Çölde Bir Aslan: FAHRETTİN PAŞA - akademitarih

EN YENİ MAKALELER

Post Top Ad

Your Ad Spot

2 Aralık 2021 Perşembe

Çölde Bir Aslan: FAHRETTİN PAŞA


 Çölde Bir Aslan: FAHRETTİN PAŞA


Hazırlayanlar
İbrahim GÜLEŞEN
Zehra ŞAHİN


    Fahreddin Paşa, I. Cihan Harbin’de Suriye-Filistin cephesinde vazife görmüş, muhtemel Şerif Hüseyin ayaklanmasına binaen Medine’ye gönderilmiş ve buradaki müdafaasıyla şöhret kazanmıştır. Paşa, cehennemî çöl sıcakları altında, silah ve erzak yetersizliği gibi imkânsızlar içinde -iki buçuk sene- direnmiş ve nihayet yanındaki bazı neferlerin, âsiler tarafına geçmesi yüzünden teslime mecbur olmuştur. Fakat bu şanlı direniş ona cihan çapında bir şöhret kazandırmıştır. İşte I. Cihan Harbi’nin mühim bir safhası olan Suriye-Filistin Cephesini, Hicaz Harbi ve Medine Müdafaasını hakkıyla anlayabilmek için de Fahreddin Paşa’nın hayatını çok iyi bilmeye mecburuz. Üzerinde asırların yorgunluğunu hisseden Devlet-i Aliy’ye artık yükünü taşıyamaz hâle gelmişti. Her tarafta inkıraz ve çözülme alâmetleri görülürken halkın -maşerî vicdanı- bir ümit ışığı beklemekteydi. Fakat beklenen bir türlü gerçekleşmedi. Evvela Trablusgarb ve Balkan Harpleri ardından I. Cihan Harbi’nin ilanı… Daimî savaş hali, her cinsten milleti yormuş ve bezdirmişti… Aziz vatan müdafaaya muhtaçtı ve ne pahasına olursa olsun müdafaa edilmeliydi. Devlet-i Aliy’ye pek çok cephede aynı anda savaşmaya mecburdu. Zaten iktisadî durumun kötü olduğu bir zamanda bir de savaşa dâhil olmak, devletin mali vaziyetini iyiden iyiye bozmuştu. Pek çok askerî birlikte silah ve erzak yetersizdi. Karargâh-ı Umumîye bunların temini için her gün sayısız telgraf geliyordu. Telgraf alınan yerlerden birisi de Medine’ydi. Devlet zaten dışarıda düşman ile uğraşırken bir de içte Şerif Hüseyin’in isyanıyla karşılaşıldı. Bu isyana karşı Medine’yi müdafaa vazifesi ise Fahreddin Paşa’ya verilmişti. Fahreddin Paşa neye mâl olursa olsun Medine’yi müdafaaya ve âsilere teslim etmemeye kararlıydı. Ve Paşa bu kararlılığını iki sene altı ay boyunca sürdürdüğü [1]müdafaayla bütün dünyaya ispat etti. O, Cihan Harbi’nin sonunda¸ bütün Anadolu’nun “Eyvah bunca şehitlere¸ bunca fedakârlığa rağmen¸ artık her şey bitti.” feryadıyla karanlıklara gömüldüğü günlerde¸ uzaklardan¸ Ravza-i Mutahhara’dan bir fecir yıldızı gibi parlamıştır.

 

