savaş sonrasında,
kazanan tarafın, karşı tarafa iradesini kabul ettirdiği bir antlaşma yoktu. Savaştan
hemen sonra Türk tarafında durum bu şekilde değerlendirilmiş, Ankara'da geniş
çaplı kutlamalar yapılmıştır. Gerek Türk kamuoyu, gerekse de Türk Silahlı
Kuvvetleri, muharebeleri kesin bir zafer olarak değerlendirmiştir.
a.b. II. İnönü Savaşları
Londra
Barış Konferansı’nın önerilerinin TBMM Hükümeti’nce reddedilmesi üzerine,
İtilaf Devletleri’nin isteklerini zorla Türklere kabul ettirmekle görevlendirilen[kaynak
belirtilmeli] Yunanlar, Bursa üzerinden Eskişehir’e, Uşak üzerinden Afyon’a
doğru 23 Mart 1921'de saldırıya geçtiler. Yunanlar, Bilecik’i, İnönü’de Metris
Tepe’yi ve Uşak’ı ele geçirmeleri üzerine, TBMM Muhafız Taburu cepheye
gönderildi. Böylece güçlenen Türk kuvvetleri karşı saldırıya geçerek Yunan
saldırısını püskürttü. Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’in savaş süresince
verdiği “mevzilerin kesin olarak savunulması” emri başarının elde edilmesinde
etken oldu.1 Nisan 1921’de Yunan ordusu Bursa’ya çekilmeye başladı. Böylece
Yunanlar İnönü’de ikinci kez yenildiler.
a.c. II. Sakarya Savaşı
Yunanlılar
Türk kuvvetlerine son darbeyi indirmek amacıyla 23 Ağustos’ta Sakarya Nehri’ni
aşıp Türk mevzilerine saldırdılar. Sakarya Meydan Muharebesi’ne Millî
Mücadele’nin en önemli askeri başarısı diye bakılabilir. Hatta bu muharebe,
Türk tarihinde de bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Çünkü 1683 Viyana
Kuşatmasından sonra başlayan ve yüzyıllarca devam eden, Türk geri çekilişi bu
savaşta durdurulmuş, bundan sonra Türk ordusu tekrar ilerlemeye başlamıştır.
Mustafa
Kemal Paşa “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.
Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz”
emrini bu muharebede vermiştir. Mustafa Kemal’in bizzat idare ettiği
muharebede, 10 Eylül’de Türk karşı taarruzları başladı. 22 gün 22 gece süren
çarpışmalar sonunda düşman ordusu perişan oldu ve cepheyi terke mecbur kaldı.
13 Eylül’de Sakarya’nın doğusu tamamen düşmandan temizlendi. Uzun yıllardır
zafere hasret olan Türk milletinin bu muharebeden sonra azmi ve kararlılığı bir
kat daha artmıştı.
a.d. Büyük Taarruz
Sakarya
zaferinden sonra Batılı devletlerin Türkiye hakkındaki düşünceleri ve
Yunanlılara karşı tutumları değişmeye başlamıştır. Sürekli Yunanlılar tarafını
tutan İngilizler bile Sakarya zaferini küçümsemiyorlar, Yunanlılar marifetiyle
Anadolu’daki arzularını gerçekleştiremeyeceklerini görüyorlardı. İngiliz
basınında barışın ilk şartının Yunan ordusunun Anadolu’dan çekilmesi olduğu
yönünde yazılar çıkıyordu. İngiltere ve Müttefikleri “Şark Meselesi”ni görüşmek
ve Türk askeri faaliyetlerini durdurmak amacıyla 21–26 Mart 1922 tarihinde
Paris’te toplanmış ve 22 Mart’ta Türklere ve Yunanlılara mütareke teklifinde
bulunmuşlardır. Yunanlıları bir yıldan beri taarruz için hazırlık yapan Türk
Ordusu karşısında bırakmak istemeyen İtilaf Devletleri’nin bu teklifini
Yunanlıların hemen kabul etmelerine karşılık, Türk tarafı mütarekeyi prensip
olarak kabul etmekle birlikte ateşkes anlaşmasıyla Anadolu’nun boşaltılmasını
şart olarak ileri sürmeyi kararlaştırmıştır. 22 Mart 1922 tarihinde yapılan
mütareke teklifine cevap vermeye vakit kalmadan İtilaf Devletleri’nin Dışişleri
Bakanları barış şartlarını içeren 26 Mart 1922 tarihli ikinci notayı
göndermişlerdir. Her iki notanın da taşıdığı ağır şartları göz önünde
bulunduran Mustafa Kemal Paşa, esaslı ve büyük bir savaşa hazırlanmak gerektiği
kanaatindedir. Nitekim her iki notaya 5 Nisan 1922 tarihinde verilen cevapta
ilke olarak ateşkes olarak anlaşmasının kabul edildiği, ancak temel şart olarak
Anadolu’nun boşaltılması işine hemen başlanmasının zaruri olduğu ifade edilmiştir.
İtilaf Devletleri 15 Nisan 1922 tarihinde verdikleri cevapta, Türk teklifini kabul
etmemişlerdir. Esasen bu beklenen bir neticedir. Esaslı bir savaşa hazırlanan
Türk tarafı, verilen cevapta siyaseten haksız bir duruma düşmemek için ustaca
bir diplomasi dili kullanmıştır.
