Çölde Bir Aslan: FAHRETTİN PAŞA
Hazırlayanlarİbrahim GÜLEŞENZehra ŞAHİN
Fahreddin Paşa, I. Cihan Harbin’de Suriye-Filistin
cephesinde vazife görmüş, muhtemel Şerif Hüseyin ayaklanmasına binaen Medine’ye
gönderilmiş ve buradaki müdafaasıyla şöhret kazanmıştır. Paşa, cehennemî çöl
sıcakları altında, silah ve erzak yetersizliği gibi imkânsızlar içinde -iki
buçuk sene- direnmiş ve nihayet yanındaki bazı neferlerin, âsiler tarafına
geçmesi yüzünden teslime mecbur olmuştur. Fakat bu şanlı direniş ona cihan
çapında bir şöhret kazandırmıştır. İşte I. Cihan Harbi’nin mühim bir safhası olan
Suriye-Filistin Cephesini, Hicaz Harbi ve Medine Müdafaasını hakkıyla
anlayabilmek için de Fahreddin Paşa’nın hayatını çok iyi bilmeye mecburuz.
Üzerinde asırların yorgunluğunu hisseden Devlet-i Aliy’ye artık yükünü
taşıyamaz hâle gelmişti. Her tarafta inkıraz ve çözülme alâmetleri görülürken
halkın -maşerî vicdanı- bir ümit ışığı beklemekteydi. Fakat beklenen bir türlü
gerçekleşmedi. Evvela Trablusgarb ve Balkan Harpleri ardından I. Cihan
Harbi’nin ilanı… Daimî savaş hali, her cinsten milleti yormuş ve bezdirmişti…
Aziz vatan müdafaaya muhtaçtı ve ne pahasına olursa olsun müdafaa edilmeliydi.
Devlet-i Aliy’ye pek çok cephede aynı anda savaşmaya mecburdu. Zaten iktisadî
durumun kötü olduğu bir zamanda bir de savaşa dâhil olmak, devletin mali vaziyetini
iyiden iyiye bozmuştu. Pek çok askerî birlikte silah ve erzak yetersizdi.
Karargâh-ı Umumîye bunların temini için her gün sayısız telgraf geliyordu.
Telgraf alınan yerlerden birisi de Medine’ydi. Devlet zaten dışarıda düşman ile
uğraşırken bir de içte Şerif Hüseyin’in isyanıyla karşılaşıldı. Bu isyana karşı
Medine’yi müdafaa vazifesi ise Fahreddin Paşa’ya verilmişti. Fahreddin Paşa
neye mâl olursa olsun Medine’yi müdafaaya ve âsilere teslim etmemeye
kararlıydı. Ve Paşa bu kararlılığını iki sene altı ay boyunca sürdürdüğü [1]müdafaayla
bütün dünyaya ispat etti. O, Cihan Harbi’nin sonunda¸ bütün Anadolu’nun “Eyvah
bunca şehitlere¸ bunca fedakârlığa rağmen¸ artık her şey bitti.” feryadıyla
karanlıklara gömüldüğü günlerde¸ uzaklardan¸ Ravza-i Mutahhara’dan bir fecir
yıldızı gibi parlamıştır.
Çocukluğu ve Tahsili
Fahreddin Paşa’nın asıl adı Ömer’dir. Kuzey Bulgaristan’da
yer alan Rusçuk’da[2] 1868’de
dünyaya gelmiştir. Dedesi III. Selim’in (1789-1808) kurduğu Nizam-ı Cedid
Ordusunda topçu başı olarak vazife yapmış olan Ömer Ağa’dır. Babası Mehmed
Nahid 1833 senesinde İstanbul, Cihangir’de doğmuştur. Mehmed Bey bir müddet
Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürlüğü yapmış, 1897’de Yemen’e sürgün edilmiş
ve 1914’de vefat etmiştir.[3]
Ömer Fahreddin’in annesi Rusçuklu Fatma Âdile Hanım (ölm.1887) Mohaç Meydan
Muharebesi’nin (29 Ağustos 1526) kazanılmasında mühim payı olan Akıncı Bali Bey
(Balioğulları) soyundan gelmektedir. [4]
Ömer Fahreddin tahsiline Rusçuk’ta başlamıştır. 93 Harbi diye meşhur olan[5]
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ruhunda asker olmak arzusu uyandırmıştır. 93
Harbi’nden sonra ailesi ile beraber pek çok Müslüman Türk gibi o da İstanbul’a
gelmiştir. İstanbul’da Harp Okuluna kaydolmuş ve 1888’de buradan birincilikte
Süvari Mülazımı(Teğmen)olarak mezun olmuştur. [6]
Daha sonra Erkan-ı Harbiye Mektebine devam ederek buranın birinci sınıfını
başarıyla ikmal etmiş, bir intihab name ile Meclis-i Maarif- i Askeriyye
tarafından Saray’a takdim edilmiştir. Saray’ın tasdikiyle Başkumandanlık
kendisine mülazım-ı evvellik (üst teğmen) rütbesini tevcih etmiştir. Erkan-ı
Harp Mektebi’ni on mevcutlu sınıfının beşincisi olarak bitiren (24Mayıs1891)
Fahreddin Efendi, Erkan-ı Harp (Kurmay)Yüzbaşısı olarak mezun olmuştur.[7]
Fahreddin Paşa tahsili sırasında çalışkanlığı, disiplini, ahlakı ve efendiliği
ile temayüz etmiş bir kimsedir. Ve bu vasıflarını hayatının sonuna kadar
nefsinde taşımaya devam etmiştir. Kendisinin tarihte iz bırakabilmesindeki esas
unsurlardan birisi de bu faziletleridir.
1 Ocak 1894’de IV. Ordu Erkan-ı Harbiyesine gönderilmiştir.[8]
19 Kasım 1901’de binbaşı olmuş ve 12 Ekim 1903’de Birinci Hudud Komiserliği’ne
tayin edilmiştir. 1904 ’de Türk-Rus sınırında, piyade taburumuza baskın yapan
Ermeni çetelerini, bir süvari bölüğü ile Rus topraklarından geçerek çevirmiş ve
bunları yok etmiştir.[9]
15 Kasım 1897’de Kaimmakam olmuş, bu sırada Türk-Rus Hudud Komisyonu’nun
başkanlığını yapmıştır. 27 Ocak 1908’de 7. Tümen’de vazifeli iken IV. Ordu
Erkan-ı Harbiyesi’ne nakledilmiş ve aynı yılın 25 Temmuzunda hudud nişan
taşları tayinine memur edilmiştir. 2 Mayıs 1909’da “31 Mart” ayaklanmasının
bastırılmasında vazife alarak hadise ile alakalı ihbarların tetkiki
komisyonunda çalışmıştır.