    Çocukluğu ve Tahsili

    Fahreddin Paşa’nın asıl adı Ömer’dir. Kuzey Bulgaristan’da yer alan Rusçuk’da[2] 1868’de dünyaya gelmiştir. Dedesi III. Selim’in (1789-1808) kurduğu Nizam-ı Cedid Ordusunda topçu başı olarak vazife yapmış olan Ömer Ağa’dır. Babası Mehmed Nahid 1833 senesinde İstanbul, Cihangir’de doğmuştur. Mehmed Bey bir müddet Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürlüğü yapmış, 1897’de Yemen’e sürgün edilmiş ve 1914’de vefat etmiştir.[3] Ömer Fahreddin’in annesi Rusçuklu Fatma Âdile Hanım (ölm.1887) Mohaç Meydan Muharebesi’nin (29 Ağustos 1526) kazanılmasında mühim payı olan Akıncı Bali Bey (Balioğulları) soyundan gelmektedir. [4] Ömer Fahreddin tahsiline Rusçuk’ta başlamıştır. 93 Harbi diye meşhur olan[5] 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ruhunda asker olmak arzusu uyandırmıştır. 93 Harbi’nden sonra ailesi ile beraber pek çok Müslüman Türk gibi o da İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da Harp Okuluna kaydolmuş ve 1888’de buradan birincilikte Süvari Mülazımı(Teğmen)olarak mezun olmuştur. [6] Daha sonra Erkan-ı Harbiye Mektebine devam ederek buranın birinci sınıfını başarıyla ikmal etmiş, bir intihab name ile Meclis-i Maarif- i Askeriyye tarafından Saray’a takdim edilmiştir. Saray’ın tasdikiyle Başkumandanlık kendisine mülazım-ı evvellik (üst teğmen) rütbesini tevcih etmiştir. Erkan-ı Harp Mektebi’ni on mevcutlu sınıfının beşincisi olarak bitiren (24Mayıs1891) Fahreddin Efendi, Erkan-ı Harp (Kurmay)Yüzbaşısı olarak mezun olmuştur.[7] Fahreddin Paşa tahsili sırasında çalışkanlığı, disiplini, ahlakı ve efendiliği ile temayüz etmiş bir kimsedir. Ve bu vasıflarını hayatının sonuna kadar nefsinde taşımaya devam etmiştir. Kendisinin tarihte iz bırakabilmesindeki esas unsurlardan birisi de bu faziletleridir.

    1 Ocak 1894’de IV. Ordu Erkan-ı Harbiyesine gönderilmiştir.[8] 19 Kasım 1901’de binbaşı olmuş ve 12 Ekim 1903’de Birinci Hudud Komiserliği’ne tayin edilmiştir. 1904 ’de Türk-Rus sınırında, piyade taburumuza baskın yapan Ermeni çetelerini, bir süvari bölüğü ile Rus topraklarından geçerek çevirmiş ve bunları yok etmiştir.[9] 15 Kasım 1897’de Kaimmakam olmuş, bu sırada Türk-Rus Hudud Komisyonu’nun başkanlığını yapmıştır. 27 Ocak 1908’de 7. Tümen’de vazifeli iken IV. Ordu Erkan-ı Harbiyesi’ne nakledilmiş ve aynı yılın 25 Temmuzunda hudud nişan taşları tayinine memur edilmiştir. 2 Mayıs 1909’da “31 Mart” ayaklanmasının bastırılmasında vazife alarak hadise ile alakalı ihbarların tetkiki komisyonunda çalışmıştır.

    20 Haziran 1909’de Ayvalık’daki Rum ayaklanması sırasında Divan-ı Harb-i Örfî Reisliği’nde bulundu. 1910’da miralay rütbesine yükseltilen Fahri Bey Tekirdağ’da İkinci Fırka Erkan-ı Harbiye Reisliği’ne getirildi. 1911- 1912 yılında meydana gelen Trablusgarb harbinde İtalyanlarla çarpıştı. Bu devrin bütün subayleri gibi Fahri Bey de cepheden cepheye koştu. 26 Mayıs 1913’de tekrar Osmanlı- Rus Hudud Arazi İşareti Komisyonu birinci azalığına, 4 Ocak’da mürettep tümen komutanlığına, 13 Şubat’ta Harput Tümeni Komutanlığı’na ve 16 Şubat’ta 31. Tümen Komutanlığı’na getirilmiştir. Balkan Harbi’ne (1912-13) bu vazifede iken Hurşid Paşa’nın 10. Kolordusuna bağlı olarak katılan Fahri Bey harbin sonlarına doğru Çatalca mevkiinde köprübaşı taarruzunu yapan Enver Bey’in (Paşa) öncü kumandanlığında Edirne’nin geri alınmasında mühim bir rol oynamıştır. 6 Ocak 1913’de 7. Tümen komutanlığına tayin edilmiş, 29 Şubat’ta kıdemine iki sene zam yapılmıştır. 17 Ağustos 1914’de IV. Ordu’ya bağlı 12. Kolordu Kumandanlığına tayin edildi. Bu sırada miralay rütbesinde bulunan Fahri Bey, 25 Kasım 1914’de Mirlivalığa terfi ettirilmiştir. 11 Kasım 1914’de Osmanlı Devleti, Harb-i Umumîye girdiği zaman Fahri Paşa 12. Kolordu Kumandı olarak Musul’da bulunuyordu. Bu kolordu Ağustos ayında Enver Paşa’nın emri ile Musul’dan Haleb’e gelmişti. Fahri Paşa’ya 26 Ocak 1915’de 12. Kolordu Kumandanlığına ilaveten bir de 4.Ordu Kumandan vekilliği vazifesi verilmiştir. Bu sırada 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’ydı.