26
Ağustos sabahı Türk topçusunun ateşiyle başlayan Büyük Taarruz, planlandığı
gibi bir imha savaşı olacaktır. Düşmanın kaçmasına fırsat verilmemesi
gerekmektedir. Nitekim Türk Kuvvetleri, Yunan Ordusunun büyük bir kısmını
Dumlupınar’da sıkıştırıp imha etmeyi başarmıştır. 30 Ağustos 1922 tarihinde
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat sevk ve idare ettiği meydan
muharebesinde tamamen kuşatılan Yunan askerleri, imha olmaktan kurtulabilmek
için süratle kaçmaya başlamışlardır. Yunan birliklerinin pek az bir kısmı
Kızıltaş deresinden çekilebilmişlerdir. Eskişehir grubundan gelen bir Yunan
tümeni de Gediz-Simav yoluyla çekilmeye çalışıyordu. Dumlupınar’ın doğusunda
kalan Yunan birlikleri ise Uşak istikametine çekilmiş bulunuyordu. 1 Eylül 1922
günü Mustafa Kemal Paşa, birliklere “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!”
emrini vermiştir. 26 Ağustos 1922’de başlayan ve
Afyonkarahisar-Altınbaş-Dumlupınar arasında cereyan eden muharebe beş gün beş
gece devam etmiş, düşmanın asli unsurları tamamen imha edilmiştir.
Dağılmış
haldeki Yunan askerleri bir yandan kaçmaya çalışırlarken bir yandan da Yunan
Başkumandan ve Batı cephesi karargâhları Uşak’a nakledilmişti. Türk Ordusu’nun
taarruzu karşısında tutunamayan Yunan Başkomutanı General Trikopis de 2 Eylül
1922 tarihinde esir edilmiştir. Şaşkın ve perişan bir halde küçük gruplar
halinde İzmir’e doğru kaçan Yunan askerlerinin bir kısmı güçlükle İzmir’e
ulaşabilmişlerdir. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e giren Türk Kuvvetleri, Yunan
Kuvvetleri’nin son kalanlarını da teslim almışlardır.
3.1.6. Barışa Dönüş Dönemi (Mudanya ve Lozan)
3.1.6.a. Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922)
Millî
Mücadele’nin sonunu oluşturan Büyük Taarruz ’un hemen arkasından Yunanistan
İtilâf devletlerinin ara buluculuğunu istemişti. İstanbul’daki İtilâf
devletleri yüksek komiserleri de 4 Eylül 1922’de ilk mütareke teklifini Türkiye
Büyük Millet Meclisi hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Hâmid Bey’e
yapmışlardı. Rauf Bey hükümeti, bu gelişmeyi cephede bulunan Başkumandan
Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi. Anadolu kurtarıldığı için mütareke ancak Trakya
için söz konusu olabilirdi. Mustafa Kemal Paşa, Yunan hükümetinin doğrudan veya
İngiltere vasıtasıyla müracaatını dikkate alacağını bildirmekle beraber ordunun
ileri harekâtını durdurmadı. İzmir ve Bursa alınırken 2. Süvari Tümeni 6.
Kolordu emrinde Çanakkale’yi ele geçirmekle görevlendirilmişti.
Yunanlıları
Anadolu’ya gönderen İngiliz Başbakanı Loyd George ise bölgedeki güçleri takviye
ederek hedeflerinden kolay vazgeçmeyeceğini göstermek istedi. Sömürgeler Bakanı
Churchill, 16 Eylül’de Boğazların ele geçirilmesi için Balkan devletlerinden,
müttefiklerinden ve sömürgelerinden yardım istemiş, ancak beklediği karşılığı
bulamamıştı. Bunun üzerine İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Fransa’ya
gidip Fransız Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Poincaré ve İtalya’nın Paris elçisi
Kont Sforza ile mevcut durumu görüştüyse de bir sonuç alamadı. İtilâf
devletleri arasındaki uzlaşmazlık Yunan kuvvetlerinin Anadolu’ya
çıkarılmasından rahatsız olan İtalya ve Fransa’nın muhalefetinden
kaynaklanmakla beraber bunda en büyük etken Yunan kuvvetlerinin savaş
meydanında yenilmiş olmasıydı.
İtilâf
devletleri, Fransız hükümetinin yarı resmî görevlisi olarak İstanbul’dan
Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeye giden General Pelle aracılığı ile Türk
hükümetinin öncelikli hedefinin Trakya ile İstanbul’un kurtarılması ve Boğazların
serbestliğinin korunması olduğunu öğrendiler. Bunun üzerine 23 Eylül’de
tarafsız bölgeye asker gönderilmemesi şartıyla Edirne dâhil Doğu Trakya’nın
boşaltılıp Türklere teslimini öngören bir notayı Mustafa Kemal Paşa’ya
gönderdiler. Türk orduları Biga ve Erenköy’ü geri alınca İngiliz kuvvet
kumandanı General Harrington askerlerin tarafsız bölgeden çekilmesini istedi.