20 Haziran 1909’de Ayvalık’daki Rum ayaklanması sırasında
Divan-ı Harb-i Örfî Reisliği’nde bulundu. 1910’da miralay rütbesine yükseltilen
Fahri Bey Tekirdağ’da İkinci Fırka Erkan-ı Harbiye Reisliği’ne getirildi. 1911-
1912 yılında meydana gelen Trablusgarb harbinde İtalyanlarla çarpıştı. Bu
devrin bütün subayleri gibi Fahri Bey de cepheden cepheye koştu. 26 Mayıs
1913’de tekrar Osmanlı- Rus Hudud Arazi İşareti Komisyonu birinci azalığına, 4
Ocak’da mürettep tümen komutanlığına, 13 Şubat’ta Harput Tümeni Komutanlığı’na
ve 16 Şubat’ta 31. Tümen Komutanlığı’na getirilmiştir. Balkan Harbi’ne
(1912-13) bu vazifede iken Hurşid Paşa’nın 10. Kolordusuna bağlı olarak katılan
Fahri Bey harbin sonlarına doğru Çatalca mevkiinde köprübaşı taarruzunu yapan
Enver Bey’in (Paşa) öncü kumandanlığında Edirne’nin geri alınmasında mühim bir
rol oynamıştır. 6 Ocak 1913’de 7. Tümen komutanlığına tayin edilmiş, 29
Şubat’ta kıdemine iki sene zam yapılmıştır. 17 Ağustos 1914’de IV. Ordu’ya
bağlı 12. Kolordu Kumandanlığına tayin edildi. Bu sırada miralay rütbesinde
bulunan Fahri Bey, 25 Kasım 1914’de Mirlivalığa terfi ettirilmiştir. 11 Kasım
1914’de Osmanlı Devleti, Harb-i Umumîye girdiği zaman Fahri Paşa 12. Kolordu
Kumandı olarak Musul’da bulunuyordu. Bu kolordu Ağustos ayında Enver Paşa’nın
emri ile Musul’dan Haleb’e gelmişti. Fahri Paşa’ya 26 Ocak 1915’de 12. Kolordu
Kumandanlığına ilaveten bir de 4.Ordu Kumandan vekilliği vazifesi verilmiştir.
Bu sırada 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’ydı.
Hicaz Günleri
Hicaz’daki hareketlenmeyi haber alan Cemal Paşa
endişelenmişti. Zaten kendisine daha evvel de bir isyan olacağına dair malumat
gelmişti. Bunun üzerine Cemal Paşa her türlü ihtimale karşı maiyetindeki 12.
Kolordu Kumandanı Fahreddin Paşa’yı Medine’ye göndermeye karar verdi. Böylece
Fahreddin Paşa 23 Mayıs 1916 tarihli bir emirle geçici ve gizli olarak
Medine’ye gitme emrini aldı. Fahreddin Paşa’nın esas vazifesi uzak bir ihtimal olarak
gözükse de şayet devlete karşı bir isyan vuku bulacak olursa buna karşı
şiddetli tedbirler almaktı. Medine Muhafızı Basri Paşa, cesur, namuslu,
hamiyetli ve Medine Araplarını iyi tanıyan birisiydi fakat kafi miktarda
tecrübeli olmadığı için şiddetli tedbirler almakta zorlanabilirdi. Paşa 31 Mayıs’ta Medine’ye ulaştı. Medine’deki birliklerin
kumandasını ele alır ve 4. Ordu’dan da acilen takviye kuvvetler gönderilmesini
ister. Gelen yeni takviye kuvvetler de mevcut birliklere ilave edilerek Hicaz
Kuvve-i Seferiyye’si teşkil edilmiştir.
Medine ile Suriye’nin irtibatını koparmak için demiryoluna
saldıran asiler, 3-5 Haziran arasında Hediye-Medine, Ebu’n-Naam-Cidde
arasındaki demiryolunu, ayrıca haberleşmenin kesilmesi için de
Ebu’n-Naam-Buvata arasında 140 kadar telgraf direğini tahrip etmişlerdir. 5-6
Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdılarsa da başarılı olamadılar.
Âsilerin Medine çevresindeki ilk hücumları, Paşa’nın yerinde tedbirleri sayesinde
başarısız olmuştur. İlk taarruzlarında muvaffak olamayan âsiler Medine
etrafındaki bazı stratejik mevkileri ele geçirmeye çalışınca Paşa hemen
harekete geçerek Biriali, El-ilave, Birimaşi, mevkilerindeki asileri mağlup
etti. (27 Haziran 1916) Böylece Medine’nin etrafı bir hayli temizlenmiş oldu.
Bu durum, Medine’nin kolayca teslim alınacağını düşünen Şerif Hüseyin için bu
büyük bir hayal kırıklığı idi. Fahreddin Paşa’ya karşı olan bu başarısızlık
Arap isyanının propaganda safhasında da büyük zararlara sebeb olmuştur. Esasen
âsiler harbin sonuna kadar şehri ele geçirememişler ancak harekâttaki bazı
gecikmeler, geri hizmetlerin zorluğu ve kuvvet yetersizliği yüzünden âsilerin
tamamen yok edilmesi sağlanamamıştır. Fahreddin Paşa bu başarılarından dolayı
15 Temmuz 1916 tarihinde Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanlığına tayin
edilmiştir. Nihayet 10 Haziran’da isyan Cidde, Mekke ve Taif’e yayıldı. Bu
yerler arasındaki telgraf telleri İngilizler tarafından kesilmişti. Yedi günlük
kuşatma neticesinde Cidde (16 Haziran 1916), iki gün sonra Mekke (12 Haziran
1916) ve bir müddet mukavemet edildikten sonra (20 Eylül 1916) Taif düşmüştür.
Mekke’nin düşmesinden sonra burayı yeniden almak için bir -Mekke seferi-
düşünülmüş fakat sonrasında bunun yapılamayacağı görüldüğü için vazgeçilmiştir.
Fahreddin Paşa’nın müdafaa ettiği Medine haricindeki hemen hemen bütün büyük
bölgeler asilerin eline geçmişti. Mekke’nin kaybedilmesinden sonra Hz.
Peygamber’in kabrinin bulunduğu Medine’nin elde tutulması düşüncesi ağırlık
kazandı ve bu politika savaşın sonuna kadar devam etti. Hicaz’ın terk edilmesi,
Hükümet aleyhinde büyük bir kampanyaya neden olabileceği gibi, Arap isyanının
geniş bir alana yayılmasına neden olabilirdi. Hicaz’daki kuvvetlerin en önemli
problemlerinden birisi de iaşe ihtiyacıydı.
Hicaz’ın terk edilmesi düşüncesi Osmanlı Devleti’nin 1.
Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte gündeme gelmişse de 1917 yılına kadar
herhangi bir adım atılmamıştı. Şerif Hüseyin’in isyan etmesi ve isyanın
Hicaz’da yayılmaya başlaması, Hicaz’daki kuvvetlerin yetersizliğini ortaya
koydu. Bu kuvvetlerin isyanın yayılmasını engellemek, Medine’yi korumak ve
Medine-Şam demiryolunu kontrol altında tutmak gibi çok önemli görevleri vardı.
Tahliye ile birlikte çevredeki kabileler ayaklanabilir ve Arap isyanı daha
geniş bir alana yayılabilirdi. Burada dikkate alınan önemli bir husus, dini
duygulardı.
Paşa elindeki imkanlarla Medine’yi iki yıl yedi ay müdafaa
etti. Evvela Medine ve çevresinde bir güvenlik hattı oluşturmak için Aşar
Boğazı, Biriderviş, Biriabbas ve Birireha mevkilerini asilerden temizledi. 29
Ağustos 1916’da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş
oldu. Fahreddin Paşa devamlı takviye kuvvet istiyor fakat hükümet isteklere
cevap veremeyecek durumda olduğunu söylüyordu. 1916 yılında Şerif Hüseyin’in
isyan etmesiyle Hicaz’daki Osmanlı kuvvetleri çok zor duruma düştüler.