    Hicaz Günleri

    Hicaz’daki hareketlenmeyi haber alan Cemal Paşa endişelenmişti. Zaten kendisine daha evvel de bir isyan olacağına dair malumat gelmişti. Bunun üzerine Cemal Paşa her türlü ihtimale karşı maiyetindeki 12. Kolordu Kumandanı Fahreddin Paşa’yı Medine’ye göndermeye karar verdi. Böylece Fahreddin Paşa 23 Mayıs 1916 tarihli bir emirle geçici ve gizli olarak Medine’ye gitme emrini aldı. Fahreddin Paşa’nın esas vazifesi uzak bir ihtimal olarak gözükse de şayet devlete karşı bir isyan vuku bulacak olursa buna karşı şiddetli tedbirler almaktı. Medine Muhafızı Basri Paşa, cesur, namuslu, hamiyetli ve Medine Araplarını iyi tanıyan birisiydi fakat kafi miktarda tecrübeli olmadığı için şiddetli tedbirler almakta zorlanabilirdi. Paşa 31 Mayıs’ta Medine’ye ulaştı. Medine’deki birliklerin kumandasını ele alır ve 4. Ordu’dan da acilen takviye kuvvetler gönderilmesini ister. Gelen yeni takviye kuvvetler de mevcut birliklere ilave edilerek Hicaz Kuvve-i Seferiyye’si teşkil edilmiştir.

    Medine ile Suriye’nin irtibatını koparmak için demiryoluna saldıran asiler, 3-5 Haziran arasında Hediye-Medine, Ebu’n-Naam-Cidde arasındaki demiryolunu, ayrıca haberleşmenin kesilmesi için de Ebu’n-Naam-Buvata arasında 140 kadar telgraf direğini tahrip etmişlerdir. 5-6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdılarsa da başarılı olamadılar. Âsilerin Medine çevresindeki ilk hücumları, Paşa’nın yerinde tedbirleri sayesinde başarısız olmuştur. İlk taarruzlarında muvaffak olamayan âsiler Medine etrafındaki bazı stratejik mevkileri ele geçirmeye çalışınca Paşa hemen harekete geçerek Biriali, El-ilave, Birimaşi, mevkilerindeki asileri mağlup etti. (27 Haziran 1916) Böylece Medine’nin etrafı bir hayli temizlenmiş oldu. Bu durum, Medine’nin kolayca teslim alınacağını düşünen Şerif Hüseyin için bu büyük bir hayal kırıklığı idi. Fahreddin Paşa’ya karşı olan bu başarısızlık Arap isyanının propaganda safhasında da büyük zararlara sebeb olmuştur. Esasen âsiler harbin sonuna kadar şehri ele geçirememişler ancak harekâttaki bazı gecikmeler, geri hizmetlerin zorluğu ve kuvvet yetersizliği yüzünden âsilerin tamamen yok edilmesi sağlanamamıştır. Fahreddin Paşa bu başarılarından dolayı 15 Temmuz 1916 tarihinde Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanlığına tayin edilmiştir. Nihayet 10 Haziran’da isyan Cidde, Mekke ve Taif’e yayıldı. Bu yerler arasındaki telgraf telleri İngilizler tarafından kesilmişti. Yedi günlük kuşatma neticesinde Cidde (16 Haziran 1916), iki gün sonra Mekke (12 Haziran 1916) ve bir müddet mukavemet edildikten sonra (20 Eylül 1916) Taif düşmüştür. Mekke’nin düşmesinden sonra burayı yeniden almak için bir -Mekke seferi- düşünülmüş fakat sonrasında bunun yapılamayacağı görüldüğü için vazgeçilmiştir. Fahreddin Paşa’nın müdafaa ettiği Medine haricindeki hemen hemen bütün büyük bölgeler asilerin eline geçmişti. Mekke’nin kaybedilmesinden sonra Hz. Peygamber’in kabrinin bulunduğu Medine’nin elde tutulması düşüncesi ağırlık kazandı ve bu politika savaşın sonuna kadar devam etti. Hicaz’ın terk edilmesi, Hükümet aleyhinde büyük bir kampanyaya neden olabileceği gibi, Arap isyanının geniş bir alana yayılmasına neden olabilirdi. Hicaz’daki kuvvetlerin en önemli problemlerinden birisi de iaşe ihtiyacıydı.