Mustafa Kemal Paşa, harekâtın Yunan ordusunu takip ve Boğazların serbestliğini
sağlama amaçlı olduğunu ve tarafsız bölge tanımadığını bildirdi. General
Harrington, 26 Eylül 1922 tarihli bir telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya müracaat
ederek müzakerelerin başlamasına kadar Erenköy ve Biga’nın batısından Türk
kuvvetlerinin çekilmesini talep etti. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükümetiyle muhatapları arasında böyle bir bölgenin belirlenmediğini,
Yunan kuvvetlerini takipten başka bir şey yapılmadığını, zira Yunanların
Anadolu’da olduğu gibi Trakya’da da halka kötülük yapmaya devam ettiğini
belirterek Türk milletinin de öteden beri Boğazların serbestliğini istediğini
açıkladı. Tarafların barış isteğini ortaya koyduğu bu görüşmelerden sonra 27
Eylül’de Türk süvarilerinin ileri harekâtı durduruldu. Bu aşamada Fransa’nın
etkili siyasetçilerinden Franklen Bouillon, İngiliz ve İtalyanların da
tasvibiyle İzmir’e gelip 28 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa ile görüştü. Türkiye
Büyük Millet Meclisi hükümeti başkanı ve Dışişleri Bakanı ile de bir toplantı
yaptı. 29 Eylül 1922 tarihli cevabî bir nota ile 3 Ekim’de Mudanya’da
görüşmelere başlanmasının uygun olacağı ve Türk tarafını İsmet Paşa’nın temsil
edeceği bildirildi.
Bu
görüşmelerde Türk delegasyonunda batı cephesi kurmay başkanı Asım (Gündüz) Paşa
ile Kurmay Yarbay Tevfik Bıyıklıoğlu da yer alıyordu. Fransa’yı kuvvet
kumandanı General Charpy, İngiltere’yi işgal orduları kumandanı General
Harrington, İtalya’yı General Monbelli temsil ederken Franklen Bouillon da
resmî sıfatı olmadan görüşmelere katılıyordu. Yunan delegeleri General
Mazarakis ve Albay Sarıyanis, Mudanya’ya gelmekle birlikte müzakerelere
katılmayıp limanda demirli bir Yunan nakliye gemisinde beklediler. 3 Ekim’de başlayan
müzakerelerde Yunanlıların Meriç nehrinin batı yakasına çekilmesi, boşalan mevkileri
önce müttefiklerin, ardından Türklerin kontrol etmesi, önemli yerlerin müttefik
kontrolünde olması, tarafsız bölgelerdeki Türk askerlerinin çekilmesi
şeklindeki müttefik isteklerine karşılık Türk tarafı işgalin kısa tutulup
Trakya’nın boşaltılmasına hemen başlanmasını, Meriç nehri boyundaki kuvvetlerin
nehrin batısında tutulmasını, Karaağaç’ın Türk kuvvetlerine teslim edilmesini
istiyordu. Bu isteklere Fransızlar olumlu yaklaşırken İngiliz ve İtalyan
temsilcileri yetkisiz olduklarını ileri sürdüler. Görüşmeler 5 Ekim’de kesildi.
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa 6 Ekim’de ordulara Boğazlar yönünde hareket
serbestliği verdi. İsmet Paşa da Trakya’nın hemen boşaltılıp teslim edilmesini,
aksi takdirde harekete geçileceğini bildirdi. İstanbul’daki Fransız yüksek
komiseri General Pelle ve Franklen Bouillon’un ara buluculuğu ile harekât emri
bir gün ertelendi. Türk hükümetinin sert ve kararlı bir tavır alacağını
beklemeyen İngiltere prestijini kurtaracak bir şeyler yapma telâşı
içerisindeydi. Ancak Türk tarafının kararlı yaklaşımı sonunda 6-7 Ekim gecesi
Paris’e giden Lord Curzon, müttefik temsilcileriyle görüşerek Trakya’nın bir ay
içinde Türk askerine teslimi ve barış konferansı sırasında tarafsız bölge ile
Meriç’in doğu kıyısının müttefik kuvvetlerce işgalinde mutabık kaldı.