Başlangıçta Mekke’nin kurtarılmasına yönelik planlar yapıldıysa da daha sonra
bundan vazgeçilerek savaş boyunca Medine ve demiryolu hattını korunması
kararlaştırıldı. Bu nedenlerle, hattın korunması Hicaz savunmasının en önemli
esaslarından birisi oldu. İngilizler ise asi Araplarla beraber devamlı olarak
demiryolu hattını hedef aldılar. Bomba ve dinamit kullanarak, bazen rayları
söktürerek, bazen de ani baskınlar yaparak hattın işlemesini engellemeye
çalıştılar.
Sonuç olarak 1917 yılında Hicaz’da; aşiretlerin asilerin
tarafına geçmeye başladıkları, isyanın sadece Hicaz’la sınırlı kalmayıp
Suriye’ye ulaştığı bir gerçektir. Ancak birçok olumsuzluklara ve bütün
zorluklara rağmen Medine ve demiryolu hattı kaybedilmemiştir. Medine ve
demiryolu hattındaki savunma tedbirleri ile isyancılar 1917 yılı boyunca
oyalanmış ve daha kuzeye çıkmaları geciktirilmiştir.
Suriye cephesinde Cemal Paşa, Enver Paşa’ya 1917 yılı Ocak
ayında Arap isyanının yayılma belirtileriyle birlikte burada daha fazla kuvvet
bulundurmak gerekeceğinden hareketle, bundan sonra Hicaz’a ilave kuvvet
göndermeyeceğini belirtti. Cemal Paşa bir durum değerlendirmesi yapmış ve
Hicaz’ın zamanında tahliye edilmesinin Filistin’i de kurtaracağına karar
vermişti. Cemal Paşa Enver Paşa’ya Hicaz’da zamanın aleyhte işlediğini, sadece askeri
yönden bile düşünüldüğünde Hicaz’ın tahliyesinin zorunlu olduğunu, tahliye için
en az doksan güne ihtiyaç olduğunu bildiriyordu. Bütün bunlara rağmen Hükümet
bir tercih yapmak durumundaydı.
Filistin cephesindeki yenilginin Suriye’nin kaybına,
ardından İtilaf devletleri kuvvetlerinin Anadolu’ya kadar gelmelerine zemin
hazırlayacağından endişe ediliyordu. Zaten Hükümet ve Enver Paşa, Hicaz
savunmasını ikinci derecede bir cephe olarak görmekteydi. Enver Paşa 2 Mart 1917 tarihinde 4. Ordu Komutanlığı’na
gönderdiği şifrede; Cemal Paşa’nın teklifi doğrultusunda Hicaz’da görev yapan
birliklerin bir kısmının Filistin’de görevlendirilmeleri amacıyla geri
alınmalarının kararlaştırıldığını bildiriyordu. Bunun anlamı Hicaz Kuvve-i
Seferiyesi’nin merkezi durumunda olan Medine’deki bazı birliklerin tahliye
edilmesi ve Arap Yarımadası’nın tamamının savunulmasından vazgeçilmesiydi.
Cemal Paşa bu emirleri tebliğ ederken Fahreddin Paşa’ya,
“Ancak, bu telgrafı alınca ağlamamanızı rica ederim. Ne yazık ki, Medine, bugün
İslam vücudunun kangren olmuş bir uzvudur. Anavatanı kaybetmemek için, bu uzvu
geçici olarak feda edeceğiz.” diyordu. Fahreddin Paşa cevabında telgrafı
ağlamaktan okuyamadığını belirtiyor, eğer henüz çok kötü bir durum yoksa
Medine’de en azından yeteri kadar erzak, altın ve takviye edilmiş bir piyade
alayının bırakılmasını teklif ediyordu. Fahreddin Paşa’nın ailesinin de bu
sırada Medine’de bulunduğu, eşinin çeşitli yardım kuruluşlarında çalışmalar
yaptığı ve orduya büyük yardımı olduğu anlaşılmaktadır. Fahreddin Paşa’nın
eşine bu faaliyetlerinden dolayı “ikinci dereceden şefkat nişanı” verilmesi
kararlaştırılmıştı Bu süreçte Paşa, Harem-i Şerif’te bulunan Mukaddes
Emanetlerin, İngilizlerin veya âsilerin eline geçmesi ihtimaline binaen tedbir
olarak İstanbul’a nakledilmesini sağlamıştır. Bir komisyon kurarak tek tek
kontrol ettirdiği mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul’a
gönderir. Emanetler 25 Mayıs 1917’de payitahta ulaşır.
Hicaz kaynakları Hicaz’daki Osmanlı kuvvetlerinin ihtiyacını
karşılama noktasında yeterli değildi. Bu kuvvetlerin iaşesi için demiryolunun
açık tutulması zorunluydu. İngilizler ve Arap isyancılar bu durumun bilincinde
olarak demiryolunu çalışmaz hale getirmek istiyorlardı. Bu arada tahliyenin
gündeme gelmesi ve bazı kuvvetlerin kuzeye çekilmeye başlaması, isyancı
Arapların saldırılarını artırmalarına neden olmuş ve saldırılar özellikle
demiryolu hattında yoğunlaşmıştır. Bunun üzerine Medine’nin tahliyesine karar
verildi. Devlet Şerif Hüseyin isyanını haber alır almaz siyasî bir tedbir
olarak yerine Ali Haydar’ı Mekke emirliğine tayin etmişti. (1 Temmuz 1916)
Bunun çok faydalı olacağı zannedilmiş ve lakin ciddi bir tesiri olmamıştı. Evvela yeni tayin edilmiş olan Mekke Emiri
Şerif Haydar Paşa ailesiyle birlikte Medine’den ayrıldı. Onları 3000-4000
kişilik yerli halk takip etti. Paşa az bir kuvvetle müdafaaya devam etmek
durumundaydı. Hicaz demiryolunun Medine’ye yakın olan Tebük- Medain arasındaki
Müdevvere İstasyonu’nun düşman eline geçmesinden sonra Medine kalesi asiler
tarafından kuşatıldı. Kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden
İstanbul Hükümetine şu cevabı vermişti:
“Medine Kalesi’nden Türk bayrağını ben kendi elimle
indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan
gönderin.”
Şehrin kuşatması uzadıkça erzak sıkıntısı daha da
hissedilmeye başlanmıştı. Bu yüzden askere verilen günlük iaşe miktarı bir
hayli azaltıldı. Hatta bir ara Fahreddin Paşa, çekirge yenilmesini emretmek
mecburiyetinde kalmıştı. Paşa, cehennemî sıcaklar altında her türlü fedakârlığı
gösteren Müdafilerin, muhasara psikolojisinden uzaklaşıp, zihnini meşgul etmek
için günlük emirler çıkartıp, muhtelif müsabakalar tertip ediyordu. Mesela bir
gün “Osmanlı Sancağı” hakkında bir yazı müsabakası açmıştı. Paşa,
müdafaa süresince Medine’nin imarıyla da meşgul olmuştur. Yeni su kuyuları
açmış, demiryolundan Harem-i Şerif’e kadar uzanan düz ve geniş bir yol
yaptırmıştır. Fahreddin Paşa ve Medine müdafileri bir
taraftan düşmanla diğer taraftan cehennemî sıcaklar, açlık ve hastalıklarla
mücadele ederken Kanal Harekâtı felaketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en
yakın Osmanlı kuvvetleri 1300 km. uzakta kalmıştı. Devlet mağlup olmuş ve
Mondros Mütarekesi’ni imzalamak mecburiyetinde kalmıştı.(30 Ekim 1918)
Mütarekenin 16. maddesine göre şehri teslime mecbur olan Paşa buna yanaşmadı.