    Hicaz’ın terk edilmesi düşüncesi Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte gündeme gelmişse de 1917 yılına kadar herhangi bir adım atılmamıştı. Şerif Hüseyin’in isyan etmesi ve isyanın Hicaz’da yayılmaya başlaması, Hicaz’daki kuvvetlerin yetersizliğini ortaya koydu. Bu kuvvetlerin isyanın yayılmasını engellemek, Medine’yi korumak ve Medine-Şam demiryolunu kontrol altında tutmak gibi çok önemli görevleri vardı. Tahliye ile birlikte çevredeki kabileler ayaklanabilir ve Arap isyanı daha geniş bir alana yayılabilirdi. Burada dikkate alınan önemli bir husus, dini duygulardı.

    Paşa elindeki imkanlarla Medine’yi iki yıl yedi ay müdafaa etti. Evvela Medine ve çevresinde bir güvenlik hattı oluşturmak için Aşar Boğazı, Biriderviş, Biriabbas ve Birireha mevkilerini asilerden temizledi. 29 Ağustos 1916’da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu. Fahreddin Paşa devamlı takviye kuvvet istiyor fakat hükümet isteklere cevap veremeyecek durumda olduğunu söylüyordu. 1916 yılında Şerif Hüseyin’in isyan etmesiyle Hicaz’daki Osmanlı kuvvetleri çok zor duruma düştüler. Başlangıçta Mekke’nin kurtarılmasına yönelik planlar yapıldıysa da daha sonra bundan vazgeçilerek savaş boyunca Medine ve demiryolu hattını korunması kararlaştırıldı. Bu nedenlerle, hattın korunması Hicaz savunmasının en önemli esaslarından birisi oldu. İngilizler ise asi Araplarla beraber devamlı olarak demiryolu hattını hedef aldılar. Bomba ve dinamit kullanarak, bazen rayları söktürerek, bazen de ani baskınlar yaparak hattın işlemesini engellemeye çalıştılar.

    Sonuç olarak 1917 yılında Hicaz’da; aşiretlerin asilerin tarafına geçmeye başladıkları, isyanın sadece Hicaz’la sınırlı kalmayıp Suriye’ye ulaştığı bir gerçektir. Ancak birçok olumsuzluklara ve bütün zorluklara rağmen Medine ve demiryolu hattı kaybedilmemiştir. Medine ve demiryolu hattındaki savunma tedbirleri ile isyancılar 1917 yılı boyunca oyalanmış ve daha kuzeye çıkmaları geciktirilmiştir.

    Suriye cephesinde Cemal Paşa, Enver Paşa’ya 1917 yılı Ocak ayında Arap isyanının yayılma belirtileriyle birlikte burada daha fazla kuvvet bulundurmak gerekeceğinden hareketle, bundan sonra Hicaz’a ilave kuvvet göndermeyeceğini belirtti. Cemal Paşa bir durum değerlendirmesi yapmış ve Hicaz’ın zamanında tahliye edilmesinin Filistin’i de kurtaracağına karar vermişti. Cemal Paşa Enver Paşa’ya Hicaz’da zamanın aleyhte işlediğini, sadece askeri yönden bile düşünüldüğünde Hicaz’ın tahliyesinin zorunlu olduğunu, tahliye için en az doksan güne ihtiyaç olduğunu bildiriyordu. Bütün bunlara rağmen Hükümet bir tercih yapmak durumundaydı.