9
Ekim’de yeniden başlayan görüşmelerde başından beri gözlemci sıfatında bulunan
ve İtilâf devletlerinin vereceği hükme razı olmaktan başka çaresi kalmayan
Yunan delegeleri kuvvetlerinin Meriç nehrinin batısına çekilmesi kararının siyasî
olduğunu, bunu kabule yetkili olmadıklarını bildirdiler. Yunan delegelerinin
yetkisizliğini belirten General Harrington, Yunan hükümetinin varılan anlaşmayı
kabul etmemesi halinde bile sözleşmenin müttefikler tarafından uygulanacağını
söyledi. Mudanya Mütarekesi 11 Ekim 1922 sabahı imzalandı. Yunan kuvvetlerinin
Doğu Trakya’da gerisine çekilecekleri hattı belirlemek, Doğu Trakya’nın
boşaltılması ve Türklere teslimi düzenini ve işgal döneminde asayişi sağlamak
üzere denetimi gerçekleştirmek için şu hususlara karar verilmişti: 1. Üç gün içinde yürürlüğe girecek
anlaşma ile Türk-Yunan çarpışması sona erecektir. 2. Yunan kuvvetleri, Akdeniz’e döküldüğü yerden Trakya ile
Bulgaristan sınırının kesiştiği noktaya kadar Meriç’in sol kıyısına
çekilecektir. 3. Barış yapılana
kadar Karaağaç dâhil Meriç’in sağ kıyısı müttefiklerce işgal edilecektir. 4. Edirne’ye ulaşan demiryolunun Cisr-i
Mustafa Paşa’dan Kuleliburgaz’a kadar Meriç’in sağ kıyısını izleyen kısmı üç
müttefik, bir Yunan ve bir Türk delegeden oluşan komisyonun gözetimi altında
olacaktır. 5. Doğu Trakya’daki Yunan
tahliyesi askerî kıtalar, araç gereçle cephaneler ve yiyecek depoları dâhil on
beş günde yapılacaktır. 6. Jandarma dâhil
Yunan sivil memurları mümkün olan en kısa zamanda çekilecek ve yerlerini Türk
tarafına teslim edilmek üzere müttefiklere devredecektir. Bu devir teslim azami
otuz günde tamamlanacaktır. 7.
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, asayiş ve düzeni sağlamak için subayları
dâhil en fazla 8000 kişilik bir jandarma kuvvetini memurlara katabilecektir. 8. Yunan askerlerinin çekilmesi ve
mülkî idare teslimi işi müttefik karma kuvvetlerinin gözetimi altında
yapılacaktır. 9. Bütün kuvvetlerden
başka ortalama yedi taburluk müttefik kuvveti Doğu Trakya’yı işgal edip
asayişin devamını sağlayacaktır. 10. Müttefik
heyet ve kıtalarının geri çekilmesi Yunanlıların boşaltmasından otuz gün sonra
olacaktır. Müttefikler, asayişin sağlanması ve Türk olmayan halkın korunması
için yeterli tedbirlerin alındığında hemfikir olursa bu geri çekiliş daha erken
bir tarihte de olabilecektir. 11.
Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları boğazların yaklaşık 15 km. doğusundaki
hatta duracak, barış konferansı sırasında da ileriye geçmeyecektir. Bu hat
Çanakkale bölgesinde Lapseki, kuzeyde Bozburun ve güneyde Kumburnu esas
noktaları teşkil etmek üzere İzmit yarımadasında İzmit körfezinde Darıca’dan
Karadeniz’de Şile’ye kadar uzanmakta ve Gebze’den geçmektedir. Bu mevkiler
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine aittir. Darıca’dan Şile’ye giden yoldan
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ve askeriyle müttefik askerleri ortak
yararlanabilecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ve müttefikler
burada kuvvet artışı yapmayacaktır. 12.
Müttefiklerin birlikleri bulundukları yerde kalacak, barış konferansı sırasında
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti de buna riayet edecektir. Söz konusu
arazi İstanbul yarımadasında Pedima’nın 7 km. kuzeybatısında Karadeniz üzerinde
bir noktada Istıranca, Mertekli, Kışağılı, Sinekli, Karasinan çiftliği,
Kadıköy, Yenice, Kaladina çiftliği, Kalikratya hattının doğusundaki yarımadanın
bütünü dâhil Gelibolu yarımadasında Baklaburnu, Sarosburnu, Bolayır ve Soğluma
mansabı hattının güneyinde kalan Gelibolu yarımadasının bütün kısmıdır. 13. Türkiye Büyük Millet Meclisi
hükümeti barış antlaşması onaylanıncaya kadar Doğu Trakya’ya askerî kıtalar
geçirmemeyi ve orada ordu toplamamayı taahhüt edecektir. 14. Antlaşma, imzalanmasından üç gün sonra yürürlüğe girecektir.
Başlangıçta
bu kararları kabul etmeyen Yunan hükümeti üç gün sonra mütareke sözleşmesini
onayladığını bildirmek zorunda kaldı. Kuvvetlerinin çekilmesi ve müttefiklerin
kontrolü Türk kuvvetlerine devri otuz günde tamamlandı. Kasım sonuna kadar Doğu
Trakya anavatana katılmış oldu. Mudanya Mütarekesi, Yunanlıların aslında
Osmanlı Devleti’nin paylaşımı projesinde bir alet olduğunu, arkalarındaki gücü
İngiltere başta olmak üzere İtilâf devletlerinin teşkil ettiğini açık bir
şekilde göstermiştir. Bu mütareke, Millî Mücadele’nin sadece Yunan silahlı
gücüne karşı değil gerçek anlamda bütün bir müttefik cepheye karşı verildiğini
de kanıtlamıştır. Öte yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti müttefik
devletler tarafından resmen tanınmıştır.