Kızıldeniz’de demirleyen bir İngiliz torpidosunun mütareke şartlarını
bildirmesine rağmen Paşa buna cevap vermedi. Dahası Babıali’nin Mondros
Mütarekesini tebliğ etmek üzere gönderdiği Yüzbaşı Ziya Bey’i hapsederek
İstanbul’u da cevapsız bıraktı. Babıali İngilizlerin de baskısı üzerine bu defa
padişahın imzasını taşıyan bir teslim emrini Adliye Nazırı Haydar Molla ile
Medine’ye gönderdi. Fakat Paşa bu emri de dinlemedi. Fahri Paşa imkânlarının
sonuna kadar direnmeye, müdafaaya kararlıydı. Fakat nihayet yanındaki bir takım
subayların ihanetiyle karşılaştı ve bu subayların tazyikiyle teslime mecbur oldu.
Anlaşma gereği yirmi dört saat zarfında Haşimî Karargâhına gitmesi gerekiyordu.
Fakat o Ravza-ı Mutahhara’nın yakınındaki bir medreseye giderek burada
kalacağını söyledi. Fakat Paşa’nın mücavir sıfatıyla da Medine’de kalmasına
müsaade edilmedi. Fahreddin Paşa Medine Müdafaası sırasında 12. Kolordu
Kumandanı sıfatıyla10 Mayıs 1918’de, 1911-12’de basılan Harp Madalyasını almış
ve Mirliva (tuğgeneral) rütbesiyle taltif edilmişti. 28 Temmuz’da ise Ferik
rütbesine yükseltilmiştir. Yine müdafaa sırasında Almanlar kendisine Demir-Haç
Nişanı vermişlerdir. Akıbet kendisiyle görüşmeye gelen Necib Bey ve
etrafındakiler tarafından tutulup Haşimi karargâhında hazır olan çadıra
götürüldü. Anlaşma gereği Şerif Abdullah’ın kuvvetleri 13 Şubat 1919’da şehre
girdi. Böylece şehir mütarekeden yetmiş iki gün sonra teslim oldu. Türk
askerinin şehri teslimi ile dört asırlık şanlı bir devre kapanmış oluyordu.
Esaret Hayatı
İngilizler Paşa’yı mütareke hükümlerine uymamakla suçlayarak
Kasr-ı Nil kışlasına hapsettiler. Yedi ay burada kalan Paşa’nın daha sonra harp
suçlusu olarak Malta’ya sürgün edilmesine karar verildi. Paşa 8 Ağustos 1919’da
Malta’daki Salvator kalesine doğru yola çıkarıldı. Malta’ya ilk gelen 73 kişi
ile birlikte A blokuna yerleştirilmiş ve kendisine verilen sürgün numarası
2752’dir. Diğer mahkûmlar gibi Fahri Paşa da günlerini kitap okuyarak, resim
yaparak ve çiçek yetiştirerek geçirmeye çalışıyordu. Paşa burada tutuklu
bulunurken İstanbul’un işgaliyle tesis edilen Divanı harb’te ölüme mahkûm
edilmiştir. Ayrıca ailesine verilen maaş da kesilmişti. Bu durum ailesinin zor
günler yaşamasına sebep olmuştu. 7 Mart 1921’de başlayan müzakereler
neticesinde Ankara Hükümeti ile İngiltere arasında Londra Antlaşması imzalandı.
Bu anlaşma ile esirlerin bırakılması sağlanmış oluyordu. Fahreddin Paşa da bu
cümleden olarak 8 Nisan 1921’de kayıtsız şartsız serbest bırakıldığında 2 sene
33 gün tutuklu kalmış bulunuyordu.
Paşa evvela Almanya’ya geçerek Berlin’e geldi. Burada
bulunan Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar ile görüştü. Akabinde Enver Paşa’nın
davetiyle Moskova’ya geçti. Moskova’da İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı
Kongresi’ne katıldı. Aynı süreçte Ankara Hükümeti sefiri Ali Fuad Bey (Cebesoy)
ile görüşmüş ve ondan bir mektup almasından sonra Milli Mücadele’ye iştirak
gayesiyle Batum’a gelmiştir. Batum’dan 2 Ağustos 1921’de Kars’a geçen Paşa
böylece vatanına kavuşmuş olur.
Milli Mücadeleye iştirak için Erzurum’a hareket etmiş olan
Paşa, Sakarya muharebesine yetişememişti. 24 Eylül’de Ankara’da Mustafa
Kemal’le görüştükten sonra Fahri Paşa, 1 Mart 1921’de Moskova’da Afgan heyeti
ile Türk sefaret heyeti arasından imzalanan Türk-Afgan ittifakı gereğince bir
müddet sonra TBMM’nin Kabil Sefirliğine tayin edildi. (9 Kasım 1921) Ayrıca
sefirliği sayesinden Türk- Afgan dostluğunun pekişmesinde mühim rol oynamış, Ruslarla
mücadele eden Başkırdistan Cumhurbaşkanı Zeki Velidi Togan’a yardım etmiştir.
Paşa Kabil sefirliğini 12 Mayıs 1926’ya kadar devam ettirmiştir. 31 Aralık
1932’de Divan-ı Askeri Temyiz azalığına, 3 Ocak 1932’ de ise Askeri Temyiz
reisliğine tayin edilmiştir. Kanunî hizmet süresini doldurduktan sonra 5 Şubat
1936’da tekaüd oldu ve muhtelif muharebelerdeki hizmetlerine mukabil nişan,
madalya ve kıdem zammı ile taltif edilmiştir. 22 Kasım 1948’de vefat etmiş,
vasiyeti üzerine Rumeli Hisarı’na defnedilmiştir.
[1]
Şerif Hüseyin isyanı 5 Haziran 1916 da başlamış
ve Medine 13 Ocak 1919 de âsilere teslim edilmiştir.
[2] Bulgaristan’da
tarihî bir şehir olan Rusçuk eski Tuna Vilayetinin merkeziydi. Kozmopolit bir
yapısı vardı. Bugünde Bulgaristan’ın dördüncü büyük şehri (Ruse/Russe) olup
önemli bir sanayi ve kültür merkezidir. Tafsilat için bkz: Machiel Kiel,
“Rusçuk”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 35, İstanbul 2008
[3] Naci
Kaşif Kıcıman, Medine Müdâfaası – Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?, İstanbul 1994,
s.20
[4] Mehmed
Süreyya, Sicill-i Osmanî, c. II, İstanbul 1996, s. 3. [5] Mahir Aydın, “Doksan üç
Harbi”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 9, İstanbul 1994.
[5] Bu savaş
Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Balkanların büyük kısmı kaybedilmiştir.