Filistin cephesindeki yenilginin Suriye’nin kaybına, ardından İtilaf devletleri kuvvetlerinin Anadolu’ya kadar gelmelerine zemin hazırlayacağından endişe ediliyordu. Zaten Hükümet ve Enver Paşa, Hicaz savunmasını ikinci derecede bir cephe olarak görmekteydi. Enver Paşa 2 Mart 1917 tarihinde 4. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği şifrede; Cemal Paşa’nın teklifi doğrultusunda Hicaz’da görev yapan birliklerin bir kısmının Filistin’de görevlendirilmeleri amacıyla geri alınmalarının kararlaştırıldığını bildiriyordu. Bunun anlamı Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’nin merkezi durumunda olan Medine’deki bazı birliklerin tahliye edilmesi ve Arap Yarımadası’nın tamamının savunulmasından vazgeçilmesiydi.

    Cemal Paşa bu emirleri tebliğ ederken Fahreddin Paşa’ya, “Ancak, bu telgrafı alınca ağlamamanızı rica ederim. Ne yazık ki, Medine, bugün İslam vücudunun kangren olmuş bir uzvudur. Anavatanı kaybetmemek için, bu uzvu geçici olarak feda edeceğiz.” diyordu. Fahreddin Paşa cevabında telgrafı ağlamaktan okuyamadığını belirtiyor, eğer henüz çok kötü bir durum yoksa Medine’de en azından yeteri kadar erzak, altın ve takviye edilmiş bir piyade alayının bırakılmasını teklif ediyordu. Fahreddin Paşa’nın ailesinin de bu sırada Medine’de bulunduğu, eşinin çeşitli yardım kuruluşlarında çalışmalar yaptığı ve orduya büyük yardımı olduğu anlaşılmaktadır. Fahreddin Paşa’nın eşine bu faaliyetlerinden dolayı “ikinci dereceden şefkat nişanı” verilmesi kararlaştırılmıştı Bu süreçte Paşa, Harem-i Şerif’te bulunan Mukaddes Emanetlerin, İngilizlerin veya âsilerin eline geçmesi ihtimaline binaen tedbir olarak İstanbul’a nakledilmesini sağlamıştır. Bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderir. Emanetler 25 Mayıs 1917’de payitahta ulaşır.

    Hicaz kaynakları Hicaz’daki Osmanlı kuvvetlerinin ihtiyacını karşılama noktasında yeterli değildi. Bu kuvvetlerin iaşesi için demiryolunun açık tutulması zorunluydu. İngilizler ve Arap isyancılar bu durumun bilincinde olarak demiryolunu çalışmaz hale getirmek istiyorlardı. Bu arada tahliyenin gündeme gelmesi ve bazı kuvvetlerin kuzeye çekilmeye başlaması, isyancı Arapların saldırılarını artırmalarına neden olmuş ve saldırılar özellikle demiryolu hattında yoğunlaşmıştır. Bunun üzerine Medine’nin tahliyesine karar verildi. Devlet Şerif Hüseyin isyanını haber alır almaz siyasî bir tedbir olarak yerine Ali Haydar’ı Mekke emirliğine tayin etmişti. (1 Temmuz 1916) Bunun çok faydalı olacağı zannedilmiş ve lakin ciddi bir tesiri olmamıştı.  Evvela yeni tayin edilmiş olan Mekke Emiri Şerif Haydar Paşa ailesiyle birlikte Medine’den ayrıldı. Onları 3000-4000 kişilik yerli halk takip etti. Paşa az bir kuvvetle müdafaaya devam etmek durumundaydı. Hicaz demiryolunun Medine’ye yakın olan Tebük- Medain arasındaki Müdevvere İstasyonu’nun düşman eline geçmesinden sonra Medine kalesi asiler tarafından kuşatıldı. Kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden İstanbul Hükümetine şu cevabı vermişti:

    “Medine Kalesi’nden Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin.”