3.1.6.b.Lozan
Antlaşması (24 Temmuz 1923)
İsviçre’nin
Lozan (Lausanne) şehrinde yapılan görüşmeler sonucunda imzalandığı için bu
şehrin adını taşır. Kurtuluş Savaşı sonunda müttefik devletler İngiltere,
Fransa ve İtalya, Mudanya Mütarekesi’nin ardından 27 Ekim 1922’de İstanbul ve
Ankara hükümetlerine yaptıkları çağrıda barış görüşmelerinin Lozan’da başlayacağını
bildirdiler. Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa, Ankara’daki Büyük Millet Meclisi
başkanlığına gönderdiği telgrafta devlet ve milletin başına daha büyük zararlar
gelmemesi için birlikte hareket edilmesi gerektiğini belirtmiş ve kendilerinin
gönderecekleri temsilci dışında Ankara’nın da temsilci seçmesini istemişti. Bu
önerinin kabulü, müttefiklerin körüklemeye çalıştığı İstanbul-Ankara ikiliğini
peşinen kabul etme anlamına geleceğinden Büyük Millet Meclisi’nin toplantısında
tepkilere yol açtı. Tartışmalar sürerken Sağlık Bakanı Rıza Nur ve Hüseyin Avni
Ulaş ile yetmiş yedi arkadaşı verdikleri önerge ile Osmanlı Devleti’nin sona
erdiğinin karar altına alınmasını teklif ettiler. Böylece 1 Kasım 1922’de kabul
edilen kanunla saltanatla halifelik birbirinden ayrıldı ve saltanatın
kaldırıldığı duyuruldu.
Mudanya
müzakerelerinde başarılı olan İsmet Paşa’nın barış görüşmelerinde baş delege
olması uygun görüldüğünden Yusuf Kemal (Tengirşenk) Hariciye vekilliğinden
istifa ettirilerek yerine İsmet İnönü getirilmişti. Hükümet delegasyonu şöyle
belirlemişti: Baş delege İsmet İnönü, ikinci delege Rıza Nur, delege Hasan Saka
(eski İktisat vekili). Delegasyona yardım edecek çok geniş bir danışmanlar
grubu oluşturulmuştu. Milletvekillerinden M. Celâl Bayar, Zekâi Apaydın, Lemi Saltık
ve Zülfü Tiğrel, Hariciye Vekâleti’nden Münir Ertegün ile Yusuf Hikmet Bayur,
ayrıca Tevfik Bıyıklıoğlu, Tahir Taner, Şükrü Kaya ve Fuat Ağralı gibi uzmanlar
bunlar arasındaydı. Büyük Millet Meclisi hükümetin önerdiği listeyi onayladı.
Meclisteki konuşmalarda özellikle sınırlar, tam bağımsızlık ve Ermenistan
meselesi üzerinde duruldu. Ege adaları ile Rodos ve On iki Ada’nın Türkiye’ye
bırakılması istenirken bazı milletvekilleri Kıbrıs’ın da geri verilmesine dair
görüşlerini bildirdi. Batı Trakya için halk oylamasına başvurulması gerektiği
hatırlatıldı ve Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olan Musul’un anavatandan
ayrılmaması gerektiği ifade edildi. Bu istekler İsmail Safa tarafından
“borçsuz, azınlıksız, istiklâli tam, sınırlarında mazlum ve zincir sesi olmayan
bir vatan” şeklinde özetlenmişti.
Lozan
Konferansı, davette belirtildiği gibi 13 Kasım’da değil 20 Kasım 1922’de Man
Benon gazinosunda düzenlenen törenle açıldı. Görüşmeler bir ara kesintiye
uğradığından konferans iki döneme ayrılır. Birinci dönem 4 Şubat 1923’e kadar
sürdü. İki buçuk ayı aşkın bir aradan sonra 23 Nisan’da başlayan ikinci dönem
24 Temmuz 1923’te sona erdi. Konferansa Türkiye ile birlikte sekiz devlet
görüşmeci olarak davet edildi. Bazı devletlerin de Boğazlar ve ticaret
meseleleri ele alındığında toplantılara katılması öngörülmüştü. Amerika
Birleşik Devletleri ise gözlemci olmayı tercih etmişti. Böylece katılımcılar
çağrı yapanlar (İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya), bütün görüşmelere
katılanlar (Türkiye, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti
[Yugoslavya]), gözlemci (Amerika Birleşik Devletleri), Boğazlar statüsü için
çağrılanlar (Sovyet Rusya, Bulgaristan) ve ticaret sözleşmelerine katılanlar
(Belçika, Portekiz) olmak üzere beş gruptan oluşuyordu.
Türkiye
ile barış konusunda müttefikler adına hareket eden İngiltere, Lozan’da da aynı
rolü sürdürmek istediğinden Dışişleri Bakanı Lord Curzon başkanlığında geniş
bir delegasyonla gelmişti. Açılışta İsviçre başkanından sonra ilk sözü Curzon
aldı. Fakat asıl taraflardan biri olduğu için ısrarla konuşmak isteyen İsmet
İnönü, bütün medenî milletler gibi hürriyet ve istiklâl istediklerini
belirterek gözetilmesi gereken temel ilkeyi vurguladı.
Görüşmelere
21 Kasım’da Uşi (Ouchy) Şatosu Oteli’nin büyük salonunda başlandı. Müttefikler
konferansı istedikleri gibi yönlendirmek amacıyla bazı esaslar belirlediler.