Binlerce Müslüman Türk Balkanlardan, Anadoluya hicret etmek mecburiyetinde
kalmıştır. Bu hicretin mahiyetini ve yaşanan felaketlerin tafsilatı için bkz:
H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
Balkanların Makûs Talihi: Göç, İstanbul
[6] Süleyman
Yatak, Fahreddin Paşa, s. 43 vd.
[8] Yatak,
a.g.e., s. 45
[9] Kıcıman, Medine Müdafaası, s. 20.
Fahreddin Paşa, I. Cihan Harbin’de Suriye-Filistin
cephesinde vazife görmüş, muhtemel Şerif Hüseyin ayaklanmasına binaen Medine’ye
gönderilmiş ve buradaki müdafaasıyla şöhret kazanmıştır. Paşa, cehennemî çöl
sıcakları altında, silah ve erzak yetersizliği gibi imkânsızlar içinde -iki
buçuk sene- direnmiş ve nihayet yanındaki bazı neferlerin, âsiler tarafına
geçmesi yüzünden teslime mecbur olmuştur. Fakat bu şanlı direniş ona cihan
çapında bir şöhret kazandırmıştır. İşte I. Cihan Harbi’nin mühim bir safhası olan
Suriye-Filistin Cephesini, Hicaz Harbi ve Medine Müdafaasını hakkıyla
anlayabilmek için de Fahreddin Paşa’nın hayatını çok iyi bilmeye mecburuz.
Üzerinde asırların yorgunluğunu hisseden Devlet-i Aliy’ye artık yükünü
taşıyamaz hâle gelmişti. Her tarafta inkıraz ve çözülme alâmetleri görülürken
halkın -maşerî vicdanı- bir ümit ışığı beklemekteydi. Fakat beklenen bir türlü
gerçekleşmedi. Evvela Trablusgarb ve Balkan Harpleri ardından I. Cihan
Harbi’nin ilanı… Daimî savaş hali, her cinsten milleti yormuş ve bezdirmişti…
Aziz vatan müdafaaya muhtaçtı ve ne pahasına olursa olsun müdafaa edilmeliydi.
Devlet-i Aliy’ye pek çok cephede aynı anda savaşmaya mecburdu. Zaten iktisadî
durumun kötü olduğu bir zamanda bir de savaşa dâhil olmak, devletin mali vaziyetini
iyiden iyiye bozmuştu. Pek çok askerî birlikte silah ve erzak yetersizdi.
Karargâh-ı Umumîye bunların temini için her gün sayısız telgraf geliyordu.
Telgraf alınan yerlerden birisi de Medine’ydi. Devlet zaten dışarıda düşman ile
uğraşırken bir de içte Şerif Hüseyin’in isyanıyla karşılaşıldı. Bu isyana karşı
Medine’yi müdafaa vazifesi ise Fahreddin Paşa’ya verilmişti. Fahreddin Paşa
neye mâl olursa olsun Medine’yi müdafaaya ve âsilere teslim etmemeye
kararlıydı. Ve Paşa bu kararlılığını iki sene altı ay boyunca sürdürdüğü [1]müdafaayla
bütün dünyaya ispat etti. O, Cihan Harbi’nin sonunda¸ bütün Anadolu’nun “Eyvah
bunca şehitlere¸ bunca fedakârlığa rağmen¸ artık her şey bitti.” feryadıyla
karanlıklara gömüldüğü günlerde¸ uzaklardan¸ Ravza-i Mutahhara’dan bir fecir
yıldızı gibi parlamıştır.
Çocukluğu ve Tahsili
Fahreddin Paşa’nın asıl adı Ömer’dir. Kuzey Bulgaristan’da
yer alan Rusçuk’da[2] 1868’de
dünyaya gelmiştir. Dedesi III. Selim’in (1789-1808) kurduğu Nizam-ı Cedid
Ordusunda topçu başı olarak vazife yapmış olan Ömer Ağa’dır. Babası Mehmed
Nahid 1833 senesinde İstanbul, Cihangir’de doğmuştur. Mehmed Bey bir müddet
Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürlüğü yapmış, 1897’de Yemen’e sürgün edilmiş
ve 1914’de vefat etmiştir.[3]
Ömer Fahreddin’in annesi Rusçuklu Fatma Âdile Hanım (ölm.1887) Mohaç Meydan
Muharebesi’nin (29 Ağustos 1526) kazanılmasında mühim payı olan Akıncı Bali Bey
(Balioğulları) soyundan gelmektedir. [4]
Ömer Fahreddin tahsiline Rusçuk’ta başlamıştır. 93 Harbi diye meşhur olan[5]
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ruhunda asker olmak arzusu uyandırmıştır. 93
Harbi’nden sonra ailesi ile beraber pek çok Müslüman Türk gibi o da İstanbul’a
gelmiştir. İstanbul’da Harp Okuluna kaydolmuş ve 1888’de buradan birincilikte
Süvari Mülazımı(Teğmen)olarak mezun olmuştur. [6]
Daha sonra Erkan-ı Harbiye Mektebine devam ederek buranın birinci sınıfını
başarıyla ikmal etmiş, bir intihab name ile Meclis-i Maarif- i Askeriyye
tarafından Saray’a takdim edilmiştir. Saray’ın tasdikiyle Başkumandanlık
kendisine mülazım-ı evvellik (üst teğmen) rütbesini tevcih etmiştir. Erkan-ı
Harp Mektebi’ni on mevcutlu sınıfının beşincisi olarak bitiren (24Mayıs1891)
Fahreddin Efendi, Erkan-ı Harp (Kurmay)Yüzbaşısı olarak mezun olmuştur.[7]
Fahreddin Paşa tahsili sırasında çalışkanlığı, disiplini, ahlakı ve efendiliği
ile temayüz etmiş bir kimsedir. Ve bu vasıflarını hayatının sonuna kadar
nefsinde taşımaya devam etmiştir. Kendisinin tarihte iz bırakabilmesindeki esas
unsurlardan birisi de bu faziletleridir.
1 Ocak 1894’de IV. Ordu Erkan-ı Harbiyesine gönderilmiştir.[8]
19 Kasım 1901’de binbaşı olmuş ve 12 Ekim 1903’de Birinci Hudud Komiserliği’ne
tayin edilmiştir. 1904 ’de Türk-Rus sınırında, piyade taburumuza baskın yapan
Ermeni çetelerini, bir süvari bölüğü ile Rus topraklarından geçerek çevirmiş ve
bunları yok etmiştir.[9]
15 Kasım 1897’de Kaimmakam olmuş, bu sırada Türk-Rus Hudud Komisyonu’nun
başkanlığını yapmıştır. 27 Ocak 1908’de 7. Tümen’de vazifeli iken IV. Ordu
Erkan-ı Harbiyesi’ne nakledilmiş ve aynı yılın 25 Temmuzunda hudud nişan
taşları tayinine memur edilmiştir. 2 Mayıs 1909’da “31 Mart” ayaklanmasının
bastırılmasında vazife alarak hadise ile alakalı ihbarların tetkiki
komisyonunda çalışmıştır.