    Şehrin kuşatması uzadıkça erzak sıkıntısı daha da hissedilmeye başlanmıştı. Bu yüzden askere verilen günlük iaşe miktarı bir hayli azaltıldı. Hatta bir ara Fahreddin Paşa, çekirge yenilmesini emretmek mecburiyetinde kalmıştı. Paşa, cehennemî sıcaklar altında her türlü fedakârlığı gösteren Müdafilerin, muhasara psikolojisinden uzaklaşıp, zihnini meşgul etmek için günlük emirler çıkartıp, muhtelif müsabakalar tertip ediyordu. Mesela bir gün “Osmanlı Sancağı” hakkında bir yazı müsabakası açmıştı.   Paşa, müdafaa süresince Medine’nin imarıyla da meşgul olmuştur. Yeni su kuyuları açmış, demiryolundan Harem-i Şerif’e kadar uzanan düz ve geniş bir yol yaptırmıştır.   Fahreddin Paşa ve Medine müdafileri bir taraftan düşmanla diğer taraftan cehennemî sıcaklar, açlık ve hastalıklarla mücadele ederken Kanal Harekâtı felaketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en yakın Osmanlı kuvvetleri 1300 km. uzakta kalmıştı. Devlet mağlup olmuş ve Mondros Mütarekesi’ni imzalamak mecburiyetinde kalmıştı.(30 Ekim 1918) Mütarekenin 16. maddesine göre şehri teslime mecbur olan Paşa buna yanaşmadı. Kızıldeniz’de demirleyen bir İngiliz torpidosunun mütareke şartlarını bildirmesine rağmen Paşa buna cevap vermedi. Dahası Babıali’nin Mondros Mütarekesini tebliğ etmek üzere gönderdiği Yüzbaşı Ziya Bey’i hapsederek İstanbul’u da cevapsız bıraktı. Babıali İngilizlerin de baskısı üzerine bu defa padişahın imzasını taşıyan bir teslim emrini Adliye Nazırı Haydar Molla ile Medine’ye gönderdi. Fakat Paşa bu emri de dinlemedi. Fahri Paşa imkânlarının sonuna kadar direnmeye, müdafaaya kararlıydı. Fakat nihayet yanındaki bir takım subayların ihanetiyle karşılaştı ve bu subayların tazyikiyle teslime mecbur oldu. Anlaşma gereği yirmi dört saat zarfında Haşimî Karargâhına gitmesi gerekiyordu. Fakat o Ravza-ı Mutahhara’nın yakınındaki bir medreseye giderek burada kalacağını söyledi. Fakat Paşa’nın mücavir sıfatıyla da Medine’de kalmasına müsaade edilmedi. Fahreddin Paşa Medine Müdafaası sırasında 12. Kolordu Kumandanı sıfatıyla10 Mayıs 1918’de, 1911-12’de basılan Harp Madalyasını almış ve Mirliva (tuğgeneral) rütbesiyle taltif edilmişti. 28 Temmuz’da ise Ferik rütbesine yükseltilmiştir. Yine müdafaa sırasında Almanlar kendisine Demir-Haç Nişanı vermişlerdir. Akıbet kendisiyle görüşmeye gelen Necib Bey ve etrafındakiler tarafından tutulup Haşimi karargâhında hazır olan çadıra götürüldü. Anlaşma gereği Şerif Abdullah’ın kuvvetleri 13 Şubat 1919’da şehre girdi. Böylece şehir mütarekeden yetmiş iki gün sonra teslim oldu. Türk askerinin şehri teslimi ile dört asırlık şanlı bir devre kapanmış oluyordu.