Curzon başkanlığı üstlendi, Fransız delegesi Massigly genel sekreterliğe
getirildi. Meselelerin önce görüşüleceği üçüncü komisyonun başkanlıklarını da
kendi üzerlerine almışlardı. İnönü bu komisyon başkanlıklarından birinin
Türkiye’ye verilmesini, genel sekretere de bir Türk yardımcı belirlenmesini
istemişti. Bunlar kabul edilmemiş, yalnızca Reşit Saffet Atabinen yazı
komitesinde görev almıştı.
Bütün
bunlar müzakerelerin sert geçeceğinin göstergesiydi. Çağdaş bir gözlemcinin
belirttiği gibi Türkler konferansa galip olarak gelmişlerdi. Fakat Türk-Yunan
meselesi tamamıyla ikinci plana atılmıştı. Konu aslında Türkiye ile Avrupa
arasındaki ilişkilerin çözülmesine ve düzenlenmesine ilişkindi. Çünkü Şark
Meselesi baştan aşağı konferansın çalışması içine alınmıştı. Yunanistan
Başbakanı Elefteros Venizelos, arkasında Curzon’un desteğini bulunca zafer
kazanmış bir ülke temsilcisi gibi konuşmaya başlamıştı. İngiltere de Mîsâk-ı
Millî sınırları içinde bulunan petrol bölgesi Musul’u elinden çıkarmamaya
kararlı görünüyordu. Türkiye, Anadolu’da yaptıkları yıkımın karşılığı olarak
Yunanistan’dan 4 milyon altın tazminat talebinde bulundu. Buna karşılık
müttefikler ordularının Türkiye’deki işgal masrafları olarak 50 milyon,
vatandaşlarının uğradıkları zararlar karşılığında da 15 milyon altın tazminat
istediler. Sonuçta onların bu tazminattan, Türkiye’nin de Almanya ve Avusturya
hükümetlerinin I. Dünya Savaşı sonunda kendilerine teslim etmiş oldukları Türk altınlarından
ve İngiltere’ye sipariş edilen gemiler için ödenen paradan vazgeçmesiyle bir
mutabakat sağlandı.
Ancak
Adalar, Musul ve kapitülasyonlarla Yunanistan’dan istenen savaş tazminatı
konularında anlaşmaya varılamadı. Bunun üzerine üç müttefik devlet hazırladığı
bir metni 31 Ocak 1923’te Türk delegasyonuna vererek bunun tamamıyla kabul ya
da reddedilmesini istedi. Curzon, İnönü’ye Türkiye’nin imzalayacağı en iyi
anlaşmanın bu anlaşma olduğunu, bunu imza etmedikleri takdirde Türkiye’nin
Asya’nın görünmez karanlığında kaybolacağını söyleyerek tehditte bulundu. İnönü
de ülkesini esarete mahkûm edecek bir belgeye imza koyamayacağını kesin bir
dille belirtti. Oturum kapandıktan sonra Türkiye’yi bir oldubitti karşısında
bırakmak isteyen Curzon o akşam Lozan’dan ayrıldı. Böylece görüşmeler
kendiliğinden kesilince Türk heyeti de yurda döndü.
20
Şubat’ta Ankara’ya gelen İnönü hükümete bilgi vererek yeni talimat istedi. Konu
Büyük Millet Meclisi’nde görüşülürken sert tartışmalara yol açtı. Bazı
milletvekilleri Türk heyetini Mîsâk-ı Millî’ye uymamak, hatta ona ihanet
etmekle suçladı. Dört gün süren tartışmalar, Mustafa Kemal’in araya girip
delegasyonun meclise karşı değil hükümete karşı sorumlu bulunduğunu
belirtmesiyle önlenebildi.
Öte
yandan üç müttefik devlet 29 Şubat’ta Türkiye’nin itirazlarına cevap vermiş,
Türk tarafı da karşı önerilerini 8 Mart’ta bildirince görüşmelere yeniden
başlanması kararlaştırılmıştı. 23 Nisan 1923’te Lozan’da ikinci toplantı
başladığında Curzon’un yerini Sir Horace Rambdold aldı. Bu defa da ekonomik ve
malî konularda güçlükler baş gösterdi. Yunanistan’dan istenen tazminat konusu
yeni bir bunalıma yol açarken İnönü ile bakanlar kurulu başkanı Hüseyin Rauf
Orbay’ın aralarının bozulmasına sebep oldu. Tazminat meselesi, Yunanistan’ın Karaağaç
İstasyonu’nu Türkiye’ye bırakmasıyla çözüme bağlandı. Bütün çabalara rağmen
Türk-Irak sınırının nerelerden geçeceği hususunda İngiltere ile bir uyuşma
sağlanamadı. Sonunda bunun ileride yapılacak görüşmelere bırakılması
kararlaştırıldı. Görüşmeler 17 Temmuz’da bitirildi, ancak delegasyonların
hükümetlerinden gereken yetkiyi almaları için antlaşmanın 24 Temmuz’da
imzalanması kararlaştırıldı. İnönü hükümetten istediği izne uzun süre karşılık
alamayınca Mustafa Kemal’e başvurdu. Onun Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı
ve başkumandan olarak verdiği yetkiye dayanılarak 24 Temmuz 1923’te Lozan
Üniversitesi Salonu’nda düzenlenen törende antlaşma imzalandı.