20 Haziran 1909’de Ayvalık’daki Rum ayaklanması sırasında
Divan-ı Harb-i Örfî Reisliği’nde bulundu. 1910’da miralay rütbesine yükseltilen
Fahri Bey Tekirdağ’da İkinci Fırka Erkan-ı Harbiye Reisliği’ne getirildi. 1911-
1912 yılında meydana gelen Trablusgarb harbinde İtalyanlarla çarpıştı. Bu
devrin bütün subayleri gibi Fahri Bey de cepheden cepheye koştu. 26 Mayıs
1913’de tekrar Osmanlı- Rus Hudud Arazi İşareti Komisyonu birinci azalığına, 4
Ocak’da mürettep tümen komutanlığına, 13 Şubat’ta Harput Tümeni Komutanlığı’na
ve 16 Şubat’ta 31. Tümen Komutanlığı’na getirilmiştir. Balkan Harbi’ne
(1912-13) bu vazifede iken Hurşid Paşa’nın 10. Kolordusuna bağlı olarak katılan
Fahri Bey harbin sonlarına doğru Çatalca mevkiinde köprübaşı taarruzunu yapan
Enver Bey’in (Paşa) öncü kumandanlığında Edirne’nin geri alınmasında mühim bir
rol oynamıştır. 6 Ocak 1913’de 7. Tümen komutanlığına tayin edilmiş, 29
Şubat’ta kıdemine iki sene zam yapılmıştır. 17 Ağustos 1914’de IV. Ordu’ya
bağlı 12. Kolordu Kumandanlığına tayin edildi. Bu sırada miralay rütbesinde
bulunan Fahri Bey, 25 Kasım 1914’de Mirlivalığa terfi ettirilmiştir. 11 Kasım
1914’de Osmanlı Devleti, Harb-i Umumîye girdiği zaman Fahri Paşa 12. Kolordu
Kumandı olarak Musul’da bulunuyordu. Bu kolordu Ağustos ayında Enver Paşa’nın
emri ile Musul’dan Haleb’e gelmişti. Fahri Paşa’ya 26 Ocak 1915’de 12. Kolordu
Kumandanlığına ilaveten bir de 4.Ordu Kumandan vekilliği vazifesi verilmiştir.
Bu sırada 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’ydı.
Hicaz Günleri
Hicaz’daki hareketlenmeyi haber alan Cemal Paşa endişelenmişti. Zaten kendisine daha evvel de bir isyan olacağına dair malumat gelmişti. Bunun üzerine Cemal Paşa her türlü ihtimale karşı maiyetindeki 12. Kolordu Kumandanı Fahreddin Paşa’yı Medine’ye göndermeye karar verdi. Böylece Fahreddin Paşa 23 Mayıs 1916 tarihli bir emirle geçici ve gizli olarak Medine’ye gitme emrini aldı. Fahreddin Paşa’nın esas vazifesi uzak bir ihtimal olarak gözükse de şayet devlete karşı bir isyan vuku bulacak olursa buna karşı şiddetli tedbirler almaktı. Medine Muhafızı Basri Paşa, cesur, namuslu, hamiyetli ve Medine Araplarını iyi tanıyan birisiydi fakat kafi miktarda tecrübeli olmadığı için şiddetli tedbirler almakta zorlanabilirdi. Paşa 31 Mayıs’ta Medine’ye ulaştı. Medine’deki birliklerin kumandasını ele alır ve 4. Ordu’dan da acilen takviye kuvvetler gönderilmesini ister. Gelen yeni takviye kuvvetler de mevcut birliklere ilave edilerek Hicaz Kuvve-i Seferiyye’si teşkil edilmiştir.
Medine ile Suriye’nin irtibatını koparmak için demiryoluna saldıran asiler, 3-5 Haziran arasında Hediye-Medine, Ebu’n-Naam-Cidde arasındaki demiryolunu, ayrıca haberleşmenin kesilmesi için de Ebu’n-Naam-Buvata arasında 140 kadar telgraf direğini tahrip etmişlerdir. 5-6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdılarsa da başarılı olamadılar. Âsilerin Medine çevresindeki ilk hücumları, Paşa’nın yerinde tedbirleri sayesinde başarısız olmuştur. İlk taarruzlarında muvaffak olamayan âsiler Medine etrafındaki bazı stratejik mevkileri ele geçirmeye çalışınca Paşa hemen harekete geçerek Biriali, El-ilave, Birimaşi, mevkilerindeki asileri mağlup etti. (27 Haziran 1916) Böylece Medine’nin etrafı bir hayli temizlenmiş oldu. Bu durum, Medine’nin kolayca teslim alınacağını düşünen Şerif Hüseyin için bu büyük bir hayal kırıklığı idi. Fahreddin Paşa’ya karşı olan bu başarısızlık Arap isyanının propaganda safhasında da büyük zararlara sebeb olmuştur. Esasen âsiler harbin sonuna kadar şehri ele geçirememişler ancak harekâttaki bazı gecikmeler, geri hizmetlerin zorluğu ve kuvvet yetersizliği yüzünden âsilerin tamamen yok edilmesi sağlanamamıştır. Fahreddin Paşa bu başarılarından dolayı 15 Temmuz 1916 tarihinde Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanlığına tayin edilmiştir. Nihayet 10 Haziran’da isyan Cidde, Mekke ve Taif’e yayıldı. Bu yerler arasındaki telgraf telleri İngilizler tarafından kesilmişti. Yedi günlük kuşatma neticesinde Cidde (16 Haziran 1916), iki gün sonra Mekke (12 Haziran 1916) ve bir müddet mukavemet edildikten sonra (20 Eylül 1916) Taif düşmüştür. Mekke’nin düşmesinden sonra burayı yeniden almak için bir -Mekke seferi- düşünülmüş fakat sonrasında bunun yapılamayacağı görüldüğü için vazgeçilmiştir. Fahreddin Paşa’nın müdafaa ettiği Medine haricindeki hemen hemen bütün büyük bölgeler asilerin eline geçmişti. Mekke’nin kaybedilmesinden sonra Hz. Peygamber’in kabrinin bulunduğu Medine’nin elde tutulması düşüncesi ağırlık kazandı ve bu politika savaşın sonuna kadar devam etti. Hicaz’ın terk edilmesi, Hükümet aleyhinde büyük bir kampanyaya neden olabileceği gibi, Arap isyanının geniş bir alana yayılmasına neden olabilirdi. Hicaz’daki kuvvetlerin en önemli problemlerinden birisi de iaşe ihtiyacıydı.
Hicaz’ın terk edilmesi düşüncesi Osmanlı Devleti’nin 1.
Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte gündeme gelmişse de 1917 yılına kadar
herhangi bir adım atılmamıştı. Şerif Hüseyin’in isyan etmesi ve isyanın
Hicaz’da yayılmaya başlaması, Hicaz’daki kuvvetlerin yetersizliğini ortaya
koydu. Bu kuvvetlerin isyanın yayılmasını engellemek, Medine’yi korumak ve
Medine-Şam demiryolunu kontrol altında tutmak gibi çok önemli görevleri vardı.
Tahliye ile birlikte çevredeki kabileler ayaklanabilir ve Arap isyanı daha
geniş bir alana yayılabilirdi. Burada dikkate alınan önemli bir husus, dini
duygulardı.