    Esaret Hayatı

    İngilizler Paşa’yı mütareke hükümlerine uymamakla suçlayarak Kasr-ı Nil kışlasına hapsettiler. Yedi ay burada kalan Paşa’nın daha sonra harp suçlusu olarak Malta’ya sürgün edilmesine karar verildi. Paşa 8 Ağustos 1919’da Malta’daki Salvator kalesine doğru yola çıkarıldı. Malta’ya ilk gelen 73 kişi ile birlikte A blokuna yerleştirilmiş ve kendisine verilen sürgün numarası 2752’dir. Diğer mahkûmlar gibi Fahri Paşa da günlerini kitap okuyarak, resim yaparak ve çiçek yetiştirerek geçirmeye çalışıyordu. Paşa burada tutuklu bulunurken İstanbul’un işgaliyle tesis edilen Divanı harb’te ölüme mahkûm edilmiştir. Ayrıca ailesine verilen maaş da kesilmişti. Bu durum ailesinin zor günler yaşamasına sebep olmuştu. 7 Mart 1921’de başlayan müzakereler neticesinde Ankara Hükümeti ile İngiltere arasında Londra Antlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile esirlerin bırakılması sağlanmış oluyordu. Fahreddin Paşa da bu cümleden olarak 8 Nisan 1921’de kayıtsız şartsız serbest bırakıldığında 2 sene 33 gün tutuklu kalmış bulunuyordu.

    Paşa evvela Almanya’ya geçerek Berlin’e geldi. Burada bulunan Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar ile görüştü. Akabinde Enver Paşa’nın davetiyle Moskova’ya geçti. Moskova’da İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı Kongresi’ne katıldı. Aynı süreçte Ankara Hükümeti sefiri Ali Fuad Bey (Cebesoy) ile görüşmüş ve ondan bir mektup almasından sonra Milli Mücadele’ye iştirak gayesiyle Batum’a gelmiştir. Batum’dan 2 Ağustos 1921’de Kars’a geçen Paşa böylece vatanına kavuşmuş olur.

    Milli Mücadeleye iştirak için Erzurum’a hareket etmiş olan Paşa, Sakarya muharebesine yetişememişti. 24 Eylül’de Ankara’da Mustafa Kemal’le görüştükten sonra Fahri Paşa, 1 Mart 1921’de Moskova’da Afgan heyeti ile Türk sefaret heyeti arasından imzalanan Türk-Afgan ittifakı gereğince bir müddet sonra TBMM’nin Kabil Sefirliğine tayin edildi. (9 Kasım 1921) Ayrıca sefirliği sayesinden Türk- Afgan dostluğunun pekişmesinde mühim rol oynamış, Ruslarla mücadele eden Başkırdistan Cumhurbaşkanı Zeki Velidi Togan’a yardım etmiştir. Paşa Kabil sefirliğini 12 Mayıs 1926’ya kadar devam ettirmiştir. 31 Aralık 1932’de Divan-ı Askeri Temyiz azalığına, 3 Ocak 1932’ de ise Askeri Temyiz reisliğine tayin edilmiştir. Kanunî hizmet süresini doldurduktan sonra 5 Şubat 1936’da tekaüd oldu ve muhtelif muharebelerdeki hizmetlerine mukabil nişan, madalya ve kıdem zammı ile taltif edilmiştir. 22 Kasım 1948’de vefat etmiş, vasiyeti üzerine Rumeli Hisarı’na defnedilmiştir.



[1] Şerif Hüseyin isyanı 5 Haziran 1916 da başlamış ve Medine 13 Ocak 1919 de âsilere teslim edilmiştir.

 [2] Bulgaristan’da tarihî bir şehir olan Rusçuk eski Tuna Vilayetinin merkeziydi. Kozmopolit bir yapısı vardı. Bugünde Bulgaristan’ın dördüncü büyük şehri (Ruse/Russe) olup önemli bir sanayi ve kültür merkezidir. Tafsilat için bkz: Machiel Kiel, “Rusçuk”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 35, İstanbul 2008

[3] Naci Kaşif Kıcıman, Medine Müdâfaası – Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?, İstanbul 1994, s.20

[4] Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, c. II, İstanbul 1996, s. 3. [5] Mahir Aydın, “Doksan üç Harbi”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 9, İstanbul 1994.

[5] Bu savaş Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Balkanların büyük kısmı kaybedilmiştir. Binlerce Müslüman Türk Balkanlardan, Anadoluya hicret etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu hicretin mahiyetini ve yaşanan felaketlerin tafsilatı için bkz:

H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanların Makûs Talihi: Göç, İstanbul

[6] Süleyman Yatak, Fahreddin Paşa, s. 43 vd.

 [8] Yatak, a.g.e., s. 45

[9]  Kıcıman, Medine Müdafaası, s. 20.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.

Post Top Ad

Your Ad Spot