Lozan
Antlaşması tek bir metin olmayıp esas antlaşma ile ona ekli on yedi ayrı
protokol ya da sözleşmeden meydana gelmektedir. 143 maddeden oluşan esas barış
antlaşması dört bölüm halinde düzenlenmişti. 1. Siyasal içerikli olan toprak, tâbiiyet ve azınlıklara ilişkin
maddeler (1-45); 2. Malî konular
(46-63); 3. Ekonomik hükümler
(64-100); 4. Ulaşım ve sağlık
sorunları (101-143). Antlaşmada çözümü ileriye bırakılan Musul meselesi
Türk-Irak sınırının tespit edilmesi olarak anılmış ve bunun dokuz ay içinde
Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirleneceği hükmüne yer verilmişti
(md. 3). Antlaşmanın başlıca hükümleri şöylece özetlenebilir.
Sınırlar: Trakya’daki
Türkiye-Yunanistan sınırı Karaağaç Türkiye’de kalmak üzere Meriç ırmağının
“talvek”i olarak tespit edilmişti. İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan adaları
dışında kalan ve adları sayılan adalar Yunanistan’a bırakılmıştı. Yunan
birlikleri işgal ettikleri İmroz ve Bozcaada’dan çekildikten sonra Türkiye
buralarda yerli halkın da söz sahibi olacağı bir yönetim uygulayacaktı.
Yunanistan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında hiçbir deniz üssü ve
istihkâm kurmayacaktı (md. 13-14, 5 ve 15. ekler). İtalyanların Uşi Antlaşması
ile geri vermeleri gerekirken işgallerini sürdürdükleri Rodos ve On iki Ada
kendilerinde (md. 15), İngilizler ’in 1914’te topraklarına kattıklarını ilân
ettikleri Kıbrıs da yine onlarda kalacaktı. Ancak ada Türkleri iki yıl içinde
Türk vatandaşlığını kabul edebileceklerdi (md. 20-21). Bunun dışında Mısır ve
Sudan’ın da İngiliz egemenliğine geçtiği kabul edilmişti (md. 17). Trablusgarp
(Libya) üzerindeki haklardan da vazgeçilmişti (md. 22). Türkiye-Suriye sınırı,
Fransa ile imzalanmış olan 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenen sınır
olarak kabul edilmişti. İskenderun ve Antakya’daki Türkler ’in kendi
kültürlerini korumaları konusunda söz konusu antlaşmadaki hükümlere uyulacaktı.
Boğazlar: Boğazlar da barış ve savaş
dönemlerinde denizden ve havadan serbest geçiş esası kabul edilmişti (md. 23).
Bu maddeye ek protokole göre Boğazlardan geçişi kontrol etmek üzere bir Türk
üyenin başkanlığında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan,
Bulgaristan, Romanya, Rusya ve Sırbistan temsilcilerinden oluşan bir komisyon
kurulacaktı. Amerika Birleşik Devletleri de isterse bu komisyona üye
olabilecekti. Çanakkale ve İstanbul boğazlarının her iki yakasında belirli bir
bölge silâhtan arındırılacaktı. Türkiye bu bölgede sayısı 12.000’i geçmeyen bir
kuvvet bulundurabilecekti.
Kapitülasyonlar: “Antlaşmayı yapan
taraflar, Türkiye’de kapitülasyonların tamamıyla kaldırılmasını her biri
kendisiyle ilgili olarak kabul ettiğini açıklarlar” biçimindeki 28. maddenin
hükmüyle Türkiye’de kapitülasyonlar tarihe karışmıştı. Ancak adliyeyi
düzenlemek amacıyla birkaç yabancı uzman beş yıl süreyle Türkiye’de görev
yapacaktı, fakat Türk hükümeti bu uzmanların önerilerini kabul etmek zorunda
olmayacaktı.
Azınlıklar: Antlaşmanın 37-44.
maddeleriyle Türkiye’de yaşayan, Müslüman olmayan azınlıklara bazı haklar
tanınmıştı. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin azınlık sayılan Rumların
temsilcisi ya da koruyucusu olduğuna ilişkin bir hükme ise yer verilmemişti.
Barış görüşmelerinde Türk tarafı patrikhanenin ülkeden çıkarılması gerektiğini
belirtmişti. Fakat sonuçta patrikhanenin “ekümen” (evrensel) olmaktan çıkması
ve herhangi bir siyasal görev veya rol üstlenmeden yeni Türkiye’nin dinî
kurumları arasında yer alması görüşünde birleşildi.
Mübadele: Ek 6 numaralı protokole göre
Türkiye’de yaşayan Rumlarla Yunanistan’da kalan Türker’den büyük bir kısmı
karşılıklı olarak değiştirilecekti. İmroz, Bozcaada ve İstanbul’da bulunan Rumlarla
Batı Trakya’daki Türkler o dönemde her iki devletin izlediği siyasete uygun
olarak mübadele dışı bırakılmıştı.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi barışa kavuşmayı ve genel olarak antlaşmayı olumlu
karşıladı. Ancak bazı üyeler, Musul sorununun geriye bırakılması ve On iki Ada
ile savaş tazminatı açısından eleştirilerde bulundu. Antlaşma ve ekleri 2
Ağustos 1923’te 14’e karşı 213 oyla onaylandı.