Paşa elindeki imkanlarla Medine’yi iki yıl yedi ay müdafaa etti. Evvela Medine ve çevresinde bir güvenlik hattı oluşturmak için Aşar Boğazı, Biriderviş, Biriabbas ve Birireha mevkilerini asilerden temizledi. 29 Ağustos 1916’da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu. Fahreddin Paşa devamlı takviye kuvvet istiyor fakat hükümet isteklere cevap veremeyecek durumda olduğunu söylüyordu. 1916 yılında Şerif Hüseyin’in isyan etmesiyle Hicaz’daki Osmanlı kuvvetleri çok zor duruma düştüler. Başlangıçta Mekke’nin kurtarılmasına yönelik planlar yapıldıysa da daha sonra bundan vazgeçilerek savaş boyunca Medine ve demiryolu hattını korunması kararlaştırıldı. Bu nedenlerle, hattın korunması Hicaz savunmasının en önemli esaslarından birisi oldu. İngilizler ise asi Araplarla beraber devamlı olarak demiryolu hattını hedef aldılar. Bomba ve dinamit kullanarak, bazen rayları söktürerek, bazen de ani baskınlar yaparak hattın işlemesini engellemeye çalıştılar.
Sonuç olarak 1917 yılında Hicaz’da; aşiretlerin asilerin
tarafına geçmeye başladıkları, isyanın sadece Hicaz’la sınırlı kalmayıp
Suriye’ye ulaştığı bir gerçektir. Ancak birçok olumsuzluklara ve bütün
zorluklara rağmen Medine ve demiryolu hattı kaybedilmemiştir. Medine ve
demiryolu hattındaki savunma tedbirleri ile isyancılar 1917 yılı boyunca
oyalanmış ve daha kuzeye çıkmaları geciktirilmiştir.
Suriye cephesinde Cemal Paşa, Enver Paşa’ya 1917 yılı Ocak
ayında Arap isyanının yayılma belirtileriyle birlikte burada daha fazla kuvvet
bulundurmak gerekeceğinden hareketle, bundan sonra Hicaz’a ilave kuvvet
göndermeyeceğini belirtti. Cemal Paşa bir durum değerlendirmesi yapmış ve
Hicaz’ın zamanında tahliye edilmesinin Filistin’i de kurtaracağına karar
vermişti. Cemal Paşa Enver Paşa’ya Hicaz’da zamanın aleyhte işlediğini, sadece askeri
yönden bile düşünüldüğünde Hicaz’ın tahliyesinin zorunlu olduğunu, tahliye için
en az doksan güne ihtiyaç olduğunu bildiriyordu. Bütün bunlara rağmen Hükümet
bir tercih yapmak durumundaydı.
Filistin cephesindeki yenilginin Suriye’nin kaybına, ardından İtilaf devletleri kuvvetlerinin Anadolu’ya kadar gelmelerine zemin hazırlayacağından endişe ediliyordu. Zaten Hükümet ve Enver Paşa, Hicaz savunmasını ikinci derecede bir cephe olarak görmekteydi. Enver Paşa 2 Mart 1917 tarihinde 4. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği şifrede; Cemal Paşa’nın teklifi doğrultusunda Hicaz’da görev yapan birliklerin bir kısmının Filistin’de görevlendirilmeleri amacıyla geri alınmalarının kararlaştırıldığını bildiriyordu. Bunun anlamı Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’nin merkezi durumunda olan Medine’deki bazı birliklerin tahliye edilmesi ve Arap Yarımadası’nın tamamının savunulmasından vazgeçilmesiydi.
Cemal Paşa bu emirleri tebliğ ederken Fahreddin Paşa’ya, “Ancak, bu telgrafı alınca ağlamamanızı rica ederim. Ne yazık ki, Medine, bugün İslam vücudunun kangren olmuş bir uzvudur. Anavatanı kaybetmemek için, bu uzvu geçici olarak feda edeceğiz.” diyordu. Fahreddin Paşa cevabında telgrafı ağlamaktan okuyamadığını belirtiyor, eğer henüz çok kötü bir durum yoksa Medine’de en azından yeteri kadar erzak, altın ve takviye edilmiş bir piyade alayının bırakılmasını teklif ediyordu. Fahreddin Paşa’nın ailesinin de bu sırada Medine’de bulunduğu, eşinin çeşitli yardım kuruluşlarında çalışmalar yaptığı ve orduya büyük yardımı olduğu anlaşılmaktadır. Fahreddin Paşa’nın eşine bu faaliyetlerinden dolayı “ikinci dereceden şefkat nişanı” verilmesi kararlaştırılmıştı Bu süreçte Paşa, Harem-i Şerif’te bulunan Mukaddes Emanetlerin, İngilizlerin veya âsilerin eline geçmesi ihtimaline binaen tedbir olarak İstanbul’a nakledilmesini sağlamıştır. Bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul’a gönderir. Emanetler 25 Mayıs 1917’de payitahta ulaşır. Hicaz kaynakları Hicaz’daki Osmanlı kuvvetlerinin ihtiyacını
karşılama noktasında yeterli değildi. Bu kuvvetlerin iaşesi için demiryolunun
açık tutulması zorunluydu. İngilizler ve Arap isyancılar bu durumun bilincinde
olarak demiryolunu çalışmaz hale getirmek istiyorlardı. Bu arada tahliyenin
gündeme gelmesi ve bazı kuvvetlerin kuzeye çekilmeye başlaması, isyancı
Arapların saldırılarını artırmalarına neden olmuş ve saldırılar özellikle
demiryolu hattında yoğunlaşmıştır. Bunun üzerine Medine’nin tahliyesine karar
verildi. Devlet Şerif Hüseyin isyanını haber alır almaz siyasî bir tedbir
olarak yerine Ali Haydar’ı Mekke emirliğine tayin etmişti. (1 Temmuz 1916)
Bunun çok faydalı olacağı zannedilmiş ve lakin ciddi bir tesiri olmamıştı. Evvela yeni tayin edilmiş olan Mekke Emiri
Şerif Haydar Paşa ailesiyle birlikte Medine’den ayrıldı. Onları 3000-4000
kişilik yerli halk takip etti. Paşa az bir kuvvetle müdafaaya devam etmek
durumundaydı. Hicaz demiryolunun Medine’ye yakın olan Tebük- Medain arasındaki
Müdevvere İstasyonu’nun düşman eline geçmesinden sonra Medine kalesi asiler
tarafından kuşatıldı. Kuşatmadan önce kaleyi tahliye etmesini teklif eden
İstanbul Hükümetine şu cevabı vermişti:
“Medine Kalesi’nden Türk bayrağını ben kendi elimle
indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan
gönderin.”
Şehrin kuşatması uzadıkça erzak sıkıntısı daha da
hissedilmeye başlanmıştı. Bu yüzden askere verilen günlük iaşe miktarı bir
hayli azaltıldı. Hatta bir ara Fahreddin Paşa, çekirge yenilmesini emretmek
mecburiyetinde kalmıştı. Paşa, cehennemî sıcaklar altında her türlü fedakârlığı
gösteren Müdafilerin, muhasara psikolojisinden uzaklaşıp, zihnini meşgul etmek
için günlük emirler çıkartıp, muhtelif müsabakalar tertip ediyordu. Mesela bir
gün “Osmanlı Sancağı” hakkında bir yazı müsabakası açmıştı. Paşa,
müdafaa süresince Medine’nin imarıyla da meşgul olmuştur. Yeni su kuyuları
açmış, demiryolundan Harem-i Şerif’e kadar uzanan düz ve geniş bir yol
yaptırmıştır. Fahreddin Paşa ve Medine müdafileri bir
taraftan düşmanla diğer taraftan cehennemî sıcaklar, açlık ve hastalıklarla
mücadele ederken Kanal Harekâtı felaketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en
yakın Osmanlı kuvvetleri 1300 km. uzakta kalmıştı. Devlet mağlup olmuş ve
Mondros Mütarekesi’ni imzalamak mecburiyetinde kalmıştı.(30 Ekim 1918)
Mütarekenin 16. maddesine göre şehri teslime mecbur olan Paşa buna yanaşmadı.