Lozan
Antlaşması bağımsız yeni bir Türk devleti kurulduğunun, başta I. Dünya
Savaşı’nın galipleri olmak üzere başlıca dünya devletlerince onaylandığını
gösteren uluslararası bir belgedir. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın siyasî
hedeflerini gösteren Mîsâk-ı Millî hükümlerinin günün şartları içinde büyük
oranda gerçekleştirildiğini de kanıtlamaktadır. “Türkleri Avrupa’dan çıkarmak”
şeklinde özetlenebilecek olan yüzyıllık Avrupa siyaseti Lozan’da sona ermiş
oluyordu; ayrıca bazı çevrelerin öne sürdüğü gibi bu antlaşma bir hezimet
antlaşması değildi. I. Dünya Savaşı sonunda dayatılmış bir antlaşmayı (Sevr)
yeniden müzakereye açarak bundan başarıyla çıkılmasını sağlayan ve bağımsız bir
devletin doğuşuna zemin hazırlayan çok büyük bir kazanımdı.
SONUÇ
Mustafa Kemal Atatürk’ün liderlik yaptığı Türk Milli Mücadele’sinin
tek bir hedefi vardır. O da Millî bir devlet kurmaktır. Ancak Paşa, bu hedefe
yürürken tüm olasılıkları hesaplamış, önce Osmanlı Devleti’nin hükümetlerinde,
sonra İşgal kuvvetlerinin yanında yetkili bir görev arayışına girmiştir. Bu
mümkün olmayınca çareyi Anadolu’da Millet ile birlikte hareket etmeyi kendine
yol seçmiştir.
Mustafa Kemal belirlediği hedefe giderken gayet
sabırlı davranmış, mümkün olduğu kadar yanında ki arkadaşlarının kendi hedeflerine
karşı olumsuz düşüncelerine sabır ederek zamanı gelince oluşturduğu çemberin
dışına itmeyi bilmiştir. Hedefini aşama aşama gerçekleştirirken zamanın tüm
şartlarını çok iyi kullanmıştır.
Milli, laik bir cumhuriyet rejimi oluşturmayı kafasına
koyan Mustafa Kemal yeri gelmiş Komünist Bolşeviklerden, yeri gelmiş İslam
dünyasından, yeri ve zamanına göre İtilaf devletlerinin kendi aralarındaki
çıkar çatışmalarından yararlanmış, zafer sonrasında ilk iş olarak Saltanatı ve
Halifelik makamını kaldırmış ancak mücadele sırasında bu iki kuruma karşı hep
saygılı olmuştur. Yine yaptığı icraatlar da, hem İslam Dünyası’nın, hem de
milletin desteğini almak için bu iki kurumdan sürekli yararlanmış hareketin
sanki bu iki kurumu düşman elinden kurtarmaya yönelik bir hareketmiş gibi
göstermiştir.
Sonuç olarak Mustafa Kemal kafasında tasarladığı tüm
hedefleri gerçekleştirmiş, Millî Mücadele liderliğinin tesadüf olmadığını
göstermiştir.
Akçakalıoğlu, C. (1992). Atatürk ve Türk Kurtuluş
Savaşı. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi.
Akşin, S. (2006). Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın
Tarihi. Ankara: İmaj Yayıncılık.
Akyol, T. (2008). Ama Hangi Atatürk. İstanbul:
Doğan Kitap.
Arı, K. (2014). Türk İstiklal Savaşı’n da Düzenli Ordu ve
Cepheler.
(1992). Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri.
Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi.
Çay, A. M. (2009). Türkiye Cumhuriyeti Kuvva-i Milliye
Dönemi.
Eraslan, C. (2006). Mudanya Mütarekesi (Cilt 27).
(T. D. Asiklopedisi, Dü.) Ankara: TDV Yayınları.
Kansu, M. M. (2019). Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le
Beraber. Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Kılıç, M. (2019). Milli Mücadele Döneminin Siyasi ve
Stratejik Açıdan Değerlendirilmesi. SSAD.
Kinross, L. (2010). Atatürk, Bir Milletin Yeniden
Doğuşu. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, .
Kurat, A. N. (1990). Türkiye ve Rusya. Ankara:
Kültür Bakanlığı.
Mumcu, A. (1984). Tarih açısından Türk devriminin
temelleri ve gelişimi. İstanbul: İnkılâp Yayınevi.
Mutlu, C. (2019). Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun Havza’daki
Faaliyetlerinin Milli Mücadeledeki Yeri. Cedrus.
Orbay, R. (1995). Cehennem Değirmeni, Siyasi
Hatıralarım. İstanbul: Emre Yayıncılık.
Poyraz, E. (2013). Atatürk’ün İletişim Stratejisi ve
Stratejik Hedefi Hakkında Bir Analiz. 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, 2(4).
Tektosun, M. (2007). Milli Mücadele Döneminde Doğu
Cephesi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi.
Tunaya, T. Z. (2002). Türkiye’de Siyasi Gelişmeler
1876-1938. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Turan, Ş. (2006). Lozan Atlaşması (Cilt 30). (T. D.
Asiklopedisi, Dü.) Ankara: TDV Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.