Kızıldeniz’de demirleyen bir İngiliz torpidosunun mütareke şartlarını
bildirmesine rağmen Paşa buna cevap vermedi. Dahası Babıali’nin Mondros
Mütarekesini tebliğ etmek üzere gönderdiği Yüzbaşı Ziya Bey’i hapsederek
İstanbul’u da cevapsız bıraktı. Babıali İngilizlerin de baskısı üzerine bu defa
padişahın imzasını taşıyan bir teslim emrini Adliye Nazırı Haydar Molla ile
Medine’ye gönderdi. Fakat Paşa bu emri de dinlemedi. Fahri Paşa imkânlarının
sonuna kadar direnmeye, müdafaaya kararlıydı. Fakat nihayet yanındaki bir takım
subayların ihanetiyle karşılaştı ve bu subayların tazyikiyle teslime mecbur oldu.
Anlaşma gereği yirmi dört saat zarfında Haşimî Karargâhına gitmesi gerekiyordu.
Fakat o Ravza-ı Mutahhara’nın yakınındaki bir medreseye giderek burada
kalacağını söyledi. Fakat Paşa’nın mücavir sıfatıyla da Medine’de kalmasına
müsaade edilmedi. Fahreddin Paşa Medine Müdafaası sırasında 12. Kolordu
Kumandanı sıfatıyla10 Mayıs 1918’de, 1911-12’de basılan Harp Madalyasını almış
ve Mirliva (tuğgeneral) rütbesiyle taltif edilmişti. 28 Temmuz’da ise Ferik
rütbesine yükseltilmiştir. Yine müdafaa sırasında Almanlar kendisine Demir-Haç
Nişanı vermişlerdir. Akıbet kendisiyle görüşmeye gelen Necib Bey ve
etrafındakiler tarafından tutulup Haşimi karargâhında hazır olan çadıra
götürüldü. Anlaşma gereği Şerif Abdullah’ın kuvvetleri 13 Şubat 1919’da şehre
girdi. Böylece şehir mütarekeden yetmiş iki gün sonra teslim oldu. Türk
askerinin şehri teslimi ile dört asırlık şanlı bir devre kapanmış oluyordu.
Esaret Hayatı
İngilizler Paşa’yı mütareke hükümlerine uymamakla suçlayarak
Kasr-ı Nil kışlasına hapsettiler. Yedi ay burada kalan Paşa’nın daha sonra harp
suçlusu olarak Malta’ya sürgün edilmesine karar verildi. Paşa 8 Ağustos 1919’da
Malta’daki Salvator kalesine doğru yola çıkarıldı. Malta’ya ilk gelen 73 kişi
ile birlikte A blokuna yerleştirilmiş ve kendisine verilen sürgün numarası
2752’dir. Diğer mahkûmlar gibi Fahri Paşa da günlerini kitap okuyarak, resim
yaparak ve çiçek yetiştirerek geçirmeye çalışıyordu. Paşa burada tutuklu
bulunurken İstanbul’un işgaliyle tesis edilen Divanı harb’te ölüme mahkûm
edilmiştir. Ayrıca ailesine verilen maaş da kesilmişti. Bu durum ailesinin zor
günler yaşamasına sebep olmuştu. 7 Mart 1921’de başlayan müzakereler
neticesinde Ankara Hükümeti ile İngiltere arasında Londra Antlaşması imzalandı.
Bu anlaşma ile esirlerin bırakılması sağlanmış oluyordu. Fahreddin Paşa da bu
cümleden olarak 8 Nisan 1921’de kayıtsız şartsız serbest bırakıldığında 2 sene
33 gün tutuklu kalmış bulunuyordu.
Paşa evvela Almanya’ya geçerek Berlin’e geldi. Burada bulunan Talat, Enver ve Cemal Paşa’lar ile görüştü. Akabinde Enver Paşa’nın davetiyle Moskova’ya geçti. Moskova’da İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı Kongresi’ne katıldı. Aynı süreçte Ankara Hükümeti sefiri Ali Fuad Bey (Cebesoy) ile görüşmüş ve ondan bir mektup almasından sonra Milli Mücadele’ye iştirak gayesiyle Batum’a gelmiştir. Batum’dan 2 Ağustos 1921’de Kars’a geçen Paşa böylece vatanına kavuşmuş olur.
Milli Mücadeleye iştirak için Erzurum’a hareket etmiş olan Paşa, Sakarya muharebesine yetişememişti. 24 Eylül’de Ankara’da Mustafa Kemal’le görüştükten sonra Fahri Paşa, 1 Mart 1921’de Moskova’da Afgan heyeti ile Türk sefaret heyeti arasından imzalanan Türk-Afgan ittifakı gereğince bir müddet sonra TBMM’nin Kabil Sefirliğine tayin edildi. (9 Kasım 1921) Ayrıca sefirliği sayesinden Türk- Afgan dostluğunun pekişmesinde mühim rol oynamış, Ruslarla mücadele eden Başkırdistan Cumhurbaşkanı Zeki Velidi Togan’a yardım etmiştir. Paşa Kabil sefirliğini 12 Mayıs 1926’ya kadar devam ettirmiştir. 31 Aralık 1932’de Divan-ı Askeri Temyiz azalığına, 3 Ocak 1932’ de ise Askeri Temyiz reisliğine tayin edilmiştir. Kanunî hizmet süresini doldurduktan sonra 5 Şubat 1936’da tekaüd oldu ve muhtelif muharebelerdeki hizmetlerine mukabil nişan, madalya ve kıdem zammı ile taltif edilmiştir. 22 Kasım 1948’de vefat etmiş, vasiyeti üzerine Rumeli Hisarı’na defnedilmiştir.
[1]
Şerif Hüseyin isyanı 5 Haziran 1916 da başlamış
ve Medine 13 Ocak 1919 de âsilere teslim edilmiştir.
[3] Naci
Kaşif Kıcıman, Medine Müdâfaası – Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı?, İstanbul 1994,
s.20
[4] Mehmed
Süreyya, Sicill-i Osmanî, c. II, İstanbul 1996, s. 3. [5] Mahir Aydın, “Doksan üç
Harbi”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 9, İstanbul 1994.
[5] Bu savaş
Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Balkanların büyük kısmı kaybedilmiştir.
Binlerce Müslüman Türk Balkanlardan, Anadoluya hicret etmek mecburiyetinde
kalmıştır. Bu hicretin mahiyetini ve yaşanan felaketlerin tafsilatı için bkz:
H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
Balkanların Makûs Talihi: Göç, İstanbul
[6] Süleyman
Yatak, Fahreddin Paşa, s. 43 vd.
[9] Kıcıman, Medine Müdafaası, s. 20.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sayın takipçilerimiz hakaret etmeden yorumlarınızı yapabilirsiniz.